02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;[email protected] Büyük iktisatçıların sonuncusunu da kaybettik: RTE’nin dört çocuk isteme gerekçesi: “Bize emek, sermaye vs. öğrettiler. Ama bunun başında insan gelir. Bir çocuk iflas, iki çocuk iflas demektir. Üç çocuk olursa yerinizde sayarsınız.” “TÜBİTAK’ta, bilim ve teknoloji politikası tasarımıyla uğraştığım 90’lı yılların ikinci yarısında, yaptığım işi söylediğim pek çok kişi, bir an düşünüp, Türkiye’nin gerçekten bir bilim ve teknoloji politikası mı var, diye sormuştur. Böyle bir politikanın olduğunu çok zor anlatabilmişimdir. Çoğunun ikna olmadığını; bu ülkede, bu tür bir işle uğraşan birini de, ‘nafile (yararsız) kilisenin beyhude (boşuna uğraşan) zangocu’ olarak gördüklerini biliyorum. “Şu anda farklı bir çatı altında, farklı bir açıdan da olsa, bu ‘nafile’ işle ilgilenmeyi sürdürüyorum. Üstelik, Sayın Orhan Bursalı’nın önerisiyle, CBT okuyucularını, ülkemizin ve bir karşılaştırma olanağı vereceği için başka ülkelerin bilim ve teknoloji politikaları ile daha çok ilgilendirme denemesini de göze alarak...” 6 Mayıs 2000 tarihli CBT’de yayımlanan ilk yazıma bu satırlarla başlamışım. O tarihten bu yana yazmayı sürdürüyorum. 12 yılı geçmişim. Bugünkü yazım 500’üncüsü… 90’lı yıllar, sanayi kuruluşlarını ARGE yapmaya, yenilikçiliğe (inovasyona) teşvik için, Cumhuriyet tarihinin en geniş kapsamlı destek programlarının yürürlüğe konduğu bir dönemdir… Eğer bugün, ürün geliştirmeye, üretim yöntemini iyileştirmeye, yenilikçi tasarımlar ortaya koymaya çalışan bazı sanayi kuruluşları ortaya çıkmışsa, bunu o destek programlarını tasarlayıp uygulamaya koyan kadronun basiretine ve yine o yıllarda, sanayicileri, bu destek programlarından yararlanmaya ikna etmek için bütün ülkeyi dört dönen, TÜBİTAK’tan, TTGV’den bir avuç insanın çabasına borçluyuz. Ya da bugün, bulundukları kuruluşu, sermaye yapısı nedeniyle, kolay kolay öyle bir noktaya getiremeyeceklerini bildikleri halde, tasarım geliştirmeye, ARGE’ye yönlendirebilmek için çaba gösteren teknokratlar, mühendisler varsa, onlara bu motivasyonu kazandıran ortamın oluşmasında yine o kadroların payı olduğu yadsınamaz. Herhâlde biliyorsunuz; o kadrolarda yer alan insanların önemli bir bölümü, hattâ içlerinden bazıları liyakatten, adanmışlıktan çok daha farklı ölçütlerle hareket eden, kadir bilmez yöneticiler tarafından çalıştıkları kurumlardan dışlanmalarına rağmen, bugün de misyonlarını sürdürüyorlar. Ve elbette, zaman içinde, bilim ve teknolojide yetkinleşmenin yaşamsal öneminin farkına varan, bunu öğrenen daha pek çok yurtsever de onların açtığı yolu izliyor. Ama görülen o ki, Türkiye, bütün bu çabalara rağmen bilim ve teknolojide, kayda değer bir ilerleme kaydedemedi. Bu bir yana, din merkezli bir düşünce sisteminin ülkede egemen kılınmak istenmesi geleceğimizi daha da karartır oldu. Ülke, güçlenmenin yolunu bilimde, teknolojide, sanayide yetkinleşmekte ve böylece ekonomiyi, toplumsal gelişmeyi ve ulusal savunmayı sağlam bir temele oturtmakta değil bolca üreyerek çoğalmakta görenlerin elinde… Tutulan bu yolun yol olmadığını bilenler için zaman siyasi mücadeleyi yükseltme ve fikren çoğalma zamanı... Bursalı’nın, ‘söyleyecek sözün varsa o zaman otur yaz kardeşim’ kışkırtmasıyla ve onun adını koyarak açtığı bu köşede yayımlanan yazıların, daha geniş bir çevrenin bilim ve teknoloji politikasıyla, bu politikanın kapsadığı meselelerle daha yakından ilgilenmesine, tutulan yolun yanlışlığını görmesine az da olsa bir katkısı oldu mu, bunun takdiri CBT okurlarına ait… Ama bilebildiğim kadarıyla bu köşede dile getirilenleri paylaşan epeyce insan var. O insanların var olduklarını ve fikren çoğaldığımızı gösterebilecekleri bir imkân var, şimdi. Bursalı’dan aldığım destekle bu kez ben o insanlara sesleniyorum: Biliyorum, söyleyecek sözünüz var; o zaman gelin bu köşede kendi imzanızla yazmaya başlayın. Ben de önümüzdeki haftadan sonra 15 günde bir yazacağım. Varsak, fikren çoğalıyorsak eğer, bu köşe şimdi de, daha sonra da boş kalmamalı… OKTAY YENAL Zaten Türkiye’deki resmi TRT radyolarını da alamıyoruz; sadece BBC’ye kalmışız. Bu bilinmezlik içinde Oktay Yenal birdenbire ortadan kayboldu ve bir hafta on gün sonra ortaya çıktı. Dönünce, Brighton’ın merkezinde sayılan (Cloak Tower) o çok güzel evinde, kendisi gibi iktisatçı olan eşi Aysel Hanım, Sunday’lerle bize bir parti verdi; niye birden kaybolduğunu anlattı. Tabii ki, güzel içkiler ve mezelerle… Kendisini Başbakan Yardımcısı Dr. Karaosmanoğlu çağırarak DPT Müsteşarlığı teklif etmiş, Fikren Çoğalma Zamanı Oktay Yenal, yeni kuşak iktisatçıların fazla tanımadığı, o benim birinci modern kuşak dediğim iktisatçıların başında gelir. Ergun Türkcan, Emekli Prof. Dr., Ankara Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi, [email protected] lk kuşakla, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, 1950’lerde, İstanbul İktisat Fakültesi’nden veya Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun olarak, yurtdışında, özellikle İngiltere’de London School of Economics veya OxfordCambridge gibi üniversitelerde, Keynessonrası iktisat teorisini görmüş, yurda döndükten sonra, bu kurumlarda hoca ve/veya yeni kurulan DPT’de (Devlet Planlama Teşkilatı) uzman veya başka üstdüzeyde çalışmış iktisatçıları kastediyorum. Oktay Yenal da, Hocam Besim Üstünel (ve sınıf arkadaşı Rahmi Koç) gibi London School’da okumuş, tekrar İktisat Fakültesi’ne gelmiş, bir süre DPT’de uzmanlık yapmıştı. Hatıralarında, DPT’nin kurucusu olan iktisatçı arkadaşlarının, kendisini “liberal” sayıp, o bir odaya girdiğinde, hemen konuşmayı kestiklerini, hatıralarında da yazar ve konuşmalarında gülerek anlatırdı. Oysa Oktay Ağabey, nerede nasıl bir plan yapılacağını ve nerede piyasa mekanizmalarına geçileceğini bilirdi. Milton Friedman’ın Chicago Okulu’ndaki kurslarına (workshop) devam etmiş, parayı çok iyi öğrenmiş, fakat Dünya Bankası uzmanı olarak, “dünyanın en büyük demokrasisi” ve “en büyük planlı ekonomisi” Hindistan’ın modernleşmesinde de tarihi bir rol oynamıştı. Şimdiki Hindistan Başbakanı Dr. Manmohan Singh de en yakın çalışma arkadaşıydı1. Zaten, Dr. Yenal, ufak tefek fiziği ve kocaman sakalıyla gerçek bir Hint “guru”sunu andırırdı; Hindistan’da geçen uzun yıllar… Onunla, İngiltere’de, 1971 yılında, Sussex Üniversitesi’nde beraberdik. O IDS’de (Institute of Development Studies) misafir hoca, ben de SPRU’da (Science Policy Research Policy Unit) doktora tezi hazırlamaya çalışıyordum. SPRU’da fazla konfor olmadığı için sık sık IDS’in zengin barına gidip iyi bir şeyler atıştırır, konuşurduk; Sunday Üner de (sonradan H.Tepe’de hoca oldu) oradaydı. Tam da Türkiye’de “12 Mart”ta, darbe mi, yoksa teşebbüs mü, muhtıra mı, sağ mı sol mu, neyin nesi olduğunu anlayamadığımız bir şeyler oldu; BBC’den öğrendik. Türkiye’den gazetedergi geliyor ama bir hafta sonra ele geçiyor, bu işten anlayan dostların da pek mektup yazacak halleri yok. O zaman ne internet var, ne de uydu kanallarında yüzlerce TV. İ MÜSTEŞARLIĞI REDDETTİ CBT 1350/ 8 1 Şubat 2013 o da bir hafta, çeşitli incelemeler yaptıktan sonra, kabul etmeyerek Sussex’e dönmüştü2. Biz yakın bir arkadaşını yalnız bıraktığı, vatana hizmetten kaçtığı vb. yolu eleştirmeye başladık. Türkiye’nin kaç iyi uzmanı vardı ki; onlar da böyle sorumluluktan kaçarsa, memleketi kim kurtaracaktı vb. Oktay Ağabey dedi ki: “İktisadi durum, sandığımdan daha iyi, döviz de geliyor, bu nedenle reddetmedim; ama iktidarda faşist bir cunta var, bunların emrinde iş yapamam; onlar da yapamazlar, bilemeden gelmişler, ne dediğimi bir ay sonra anlarsınız”. Tam bir gerçek “liberal” veya demokrat tavrı. Biz hâlâ, Karaosmanoğlu ve bildiğimiz diğer ilerici, birkaç eski plancının kabinede ve diğer yerlerde görev almasına bakıp, iyi şeyler olacağını düşünmek istiyoruz. Ancak, bir ay geçmeden, tevkif haberleri, ölümler, “bol gelen anayasalar”, “hakların üstüne örtülen şallar”, “Balyozlar” vb. nutuklarla darbenin
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle