02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POLİTİKASI Tıbbi Patoloji Bilimi ve Sağlık Hizmeti Prof. Dr. Erdener Özer, Tıbbi Patoloji Uzmanı ve Öğre Hayrettin Ökçesiz [email protected] http://okcesizhayrettin.blogspot.com H tim Üyesi, [email protected] astalıklar insanlarda doku ve hücre düzeyinde normalde olmayan patolojik değişiklikler yapar. Patolojik inceleme hastaların vücudundan çıkarılan doku ve vücut sıvılarının mikroskop altında incelenmesi ile yapılır. Tıbbi Patoloji bu şekilde hastalıkların tanısının konulduğu bir bilim dalıdır. Patoloji uzmanları (patologlar) da hastalıkların tanısını koyarak sağlık hizmeti veren hekimler olarak kabul edilmelidir. Hastalığının tanısı bilinse bile, hastaların vücudundan alınan tüm parçaların (materyal) patolojik incelemesinin yapılması önerilmektedir. Çünkü yaşanmış kimi olaylarda görüldüğü gibi; örneğin bademcik ameliyatlarında ya da apendisit ameliyatlarından çıkan materyallerin patolojik incelenmesi yapılmadığı kimi durumda, ileride tanısı gecikmiş kanserlerin ortaya çıkma riski bulunmaktadır. Bu nedenle hastaların vücutlarından çıkan her doku ve sıvı materyaline patolojik inceleme yapılmasını, bir sağlık hakkı olarak görmesinde yarar vardır. Patoloji raporu yapılan patolojik incelemenin yasal tıbbi belgesidir. Patoloji uzmanları, yaptıkları incelemenin bulgularını ve sonuçlarını bir rapor halinde düzenlerler. Patoloji raporlarında sadece hastalığın tanı bilgisi değil, kimi durumda hastalığın tedavisini yönlendirecek bilgiler de bulunur. Bu nedenle bu belgeler hastalar olduğu kadar, hastalığı tedavi edecek ve hastaları izleyecek doktorlar için de kritik öneme sahiptir. Bu kritik önem özellikle kanser hastalığında daha da dikkat çekicidir. Kanser günümüzde artan oranda görülen ve toplumdaki ölüm nedenleri arasında en başlarda yer alan bir hastalıktır. Bu nedenle kanser hastalığı sağlık alanında güncel önemini korumakta ve kamuoyunun gündemini meşgul etmektedir. Özellikle meme kanseri ve kalınbağırsak kanserleri, popüler kişilerde görüldüğü zamanlarda kamuoyunun dikkatini çekmektedir. Patoloji raporlarının içerdiği tıbbi bilginin; gerek kanser hastalığının erken tanısında ya da riskli hasta gruplarının belirlenmesinde, gerek ise kişiye özel kanser tedavisine karar verilmesinde önemi bulunmaktadır. Örneğin meme kanserine ait patoloji raporlarında sadece tanının bulunması geçmişte kalmıştır. Artık raporlarda meme kanserinin tipi yanısıra; kanserin derecesi ve evresi, kanser hücresinin östrojen reseptör düzeyi ve ayrıca Her2 gen mutasyonu durumu gibi uygu lanacak tedavinin seçimini belirleyecek bilgiler de bulunmalıdır. Günümüzün patologları bu bilgilerin derlenmesinde immunohistokimyasal teknikler yanı sıra, moleküler ve dijital patolojik teknikleri de artan oranda kullanmaktadır. Sağlık hizmeti çoğu zaman hasta ile hekim arasında yaşanan, yüzyıllardır biçimi pek değişmeyen bir süreçtir. Hekimler, öncelikle güven ilişkisine dayalı bu süreci doğru tanı ve etkin tedavi ile tamamlamak zorundadır. Doğru tanıya ulaşmaya çalışan klinik hekiminin yanında, belki de hastaların çoğunlukla farkında olmadığı başka hekimler de vardır. Hekimlik mutfağının arka planında kalan bu hekimlerden bazıları patologlardır. Bu nedenle sokaktaki vatandaşa “Patoloji doktorunuz var mı?” diye sorsak, kuşkusuz alacağımız yanıtların tamamına yakını “hayır” olacaktır. Oysa her yıl milyonlarca hastanın tanı aldığı hastanelerimizde, patologlar yıllardır canla başla çalışmakta ve nitelikli sağlık hizmeti vermeye çabalamaktadır. Patologların da diğer hekimlik alanlarında yaşananlara benzer sorunları vardır. Ülkemizde uzman patolog sayısı 1000 rakamının üzerindedir. Bununla beraber Tıbbi Patoloji uzmanlık eğitimi gören asistan hekim sayısı 200’den fazladır. Uzman sayısı güncel olarak yetersiz görünse de, ideal sayıya ulaşmak için akılcı insan gücü planlamasına ve uzmanlık eğitimi yapılandırılmasına ihtiyaç vardır. Nitelikli sağlık hizmeti vermeye elverişli olmayan patoloji laboratuvarlarında görevlendirilme, yardımcı sağlık personelinde (tıbbi laboratuvar teknisyeni ve patoloji teknikerleri) sayısal eksiklikler ve hekimlik emeğinin karşılığını bulmayan ücretlendirme patologların başlıca sorunlarıdır. Tıbbi Patoloji, tıp alanında 200 yıldır önemini koruyan, ülkemizde ise 90 yıldır var olan bir bilimdir. Bir akademik alanın gelişmesi için mesleki örgütlenme son derece önemlidir. Tıbbi Patoloji dalında görev yapan uzman hekimlerimizin akademik meslek örgütü, beş bölgesel ve bir yan dal (sitopatoloji) derneğini bünyesinde tutan Patoloji Dernekleri Federasyonu’dur. Bu çatı örgütü; ulusal ve uluslararası platformlarda patoloji biliminin ilerlemesine katkıda bulunmayı amaçlamakta, alanını ilgilendiren toplumsal hizmetler, insan gücü eğitimi, idari ve hukuki düzenlemelerin yapılmasını sağlamaktadır. 610 Kasım’da Çeşme’de düzenlenen ve 700 kişinin katıldığı 23. Ulusal Patoloji Kongresi, gerek konuların içeriği, gerek ise konuşmacıların niteliği açısından ülkemizde bu bilim dalının geldiği gelişmişlik düzeyini ortaya koyan bir toplantı olarak gerçekleşmiştir. için çoktandır rastlamadığım “kahveci askı”larını hatırlattı. Aslında bu örnek o askıların tek fincanlık bir –belki de– taklidi. Zuber, bunun çalışma ilkesinin ardındaki fizik yasalarını canlandırmak için derste bunu da kullanmıştı (bir diğer canlı örneği de balkondan aşağıya bırakılan kedinin nasıl dört ayak üstüne düştüğünü –aşağıda bir çarşaf tutuluyordu– göstermesiydi). İçinde beşon tane çay bardağı ve kahve fincanının değil dökülmek çay ve kahve yüzeyleri kımıldamadan, ve sallanarak taşındığı bu askılar sanırım değerli Profesör Talat Erben’in “Türklerin endüstriyel tasarıma iki katkısı ince belli çay bardağı ve alafranga tuvaletteki taharet musluğudur” örneklerine eklenmek gerekli üçüncüsüydü. (Eminim bu satırları okuyanlar tepki gösterip başka örnekler de göstereceklerdir. Yeterli sayıda gelirse CBT’de listesini sunarız.) Bu arada askı taklidine ve ince belli çay bardağına değinmişken bir gözlem. Ünlü IKEA mağzalarında bir süredir bizim ince belli çay bardakları ve –pek de sevmediğim kırmızılı beyazlı porselen tabakları pazarlanmakta ama tasarım adı İsveççe konulmuştu, en azından aslının bir türk tasarımı olduğunu belirtecek bir ad olmalıydı!) Türkiye Barolar Birliği’nin ivedi olarak bir “Müdafaai Hukuk Kurultayı” toplaması gerektiğini düşünüyorum. Bu kurultayda tüm konuşmacıların ülkemizde hukukun nasıl katledildiğini bilimsel bildirileriyle ortaya koymalarını öneriyorum. Dökülmeden kupa taşıyıcısı Ömür Akyüz On beş gün sonra sonra 54 yıl olacak üniversite birinci sınıfa başlayalı. Kasım ayının ilk salı günü saat dokuzda İÜ Fen Fakültesi Konferans Salonu’nda Prof. Kurt Zuber’in fizik dersine başlıyorduk, İstanbul Üniversitesi’nde fizik okuyan tüm öğrenciler bu (yarı tarihi salonda ortak ders görürdük). Sevgili Dr. Ayhan Çilesiz Ağabey Zuber’in Alman aksanı ve çeşnili İngilizceyle anlattığı dersi çeviriyordu. Ama dersin en güzel yanı bir asistanlar takımının yürüttüğü gösteri deneyleriydi. Eski bir Avrupa ve sonra da ABD geleneği olan bu gösteri deneyleri ne yazık ki artık ülkemizde hiç uygulanmıyor, oysa birçok olayı bunlardan öğrenip kavradım, basit gereçlerle yapılabilenleri de 41 yıllık “öğretim üyeliği” hayatımda sayıları az da olsa elimden geldiğince yaparım. CBT’nin 4 Ekim sayısında Nilgün Özbaşaran Dede’nin hazırladığı “YENİ ürünler” sayfasındaki bir örnek, “Dökülmeden kupa taşıyıcısı” beni bu derslere geri götürdü.. Aslında bu, “kafelere” dönüştüklerinden beri yok oldukları için ya da arka sokaklara çekilen kahvehaneleri görmediğim CBT 139619 / 20 Aralık 2013 Kurultay bildirilerinin özet sonuçları bir kitap halinde ücretsiz olarak halka dağıtılmalıdır. Bu Kurultay’a bildirileriyle katılacak pek çok sayıda ve çok yetkin, cesur bilimcimizin bulunduğunu söylemeye hiç gerek yoktur. Yeter ki, maddi olanakları ellerinde tutanlar buna niyet edebilsinler! • Halkın dirliği, ülkenin bütünlüğü, yurttaşın saygınlığı için düşünceler: Ülke birliği için, dinsel kimlikte Allah, Kuran ve Muhammed’in hiçbirinden vazgeçmiyorsanız, siyasal kimlikte de Türkiye, Türk ve Atatürk’ün hiçbirinden vazgeçemezsiniz. Bunlarda anayasal çözülme, halkın ve ülkenin acımasızca sömürülmesine kapıların sonuna kadar açılması demektir. Ülkemizin şansı, Cengiz Han’dan beri süregelen “Örfi hukuk” geleneğinin Osmanlı’da da hep Şeriatı sınırlayarak, günümüzde demokratik, laik hukuk Devleti’ne zemin ve imkân sağlamasıdır. Öteki Müslüman ülkelerde ne yazık ki, böyle bir damar bulunmamakta, bu yüzden demokratik ve laik bir hukuk devletini anlayıp, kuramamaktadırlar. Dinciler bizde bu kaynağı kurutmak istiyorlar. Yukarıda sözünü ettiğim siyasal kimlik, dinci ve kökenci kimliklerin yarattıkları sakıncaların en etkili önleyicisidir. Atatürk’ün dehası, bunlar arasındaki dengeyi kurma başarısında yatmaktadır. Böyle bir siyasal yapılanmada, tüm ayrılıkların ve aynılıkların coğrafya birliği (Türkiye) ile ulus birliği (Türk’üm demek, Türk olmak değil) temelinde tanınmasından başka bir niyet ve amaç asla söz konusu olamayacaktır. Çağdaş hukukun temel ilkeleri, değerleri ve araçları bunun güvencesi olacaktır. Ancak bu çığırdan yürüyerek anlamlı bir iç barışa ulaşabiliriz. Bu ülkenin; halkıyla, çok kökenli kültürüyle, tekçi devletiyle özünde ve niyetinde taşıdığı insanlık ilkelerine ve ülküsüne gerçeklik ve süreklilik kazandıracak tüm çabalara her yurttaş önyargısız açık olmalıyken, bu ufka yürümekten geri çevirecek her türlü çabaya da karşı olmak zorundadır. Bu kavrayışla ülke birliğini korumaya çalışırken, kendi kişisel bütünlüğümüz için istediğimiz kimliği seçmekte, oluşturup geliştirmekte de bütünüyle özgür olmalıyız. kitlesel kimliklerle çatışması durumunda bireysel özgürlüğümüzün ödünsüz ve öncelikle korunması zorunludur. Bireye bu mutlak özgürlüğü tanımaksızın tasarlanan tüm anayasal kimlik modelleri, tüm siyasal hedefler baskıcı, faşizan, totaliter devlet ve toplum oluşumlarının en uygun ve en başarılı araçlarıdır. Burada da çok duyarlı ve uyanık kalmalıyız. Tüm bu söylenenlerden, Ülke Birliği’nin içeriksel değil, biçimsel bir birlik olduğunu; içeriğin bu çerçevede tüm yaratıcılıklara, ilerlemelere, duyarlılıklara, zenginleşmelere açık olduğunu çıkarmalıyız. Biçimin esnekliğinin içerik zenginleşmesinin gereği olacağıysa açıktır. • Gezi ceza davaları açılıyor. Türk Yargısı “sivil itaatsizlik hakkı” konusunda en ciddi sınavını verecek. Umarım mahkemeler, yargıçlar, savcılar, savunmanlar yeterince işin farkındadırlar. Kuramsal ilgileri ve bilgileri, umarım, yeterlidir. Aksi halde ülkemiz çağdaş demokratik hukuk devleti olmak yolunda bir treni daha kaçıracaktır. • Öğrencilerime söylediğim hep şudur: Hukukçu hakkı savunur, kimin üstünde olursa olsun! • Oylar tartılmaz ama, en değerli oy bence, yalnız oydur. • Faşizmde insanlar ikiye ayrılır: Susanlar ve susmayanlar... • Çok kös dinledi bu millet, duyacak hali mi kaldı! Yine de bir yolu olmalı devrimin. • Siyasal iktidarı cinsel iktidarla karıştırıp, çamurlaşıyorlar bu sevgisiz insan müsveddeleri! • Özgürlüklerini vermek için içeri girenlerin devlet canlarını alamaz! • Kapitalizmin, faşizmlerin hem atar, hem toplar damarı şu bizim sevgili miras hakkımız olsa gerek! Dinle, devletle, kapitalle uğraşıncaya kadar, bu hakkı ortadan kaldırsak, sanki bunların hepsi boşa çıkacak gibi. Bunlar ve tüm şürekası işte o zaman adam olurlar! Bir düşünelim, derim... Türkiye Barolar Birliği’ne “Müdafaai Hukuk” Çağrısı
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle