02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

kitap TEKNOLOJİPOLİTİK Baha Kuban [email protected] Erwin Schrödinger ve Kuantum Devrimi G Prof. Dr. Bahattin M. Baysal eçen yıl İngiltere’de tanınmış popüler bilim yazarı John Gribbin tarafından yazılan ve Bantam Press tarafından yayımlanan “Erwin Schrödinger and the Quantum Revolution” adlı kitabı Türkç’ye çevirdim. Çeviri tanınmış parçacık fizikçisi Prof. Dr. Kerem Cankoçak’ın başeditörlüğünde ALFA yayınları arasında basıldı. Kitap 12 Ağustos 1887’de Viyana’da doğan Erwin Schrödinger’in ailesini anlatmakla başlayıp Schrödinger’in okuduğu okulları sıralayarak devam ediyor. On dokuzuncu yüzyılın başlarında AvusturyaMacaristan İmparatorluğunun durumu ve Viyana’daki yaşam üzerinde ayrıntılı açıklamalar var. Erwin Schrödinger’in üniversiteye başladığı 1906 yılında Viyana tiyatro ve sanat bakımından tanınmış bir merkez olduğu halde, fizik bakımından Stefan ve Boltzmann’ın ilginç etkinliklerine rağmen oldukça yetersiz bir konumda bulunuyordu. Lisans öğrenimi sırasında Schrödinger’in öğrendiği fizik bir üçlü sacayak gibi, İsaac Newton’un geliştirdiği meka nik, James Clerk Maxwell’in geliştirdiği elektromanyetizma ve başlıca Ludwig Boltzmann’ın geliştirdiği termodinamiğe dayanıyordu. Bu bilim adamlarının yaşamlarını ve görev aldıkları yerleri yazarın ayrıntılı olarak açıkladığı görülüyor. Ancak, Schrödinger’in, Max Planck’ın 1900 yılında yayımlanan elektromanyetik radyasyon ve Albert Einstein’ın 1905’de yayımlanan özel bağımlılık kuramı konularındaki yeni fikirler üzerinde bir bilgisi yoktu. Schrödinger Viyana Üniversitesi’nde doçent olarak çalışmaya başladığından kısa bir süre sonra Avrupa’da Birinci Dünya Savaşı çıktı ve Schrödinger ailesinin yaşamı altüst oldu. İtalyan cephesinde topçu teğmeni olarak görev alıyor. 1917’de Viyana’ya döndükten sonra kuantum mekaniği ile ilgili makaleler yazdığı ve Einstein’ın 1916’da yayımladığı bağımlılığın genel kuramı üzerindeki yayını ile ilgilendiği görülüyor. Savaştan sonra Avusturya’daki enflasyon nedeni ile Schrödinger Orta Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde fizikçi olarak çalışmalarını sürdürüyor. 1921 yılında Zürih Üniversitesi’ne fizik profesörü seçiliyor. Bu görevdeyken yaptığı çalışmalar fizikte ikinci kuantum devrimi olarak yer alıyor. Kitabın yazarı bu aşamada durup, kitabında önce birinci kuantum dDevrimini ayrıntıları ile anlatıyor. Birinci kuantum devriminde Max Planck’ın siyah cismin ışınları üzerindeki çalışmaları, Alman fizikçi Philipp Lenard’ın deneyleri ve Albert Einstein’ın açıklamaları, Millikan’ın Planck sabitini doğru olarak ölçmesi ve Niels Bohr’un CBT 1396 15 /20 Aralık 2013 katkıları ayrıntılı olarak yer alıyor. Atomun içi ile ilgili Curie’lerin deneyleri ve Rutherford’un atom kuramı anlatılıyor. Bohr’un atom modeli açıklanıyor. Matris Mekaniği (1925 bahar ve yaz ayları) oldukça ayrıntılı olarak açıklanıyor. Geliyoruz Schrödinger’in ikinci kuantum devrimine, 1925 yılları, Zürih’de bilimsel çalışmalar ETH ve Zürih Üniversitesi’nde yürütülüyor. Ortak kolokyumlar düzenleniyor. ETH’de fizik Bölümü başkanı tanınmış fizikçi Peter Debye, Schrödinger’e Louis de Broglie’nin ışığın dalga ve parçacık yapısı ile ilgili yayını üzerinde bir açıklama yapmasını öneriyor. 1925 Kasım ayı sonunda yaptığı bir konuşmada Schrödinger, dalga ve tanecik ilişkileri üzerinde bir açıklama yapıyor. Debye, dalgalarla ilişkili çalışmaların bir anlam taşıması için, bir dalga fonksiyonu olması gerektiğini söylüyor. Schrödinger yılbaşı tatilinden yararlanarak bu konudaki çalışmalarını sürdürüyor ve klasik mekanikteki standart dalga denklemi ile başlayıp, De Broglie’nin bulduğu dalga boyunu momente dönüştüren bağıntıyı kullanarak elektron için çok basit bir dalga denklemi bulmayı başarıyor. 13 Mart 1926 ile 5 Eylül 1926 tarihleri arasında 6 çalışma yayımlayarak dalga mekaniğini tamamlıyor. Ve bu konuda bir review makale yayımlıyor. Einstein’in 19001905 yılların’daki başarılı çalışmaları ile karşılaştırılabilecek üstün başarılı bir yaratıcılık dönemi. Zürih Üniversitesi’nde dalga mekaniğini bulan Schrödinger o yıllarda dünyanın en ileri bilim merkezi olarak bilinen Berlin Üniversitesi’ne profesör olarak atanıyor. Einstein de orada. Ancak Almanya’da Nazilerin iktidara gelmesi ile hava değişiyor. Diktatörlükten hoşlanmayan bilim adamları Londra’ya ve Amerika’ya gitme yollarını arıyor. Schrödinger 1933 yılında Heisenberg ve Dirac ile birlikte Nobel Fizik Ödülü’nü kazanıyor. Bir süre Viyana’ya giden Schrödinger çeşitli üniversitelerde çalıştıktan sonra İkinci Dünya Savaşı’nı İrlanda’da geçiriyor. Savaştan sonra Avusturya’ya dönüyor ve Avusturya’nın Atom Enerjisi Kurumu Başkanı olarak çalışıyor. Schrödinger’in Bilimsel Mirası başlıklı son bölümde ilginç vurgulamalar var. 1960’tan sonra kuantum fiziğindeki en önemli gelişmenin ve yirminci yüzyılda bilimdeki en önemli başarının EPR Paradoksu’nun çözülmesi ve ilk kez Schrödinger tarafından anılan Kuantum Karmaşası (entanglement, dolayımlılık) olayının gerçek olduğunun deneysel olarak saptanması olduğu belirtiliyor. Kitapta Schrödinger’in aile hayatı ve kadınlarla ilgisi yer yer bir roman tadında anlatılıyor. “Erwin Schrödinger ve Kuantum Devrimi” adı ile yayımlanan bu ilginç kitabı tüm okurların ilgisine sunuyorum. Çocukken oynadığımız dil oyunlarından ‘Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?’ı anımsatan ve tam olarak ne anlama geldiği merak uyandıran “belediyeleştirme” sözcüğünün İngilizcesi municipalizationpek oyuna gelir yanı yok. Örneğin, ABD’de BoulderDenver, Santa FeNew Mexico, Long IslandNew York, ClydeOhio’da ya da elektrikte yerel yönetim kontrolünün geçerli olduğu/olması için mücadele verilen 2,000 kentten birinde yaşıyorsanız, yalnızca cebinizi değil, siyasi görüşlerinizi de esaslı bir şekilde etkileyen ciddi bir tartışmanın eksenindesiniz demektir. Belediyeleştirme ya da belediye kontrolüne devretme ya da alma, (municipalization) yeni bir kavram değil. Özelleştirmenin zıddı olan ve bir çeşit kamulaştırma olarak kabul edilebilecek bu olgu, devletleştirme de değil. Şirketlerin ve/veya diğer ekonomik mevcutların, satın alma ya da el koyma yoluyla yerel yönetimin kontrolü altına girmesi, ABD’de ve Avrupa’da yaygın olarak iki kez gerçekleşmiş. İlk dalgada, sanayileşmekte olan ülkelerde, ondokuzuncu yüzyılın sonu ile yirminci yüzyılın başlarında, önce imtiyazlarla özel şirketlere verilen, elektrik, su dağıtımı, çöplerin toplanması vb işlerinin, görülen lüzum üzerine yerel yönetimlere hasredilmesi öne çıkıyor. Sebep? Şirketlerin kentin yalnızca zengin kesimlerine hizmet götürmeyi tercih etmeleri. “Kamu yararı” sözünün anlam ifade ettiği bir dönem olsa gerek... Ya da daha gerçekçi bir yorum; kentin yoksul kesimlerindeki sefalet ve sağlıksız koşullar nedeniyle ortaya çıkan hastalık ve salgınların işçilerin üretime katılmalarını tehdit eder hale gelmesi... İkinci büyük dalga 1990’larda, Sovyetler’in çöküşünden hemen sonra Doğu Avrupa ve Rusya’da ortaya çıkıyor. Devlet şirketlerinin kontrolündeki yerel hizmetler, yerel yönetim kontroluna geçiriliyor. Burada amaç, birinci dalgadakinden tamamen farklı. Nihai hedef, hızlı özelleştirme! Doğu Bloku ülkelerinin kapitalistleşmesinin şiddetine bağlı olarak yerel yönetim kontrolüne almanın hızı ve kapsamı değişiyor. Çoğunlukla su, çöp ve atıklar, ulaşım hizmetlerinin devri önden gidiyor. Elektrik ve gaz şirketleri devredilmiyor, genelde topyekun özelleştiriliyor. Tabii Chicago okulunun 500 günde vahşi kapitalistleşme programının uygulandığı Rusya’da, bu yerel devir aşaması tamamen atlanabiliyor... Bizim ilgileneceğimiz ve daha önce bu köşede yer verdiğimiz ‘belediyeleştirme’ ya da yerel yönetim kontrolünün sağlanması konusu ise, her iki örnekten farklı nitelikte. Esas olarak ABD’de yaygın olarak görülen ‘kamu elektrik şirketleri’ (public electric power utilities), sanılanın aksine, serbest girişimin anavatanında oldukça yaygın bir olgu. Son raporlara göre, 47 milyon ABD vatandaşı, ya da ABD’deki şebeke müşterilerinin %15’i, elektrik hizmetlerini bu kamu elektrik teşkilatlarından (KET) alıyor. En fazla müşteriye sahip KET, 1.4 milyon aboneyle Los Angeles, (California). Bu yıl yayımlanan bir rapora göre, KET’lerin ortalama elektrik satış fiyatları özel elektrik şirketlerine göre %14 daha düşük. Rapordan edindiğimiz daha önemli bir bilgi ise, ortalamada KET’lerin, özel elektrik şirketlerine göre yerel ekonomiye, vergiler ve diğer finansal katkılar yoluyla %33 daha yüksek gelir bırakmaları. Yine verilen rakamlara göre, yerel istihdam yoluyla bu finansal katkının boyutu aslında daha yüksek... ABD Kamu Elektrik Şirketlerinin örgütlendiği kurum olan APPA’nın (American Public Power Association) web sayfasında gururla açıkladığı gibi, KET’lerin yarısı neredeyse 50 yıllık ömürlerini geride bırakacaklar. Görüldüğü gibi, ABD’de bu olgunun temelleri tarihsel gelişmelere dayanıyor. Bugün özellikle Boulder, Santa Fe, Minnesota ve başka birkaç öncü şehirde yaşanan güç ve hukuk mücadeleleri, bu köşenin başlıca konuları olan başta, güneş olmak üzere dağıtılmış yenilenebilir enerji tekniklerinin hızla yaygınlaşması ve iklim dostu kent tasarımlarını yakından ilgilendiriyor. Elektrik hizmetlerinin yerel yönetimlerce üstlenilmesi mücadelesi, özel elektrik şirketlerinin dağıtılmış yenilenebilir enerji türlerine ve özellikle güneşe tanınan bazı imtiyaz ve desteklere açtıkları savaş ile iç içe geçmiş durumda... Devam edeceğiz... Belediyeleştiremediklerimizden misiniz?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle