15 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;[email protected] TÜBİTAK başkanıyken bu ülkenin ulusal ölçekte bir bilim ve teknoloji politikası olması için gösterdiği çabaya yakından tanık olduğum Prof. Dr. Kemal Gürüz’e dost selâmlarımla... 300. Doğum Yılında Filozof Rousseau ve Atatürk Modern demokrasinin babası sayılan ve düşünceleriyle J. J. Rousseau’nun babasının 6 yıl İstanbul’da yaşadığını ve Saray’da saatçilik yaptığını biliyor muydunuz? Prof. Dr. Y. Müh. İlhami Çetin TÜBİTAK Gitti Gider... Müfit Akyos, TÜBİTAK yasa değişikliği hazırlıklarını öğrendiğinde, sonucu önceden görmüş; gerekli uyarıyı da yapmıştı (CBT, 27 Nisan 2012): “Önerilen bu yeni değişikliklerle TÜBİTAK’ın bir anlamda yörüngesi ‘pazara yakınlaşmaya’ yönlendirilmektedir. ...bilim ve teknoloji olmaksızın ülkenin rekabetçi gücünü yükseltecek gerçek anlamda katma değeri yüksek ürünlerin geliştirilmesinin sürekliliğini sağlamanın olanaksızlığından hareketle, TÜBİTAK’ın kendisini, bugüne kadar olduğu gibi, bilim ve teknoloji alanında konumlandırmasının ve bu alanda güçlenmesini ve etkinliğini artırmasını sağlayacak düzenlemelere gitmesinin daha doğru olacağı görüşündeyim.” Akyos, TÜBİTAK’ın, sanayi kuruluşlarına ARGE ve yenilik yardımı sağlayan programını 1995 yılında uygulamaya koyan biriminin kuruluş ve gelişme aşamasında sorumluluk taşımış bir yöneticisiydi. Sanayimizi ARGE ve yenilik yapmaya yönlendirecek bir programı herkesten önce destekleyecek; üstelik bu yönlendirme işinin yolunu yordamını çok iyi bilen Akyos gibi bir uzmanın görüşüne bile TÜBİTAK ve bağlandığı bakanlığın değer vermeyeceği belliydi. İktidar sahiplerinde egemen kültür ticaret kültürüyse, o ülkenin en üst düzeydeki bilim kurumunun da pazara yakın duruşa geçirilmesine şaşmamak gerekirdi ama yine de çıkan yasayı gördüğümde irkildim. Birlikte bir göz atalım, isterseniz: “Kurum [TÜBİTAK] bünyesinde ...geliştirilen teknolojilerin ...ülke ekonomisine, sınaî ve sosyal gelişmeye katkıda bulunacak ticari değerlere dönüşmesini sağlamak, bu amaçla ilgili Bakanın onayı üzerine şirket kurmak, kurulmuş şirketlere ortak olmak [atç]; “...erken aşamadaki gelişme potansiyeli olan buluşların ticarileştirilmesi amacıyla faaliyet gösteren tüzel kişi ve fonları desteklemek, bu amaçla ilgili Bakanın onayı üzerine şirket kurmak, kurulmuş şirketlerde imtiyazlı pay sahibi olmak [atç]; kamu ve özel sektörün ARGE ve yenilik faaliyetleri sonucu elde edecekleri çıktıların ticari değere dönüştürülmesini desteklemek; sanayinin üniversite ve araştırma kurum ve kuruluşları ile işbirliği yapmasını sağlayacak programlar geliştirmek ve bu işbirliğinin somut hale dönüşebileceği ortamlar oluşturmak; girişimciliği desteklemek; fikri ve sınaî haklara ilişkin destek vermek; bu bentte sayılan amaçlarla Bilim Kurulu tarafından belirlenecek usul ve esaslar doğrultusunda teminatlı veya bir defaya mahsus olmak üzere teminat alınmaksızın, hibe niteliğinde [atç] ve/veya geri ödemeli destekler vermek ve ön ödemede bulunmak; “Kurum, sayılan görevlerini yerine getirmek amacıyla, kuluçka merkezi, teknoloji merkezi, teknoloji transfer ofisleri, proje geliştirme ve bilgi aktarım merkezleri, bilim merkezi, bilim parkı ve benzerlerini kurmak ve desteklemek, yurtdışı irtibat büroları kurmak, ...proje pazarı, bilim fuarı ...düzenlemek ...Bilim Kurulu tarafından belirlenecek usul ve esaslar doğrultusunda teminat alınmaksızın hibe ve/veya kredi olarak sermaye desteği vermek ve ön ödemede bulunmak ...yetkisini haizdir. [atç]” TÜBİTAK ülkemizin, bilim meselesine ulusal ölçekte bakacak; temel araştırmaları kollayıp gözetecek ve ülkenin gereksindiği kritik teknolojilerin yine bu ülkede geliştirilebilmesi için bilimsel araştırmalarla teknolojik araştırmalar arasında köprü kurabilecek tek kurumuydu. Yasada sayılan görevlerin (TÜBİTAK bunları ‘becerebilir mi’ yi tartışmayacağım) böyle bir kurumun üstüne yıkılması ve bütünüyle pazar ilişkileri içine itelenmesi yanlıştır. Bu bilimden kopmayı getirir. Bilime yarınlardan umudunu kesmiş bir ülkenin gereksinmesi olmaz. Yarınlarımızın olmayacağını galiba en iyi sanayicilerimiz biliyor olmalı ki ulusal ölçekteki bu tek bilim kurumunun pazara sürülmesi karşısında bile sessizler... K ültür geleneğiyle tanınmış Cenevre’nin bugün müze olan bir evinde 28 Haziran 1712 günü şirin bir bebek doğdu. JeanJacques Rousseau (Jan Jak Ruso) adındaki bu bebek talihsizdi, çünkü doğumunda annesini kaybettiğinden, anne şefkatini hiçbir zaman duyumsayamayacaktı. Ölümünden kaynaklanan suçluluk duygusunu ve travmayı ömür boyu taşımıştı. Ömrünün sonunda yazdığı İtiraflar’da “Annemin yaşamına mal oldum ve doğumum talihsizliklerimin birincisi oldu” diyecektir. Baba Isaac Rousseau daha önce Topkapı Sarayı’ında saatçi olarak çalışmış ve Galata’da altı yıl (17051711) oturmuştu. Çocuğu baba ve hala büyüttü. Ailede anneden gelme bir kültür temeli, kitap okuma alışkanlığı ve kitaplar vardı. Baba oğluna saatlerce kitap okuyor, onu kitaplarla eğitiyordu. Bazen bu okuma etkinlikleri kitap bitinceye kadar gece boyunca sürüyordu. Yine bu dönemde babanın anlattığı Türkiye anıları ve öyküleri onda ülkemizle bir duygusal bağ üretti. Bunun yapıtlarına yansımaları olmuştur. Seneler ilerleyince genç Rousseau Cenevre’nin dar ortamında, özellikle çıraklık eğitimiyle mutlu olamadı. On altı yaşında Fransa’ya geçti ve yaratıcı dehası için gerekli geniş ufuklar ve büyük boyutlar peşinde koşmaya başladı. Chambery (Şanberi) yakınında oturan Madam de Warens adında akıllı ve kültürlü bir hanımla tanışması yaşamının bir dönüm noktası oldu. Sonradan anne dediği bu hanımın evine yerleşti. Burada müzik, yazarlık ve düşün yeteneklerini geliştiren gerçek bir okul buldu. Tutkuyla okumaya başladı. Eskilerin okuyucusu oldu ve onlarda köklerini geliştirdi. Otuz yaşında gittiği Paris’te d’Alembert (Dalanber), Diderot (Didro) gibi ünlü filozoflarla tanıştı ve Aydınlanmanın temel yapıtlarından sayılan Ansiklopedi’nin tüm müzik maddelerini yazmaya başladı. 1745’te cahil bir çamaşırcı kadınla ömrünün sonuna dek sürecek birlikteliği başladı. Doğan beş bebek kimsesiz çocuklar evine bırakıldı. Hep geçim sıkıntısı çekti. 1746’da Salonu ve güzelliğiyle ünlü Madam Dupin’in (Düpen) sekreteri oldu. Kişiliğinin gelişmesinde önemli bir yer tutan bu çalışma ortamında binlerce sayfa not aldı. Rousseau’nun ününü sağlayan ilk ürünü ve yaşamının en önemli kilometre taşı, Dijon Akademisi’nin açtığı “Bilimler ve sanatlardaki gelişme ahlâkta bozulmaya mı, yoksa iyileşmeye mi yardımcı olmuştur?” konulu yarışmada birinci olan “Bilimler ve Sanatlar Üstüne Sözler” yapıtıdır (1750). Ona, 38 yaşında şöhretin yollarını açan bu yapıtla Rousseau, yarışma konusu soruyu tümüyle olumsuz yanıtlamış, çağdaş uygarlığın, doğal durumda iyi olan insanı yozlaştırdığını, ahlâkını bozduğunu ileri sürmüştü. Aydınlanma yüzyılında ilerlemeye karşı yapılan bu ağır eleştiri şaşırtıcı olmakla beraber, ilerlemeyi insan açısından irdelemesi bugün bile ilginçtir. Kitap basılınca halk da büyük ilgi göstermiş ve çok sayıda satılmıştır. Bizde ise ilk çevirisini S. Eyüpoğlu yapmış ve ancak MEB tarafından 1943’te yayımlanmıştır! Yapıtın önemi, Rousseau ‘nun buradaki düşüncelere daima sadık kalması ve diğer yapıtlarının temelini oluşturmasıdır. Bir önemli başarıyı da, 1753’te Paris sahnesinde Köyün Kâhini operasıyle kazandı. 1755’te siyasal kuramının temelleri sayılan Eşitsizlik Üzerine Söylev yapıtı yayımlandı. 175662 arasında, Paris yakınında Montmorency (Monmoransi) Ormanında iyilikseverlerinin evine yerleşen Rousseau, burada en önemli ve onu düşünce tarihinde ölümsüzleştiren yapıtlarını hazırladı: Büyük bir başarı sağlayan roman türünde Yeni Héloise (Heloyiz) (1761), eğitimde Emil ya da Eğitim Üzerine (1761) ve siyaset biliminde Toplum Sözleşmesi (1762). Emil’deki düşünceler çocuğun ilk kez çocuk olarak algılanmasını sağlamış, İsviçreli Pestalozzi (Pestalotsi) (17461822), Rus Makarenko (18881939), İsveçli Ellen Key (18491926), İngiliz A.S. Neill (18831973) gibi modern eğitimcileri etkilemiştir. Toplum Sözleşmesi ise modern demokrasilerin temeli sayılır. Ne yazık ki, son iki yapıt büyük tepki uyandırmış, özellikle Emil’de Rousseau’nun düşüncelerini açıklattığı papaz yardımcısının İman Teyidi bölümü şimşekleri üzerine çekmişti (1762). Paris Meclisi Emil’i yasaklamış ve yazarını tutuklama emri çıkartmıştı. Yapıtlarında yazar adından sonra daima “Cenevre Yurttaşı” bulunan Rousseau’ya bir darbe de doğduğu kentten geldi. Orada Emil ve Toplum Sözleşmesi için yasaklama ve yakma, yazarı için tutuklama kararı verildi. Rousseau çareyi kaçmakta ve Neuchhâtel (Nöşatel) yakınındaki bir Prusya Prensliği olan Môtiers’ye (Motye) sığınmakta buldu. Burada evi taşlandığı için civardaki bir göl adasına çekildi. Oradan da kovulunca, ömrünün sonuna kadar bir sürgün serüveni yaşadı. Bu arada İngiliz Filozof David Hume’ın daveti üzerine 176567 arasını İngiltere’de geçirdi. Son olarak, göz yumulan bir gizlilikle gittiği Paris yakınındaki Ermenonville’de (Ermönonvil) 2 Temmuz 1778 günü öldü. Ekim 1794’te kemikleri, Fransa’da büyük insanla ÖLÜMSÜZ ÜRÜNLERİ İLK ÖNEMLİ ÜRÜNÜ YAKILIP YIKILAN ROUSSEAU CBT 1324/8 3 Ağustos 2012
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle