24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İKTİSAT PENCEREMDEN Oktay Yenal yenal9@gmail.com İktisatçıların hükümetlere iktisat siyasası konularında tavsiyelerde bulunması boş bır çabadır; iktisat siyasalarını değiştirmek ancak siyasal karar verme yapısını değiştirmekle mümkün olabilir. Uzun sürede Avrupa ve Amerika’nın bundan sonra büyümek sevdasından vazgeçip kendi zenginlikleri içinde mutlu hayatlar yaşamaları, Türkiye’ye benzer ülkelerin de halklarını mutlu edecek kültürler yaratmaları halis temennimiz. Fakat bu arada Türkiye eknomisinin yakın gelecekte gelişmesine bakmak da faydalı olabilir. Türkiye ekonomisinin yakın geleceği hakkında, kesin olmamakla birlikte, şu fikirler ileri sürülebilir kanısındayım. Geçmişe bakarsak 1950’den bu yana, yalnız ekonominin büyüdüğü yılları hesaba katarsak, yani 55 yılın 42.’sinde, ekonominin ortalama olarak yılda 6.5 7.0 oranında büyüdüğünü görürüz. Fakat bu süre içinde iktisadi bunalım yıllarını 13 yıl hesaba katarsan, 53 yılın ortalama haddi yüzde 4.04.5’a düşüyor. Dünya konjönktüründeki değişmelere rağmen Türkiye’nin geleceği genel olarak çok farklı görünmüyor. Daha açarak söylemek gerekirse, yani iki Türkiye ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Bir yanda genç nüfuslu, halkın teknik birikiminden, yaratıcı gücünden, özel sektörün girişimlerinden güç alan bir Türkiye var. Buna son iki yılda dünya lokomotif gücünün ücret farkları ile Doğu’ya kaymış bulunan avantajlı durumu da katabiliriz. Öbür yanda ise kötü yönetimden kurtulamayan, sakat ve bilgisiz siyasaların, bu yüzden ortaya çıkan dengesizliklerin, bozulan gelir dağılımının ve korkunç yolsuzlukların Türkiyesi... Buna şimdi dünyayı kasıp kavuran ve Türkiye’yi de içine alan işsizlik sorununu da ekleyebiliriz. Diyebiliriz ki Türkiye akıllı hareket ederse önümüzdeki yıllarda yılda ortalama olarak yüzde 78 haddinde büyüyebilir. Fakat kolaylıkla Yunanistan haline de düşebilir. Son altmış yıl içinde iktidara gelen hükümetler önce memleketin haline çare arar gibi davranmışlar, sonraki ömürlerini de kötü siyasalarına mazeret ayırarak geçirmişlerdir. Nitekim AKP hükümeti de ilk yıllarında ciddi bir bütçe siyasası ile ülkeyi elli yıllık enflasyon badiresinden kurtarmış, yılda yüzde ellilere varan enflasyonu tek rakama indirebilmiştir. Fakat ne var ki son yıllarda gevşek para siyasası giderek tehlikeli durumlara yol açabilir. Demokrasilerde, ya da dört yılda bir seçim olduğu için hükümet şekline demokrasi denilen Türkiye gibi ülkelerde, her ne kadar hükümetlerin halkın istekleri doğrultusunda siyasa güdecekleri sanılırsa da bu doğru değildir. Özellikle gelir ve servet dağılımının bozuk olduğu ülkelerde siyasi gücün de zengin bır azınlığın eline geçtiği sık sık görülür. Mansur Olson adlı iktisatçı buna toplu eylemin mantığı adını vermiştir. Adına demokrasi dense bile bozuk düzenli, hele vahşi kapitalizmin hüküm sürdüğü ülkelerde toplam oy sayıları fazla olmasa bile çıkar grupları büyük menfaatler peşinde olduklarından, istediklerini yaptırabilmektedirler. Yani büyük çıkar gruplarının hükümet politikalarını etkileme gücü, sessiz milyonlardan daha etkindir. Böylece bu çıkar grupları teşvikleri ve arsaları paylaşmakta, vergileri kendi lehlerine çevirebilmektedir. Elbette bu menfaatlerin maliyeti milyonların cebinden çıkar, fakat bu maliyet milyonlara bölündüğünden tepki doğurmaz. Böyle olmasa bu kadar aç ve işsiz insanın mevcut olduğu memlekette bir yanda vergiden muaf büyük yatlar atıl dururken, devlet masraflarının yiyecek maddeleri üzerine koyulan KDV’lerle ödenmesine nasıl müsaade edilir. Acaba bir anket yapılsa halkın yüzde kaçı KDV adını duymuştur? Bu durumda iktisatçılara ne rol düşer? Bu konuda ben daha çok 19. yüzyılda yaşamış İsveçli ünlü iktisatçı Wicksell gibi düşünüyorum. Wicksell, iktisatçıların hükümetlere iktisat siyasası konularında tavsiyelerde bulunmasının boş bir çaba olduğu, iktisat siyasalarını değiştirmenin ancak siyasal karar verme yapısını değiştirmekle mümkün olacağı inancındaydı. İnsan böyle düşünürse, kapitalizmin aşırı uçlarını törpülemeye çalışmaktan başka çare görünmüyor. Küresel küçük mucitlere Smithsonian’dan ödül Smithsonian Enstitüjamin Franklin’in doğum günü anısü’nün* ePals Corporation sına düzenlenen Küçük Mucitler ile birlikte düzenlediği KüGünü, çocukları düşünmeye, araşçük Mucitler Yarışması’nı tırmaya taslak çizmeye ve yaratıcılıkazanan 15 öğrencinin üçü ğa teşvik etmeyi amaçlıyor. Türkiye’den. Hindistan, Eğitimcilerden oluşan ePals ve Türkiye, Kanada ve Smithsonian jürisinin icatlarda araABD’den temel eğitim öğdığı kriterlerin başında orijinallik, etrencilerinin oluşturduğu kükililik, yaratıcılık ve teknik kalite geçük mucitler, günlük hayaliyor. tı iyileştiren, hayata eğlenYarışmaya katılan ürünlerin, tel, ce ve verimlilik katan ürünbant, oyuncak parçaları, anahtarlık lerini yarıştırdılar. gibi evlerde el altında bulunan sıraBir eğitim medya şirkedan ürünlerden yararlanılarak yapılti olan ePals Corporation ve ması isteniyor. Örneğin Şenol Can Buğra, ödül kazanan “Harika İcat” Smithsonian Enstitüsü’nün Lemelson İcat ve Yenilik isimli icadını, plastik şişe, sprey kuÇalışmaları Merkezi’nin dütusu, pil ve diş fırçası kafası gibi zenlediği Uluslararası Temalzemeler yardımıyla geliştirmiş. mel Eğitim İcat YarışmaÖdüle layık görülen Özel Sarıyer sı’na katılan icatların 15’i İpek Canel ve Şenol Can Buğra icat Doğa İlköğretim Okulu’nda okuyan ödüle layık görüldü. Ameri larıyla görülüyor. üç Türk öğrenci, yarışmaya İngilizka’nın kurucularından Bence öğretmenleri Zeynep Koçyiğit’in gözetiminde hazırlanmışlar. Metehan Kınık “Kullanışlı Cihaz”, Şenol Can Buğra “Harika İcat”, İpek Canel Metehan ise “Gece Lambası” adını verdiği icatlarıyla ilk ona girKınık meyi başardılar. Zeynep Koçyiğit’in verdiği bilgiye göre 12 yaşındaki öğrenciler, iki gün içinde yarattıkları bu ürünleri İngilizce olarak bir videoya çekerek yarışma jürisinin değerlendirmesine sunmuşlar. Koçyiğit, bu kadar kısa sürede yaratılan bu ürünlerin ödül kazanmasını büyük başarı olarak değerlendiriyor. Türkiye Ekonomisi * 1846 yılında kurulan Smithsonian, dünyanın en büyük müzesi ve araştırma kompleksidir. 19 müze ve galeriden oluşur. İçinde ayrıca Ulusal Zooloji Parkı ve dokuz araştırma tesisi bulunmaktadır. D Ü N Y A G Ö S T E RG E L E Rİ Çin nüfusunun yarısı kentlerde oturuyor Kültürü ve toplumsal yapısı yaklaşık bin yıldır pirinçtarım gelenekleriyle şekillenmiş bir ulus için bugün, nüfusunun yarısından fazlasının kentlerde yaşıyor olması çok büyük bir değişim anlamına geliyor. Ulusal İstatistik Bürosu’nun yeni verilerine göre Çin’in 1.35 milyara ulaşan nüfusunun %51.3’ü 2011 yılının sonu itibarıyla kentlerde yaşıyor. 1980’de Çin nüfusunun beşte biri kentlerde oturuyordu. Gelecek on yıl içinde hükümetin bu göçü kontrol altında tutmaya çalışacağı görülüyor. Ana politikasını “Toprağı bırakmak, köyü bırakmak değildir; fabrikalara girmek kente girmek değildir” şeklinde formüle eden Çin yönetimi, sanayileşmeye öncelik tanırken kentleşmeye sıcak bakmıyordu. Ancak zaman içinde biri olmadan diğerinin de olmayacağını anlamış bulunuyor. Bugün kentlerde yaşayanların oranı gelişme evresindeki bir ekonomiye göre düşük bile sayılabilir. Örneğin Amerika %50 çizgisine 1920’lerde ulaşmıştı. İngiltere ise bu çizgiyi 19. yüzyılda aşmıştı. Ne var ki iyice gerilere gittiğimiz zaman Çin’in tarihi kentleri dünyada hayranlıkla karışık bir şaşkınlık yaratıyordu. Yaklaşık bin yıl önce Song Hanedanı’nın başkenti Kaifeng, dünyanın en kalabalık yerleşim merkeziydi. Çin’i 13. yüzyılda ziyaret eden Marco Polo, Hangzhou için şöyle diyordu: “1.300 köprüsü ile dünyanın en muhteşem kenti.” Ancak ileri yıllardaki tahminler köprü sayısını 347 olarak belirledi. CBT 1297/8 27 Ocak 2012
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle