02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;[email protected] AĞRI: EN KARMAŞIK DUYU ALGISI Büyükerşen’in yarattığı ‘yeni Eskişehir’ hakkında bugüne dek çok şey yazıldı. Ama sanıyorum, bu kentteki gelişmeyi çözümleyebilmek için artık başka kavramların da kullanılması gerek... YenilikçiYaratıcı Bir Kent; Eskişehir Eskişehir, doğduğum, büyüdüğüm kenttir. Fırsat buldukça giderim. Eskiden bu ziyaretlerimi arkadaşlarımı görmek için yapardım. İnsanın, bir kentte, ilkokul birinci sınıfta aynı sırayı paylaştığı, lise son sınıfta sıra arkadaşlığını sürdürdüğü, üniversite yıllarını İstanbul’da birlikte geçirdiği Erhan Türker (Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesinin önceki dekanlarından) gibi bir dostu olursa, o kente sıkça uğramak için, bu bile tek başına yeterli nedendir. Ama son zamanlarda bir başka güçlü neden daha ortaya çıktı: Liseden sınıf arkadaşı olmakla övündüğüm sevgili Yılmaz Büyükerşen’in kentte başka neler yaptığını görmek isteği... Ekim’de, yine Eskişehirli bir dostun, Avukat Vedat Baranoğlu’nun, düzenlediği bir grup gezisini fırsat bilerek yine bu kente gittim. Hem dostlarla doyasıya sohbet etme hem de kenti yeniden dolaşma mutluluğunu yaşadım. Bu kez, grubumuza eşlik eden rehberimiz Burhan Değirmencioğlu sayesinde, kentte yapılanlar hakkında çok daha fazla bilgilenme imkânım oldu. Tam Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Kültür Sarayı’nda rehberimizin açıklamalarını dinliyordum ki, Müfit Akyos’un www.inovasyon.org’da yayımlanan “Çağdaş yenilikçi yerel yönetimlere…” başlıklı makalesinde ele aldığı ‘yenilikçi, yaratıcı kent’ kavramını anımsadım ve bir an için, Akyos’un anlattığı yenilikçiyaratıcı kent böyle bir şey olsa gerek diye düşündüm. Bence Eskişehir artık böyle bir kent. Kentin merkezinde kalan eski şarap, kiremit, kereste fabrikalarını; Yaş Sebze ve Meyve Hali’ni; Mezbaha’yı, binalarının dokusunu, deyim yerindeyse buraların ‘havasını’ bozmadan ve geçmişlerinin bir müzecilik titizliliğiyle ziyaretçilere sunulduğu yepyeni yaşam ortamlarına dönüştürmedeki yaratıcılık ya da Toprak Mahsulleri Ofisi’nin dev beton silosunu, doğal görünümünü koruyarak bir otele dönüştürmeyi düşünebilme yeteneği elbette takdire değer. Kentin ortasından geçen Porsuk Çayını adeta yeniden tasarımlamak ve kenarında 14 kilometrelik yepyeni bir yaşam şeridi yaratabilmek; Odunpazarı’nda eski doku üzerinde yaşamı yeniden üretebilmek de öyle... Ama hepsinden önemlisi, bu fiziksel, estetik dönüşümleri kente damgasını vuran estetik bir bütünlüğe ulaştırarak (‘şehir mobilyaları’ bile bu bütünlüğü bozmayacak biçimde Belediye tarafından tasarlanıp üretiliyor) yaratılan farklılığın cazibesini ekonomik ve toplumsal bir faydaya dönüştürebilme başarısının gösterilmiş olmasıdır. Sağlanan ekonomik faydanın en çarpıcı göstergesi kentin giderek artan turizm gelirleridir. Yenilikçiyaratıcı fikirlerin böyle bir ekonomik, toplumsal faydaya dönüştürülmesi bu köşenin okurlarının âşinâ oldukları bir kavramdır. Yenilikçiyaratıcı bir kentin doğduğu konusundaki kanımı asıl pekiştirense, Sanat ve Kültür Sarayı’nı gezerken gördüklerim, öğrendiklerimdir. Saray’ın üç muhteşem salonu var: 492 kişilik Konser (ve Opera), 569 kişilik Tiyatro ve bir de Sergi Salonu... (Belediye’nin bir senfoni orkestrası olduğunu da unutmayalım.) Asıl etkileyici olansa, buranın, kent dışından da çok sayıda izleyiciyi ve ülkemizin övünç kaynağı olan sanatçıları cezbeden bir sanat merkezi haline gelmiş olmasıdır. En az bunun kadar önemli olan bir başka noktaysa, Belediye’nin gözetiminde düzenlenen programlar çerçevesinde, kent ahalisinden o güne dek hiç tiyatroya gitmemiş insanların, özellikle de kadınların bu etkinlikleri izleyebilmelerine olanak tanınarak davet edilerek halkın sanata ısındırılması yönündeki bilinçli çabadır. Tıpkı kentin heykellerle donatılarak kentlinin heykel sanatına ısındırılması; Karikatür Müzesi’yle karikatür sanatına ısındırılması gibi... Kentin ve Anadolu Üniversitesi’nin diğer sanat ve kültür merkezlerinden ya da Üniversite’nin bahçelerine serpiştirilmiş, heykel sanatının kenttekinden çok farklı örneklerinden söz etmeyeceğim. Siz olsanız, bunları gördükten sonra, Eskişehir’in, sanatçılarsanat âşıkları için de dört başı mamur bir câzibe merkezi olma yolunda olduğu ve bu yazının başlığındaki nitelemeyi hak ettiği kanısına varmaz mıydınız? Kentimin güzel insanlarına, dostlara selam olsun... Türk ile Alman’ın ağrı algısı farklı Ağrı, kültür ve geleneklere göre değişiyor. Alman iç hastalıkları uzmanı ve etnolog Norbert Kohen örneğin güney Avrupalıların nereleri ağrırsa ağrısın kendilerini baştan ayağa kadar hasta hissettiklerini söylüyor: “Bir Türkün iyileşmesi için ayrıntılı açıklamalar ve teselli gerekirken, bir Alman için reçete ve kesin tanı yeterli olmakta”. İnsanların en fazla ağrı çektikleri bölge olan Doğu Anadolu’da ağrı çekenlerin oranı %84.6. Bu bölgeyi %78 ile Güneydoğu Anadolu takip ediyor. En az ağrı çekenler Marmara ve Karadeniz Bölgesinde yaşayanlar. Her insan zaman zaman hafif ve veya şiddetli ağrılar çekebilir. Ağrının şiddeti ne olursa olsun algılanışı kişiden kişiye değişir, yani sübjektiftir. Bir insanın ağrıyla ilişkili bir hastalığı olduğunu anlasak da, o kişinin ağrıyı ne şekilde algıladığını ve onun için ne anlama geldiğini bilemeyiz. Ağrı ve zevk, beyinde aynı yerde üretiliyor! A CBT 1236/ 6 26 Kasım 2010 fazla olması iklimsel ve çevresel faktörle ilgili. ” Ağrı araştırmaları sonucunda uzmanlar artık ağrının bir insanın algılayabileceği en karmaşık duyu olduğunu anlamaya başladı. Dünyada başka hiçbir şey bilince bu kadar derinden işlemiyor. Spiegel dergisinde (Spiegel 36/2008) yayımlanan ağrı araştırmasında da ağrı ve ağrı türleri enine boyuna irdelenmekte. Almanya’da tıp doktorları, psikologlar ve beyin araştırmalarından oluşan uzman grupları, artık ağrının klasik uyarıreaksiyon motifinden fazlası olduğuna inanıyorlar. Yani ağrı, bıçağın keskin kenarına değen eli geri çeken nöronsal sinyalden çok fazlası. Belli başlı durumlarda ağrı, insanın hayatta kalmasını garantileyen evrimsel uyarı işlevini yitirmekte. Böyle olunca da gece ve gündüz devam ederek kronikleşiyor. Beyin ve sırt omuriliğine öylesine derinden işliyor ki ağrı uyarımı geçtikten sonra bile eziyeti kalıcı olmakta. Bu durumda artık hastalık haline gelen ağrının dindirilmesi için haplardan, damlalardan veya fitillerden fazlası gerekiyor diyor uzmanlar. Hastanın ağrı belleği tedavi edilmesi gerekir. Yani yaşamın, devam eden ıstırapla beyinde ve sırt omuriliğinde bıraktığı izlerinin değiştirilmesi önemlidir. “Hiçbir şey görülmese de ağrı gerçektir, ağrı hayal edilemez veya uydurulamaz” diyor nöropsikolog RolfDetlef Treede Spiegel dergisinde. Ağrı daha çok MARMARA VE KARADENİZ’DE bedensel reaksiyon, insan aklı ve yaşam biçimleriyle AĞRI AZ ilgili çoklu bir yapı. Nitekim bir insanın ağrıyı ne İnsanların en fazla ağrı çektikleri bölge olan zaman ve ne şiddette hissedeceği konusunda hepDoğu Anadolu’da ağrı çekenlerin oranı %84.6. Bu si aynı derecede etkili oluyor. bölgeyi %78 ile Güneydoğu Anadolu takip ediyor. Kimi uzmanlara göre aşk acısı ve bedensel ağrı En az ağrı çekenler Marmara ve Karadeniz neredeyse aynı beyin yapılarında işlenmekte. Bir inBölgesinde yaşayanlar. san kırık bir kalp yüzünden yaşamını bile yitirebiBölgelere göre ağrı nedenlerini lir. Ağrıyı tedavi etmek hem çok çeşitli olması neProP.Dr.Süleyman Özyalçın, deniyle hem de insanın aşk deUlusal Ağrı Kongresi’nde şu şeneyimleri kadar kişisel olduğu Ülkemizde bölgelere göre ağrı kilde açıkladı: “Karadeniz rutuiçin çok zor diyor MaxPlanck oranları: betli olduğu için eklem ağrıları %56,2 Psikiyatr Enstitüsü’nden daha fazla görülmekte, doğu ve Marmara: %66,6 Welter Zieglgaensberger. güneydoğuda ise soğuklar adale Karadeniz: Uzun bir süre insanın yal%27,7 ağrılarına neden oluyor. Akdeniz: nızca görülebilir bir yaraya sa%72,7 Karadeniz bölgesinde yaşayanlar Ege: hip olması halinde acı çeke%72,7 ağrılarını daha iyi tanımlayabi İç Anadolu: bileceği düşüncesi kabul görm%78 liyor ve hemen doktora başvu Güneydoğu Anadolu: üştü. Fransız filozof Rene %84,6 ruyorlar. Doğu ve Güneydoğu Doğu Anadolu: Descartes’ın bu düşüncesi üç Anadolu’da ağrı çekenlerin çok ğrı kavramı üzerine son tanımlamalardan biri olan Uluslararası Ağrı Araştırma Birliği’nin açıklaması şöyle: “Ağrı güncel veya potansiyel bir doku yaralanmasıyla ilgili olan ya da bu tür hasarlarla açıklanabilen rahatsız edici bir duyu ve duyu deneyimidir”. Bu şekilde tanımlanan ağrılar dokunun akut olarak hasar görmesi ya da olası bir doku hasarının yakınında ortaya çıkar. Yani bozukluk ağrı için bir koşul değil. Buna göre, doku hasarı olmadan da ağrı ortaya çıkabilir. Bu şekilde ağrının duygusal durumu, kişiye özel olma hali ve ağrı algısının sübjektifliği vurgulanmaya çalışılmakta. Ağrının kaynağı saptanamadığı ya da tedavi edilmediğinde kronikleşebilir. Örneğin birçok insan sürekli baş veya bel ağrısından yakınır. Ülkemizde gerçekleştirilen ağrı araştırmasına göre ağrıların yüzde dokuz buçuğunu kronik olanlar oluşturmakta. Kadınlarda kronik ağrılar daha fazla görülmekte. Ağrılar yaşlandıkça kronikleşiyor. Klinik Farmakoloji Derneği başkanı Prof. Dr. Cankat Tulunay’ın ağrı konusunda yapılan en kapsamlı araştırma dediği “Türkiye Bilimsel Ağrı Araştırması” on sekiz yaş üzeri dört bin kişiyle tüm coğrafi bölgeler ve metropollerde gerçekleştirildi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle