02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TANRITANIMAZLIĞIN KÖKENLERİ Eğitim düzeyi yüksek olanlarda safsata daha mı çok? Kişinin kendisini tanrıtanımaz ya da ateist olarak tanımlaması genelde iyi eğitimli olmanın bir göstergesi sayılıyor. İyi de, durum gerçekte bu denli basit olabilir mi? Avrupa’daki soruşturmada yüzde 43’lük kesim kendini dinsiz olarak tanımladı.. T anrı’nın varlığına inanmayanların omuzlarını kabartacak bir gerçek şu ki, Oxford Üniversitesi’nin genç ve parlak zekâlı öğrencilerinin büyük bir çoğunluğunu ateistler oluşturuyor. 2007 yılında Britanya’da yapılan bir araştırmaya katılan 728 öğrencinin %48.9 kadarının Tanrı’ya inanmadığı, %49.6’sının da herhangi bir dine bağlı olmadığı belirtiliyor. Britanyalıların çok küçük bir bölümü kendilerini “ateist” ya da “agnostik” olarak tanımlarken (araştırmaların çoğuna göre bu kesim nüfusun yaklaşık %5’ini oluşturuyor), Oxford’lu deneklerde bu oran %57 gibi şaşırtıcı bir düzeye ulaşıyor. Oysa bu durum pek de şaşırtıcı olmayabilir. Ne de olsa ateizm, eğitimli ve bilgili kişilerin doğal bakış açısını oluşturuyor. Oxford’lu öğrencilerden olsa olsa eğitmenleri Richard Dawkins’in “düşüncesizce ortaya atılmış mantıktan uzak bir saçmalık” olarak nitelendirdiği ve başkalarının “inanç” adını verdikleri durumdan haberdar olmaları beklenir. TANRI’NIN GERİ ÇEKİLMESİ Görünüşe bakılırsa, Aydınlanma döneminde insanlar çok doğru bir saptamada bulunmuş: Sağduyu egemen olduğunda, Tanrı geri çekilir. Kuşkusuz, olay bu denli basit değil. Örneğin, denekler arasında yüksek lisans öğrencilerinin (yani eğitim düzeyi daha da yüksek bir kitlenin), Tanrı inancı ve kendini tanımlama açısından, lisans öğrencilerinden çok daha dindar oldukları görülüyor. Yüksek lisans öğrencilerinin büyük bir çoğunluğunun Avrupalı olmaması doğal olarak durumu ciddi bir biçimde etkilese de, başka kaynaklardan elde edilen kanıtlar da ateizm ile eğitim düzeyi arasında doğrudan bir bağlantı olmadığı görüşünü destekliyor. Dünya üzerinde sosyokültürel, törel, dinsel ve siyasal değerlerin durumu konusunda bilgi edinme amacını güden uluslararası bir girişim olan Dünya Değerleri Araştırması’ndan elde edilen kimi sonuçlara göz atalım. 2005 yılında elde edilen bulgular, eğitimle Tanrı inancından yoksunluk arasında olumlu bir bağlantı olduğunu açıkça ortaya koymakla birlikte, bu bağlantının yükseköğrenimli kişilerde daha az etkili olduğu görülüyor (En yüksek eğitim düzeyi ortaöğrenim olan kişilerin %17.2’si Tanrı inancından yoksun olduklarını öne sürerken, yüksek öğrenimlilerde bu oran ancak %14.8’e ulaşıyor). Dahası, araştırma verileri eğitim ile birtakım “akıl dışı” inanışlar arasında çok daha güçlü bir bağ olduğunu gözler önüne seriyor. Örneğin, ilkokul mezunu bile olmayanların yalnızca %29.6’sı telepatiye inanırken eğitim düzeyleri yüksek kişilerde bu oranın %51.8 olduğu görülüyor. tırması da eğitimli olmakla “dinsiz” olmak arasındaki tarihsel bağlantının giderek güçsüzleşmekle kalmayıp, aynı zamanda tersine döndüğünü de ortaya koyuyor. Örneğin, beyaz Britanyalı deneklere bakıldığında, dinsiz olduklarını öne süren 2534 yaş grubundaki erkeklerin yalnızca %25’i eğitimliyken, kendilerini dindar olarak tanımlayanların %40 kadarının eğitimli olduğu görülüyor. Aynı yaş grubundaki kadınlarda da bu eğilimin geçerli olduğu, ancak ikisi arasındaki farkın erkeklerdeki denli belirgin olmadığı görülüyor. Farklı etnik gruplar arasında genelde benzer bir eğilime tanık olunsa da, durumun daha karmaşık olduğu görülüyor. Bir toplumda eğitim düzeyi yükseldikçe dinsel inançların giderek düşüşe geçtiği yönündeki Aydınlanma dönemi savları artık geçerliğini yitirmiş gibi görünüyor. Din ile ilgili araştırmaların onca uzun bir geçmişi olmasına karşın, Tanrı’ya inanmanın ne anlama geldiği konusu açıklığa kavuşacağına, neden her geçen gün daha da karmaşık bir görünüm sergiliyor? Geçtiğimiz yıl Oxford Üniversitesi Wolfson College’de bir konferans için bir araya gelen bilim insanları bu sorunun yanıtını bildiklerini düşünüyor ve konuyla ilgili sorunların araştırmanın uzun erimli, ortak bir kör noktasından yani tanrıtanımazlığın ta kendisinden kaynaklandığına inanıyorlar. Tarihin ünlü ateistleri YÜZDE 43 “DİNSİZ” Bu görüş toplumbilimcilere oldukça garip gelebilir, ama kökleri çok derinlere uzanıyor. 19. yüzyılda toplumsal bilimin temellerini atan ve Sigmund Freud, Karl Marx, Emile Durkheim, Auguste Comte ve Max Weber’in de aralarında yer aldığı kişilerin birçoğu inançsız ya da Weber’in deyimiyle “dinsel açıdan gayri musiki” idi. Onlar için din en büyük ifade biçimiydi: onca kişinin böyle bir saçmalığa nasıl inanabildiğini merak ediyorlardı. Ne var ki, kesin bir gerçeklik olarak gördükleri kendilerindeki inanç “yokluğunu” da sorgulamak gerekebileceğini akıl edememişlerdi. Toplumbilimciler, ruhbilimciler, ekonomi uzmanları ve özellikle de bilişsel antropologların insanlarda Tanrı inancının neden böylesine yaygın olduğunu açıklama konusunda bu denli ustalık kazanmaları, yeni bir soruyu da anında gündeme getiriyor: Eğer din bizlere son derece doğal gelen bir kavramsa, o zaman, başta Batı Avrupalılar olmak üzere, neden bu kadar çok sayıda insan dine karşı çıkıyor? Örneğin, 2008 BST araştırmasında %43 gibi ciddi bir kesimin kendilerini “dinsiz” olarak tanımladığı görülüyor. Dahası, akademisyenler arasındaki en tanrıtanımaz kesimi sürekli olarak toplumbilimcilerin kendileri oluşturuyor. Richard Dawkins, Sam Harris ve Chiristopher Hitchens günümüzün ünlü ateistlerinden BEYİN VE TANRI İNANCI Tanrıtanımaz düşünce yapısıyla ilgili bir bilimsel araştırma yapmak gerekiyor artık. Bilişsel uzmanlar tarafından beynin kendiliğinden edindiği öne sürülen doğaüstü unsuru, kimi insanların neden “almadıkları” sorusuna bir yanıt BAĞLANTI TERSİNE Mİ DÖNÜYOR Manchester Üniversitesi’nden David Voas tarafından 2008 yılında yapılan Britanya Sosyal Tavırlar (BST) araş CBT 1234/ 7 12 Kasım 2010 bulmak gerekiyor. Bu yeti dinsizlerde hiç mi yok, yoksa başka bir yöne mi doğrultuldu ve bu hangi koşullar altında gerçekleşti? Ruhbilimsel açıdan, benliğin Tanrı inancı olmadığında nasıl işlev gördüğünü ve bu inancın yokluğunda duygusal kaynakların nasıl bir değişime uğradığını öğrenmeliyiz. İnsanbilim açısından, dinsiz insanların yaşamlarını nasıl anlamlı kıldıklarını, Tanrı’dan yoksun düşünce sistemlerinin var oldukları farklı kültürlerin içine nasıl sızdıklarını ve bu kültürlere nasıl biçim verdiğini anlamak zorundayız. Toplumbilim açısından, anlam oluşturan bu alternatif sistemlerin toplumlar arasında nasıl paylaşıldığını ve bunların bizleri nasıl birleştirdiğini ya da farklı kıldığını bilmek zorundayız. Tanrıtanımazlık ya da dinsizlik konusunda yapılacak daha geniş kapsamlı ve sistemli araştırmalar herkese birtakım yararlar sağlayacaktır. Tanrıya inananlar kapsamlı araştırmalar sonucunda dinsizlerin kendilerinden daha zeki ya da daha bilgili oldukları inancının artık geçerli olmadığı anlaşıldığında rahat bir soluk alabilir. Öte yandan, inanmayanlar da artık ana akımın dışında kalmadıklarından ötürü sevinebilir. Böylelikle birçok toplumun “normal” ve önemli bir parçası durumuna gelirler. Araştırmacılar da başlarına gelecekleri bile bile onları görmezden gelir. Rita Urgan, kaynak: New Scientist, 6 Mart 2010
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle