Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Bilimselden “medyatik”e tarih(çilik) Tarihin ve onu yansıtmaya çalışan tarihçiliğin günümüzde vardığı düzey çeyrek yüzyıl öncesine göre çok farklılaştı. Akademik dünyadan tarih öğrencisine, çok sınırlı yayınlarla da bilimsel ortama yansıtılan veriler ve bu verilerin dar bir kadro içinde değerlendirilmeleri mazide kaldı. Üniversitelerde durmadan çoğalan tarih bölümleri yardımcı bölümlerin de katkılarıyla bilimselliğin gerektirdiği işlevi yerine getirmeye çalıştılar. Salih Özbaran, emekli tarih profesörü, salihozbaran@hotmail.com A ncak üniversitelerin kendi olanaklarıyla sınırlı kalan faaliyetleri dışında bu bilgi dalına el atanların sayısı da arttı, adeta sınırsızlaştı son zamanlarda. Yapılan çevirilerin yönlendirmeleri, çıkarılan dergilerin etkilemeleri ve medyada sayıları her gün artan yorumcuların aşılamaya çalıştıkları “gündelik tarih” dersleri şaşırtıcı bir durum yarattı, yaratmakta. Hele hele, son çeyrek asırda, özellikle de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2002 de oturduğu iktidar koltuğundan Osmanlı süreci için uyandırdığı merak tarihçiliğin kendi otonomisi içinde ve inandığı akademik disiplin gereği yerine getiremeyeceği, uyamayacağı “politik” ve “medyatik” açıklamalarla ve özlem duyguları depreştiren yaklaşımlarla doldu taştı ortalık. Tarih(çilik) sanki ortamalı oldu. Bu gidişatın karambolluğu üstüne derin derin düşünürken, bazı kitap ve makalelerimi bu konuya hasretmişken, bu arada ciddi saydığım kimi yorumları gözden geçirirken (örneğin çok yakın bir zamanda Toplumsal Tarih dergisinin 200. sayısı (Ağustos 2010) vesilesiyle yayınlanan “tarih, tarih dergiciliği, akademi” ilişkisini konu eden Mete Tunçay Edhem Eldem söyleşisinin içeriği belleğimde taptaze iken), biraz gecikmeyle sahip olduğum yeni bir kitapla karşılaştım: Orhan Koloğlu’nun Bilimselden “Medyatik”e Tarih kitabıyla. Bir söyleşi; resimler ve Koloğlu için kaynakça ile birlikte 485 sayfa; Barış Doster tarafından derlenmiş. Bu tür söyleşileri, tarihçilik açısından kestirme yanıtlar getirdiğinden ve kimi zaman spontane lokmalar sunduğundan, hatta yeterince olgunlaşmamış kişilerin resimlerle süslenmiş hayat öykülerini dillendirdiğinden çoğunlukla ciddiye almadım. Ama iki tarihçi Halil İnalcık ve Şerafettin Turan için hazırlanmış söyleşi kitaplarını duyurulmaya değer buldum ve tanıttım. Şimdi de bir başka tarihçi için Orhan Koloğlu içinhazırlanan bu tür bir kitabı tanıtmaya değer buluyorum. Orhan Koloğlu’na birikim sağlamış olan olgunlaşma dönemine, yani gazetecilikte ve basın/yayın işlerinde üslendiği yurtiçi ve yurtdışı görevlere, dolayısıyla onu tarihçiliğe götüren ilke ve aşamalara, birçok ülkenin arşivlerindeki mesaisine değinmeyeceğim bu yazımda; ne de şahsen benimsemediğim “biz”li tarih anlatımına ya da abartılan “Osmanlı hoşgörüsü”ne. Doster’in yönelttiği sorulardan birini dile getirerek yazımı sürdüreceğim: “Ülkemizde tarih son yıllarda hızla popülerleşti. Tarihe dönük merak dikkat çekiyor. Tarih kitapları çok satıyor. Tarihin gelişimini de dikkate alarak bu ilgiyi neye bağladığınızı anlatır mısınız?” Doster’in can alıcı sorularından biri bu bence. Koloğlu’nun buna yanıtını birkaç cümlede çabucak bulmak mümkün değil; ancak kitabın ilerleyen sayfalarındaki açıklamalar son yılların modası olan “tarih tüccarlığı”nın günümüzdeki serüvenini tasvir etmeye yetiyor. TARİHİN YAĞMALANMASI Benim, akademik dünyanın yeterince ilgi göstermediğini saptadığım bu kitabı, aylar sonra da olsa, dile getirmemin nedeni de tarihçiliğin şu anda karşılaştığı “medyatik” yağmacılıktır. Çok şey içeren basın/yayın dünyasında ve bürokratik çevredeki deneyimine eklediği akademik süzgeçten geçen incelemeleri ve yorumları Koloğlu’na böyle bir kıyaslama yetkisi veriyor. Gazeteciliğin kendisine “her gün dinlediğimiz siyasi demeçlerin genelde 24 saat geçerli olan taktik konuşmalar oduğunu” söyleyen Koloğlu, tarihi değişim çerçevesinde düşünerek “olayları uzun süre mantığı içinde değerlendirme alışkanlığına sahip tarihçilerin yargılarını” izleme sorumluluğunu üslenen bir kişilik olarak ortaya çıkıyor. Kuru bırakılmış bilimi renklendirirken mesnetsiz ve mantıksız mesajlar taşıyan “medya” dünyasına gereken dersleri veriyor; üniversiter öğretimin eksik bıraktığı tarihsel mesajları kimi medya müdavimlerinin yansıttığı üslubun aksine “dünyayı ben yarattım” demeden, başkalarını küçük görmeden, bir tarihçi tevazuu içinde yansıtmaya çalışıyor. “Medyatik tarihçilik” adı altında topladığını bildirdiği eminim ki hiçbir tarihçinin veya tarihçiliğe yeltenen modern vakanüvislerin ulaşamadığı miktar ve düzeydeki yazılarını göz önünde tutarak dile getirdiği tarihçiliğin “nasıl saptırıldığını” daha iyi belirliyor. Bu bilgi, sanat ve felsefe dalında geliştirilen tarihçiliği dünya ölçeğinde de izleme çabaları, “başkaları”na hep kapalı kalmış Türk tarihçiliği için açılması gereken ufukları gösterme gayreti, onu hem akademik dünya için vazgeçilmez olan yani başka dünyaların ve insanların da tarihi bulunduğuna ilişkin bir eksikliği dillendirmesi hem de çoğu zaman kerameti kendinden menkul medyatik tarihçiliğe sahip çıkanların algılamaları gereken uyarıları ortaya koyuyor. “Başkaları” için yazdıkları ve tarihçiliği bu yönde yapanlar üstüne yaptığı vurgu yilenmeye değer: “Tarihi sadece kendi toplumlarının öyküleri olmaktan çıkarmışlar, bütün insanlığın değerlendirildiği bir alana dönüştürmüşlerdir. Bunun için gerekli belgeleri temin etmek amacıyla, sadece kendi kaynaklarıyla yeninmeyip, karşıtlarının kaynaklarını da işin içine katmakla bilim niteliğini daha da pekiştirmişlerdir. Artık “hükümdarı övme” alışkanlığı terk edil miş bütün toplum ve bunun yanısıra bütün insanlık ele alınır hale gelinmiştir […] 19. yüzyılda ilkeleri belli bir bilim alanı niteliği kazanmıştır. Bugün batı dünyasında tarih bilimi alanına sadece uzman bilim adamları burunlarını sokarlar, onlar tartışırlar.” Bir yarıştır gidiyor ortalıkta; “medyatik” tarih pompalamada. Gerçi, ağırbaşlı olarak tanıdığım kimi tarihçilerin yazı ve yorumları da yer alıyor bu “medya” dünyasının düzenlediği oturumlarda, neşrettiği dergilerde, köşelere sıkıştırılmış yazılarda. Tarih, elbette, akademik duvarlar içinde saklı kalamaz; bilgililerince ortaya konan olaylar, olgular topluma yansıtılır, yansıtılmalıdır. Tarih onun geleneksel sözcülüğünü yapan profesyonel tarihçilerin ötesinde çeşitli bilgi dallaınca, değişik beklentilerle ona sokulanlarca da yorumlanır. Ama unutmamak gerekli, “gündelik ihtiyaçlar” için ilaç yapılmaya çalışılan tarih tehlikelere maruz bırakılırken, yaşanılan süreç için yanlış ve gereksiz daha da vahimi gericiliğe yeltenen çağrılar yapmaktadır. Biraz mürekkep yalamışlığa güvenerek ve maksatlı teşviklerin yörüngesinde giderek geçmişin ölü ve köhne yapılarını, düşüncelerini bina etmeye çalışmanın tarihçilikle ilgisi yoktur. Bilimiyle ve sanatıyla bir yerlere varmak isteyenler kopya etmezler eskiyi; yeni buluşlara imza atarlar; eğer geçmiş yüzyılların özlemini çekmiyorlarsa. Geçmişe de sünger çekmezler; onu anlamaya çalışırlar. “Tarihte barış” ya da “tarihle barışmak” gibi kulağa hoş gelen sözleri yorumlarken “asıl çabayı geleceğin sağlıklı kurulması için harcamalıyız” diyor Koloğlu; “Tarihte gönlümüze göre düzeltmeler yapmayı bırakıp, bütün gerçeklere bakarak dikkatleri yarına yönlendirmeliyiz”. Onun “medyatik” tasavvurlara verebileceği en güzel yanıt da bu yoldaki uyarıları olmuş. Şüphhesiz, tarihi tekerrür olarak algılamak isteyenlerin bırakacağı en tehlike miras, onu böyle bir donukluğa mahkum etmek olacaktır. Orhan Koloğlu’nun yaptığı bağışlardan fazlasıyla payını alan Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi’ndeki kitaplara bakarken, işte böyle bir tarihçiyi, daha kapsamlı söylemem gerekirse, bir toplumbilimciyi imgeledim; ve İzmir adına, tarihçilik adına, saygıyla selamlamak geldi içimden. Kimi tarihçi ve eğitimcinin, bu arada benim, 1980’li ve 1990’lı yıllarda lise ders kitaplarındaki “güdümlü” tarih hakkında yaptığımız eleştiriler, günümüzün modası “medyatik tarih” üstüne Koloğlu’nun dile getirdiği çok daha mükemmel açılımlarla, bilir bilmez kimselerin el attığı tarihin öğrenciye ve topluma nasıl yansıtılabileceği yönünde güzel örneklerle süslenmiş ve geliştirilmiş olarak yol göstermektedir. *Orhan Koloğlu, Bilimselden “Medyatik”e Tarih, Söyleşi: Barış Doster, Nehir Söyleşi Dizisi, Destek Yayınları, Ekim 2009, 485 sayfa. 35 BİN TL ÖDÜL Sayın Araştırmacı, Ege Üniversitesi, TÜBİTAK ve Elginkan Vakfı’nın desteği ile 13 Aralık 2010 tarihleri arasında “Üniversitelerin Topluma Katkısı” ana temalı “1. Ege ArGe ve Teknoloji Günleri – AreGE” konulu bir etkinlik düzenlemektedir. Başta “Proje Pazarı” ve “Proje Yarışması ve Sergisi” olmak üzere ekteki taslak program kapsamında paneller, bilgi masaları, standlar, sergiler, film gösterileri ve söyle şilerin planlandığı etkinliğin amacı, üniversiteler ile toplumun farklı kesimlerini bir araya getirerek geleceğe dönük stratejik ortaklıklar için zemin hazırlamak ve ülkemizin geleceğinde üniversitelerin yerini ve katkılarını vurgulamaktır. TÜBİTAK destekli olarak yürütülecek olan “Proje Pazarı”nda ise Tüm Üniversitelerden ve Sanayi – Hizmet Sektöründen gelebilecek “Sanayiye Uygulanabilir ve Ticarileştirilebilir” Projeler yatırımcılar ile tanıştırılacaktır. Elginkan Vakfı desteği ile düzenlenecek olan ve 5 kategoride toplam 35,000 TL ödül dağıtılacağı Proje Yarışması etkinliği “Araştırmalar” ve “Fikirler” olmak üzere 2 bölümden oluşacaktır. “Araştırmalar” bölümüne üniversitelerimizdeki lisansüstü öğrenciler ile akademisyenler tamamlanmış projeleri ile katılabileceklerdir. CBT 1234/ 19 12 Kasım 2010 “Fikirler” bölümünde ise ön lisans ve lisans düzeyindeki 1825 yaş arası gençlerin ürettikleri “Özgün Çözümler” yarışacaktır. Tüm araştırmacılar, üniversite öğrencileri, sanayi paydaşlar, yatırımcı ve girişimciler ve halkımızın çok farklı kesimlerinin her birinin ilgi alanlarına hitab edecek olan “1. Ege ArGe ve Teknoloji Günleri – AreGE” etkinliğine projeleriniz ile katkılarınızdan ve dinleyici olarak katılımlarınızdan onur duyacağımızı belirtir, etkinliğin üyelerinize ve paydaşlarınıza duyurulması konusunu bilgilerinize arz ederim. AreGE Organizasyon Komitesi; Etkinlik Ayrıntıları: www.arege.ege.edu.tr http://projepazarlari.ege.edu.tr/ Etkinlik broşürü www.arege.ege.edu.tr/pdf/AreGEflyer.jpg