17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OOOF OFF LINE Nasıl Bir Yargıçlar Kurulu? (1) Hukukun üstünlüğünün dışlanamaz koşulu, yargı bağımsızlığıdır. Amacı, yargıç kimliğini korumak ve geliştirmek olan yargı bağımsızlığının gerçekleşmesi: “İyi eğitilmiş ve güvencelerle donatılmış” yargıçların varlığını gerekli kılar. Çetin Aşçıoğlu Yargıtay Onursal Üyesi, [email protected] Tanol Türkoğlu ([email protected]) “Bence internet korsanlığının giderek artması mevcut iş modellerimize ve yasal çözümlerimize karşı güven eksikliğinin bir göstergesidir.” Y argıç güvencelerinin başında, tam bağımsız ve iyi düzenlemiş “yargıçlar kurulu” gelir. Yargının, yürütmeye bağlı olduğu bir ülkede yargıç kimliği yozlaşır ve güven duygusunu yitiren birey, hak aramanın son kapısında nöbet tutan şeytanın yol göstericiliğinden yardım umar. Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’nda (HSYK) “yapısal bir değişikliğin yargı sorununu çözeceği” düşüncesi giderek yaygınlaşıyor. Yargıçlar Kurulu’nda yapısal değişiklik kaçınılmaz. Ancak çözüm tartışmalı. Önce geçmişten günümüze yargı düzeni irdelenmeli: 1961 Anayasası’nda; yedisi Yargıtay’ın, yedisi birinci sınıf yargıçların kendi aralarından ve sekizi de yasama meclislerinin seçtiği üyelerden oluşan Yüksek Hakimler Kurulu (YHK) oluşturuldu. Kurulun bu yapısı ve 27 Mayıs karşıtlarının ağırlığının yargıç atama ve Yargıtay üye seçimlerine yansıması eleştiri ve tartışmaları gündeme getirdi (1). Bir süre sonra yapılan seçimlerle yapı “CHP’nın ağırlığını hissettirir” biçimde değişti. Yeni oluşum, politik kimliği tartışılan YHK Başkanını başkanlıktan indirdi. Yargıtay Emekli Daire Başkanı İsmail Doğanay’ın “..o zamanki YHK içerisinde politika ile uzaktan ve yakından ilişkisi olmayan tek bir kişi yoktu” açıklaması (2), bellek yanılması ve unutkanlığı olarak değerlendirilmeli. Bu karma yapının ortaya çıkardığı iç çekişmeler, tartışmalı atama ve seçimler gündemden düşmüyordu. 12 Mart 1971’de Anayasa değişikliğiyle; YHK, Yargıtay’ın kendi üyeleri arasından seçtiği yüksek yargıçlardan oluştu. YHK, bu değişikliğe karşın, toplumsal hastalığımız “hatır gönül”, “siyasal yeğlemeler” ve “şu ya da biçimde çıkar sağlama” olumsuzlarından kendini kurtaramadı. Bunu fırsat bilen 12 Eylül yönetimi, tanıyı koydu: “Yargı bağımsızlığı yargıya ve yargıçlara bol gelmişti”. Bu nedenle günümüzdeki yargı düzeni oluşturuldu. Ne var ki; yanlış tanılarla, doğru sonuçlar alınması olanaksızdı. Bu nedenle 1981’de getirilen yargı düzeni ve HSYK sorunları çözemedi. Yargı, Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde olmadığı gibi ağır eleştiriler ve güven yitimi ile karşı karşıya kaldı. Yeniden yapılanmada tartışılması gereken temel sorunu, dört ana başlıkta incelemek istiyorum: YÜRÜTMEN N TEMS L SORUNU: AKP, bazı bilim insanları ve düşünürler, Kurul’da yürütmenin temsilinin sürdürülmesini savunurken, HSYK’nun kuruluşundaki gerekçelere dayanıyor (3): “Yargı erkinin işleyişi yargıçların kendi sorumluluğuna terk edilmemeli”; “Kurul’a yürütmenin temsilcilerinin katılımı ile yargı ile egemenliğin asıl sahibi olan millet arasında bir bağ kurulmalı”; “Kurul, başkanı Adalet Bakanı aracığıyla yargı erkinin yasamaya hesap vermesi sağlanmalı”. Ancak, bu gerekçeler, uygulamadaki sonuçlara göre değerlendirilmeli. Günümüzde yürütme erki, HSYK’da temsili yanında; yargıçların “seçimi”, “eğitimi”, “atama taslaklarının hazırlanması”, “denetim ve soruşturma” gibi özlük hak ve işlemlerinde çok üst derecede yetkilere sahiptir. Bunca yetkilere karşın: Yargıda, “işlevsel başarısızlığın”, “etik yozlaşmanın”, “siyasallaşmanın” baş sorumlusunu yürütme dışında aramak, ya ön yargının ya da bilgi yoksunluğunun ürünüdür. CBT 1172/ 10 4 Eylül 2009 Kaldı ki “Adalet Bakanı aracılığıyla Kurul’un yasamaya hesap vermesi”, gerçekleşmesi olanaksız bir düşüncedir. Otuz yıldır HSYK Başkanı olan Adalet Bakanları, kurul adına yasamaya neden hesap veremediler? Kendilerine yakın yüksek yargıçların HSYK’da görev alması önemli bir nedendir. Bir de, kendi başarısızlıklarının sorgulanmalarından çekinmeleri. Yargı erki ile egemenliğin asıl sahibi olan millet arasında bir bağ kurulmasının tek yolu “iyi eğitilmiş ve güvencelerle donatılmış yargıçlardan oluşan yargı düzeni kurmak”tır. Bunun sağlanması da, çok büyük ölçüde, yaşama ve yürütmenin görevidir. Kurul’da Bakanın bulunması bu sorunu da çözememiştir. YASAMA ORGANI’NIN ÜYE SEÇMES : Bazı ülkelerdeki örnekler de gösterilerek savunuluyor. Ancak; ülkemizin koşulları ve geçmiş deneyimler dışlanmadan yapılacak bir düzenleme yarar sağlamayacaktır. 1961 Anayasası’nda yasamaya bu yetkinin tanınması; “aday yargıçların siyasal kimliklerini ön plana çıkararak millet vekilleriyle ilişki kurmaya” yönlendirdi. Politik ilişki ve yeğlemelerle üye seçilen yargıçlar, yargıç kimliklerini tartışılır duruma getirirken, Kurul’un çalışmalarını da olumsuz etkiledi. Bu nedenlerle, 1971 Anayasa değişikliğiyle yasamanın yetkisi kaldırıldı. TBMM’nde yapılan Sayıştay üye seçimleri de irdelenmeli. YEREL YARGIÇLARIN TEMS L : “O dönemde Birinci sınıf yargıçların seçilebilmek için nasıl hemşeri, tanıdık ve aracı peşinde koştuklarını üzüntüyle gözledim.” Bu açıklama 1981 değişikliğini savunan ve Adalet Bakanlığı’nda üst derecede görev yapan Dr. Şeref Ünal’ındır (4). Birinci sınıf yargıçlarının seçimindeki bu olumsuzluklar dışında, kendilerini Yargıtay’a üye seçtirme ve seçilmelerini destekleyenlere olanaklar sağlama girişimleri YHK’da sürtüşmelere neden oldu. KÖTÜNÜN EN Y S : Yargıçlar Kurulu üyelerini, 1981 öncesi son YHK’da olduğu gibi Yüksek Yargıçların kendi aralarından seçmeleri, kötünün en iyisi olarak yeğlenmeli. Ne var ki; bu düzende de seçim olayının önemli bir sorun olarak gündeme gelmesi kaçınılmazdır. 1961’den günümüze kadar, birkaç örnek ayrık tutulursa, seçimlere “özel beklentiler”, “siyasal ve dinsel inançlar” az ya da çok etkili oldu. Bu nedenle; seçim, her üye için seçilen belirli sayıda aday arasından ad çekme ile yapılmalı. Ayrıca Cumhurbaşkanı ve Yüksek Mahkeme üyelerinin en az üçte birinin gerekçeyle kanıtlanmış başvurusu üzerine; Yargıtay ve Danıştay genel kurullarının Kurul üyelerini görevden alma yetkisi tanınmalı. Kurul’un, bu düzene karşın, 1961’den günümüze değin yaşanmış tüm olumsuzluklardan kurtulması beklenmemeli. Kötünün en iyisi olma, başarı olasılığının kanıtı olamaz. Bu düzen “yargıç güvenceleriyle donatılmış iyi eğitilmiş yargıç” yetiştirmeye odaklamadıkça, yargıçlar, geçmişte ve günümüzde olduğu gibi, özlük işlemlerinde aracı kullanma ve birini önünde diz çökerek kimliklerini kaybetme olasılığıyla karşı karışa kalırlar. Bu sorunu da önümüzdeki ay ele alacağım. (1) Adliye Mahkemelerinin Hâkimler Ve Savcılar Kanunu hakkında seminer (AÜHF 1214 Ocak 1964). (2) “HSYK Bağımsızlığını Şimdi Kaybetmedi”, Cumhuriyet 01 Ağustos 2009. (3) Dr. Şeref Ünal (AD. Bak. Huk İş G. Müd.) Anayasa Hukuku Açısından Mahkemelerin Bağımsızlığı sh 119. (4) Ünal Age sh 77. (İnternet Korsanlığı İçin) Dadaloğlu Der ki? Cem Yılmaz’ın 10 Derste Anadolu Rock paradosinde verilen derslerin biri de “Hadi bana inanmıyorsunuz, bakın Karacoğlan öyle demiş” türünden, şarkıda verilen mesajı geçmişten bir isimle desteklemek idi. Bu mantıkla; girmek için ülkece seferber olduğumuz AB’nin, Telekom ve Dijital Medya’dan sorumlu “bakanı” Viviane Reding’in 9 Temmuz 2009’da Lizbon’da yaptığı konuşmaya kulak verelim. Reding der ki: “Internet korsanlığı, interneti en yoğun kullanan ve dijital yerli denilen 1624 yaş grubundaki bireyler için giderek daha çekici (“seksi”) bir hale gelmektedir. Bu kuşak dijital ekonomimizin, yeniliklerin ve gelişme fırsatlarının temelini oluşturacaktır. Eurostat istatistiklerine göre bu kuşaktan bireylerin %60’ı geçen aylar içinde herhangi bir ücret ödemeden internet üzerinden görselişitsel içerik indirdi; bunlardan %28’i bu tür şeyler için para ödemek istemediklerini belirtmiştir. “Bu figürler mevcut sistemimizdeki ciddi eksikliklerin bir göstergesidir. Kanunlara karşı gelenleri cezalandırmak gerekir. Ancak pazarda gerçekten de yeterince çekici ve tüketicidostu yasal arz mevcut mu? Telif Hakları konusundaki mevcut yasal sistemimiz internet kuşağının beklentilerini karşılayacak seviyede mi? Bunu engellemek için tüm alternatifleri değerlendirdik mi? Konuya 16 yaşındaki bir bireyin gözünden baktık mı? Yoksa sadece Gutenberg Çağı’nda büyümüş hukuk proseförleri gözünden mi bakıyoruz? Bence internet korsanlığının giderek artması mevcut iş modellerimize ve yasal çözümlerimize karşı güven eksikliğinin bir göstergesidir. Kanun koyucular için bu bir uyarı olmalıdır.“Eğer dijital içeriğe erişimi süratle daha kolay ve kullanıcı dostu hale getirmezsek, dijital hizmetlerin yasal kullanımı ve sanatsal yaratıcılığı konusunda tüm bir kuşağın desteğini kaybedeceğiz. Ekonomik, toplumsal ve kültürel olarak bu bir trajedi olur. O nedenle benim temel önceliğim, diğer yetkililerle eşgüdüm içinde, tek bir pazarda kenetlenmiş Avrupa’nın dijital içeriğe erişmede basit, kullanıcı dostu yasal bir çerçeve oluşturmak ve o arada içerik yaratıcılarının hak ettiklerini almalarını sağlamak için çalışmak olacaktır. Dijital Avrupa ancak ilgili son kullanıcı ve yaratıcı tüketiciler olarak, içerik oluşturucular ve dijital yerli kuşağından kişilerle birlikte kurulabilir.” AB’de konuyla ilgili üst düzey bir yetkilisinin şu tümcesinin altını yeniden çizelim: “Bence internet korsanlığının giderek artması mevcut iş modellerimize ve yasal çözümlerimize karşı güven eksikliğinin bir göstergesidir.” “Önce özgür birey” diyorsak, bireyin rahatsızlıklarını dikkate almak, neden rahatsız olduğunu analiz etmek ve bu rahatsızlıkları ortadan kaldırmak için gerekli olan şeyleri yapmak gerekir. Alternatif olarak şöyle de denilebilir: Mevcut kanunlara göre bu yasadışıdır ve cezalandırılmalıdır. Nokta. Tesadüfe bakın ki son zamanlarda ülkemizde de tam da böyle bir bakış açısı sergilediğimizi ortaya koyan düzenlemeler yapılmakta. Korsan mı, cezalandırın. Neden? Çünkü telif haklarına saygı göstermiyor, ilgili yasaları çiğniyor. (Acaba yasalar biraz demode mi kaldı?... Sus kapa çeneni; bul cezalandır). Malum ülkemizde vergi, kim bulunursa ondan tahsil edilen bir olgu. Korsana karşı mücadele de anlaşılan biraz bu mentalite ile icra edilecek. Kamu kurumlarının mekânlarını kiralayarak korsan kitap, CD satanlara karşı birşey yapamıyoruz (neden acaba?), ama dijital altyapıda kimin nereden ne indirdiğini tespit edebiliyoruz. O zaman faturayı ona keselim. Hem ABD de böyle yapmıyor mu? Daha geçen gün birkaç müzik şarkısını indiren bir üniversite öğrencisine yüzbinlerce dolar ceza kesilmedi mi? Her zamanki gibi problemi yanlış tanımlamaktayız. O nedenle de yanlış tanımlanmış bir problemin çözüm alternatiflerinin hangisinin daha doğru olduğunu tartışmak da temeldeki problemimizi çözmeye katkı sağlamayacak. Temel problem, dijitalleşme olgusunun olmadığı bir dönemde icat edilen telif hakları yasasının güncellenmesidir. Öte yandan “Önce özgür birey” diyemediğimiz sürece yapılacak güncellemeler bir işe yaramayacaktır. Ben demiyorum Dadaloğlu (pardon Avrupa Birliği) öyle diyor. (İlgili dökümanın tamamı http://tr.im/wOWS)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle