05 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

AYLAK BİLGİ BEYN N 5 EVRES : Dikkat! Kullanırken kazançlı çıkmaya bakalım! Beyin yaşam boyunca en çok değişime uğrayan organımız. Kabaca beş evreye ayırabileceğimiz bu değişimlerin her biri bireyin yetenek ve davranışlarını derinden etkiler. Bizler salt bu süreçten gelip geçen yolcular olmadığımıza göre, her evreden olabildiğince kazançlı çıkmak ve beynin bir sonraki evreye olabildiğince sağlıklı bir biçimde geçebilmesi için neler yapabiliriz? bidir. İşin sevindirici bir başka yönü de, ruhsal ve fiziksel açıdan hareketli bir yaşam sürdürerek, dengeli beslenerek, sigara, içki ve zihinsel dalgalanmalar yaratan ilaçlardan uzak durarak bu kaçınılmaz iniş sürecini büyük ölçüde yavaşlatabiliriz. Tahir M. Ceylan tahirmceylan@gmail.com 1 GEBEL K Zeminin hazırlanması İlk soluğumuzu aldığımızda beyin sekiz ayı aşkın bir süreyi geride bırakmıştır. Beynimiz, embriyondaki üç katmandan birinin derinleşerek sinir tübünü oluşturduğu, gebeliğin ilk dört haftası içinde gelişmeye başlar. Bir hafta sonra tübün eğilmesi sonucunda beynin ön, orta ve arka bölümleri oluşur. Bu aşamadan sonra beynin gelişimi ve farklılaşması genler tarafından denetlenir. Öyle olmakla birlikte, bu evrede beynin en iyi biçimde gelişmesi için doğum öncesinde elden geldiğince elverişli koşulların sağlanması gerekir. Bu da anne adayının iyi beslenmesi, aşırı gerginlikten, sigara, alkol ve öteki toksik maddelerden uzak durması anlamına gelir. Beynin oluşum sürecinin sonlarına doğru dölütün işitme ve anımsama yetisini kazanmasıyla birlikte, seslerle duyular da beyni biçimlendirmeye başlar. Gelgelelim, gebeliğin ilk altı ayında beyinde meydana gelen gelişmeler yalnızca temel yapı taşlarının yerli yerine oturtulmasından ibarettir. Bu süre içinde sinir hücreleriyle bağlantılar oluşturulur ve beynin her bölümünün doğru konumda ve gerektiği biçimde gelişmesi sağlanır. Söz konusu işlemler enerjinin yanı sıra, çeşitli besinlerin doğru zamanda ve doğru miktarlarda tüketilmesini de gerektirir. Beynin ilk başlarda gereksindiği bilinen besinlerden biri, sinir tübünün kapanmasında önemli bir rol oynayan, folik asittir. Folik asit eksikliği, omuriliğin bedenin dışında geliştiği spina bifida, ve beynin büyük bir bölümünün gelişimini tamamlayamadığı anensefali gibi bozukluklara neden olur. Kimi araştırmalar B12 vitamini eksikliğinin de benzer etkilere yol açtığını ortaya koyuyor. Başka besinlerin gebeliğin bu ilk haftalarında nasıl bir etki yarattığı tam olarak bilinmemekle birlikte, hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalar kötü beslenmenin özellikle de protein eksikliğininsinir hücreleri ve aralarındaki bağlantıların gelişimini önlediğini, bu hücrelerin oluştukları konumdan son konumlarına göç edebilmeleri için demir ve çinkoya gerek duyduklarını gösteriyor. Sinaps (sinir kavşağı) gelişimi ve membran işlevi için de uzun zincirli çoklu doymamış yağlı asitler gerekiyor. Gebelikte dengeli beslenme ve vitamin desteği beynin ilk evrelerindeki gereksinimlerinin karşılanması açısından genellikle yeterli olmakla birlikte, plasenta ya da etenedeki bozukluklar gelişimi önleyebilir. Gebelik sırasında plasentayı etkileyen unsurlar arasında yüksek tansiyon, stres ve sigara başta gelmektedir. Aşırı besin tüketimi, söz gelimi glükoz fazlası da beynin gelişimini olumsuz yönde etkileyebilir. Geniş bir güvenlik ağına sahip olan beyin gereksindiğinin iki katı kadar sinir hücresi üretse bile, kimi olumsuz etkilerin tersine çevrilmesi olanaksızdır. Plasenta, annenin kanındaki istenmeyen kimi maddelerin dölüte geçmesini önleyen protein pompalarıyla bezeli bir süzgeç işlevini görür. Ne var ki, bu süzgeç kusursuz değildir; cıva, nikotin ve alkol gibi kimi zehirli maddeler dölüte sızabilir. Bu maddelerin dölüt üzerindeki etkileri miktarına ve zamanlamasına göre değişir. Kimi tok sik maddeler plasentadan içeriye sızmasalar bile dölütü etkileyebilirler. Örneğin, sigara dumanı kanın dölüte akmasına engel olur: buna bağlı olarak, dölüt oksijen ve besinden yoksun kalır. Stres de toksik etki yaratabilir. Hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalar annedeki stres hormonlarının çocuklarda kaygı ve hiperaktiviteye yol açabileceğini ortaya koyuyor. 5YA LILIK Bezgin ama bitik değil Emekliliğe adım attığınızda kuşkusuz beyniniz artık eskisi gibi değildir. 65 yaşına gelindiğinde çoğu insan bunun belirtilerini görmeye başlar: adlar unutulur ve bir türlü bulunamayan çaydanlık çoğu zaman buzdolabında beliriverir. Yaşamın bu aşamasında beynin hipokampus gibi can alıcı bölgesindeki hücreler hızla yok olmaya başlarlar. Bu durum ilk başlarda pek bir sorun yaratmaz. İleri yaşlarda bile beyin birtakım olumsuzlukları giderebilecek esnekliğe sahiptir. Ancak belli bir noktadan sonra bu yitim kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlar. Doğal olarak herkes aynı biçimde yaşlanmaz. O halde, neşeli ve zeki bir yaşlı ile huysuz ve bunak bir yaşlı arasındaki fark nedir? İlk seçeneğe dönüşme olasılığını nasıl güçlendirebiliriz? Egzersiz tabii ki yararlı olabilir. Fiziksel etkinlik glükoz düzeyinin dengelenmesine yardımcı olduğundan, gezip tozmak kandaki şeker düzeyini dengeleyip belleğin gelişmesine olanak tanıyabilir. Eşgüdümleme alıştırmaları da işe yarayabilir. Araştırmalar motor denetim ve dengeyi hedef alan alıştırmaların 6080 yaş grubundakilerin bilişsel işlevlerinde olumlu etkiler yarattığını ortaya koyuyor. Nisan ayında yayımlanan bir araştırma da bilgisayar temelli Bir gözlemim oldu: Annesi çığırtkan çocuklar çok ağlıyorlar. Sonra aklıma geldi ülkemizde çocuklar istediklerini anne, babanın “hayır” demesiyle elde edemediklerinde bir ağlamadır gidiyordu. Hatta bazıları önce ağlamaya başlıyor, sonra isteğini söylüyordu. Erişkinler de çocuklardan farklı değildi, ortada bir sorun olduğunda, daha sorunun nasıl çözüleceği belli olmamışken bağırıp çağırmaya başlıyordu. Sanki çığırtkanlık yapmanın herkese bir getirisi vardı. Çığırtkanların Kazancı Bütün bunların arasında bir ilişki kurulabilir mi derken, bir araştırmacının söyledikleri denklemi yerine oturttu: Sadece insanda değil, hayvanlarda da fazla ses çıkarmak daha fazla anne bakımı almaya neden oluyordu. O halde çocukluğunda ancak ağlayarak meme alabilmiş olanlar, yetişkinliğinde hak alabilmenin yolunun bağırıp çağırmak olduğunu düşünerek davranıyordu. Kendisi böyle büyüdüğü için de anne bebeği ağlayana kadar onun acıktığını düşünmüyor ve ancak çocuk ağladığında onu hatırlıyordu; onun için bu tür annelerin çocukları da kendilerine benziyordu. Yetişme tarzı bu olan insan, hiç bir olayda sakin bir savunmayla hakkını alamayacağı gibi bir ön kabul sahibidir. O yüzden adam sakin kalırsa, çığırtkanlığı bir düzeyin üzerine çıkartmak için karısı sokağa çıkar ya da arabadan iner; aile haklarını kaybetmemek için kendi kotasını tamamlar. Onlar böyle yapmasa haklarını alamazlar; çünkü hak sahiplerinin bu ülkede hak dağıtıcılarına alarm vermedikçe onları uyandırması mümkün değildir. Bu nedenle herkesi koro halinde bağırırken görüyoruz. Bağırmak karşı tarafın düşünce sistemini ortadan kaldırır, karşıdaki bağırmaya başladığında da bizim düşünce sistemimiz bir miktar bozulur; bozuk bir sistemden çıkan çözümler de, içinde zekâyı barındırmayan yarım yamalak işlemler olarak kalır. Yarım çözümler iş görmez, hayat yeniden tıkanır, bağırma yeniden başlar ve bu böyle devam eder gider. Kuşlarda da anne yuvaya gelip yiyecek dağıtmaya başladığında yavrularda bir çığrışma başlar. Çünkü yuvada yiyecek bir gaganın içindekiyle sınırlıdır ve onun bütün yavrulara bol bol yetmesi söz konusu değildir. Yeterli besini alamayıp cılız kalan yavruların anne tarafından yuvadan atıldığına hepimiz şahit olmuşuzdur. Onun için kuş yavrularının arasında her zaman önde gidenin uçtuğu, geride kalanın öldüğü garazlı bir rekabet vardır. Gökyüzünde onca kuvvetle uçan şeyler boşuna sağlam şeyler değildir. Her durumda havadaki uçakların yerdeki arabalardan sağlam yapılma mecburiyeti gibi bir şeydir bu! Çığırtkanlığın temelinde kaybetmenin yok olmaya denk geldiği ölüm korkusu vardır. İçinde, ölümüne çeyrek kalmış bir hasta taşıyan ambulansların mesela yürek dağlayan sesleri olur. Ha keza yangına koşan itfaiyeler, ölüm kokusu aldıkları bir olaya yetişen polis otoları hep tiz “çığlıklar” atarak ilerler. Ölümün gerçekleştiği her evde sessizlik olmasının tersine, ölüm tehdidinin olduğu her yerde de en şiddetlisinden ses vardır. Kaybetmekle ölmeyi eşitleyen yanılsama, dolayısıyla çığırma ikiden, üçten fazla kardeşi olanlarda görülmesi beklenirken, kardeş sayısı düzineye yaklaştığında bu davranışın söndüğünü görürüz. Çünkü son durumda çocukların ne kadar ağlasalar sızlansalar bile dağıtılan yiyecekten pay alması söz konusu değildir, orada annenin yiyecek dağıtımı ihtiyaca göre değil, tamamen rasgele, daha doğrusu yiyeceğin aileye girişine göredir. Çocuklar daha fazla ses çıkarıp çığırmakla daha fazla yiyeceğin gelmediğini çoktan öğrenmişlerdir. İnsana yakın yüksek canlılarda, insandaki çığırtkanlığı [yüksek frekanslı (tiz) ve şiddetli ses] andıran vokalizasyonun karşıdakinde baş dönmesinden oryantasyon bozukluğuna kadar giden bir dağılma yarattığını biliyoruz. Hatta bazı erkeklerin, kadının tiz sesinden kurtulmak için ona taviz üstüne taviz verdiğini de görüyoruz. Tiz sesin günlük iletişim sırasında kullanılmadığını, özel durumlarda, daha çok savunma amaçlı bir saldırganlıkta çıkartıldığını anlamış durumdayız. Çıkış noktası savunma olmasına rağmen çığırtkanlık, etkili bir saldırganlık silahı haline gelmiş durumda. Başlangıçtaki alarm çığlığı dönüşerek, bir tehdit vurgusu haline geçmiş gibi. İnsan bir galaksi gibi dönüşerek ilerliyor. Nasıl galaksileri izlemek “ölü havalar”da yapılırsa, insanı izlemek için de en iyi anlar çığlıklı, korkulu “ölüm zamanları”dır. 2 ÇOCUKLUK Gebelikte başlar Çocukluk evresi beynin en etkin ve en esnek olduğu evredir. Çocuk çevresindeki dünyayı keşfettikçe, beyin de yıldırım hızıyla gelişmesini sürdürür. Bizlere garip gelebilir, ama öğrenme, bellek ve dil gibi yetenekler doğumdan çok önce gelişmeye başlar. Gebelik döneminde dakikada yaklaşık iki yüz elli bin yeni hücre oluşur. Ancak bunların hemen hemen yarısı ölür ve geriye yalnızca kullanımla daha da güçleşen hücreler kalır. Öğrenme yetisine ilk kez gebeliğin 2224. haftaları arasında tanık olunur. Bu dönemde dölüt ses ve dokunuşlara tepki gösterir, ancak bunların sürekli yinelenmesi durumunda oralı olmaz. Bu da alışkanlık belleği adı verilen basit bir bellek yetisidir. 32. haftadan itibaren koşullandırma adı verilen daha karmaşık bellek türü kendini etmeye başlar. Dil öğrenimi de gebelikte başlar. Yeni doğan bebekler yaklaşık 3 yaşına kadar herhangi bir dildeki seslere tepki gösterseler de, anadillerini dinlediklerinde çok daha istekli meme emerler. Garip ama, doğum süreci beynin işlevinde pek bir değişiklik yaratmaz. Dokunuşa duyarlı bedenselduyusal korteks doğumdan önce etkin olmakla birlikte, isteme bağlı devinim, mantık yürütme ve algılama gibi işlevlere ancak doğumdan iki üç ay sonra tanık olunur. Bilinçli düşünmeden sorumlu frontal loblar ise doğumdan sonraki 6 ay ile 1 yıllık süre içinde etkin duruma gelirler. O halde, beynin bu en kırılgan ama en üretken evresinden olabildiğince yararlanmak için ne yapmak gerekir? Araştırmalar besleyici ve eğitici bir ortamın yanı sıra, yapboz veya ceee oynamak, çocuk şarkıları söylemek gibi teke tek ilişkilerin IQ düzeyini artırdığını ve öğrenme arzusunu yaşam boyu körüklediğini ortaya koyuyor. 6 yaşına gelindiğinde beyin erişkin ağırlığının %95’ine ve enerji tüketiminin doruk noktasına ulaşmış oluyor. Bu yaşlarda çocuklar mantık yürütmeye, güvenmeye ve kendi düşünce süreçlerini kavramaya başlıyorlar. Beyinleri gelişmeyi sürdürüyor ve deneyim kazandıkça bağlantılar kurmaya ya da kesmeye devam ediyorlar. Gri madde kızlarda 11, erkeklerde 14 yaşına gelindiğinde en üst düzeyine ulaşıyor. Bu aşamada ergenlik süreci devreye giriyor ve beyin yeniden değişime uğruyor. yıllarının neden öylesine çalkantılı geçtiğine açıklık kazandırıyor. Bethesda Ulusal Ruhsal Sağlık Enstitüsü’nden Jay Giedd ve arkadaşları büyüme sürecindeki yaklaşık 400 çocuğu iki yılda bir taramadan geçirmek suretiyle incelediler. Araştırmacılar ergenlik dönemi boyunca gençlerin her yıl gri maddenin yaklaşık %1’ini yitirdiklerine tanık oldular. Beyindeki bu budama süreci çocukluk döneminde fazladan üretilen ancak kullanılmayan sinir hücresi bağlantılarının devreden çıkartılmasını sağlıyor. Bu süreç öncelikle daha basit duyusal ve motor bölgelere uygulanıyor. İlk olgunlaşan bu bölgeleri dil ve uzamsal uyumla ilintili bölgeler ve en sonunda da daha karmaşık işlemsel bölgeler izliyor. En son olgunlaşan bölgelerden biri de frontal lobun hemen önünde yer alan dorsolateral prefrontal korteks. Beynin bu bölgesinin dürtülerin denetlenmesi, sağduyu ve karar alma gibi yetilerden sorumlu olması yeniyetme çağındakilerin neden genellikle afaki kararlar aldıklarına da ışık tutabilir. Bu dönemin en iyi biçimde değerlendirilmesi yeniyetmelerin o bitmez tükenmez enerjilerini öğrenmeye ve yeni deneyimler kazanmaya yöneltmelerinden geçiyor. Bu da onların kitaplarla haşır neşir olmaları, kendilerini müzik ya da sanat yoluyla ifade etmeleri, ya da dünyayı dolaşarak yaşamı keşfetmeleri anlamına geliyor. Ancak, işlerine gelsin ya da gelmesin, karar alma devrelerinin henüz oluştuğu bu dönemde tazecik yeniyetme beyinlerin yine de korunmaları gerekiyor. 4 ER K NL K Kaygan zemin 20’li yaşların başlarında beyin sonunda erişkinliğe ulaşır. Bu dönemin elden geldiğince tadını çıkartmaya bakın. Çünkü 22 yaş dolaylarında beyin gücü doruk noktasına erişir ve topu topu beş yıl içinde inişe geçer. Bu noktadan itibaren de yaşamın sonuna dek sürekli bir düşüş yaşanır. Farklı yetiler farklı hızlarda inişe geçmekle birlikte, bu uzun ve ağır düşüş süreci yaklaşık 27 yaşında başlar. Ne gariptir ki, ilk inişe geçen yetiler gelişimi en uzun süre alan tasarlama ve görev işgüdümü gibi yönetimsel denetimle ilgili yetilerdir. Olayların anımsanması ile ilgili eylemsel bellek de beynin işlemleme hızı yavaşladıkça ve bellek daha az bilgi depoladıkça hızla işlevini yitirmeye başlar. Tüm bunlar bizlere son derece iç karartıcıymış gibi gelse de, işin olumlu bir yönü de var. Erişkinlikte inişe geçen yetiler “akışkan zekaya” – beynin temel işlemsel hızına bağlıdır. Ancak kabaca bilgeliğe denk düşen “kristalleşmiş zekâ” ters yönde ilerler. Öyle ki, akışkan zeka yüz ve kalçayla birlikte sarkmaya başlasa da, kristalleşmiş zekâ bel çevresiyle birlikte genişlemeyi sürdürür. Ters yönde işleyen bu iki etki, en azından 60’lı 70’li yaşlara dek, birbirlerini sıfırlar gibeyin alıştırmalarının 65 yaş üzerindeki insanların bellek ve dikkatlerini geliştirdiğini gözler önüne seriyor. Huysuzluğun önüne geçilmesi ise çok daha basit. Olumlu duyguların yaratılmasından sorumlu olan dopamin alıcıları yaşlılıkta giderek azalır. Yoğurt, badem ve çikolata gibi birtakım yiyecekleri tüketerek bedeninizi düzenli olarak dopamin ile beslemek elinizde. Hiç kimse yaşlanmak istemez. Ancak yaşlılık o kadar da iç karartıcı bir durum değil. Öncelikle, yaşlanmayı o kadar dert etmemek gerekir. Araştırmalar daha huzurlu ve rahat insanlarda bunama olasılığının sürekli gergin olanlara kıyasla çok daha düşük olduğunu ortaya koyuyor. Öyle ki, beynimize de en az kırışıp sarkan tenimize gösterdiğimiz kadar özen göstermemiz ve yelkenleri hemen suya indirmememiz gerekiyor. Yaşlılığın belirtilerini fark etmeye başladığınızda yürüyüşe çıkmak, bulmaca çözmek ve hoşça vakit geçirmeye çalışmak yaşlılığa karşı koymanıza yardımcı olabilir. Rita Urgan Kaynak: New Scientist, 4 Nisan 2009 3ERGENL K Programlanmış unsurlar, yeniden programlama Yeniyetmeler bencil, gözükara ve hırçın olurlar. Ancak ergenlik döneminde beyinde onca yapısal karmaşanın yaşandığı düşünüldüğünde bu durum hiç de şaşırtıcı olmasa gerek. On üç ile on dokuz yaşlar arasında beyin gelişmesini tamamlamış olsa bile, kimi bağlantılar henüz yerli yerine oturmuş değildir. Son zamanlarda yapılan görüntüleme işlemleri yeniyetmelerle 20’li yaşlarının başlarında olan gençlerde birtakım yapısal değişikliklerin meydana geldiğini gözler önüne seriyor. Bu da yeniyetme CBT 1172/8 4 Eylül 2009 CBT 1172/9 4 Eylül 2009
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle