29 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Tartışılan tutuklama kararları Hak ve özgürlükler insan olmanın özünde varolan olmazsa olmaz değerlerdir. Çağdaş hukuk, kurduğu adalete yönelmiş toplumsal düzenin son halkasına “doğru ve güvenli yargılama yapacak” yargı organını yerleştirerek; temel hak ve özgürlükleri üst düzeyde güvence altına almıştır. Çetin Aşçıoğlu Yargıtay Onursal Üyesi [email protected] Katsayı Sorununun Ardındaki Gerçek Osman Bahadır B u nedenle; yargı, tüm işlem ve kararlarında insanın üstün değerlerini korumak ve saygı duymakla yükümlüdür. Tersi durumda; insanlığın “hak ve özgürlükler uğruna binlerce yıldır kan ve gözyaşlarıyla ödediği bedel” boşa gitmekle kalmaz; çağdaş hukukun onaylamayacağı “güç bende diyen sorumsuz yargı düzeni” güncelleşir. Ergenekon diye anılan kökü tartışmalı, ucu açık soruşturma ve kovuşturmalarda verilen tutuklama ve salıverme kararları değişik açılardan eleştirilmekte ve tartışılmakta. Eleştiri saydam ve çağdaş toplum olmanın gereğidir; eleştirinin de bir hak ve yükümlülük olduğunu yadsıyamayız. Yargısal bir işlemle hak ve özgürlüklerinin çiğnendiğine inanan kişi için “adaletin kestiği parmak acımaz” özdeyişinin anlamı ve değeri olamaz. Bu nedenle; acıyı duyarak yüreği yanan kişi “yargı işleminin haksızlığına isyanı eleştirilemez ve kınanamaz. Davasını reddettiğim köylü yurttaşımın, kırk sene önce, “efendim hakkımı bana vermediniz öteki dünyada yine sizden isteyeceğim” diye baş kaldırımı anımsatan söylemini saygıyla karşılayıp ders aldığımı hatırlıyorum. Gerçek yargı kıygınları (mağdur) dışında kişilerin de, yargı işlem ve kararlarına eleştiri hakları vardır ve toplumsal bir yükümlülüktür. Eleştiri doğru ve yanlış olabilir. Önemli olan eleştiriyi güncelleştiren özdeki sorunların ya bilinmemesi ya da göz ardı edilmesidir. Tutuklama işlem ve kararlarının çağdaş hukukun ilkelerine uymadığının somut göstergesi “cezaevlerinin sığasının azımsanmayacak oranda tutuklularla doldurulmuş olması”dır. Yargı, neden başarılı bir sınav verememiştir, sorunun yanıtını; Ergenekon soruşturması ve kovuşturması (dava) üzerinden yanıtlamaya çalışacağım. Tamamını ve ya da bir bölümünü alıp tüm yargı işlem ve kararlarında değerlendirebilirsiniz: BA ARISIZ SINAVIN NEDENLER Siyasallaşma: Yargıda, kanser gibi bir yıkım nedenidir. Özellikle Ergenekon soruşturması tipik örnek oluşturur. Soruşturmayı yöneten savcıların soruşturmalardaki tutumları ve düzenledikleri iddianameler; toplumun önemli bir bölümünde, yargının siyasallaştırıldığı inancını oluşturmuştur. Siyasal inançları mı şöhret olma duygusu mu yoksa dışardan tetikleme mi etkili olmaktadır? İç dünyalarına girmek olanaksız olduğuna göre öznel yargılarda bulunmak doğru olmaz. Ancak, ortaya koydukları görünümün haklı kuşku ve duraksamaları gündeme getirdiği yadsınamaz. Bu bağlamda, gündemde olan atama ve tayin kararnamesinde savcı ya da savcıların görevden alınacağı söylemleri tartışmaları da birlikte getirdi: Görevi kötüye kullandıkları yolunda soruşturma bile olmadan görevden alma savcı ve yargıçlara bir gözdağı niteliğindedir. HSYK’nun oligarşik yapısı sorun yaratmaktadır (1). Yazar, HSYK’nu oligarşik yapıyla suçlarken, Adalet Bakanlığı’nın “yargıç mülakat sınavında”, “atama kararnamesi taslaklarında”, “yargıç ve savcılar hakkında yapılan denetim ve soruşturmalarda” yargıç kimliğinin nasıl yozlaştırıldığını ya bilmiyor ya da işine gelmiyor. Yargı düzeninde bir oligarşik yapıdan söz edilecekse başatı Adalet Bakanlığı’dır. Asıl gözdağı ise, politik güç Adalet Bakanlığı’nın yargı üzerindeki yetkileridir. Davada, haklarında onlarca şikayet bulunan, böylesine kötü iddianameler düzenleyerek ülkeyi ve kurumları bölünme ve birbirine düşürme noktasına doğru götüren savcılara, HSYK’nin örtülü olsa da bir yaptırım uy CBT 1168/ 10 7 Ağustos 2009 gulamayacağını savunmak, Kurul'u, noter gibi bir onay makamı olarak görmek olur. Asıl tehlike de buradadır. Bir ülkenin başbakanı “Ergenekon davasının savcısıyım” ve muhalefet lideri de “ben de avukatıyım" diyor ve söylemlerini değişik biçimde sürdürüyorlarsa, o ülkede yargı üzerindeki kara bulutlarının dağılması olanaksızdır. Medyanın önemli bir bölümü de bilerek ya da bilmeyerek “yargının siyasallaşmasına çanak tutmaktadır”. Ağaçlara bakmaktan ormanı görememe toplumsal hastalığımız, iletişim alanımız için de geçerli. Öznel manşetler, yorumlar hem yargıyı hem de demokrasiyi olumsuz etkilemektedir. Gerekçesizlik: Tutuklama ve salıverme kararlarına yapılan eleştirilere karşın, “yargıç karar veriyor ve karşı çıkma üzerine de diğer bir yargıçlar kurulu da denetliyor”, “bağımsız yargının (!) kararlarına saygı duymalıyız” söylemleri gündeme gelmektedir. Biçimsel olarak bu değerlendirmeler doğrudur. Ancak, tutuklanarak özgürlüğü kısıtlanan şüpheli ya da zanlı, kararın gerekçesinden tutuklanma nedenlerini açık ve seçik anlamıyorsa "doğru ve güvenli yargılandığına” inanır mı? Tüm yargı kararlarının gerekçeli olması, evrensel çağdaş hukukun buyruğudur (Anayasa m. 141). Gerekçe yükümlülüğü, yargıçları keyfi işlem ve kararlardan koruyan bir denetim aracıdır. Bir tutuklama istemi ya da itirazını inceleyen yargıcın, doyurucu ve inandırıcı gerekçe için, olayı, kanıtları, sav ve savunmaları tümüyle inceleyip hukuk bilgisinin ışığında ulaşacağı vicdani kanaat, hatalı karar vermesini önleyecektir. Kuşkusuz; ön yargılı değilse. Ergenekon soruşturma ve kovuşturmasında tutuklulukla ilgili kararların, önemli bölümünün, gerekçesizlik nedeniyle sakat olmadığını söylemenin kolay olmadığını düşünüyorum. Bilgi ve bilgiyi kullanma eksikli i: Bu sorun, yargının ve yargı bağımsızlığının temel sorunu olarak tutuklama kararlarında da geçerlidir. Tutuklama konusu suç tanımını oluşturan maddi hukuk ve usul hukukunun bilgilerini özümsememiş yargıç; somut olay ve maddi gerçekle ilgili bilgiye ulaşmış olsa bile, hatalı ya da eksik değerlendirme yapması kaçınılmazdır. Günümüzdeki “yetersiz hukuk öğretimiyle alınan hukuk diploması” ve “çağdışı bir sınav ve yargıç eğitimi” yargıç kimliğini kazanmış yetkin yargıç gereksinimini karşılamaktan uzaktır. Psikolojik etki: Tutuklama ya da salıverme kararları, sonuçta bir akıl yürütme işlemidir. Akıl yürütmede, ne denli güçlü önerme ve kanıtlara dayanılırsa dayanılsın, işin işine psikoloji de karışır. Özellikle siyasallaştırılmış davalarda, birbiriyle çatışan düşünce açıklamaları hatta telkinler yargıcın duygusal alanını etkileyebilir. Özellikle uzun süre tutuklu kalmış kişilerin durumlarının değerlendirilmesinde “aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık” özdeyişinin anlattığı kararsızlık, karar vermede psikolojik ortama olanak sağlar. Yargıçlar da insandır; bu nedenle tutuklamayla ilgili kararlarda da psikolojik duygular az ya da çok etkisini gösterir. Bunu en az düzeye indirmenin yolu, yargıç kimliğini oluşturacak ve koruyacak “hukuk öğretimi", “yargıç eğitimi” başta olmak üzere “evrensel yargı güvenceleriyle donatılmış ve sorumlulukları ağırlaştırılmış tam bağımsız bir yargı düzeni” kurmaktır. Siyasal iktidar, özdeki sorunlar yerine, “yargı üzerinde nasıl daha yetkiler elde ederim” planlarını yaptığı sürece; çağ dışı bir yargı düzeni, hukukun üstünlüğü için gizil bir tehlike oluşturmayı sürdürecektir. (1) Taha Akyol, Milliyet, 17 Temmuz 2009 Ü niversiteye girişte farklı katsayı uygulamasının kaldırılmasıyla, şimdi imam hatip liselerinin üniversiteye girişteki statü bakımından genel liselerden farkı kalmadı. YÖK’ün ve elbette hükümetin bu yöndeki kararı, birçoklarınca büyük bir eşitlik yaratıcı tutum gibi gösterildi ve her zaman olduğu gibi birileri de tıpkı türban sorununda olduğu gibi, bu kararı AKP’nin en özgürlükçü bir parti oluşunun sözde yeni bir kanıtı olarak sundular. Eğitim ve bilim tarihimizin bazı yönleri, sözde eşitlikçi tutumun arkasındaki gerçeğin ne olduğu konusunda bizi aydınlatmaktadır. İslam dünyasında ortaçağda büyük bir gelişme gösteren bilimin, 12. yüzyıldan sonra sürekli olarak gerilemesinin en temel nedenlerinden biri, bilimlerin nakli ve akli bilimler olarak ikiye ayrılmasıdır. (1). Bilimlerin bu şekilde ikiye ayrılması, doğal olarak iki sınıf bilim arasında değer farklılaşmasına yol açmış ve nakli bilimler daha değerli bilimler olarak görülürken, akli bilimler ikinci sıraya düşmüştür. Bütün Osmanlı tarihi boyunca da bu gerçek değişmemiştir. Osmanlıların ana eğitim kurumu olan medreselerde temel eğitim konusunu nakli bilimler oluşturuyordu. Osmanlı modernleşme sürecine bağlı olarak 19. yüzyılın ikinci yarısında medreseler dışında modern eğitim kurumlarının açılmaya başlamasıyla birlikte ikili bir eğitim sistemi oluştu. Çünkü bu yeni tip orta eğitim kurumlarında akli bilimler esas, nakli bilimler ise ikinci derecede tutuluyordu. Ortaöğretimdeki bu ikili yapı, Cumhuriyet’in 4. ayında, 3 Mart 1924 tarihinde tevhidi tedrisat (eğitimin birleştirilmesi) yasasının çıkarılması ve buna bağlı olarak medreselerin kapatılmasıyla çözüldü. Bu yasanın gerekçesi niteliğindeki meclis önergesinde şöyle deniyordu: YASANIN GEREKÇES “Bir devletin irfan ve genel eğitim siyasetinde ulusun düşünce ve duygu bakımlarından birliğini sağlamak için öğretimi birleştirme (tevhidi tedrisat) en doğru, en bilimsel, çağdaş ve her yerde yarar ve iyilikleri görülmüş bir ilkedir. 1839 Gülhane Hattı Hümayunu’ndan sonra açılan Tanzimatı Hayriye, öğretimi birleştirmeye başlamak istemiş ise de bunda başarılı olunamamış, tam tersi, bu konuda bir ikilik oluşmuştur. Bu ikilik, eğitim ve öğretim birliği bakımından birçok zararlı sonuçlar doğurdu. Bir ulus bireyi ancak bir eğitim görebilir, iki türlü eğitim bir ülkede iki türlü insan yetiştirir. Bu ise, düşünce ve duygu birliği ve dayanışma amaçlarını tamamen bozmaktadır....” Cumhuriyet döneminde, din hizmetlerini yerine getirecek görevliler yetiştirmek amacıyla kurulan imam hatip liselerinde, tıpkı Osmanlı medreselerinde olduğu gibi nakli bilimler esas, akli bilimler ikincil derecedeydi. Fakat imam hatip liselerindeki eğitim programının bu niteliği, genel liselerin eğitim programlarının üniversiteye hazırlayıcı yapısı karşısında, imam hatip liselerini öğrenciler ve aileleri için cazip olmaktan çıkardı. Bu nedenle bir süre sonra, çeşitli siyasal gelişmelere bağlı olarak ve özellikle de 12 Eylül askeri darbesinden sonra, imam hatip liselerinin eğitim programındaki nakli bilimlerin değerinden ve ağırlığından bir şey kaybettirilmeden, akli bilimler programı geliştirildi. Matematik, fen ve sosyal bilimler ders programları güçlendirildi ve genel liselerin müfredatıyla eş düzeye getirildi. Sadece nakli bilimler eğitimiyle gelecekte etkili olabilecek kuşakları yetiştiremeyeceklerini “anlamış” olanlar, şimdi akli bilimler eğitimi düzeyi yükseltilmiş nakli bilimler eğitimli kuşaklar yetiştirmeye yönelmişlerdir. AKP hükümetinin hedefi, yeni bir tevhidi tedrisattır. Ama akli bilimleri esas alan eğitim temelinde değil, fakat 1924 öncesi medreselerinde olduğu gibi, nakli bilimleri esas alan bir eğitim temelinde. AKP hükümetinden bundan sonra beklenmesi gereken hamle, imam hatip liselerinin sayılarının ve kontenjanlarının arttırılması olacaktır. (1): Osman Bahad r, “Ayd n Say l ’ya göre slam dünyas nda bilimin gerilemesinin nedenleri”, Cumhuriyet Bilim Teknoloji, say 1127, 24 Ekim 2008, s. 14. (2): Cavit Binba o lu, Türk E itim Dü üncesinin Tarihi, An Yay nc l k, Ankara, 2005, s. 261.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle