Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
AYLAK BİLGİ Tahir M. Ceylan Yabancı dil öğretiminde eksiğimiz nerede? Yabancı dil öğretimi neredeyse Cumhuriyetin kurulmasından bu yana tartışılmaktadır. Son günlerde İTÜ gibi ülkemizin yüz akı bir kurumun yabancı dille eğitime geçme kararı ile yeniden üzerinde önemle durulması gerekiyor. Ahmet Kocaman, Ufuk Üniversitesi, Eğitim Fakültesi tahirmceylan@gmail.com Mardin’deki olay sanırım yıkıcı şiddetin ne anlama geldiğini bize bir kere daha anlattı. En yıkıcı dürtüler ülkemizde töre yoluyla dışa vuruyor. Feodal yapı içinde gençlerin kilitlenmiş ağızlarına, ellerine, kollarına karşılık, hepsinin içinde bir çıkış yolu bulmak için fırsat kollayan, televizyon ve internet aracılığıyla ha bire kamçılanan dürtüler, bir toptan çözücü olarak şiddete başvurup durduruluyor, dindiriliyor. G ünümüzde yabancı dilin önemini kimse yadsıyamaz, ancak yabancı dilin salt yabancı dilde öğretim yoluyla başarıya ulaşabileceğini öne sürmek konunun birçok boyutunu görmezlikten gelmektir. Şöyle ki, a) Yabancı dilde eğitim yapılan ülkelerin çoğunda yabancı dil aynı zamanda toplumsal iletişim dili konumundadır; bu nedenle bu yaklaşımın benimsenmesi hem yararlı hem de anlamlıdır, çünkü eğitim dili bir yönüyle toplumsal iletişime de katkıda bulunmaktadır. b) Yabancı dilde eğitim yanlıları bu tür eğitime çok erken başlama yanlısıdır; oysa, anadili ediniminin belli bir eşik düzeyini geçmediği durumlarda yabancı dile ağırlık vermek anadilini de geriletebilmekte. Birçok araştırmacı, ‘başarılı bir ikinci dil edinimi için sağlam bir anadili temelinin atılması’ gereğini özellikle vurguluyor. (bkz Demircan, 1989, s. 109) c) Birçok olumsuz yanları bir yana, yabancı dilde eğitimle yeterli başarı sağlandığı da ileri sürülemez. Ülkemizde yabancı dille eğitim yapılan, en seçkin öğrencilerin gittiği okulların öğrencilerinin nerdeyse yüzde 40’ı, üniversite hazırlık okulları sınavlarında başarısız olmakta ve hazırlık sınıflarında bir yıl daha yitirmekteler. d) Birçok yönden örnek aldığımız gelişmiş ülkelerde, çok sınırlı örnekler dışında, yabancı dilde eğitim yeğlenmiyor. Bu bakımdan, yabanc dilde e itim yerine nitelikli bir yabanc dil ö retiminin gereklerini düşünmeliyiz. e) Türkçenin bilim dili olmasının önemini de göz önüne almalıyız. NE YAPMALI 1) En ba ta dü ünülmesi gereken, yabanc dil ö retmenlerinin yeti tirilmesidir. Geçmiş dönemlerdeki Eğitim Enstitüsü modellerinde ortaokul ve lise öğretmenliği için değişik öğrenim süreleri söz konusu iken, daha sonra bu ayrım ortadan kaldırıldı ve öğretmenlik izlencelerine ‘çocuklara yabancı dil öğretimi’ gibi bir iki ders eklenerek ortaöğretimde başarı sağlanacağı düşünüldü. Uygulamadaki zorunluluklardan ileri gelen nedenlerle bu durum hoş görülebilir, ancak hiç değilse üniversite hazırlık okullarında fen ve toplumbilimleri, sanat vb bölüm öğrencilerine yabancı dil öğretecek elemanlar açısından daha dikkatli bir hazırlık gerekmez mi? 2) Üniversite öncesinde, ilk ve ortaöğretimde yabancı dil öğreniminin önemsenmesi açısından (okullar için eşit koşullar sağlandıktan sonra) üniversite giri s navlar nda (hiç değilse kimi bilim dalları için) yabanc dil puan aranmas da düşünülmeli. 3) Dil ö retiminde üç temel bile en söz konusu: dil, ö renim ve ö retim. Öğrenim ve öğretim için bilişsel, kültürel, toplumsal bileşenleri tartışırken öğrenilecek nesnenin, dilin niteliğini de iyice düşünmemiz gerekir. Dil, yapıanlam ve işlevden oluşan bir bütün olarak algılanmadığı ve öğretimde bunlara yeterli ağırlık verilmediği sürece başarıya ulaşma şansımız azdır. 4) Bu dil anlayışıyla birlikte üzerinde durulacak önemli konulardan birisi de ö retimin i levselli inin artt r lmas d r. Öğretimde işlevsellik anlamlı, yeterli dil girdisi sağlayıp dil kullanımını anlamlandırmakla başarılabilir. Açıkçası, dil öğrenmenin bir işe yaradığı, bir amaca hizmet ettiği öğrenciye somut olarak gösterilmeli; özellikle üniversitelerde içerik temelli dil öğretiminin başlıca amacı da budur. Dil sözlü ve yazılı olarak kullanılmadıkça, salt bir derslik konusu olarak düşünüldükçe başarı şansı yoktur. Özetle, ikinci dilde eğitim ancak yabancı dilin anadili düzeyinde geliştiği tam ikidillilik durumlarında geçerli olabilir; o nedenle yabancı dille eğitim yerine yabancı dil eğitimi ülkemiz koşullarında daha gerçekçi görünmekte. Konuyu daha işlevsel kılmak için kimi üniversitelerde uygulanan sınırlı sayıda temel dersin yabancı dilde öğretimi düşünülebilir, ancak bilginin daha iyi özümsenmesi, yaratıcılığın geriletilmemesi için Türkçenin önemi görmezden gelinemez. Kaynaklar : Demircan, Ö . ‘İkidillilik Açısından Yabancı Dille öğretim.(1989). Kilimci, A. (hazırlayan) (1998) Anadilinde Çocuk Olmak Yabancı Dilde Eğitim.(içinde), s:109116. Papirüs Yayınevi. Türk Dili Dergisi (1983) Dil Öğretimi Özel Sayısı, sayı 379380. TDK, Ankara. Yıkıcı Şiddet Mardin’de annesiz babas z büyüyecek yetmi çocuk için… CBT 1156/15 15 Mayıs 2009 1) E itim: Yapılacak olan ilk iş kentte yaşayanlara düzenli bir ulaşım sisteminin nasıl olması gerektiği anlatılarak, onların çözüm yollarını da bu yöntemlerle aramalarını öğretmektir. 2) Önderlik: Halkın yanında onların yanlış yöntemlere yönelmesini önlemek ve kendi ekibinin geliştirdiği uygulamaların iyi sonuç vereceğine kentlileri inandırmak konusunda önderlik yapmaktır. Önderlik gerektiğinde riskleri üstlenmektir. 3) birli i: Ulaşım; mühendislikten psikologluğa kadar çok sayıdaki değişik tekniğin geçerli olduğu, yine çok sayıda kurum ve kişinin katıldığı bir etkinliktir. Bu kurum ve kişilerin beraber çalışması sağlanmalıdır. 4) Personelin Geli tirilmesi: Kentlerin ulaşım sorunlarını inceleyerek çözüm yolları bulmak zorunda olan kurumlarda çalışanlar gerek nitelik gerekse nicelik yönünden geliştirilmeli ve bunlar en son teknolojilerle bilgilendirilmelidir. Kentlerimizdeki en önemli sorunlardan biri olan ulaşım sorunu ancak akılcı bir yaklaşımla çözülebilir. Bütün kararlar ciddi çalışmalara ve incelemelere dayatılmalı ve sonuçlar ekonomi, finansman ve güvenlilik gibi değişik amaçlar için irdelenmelidir. Bir kentte önemli olan erişilebilirliktir. Bunu mevcut yapı ve çevre bozulmadan sağlamak gerekir. Bu gerçek her kent için geçerlidir. Çok çocukluluk sonucunda, kardeşler tarafından annenin yeterli süre paylaşılamaması ve sonunda annenin, kucağına düşen başka bir bebek nedeniyle geride tümgüçlülük (omnipotens) imajı bırakarak öncekinden kopması gerçekleşiyor (Çünkü çocuk annenin zayıflıklarını anlamasına yetecek kadar uzun süre onunla bir arada kalamıyor.) Geride kalan çocuğun tümgüçlü zannettiği anneyle özdeşim yaparak kendi tümgüçlülüğünü aramasına, onu, başkalarına sınırsız bir şiddet uygulayarak annesine kanıtlamasına ve bu halde, geçmişte imrenerek koptuğu anneye yeniden kavuşma fantezisini “gerçekleştirmesine” neden oluyor. (Çünkü tümgüçlü bir anneye ancak tümgüçlü bir oğlan sahip olabilir.) Öte yandan annenin çok çocuklu olması, çocuklarına karşı onun doğal olarak sevecenliğini kaybetmesine de neden oluyor (anneler belli bir sayıdan sonra çocuklarına sevgiyle değil, ancak şiddetle hâkim olabiliyor), çocukların ondan duygusal olarak alabileceği doyum ileri yaşlara kadar erteleniyor; bu durum aynı zamanda sonraki yaşlarda annenin çocuklar üzerinde neden mutlak bir hâkimiyeti olduğunu da açıklıyor. Çocuklukta verilememiş sevgi, çocukların gençlik yıllarında anneden hâlâ dilenmeye devam ediliyor, annede doğal olarak çok kıt olan sevgiyi tümgüçlülüğünü ve mutlak bağlılığını gösterenlere dağıtıyor. Öte yandan benlik, anneyle olan çatışmalar nedeniyle alt düzeyde takılıp kaldığı için, gençler tarafından günlük yaşamda bazı başarısız savunma mekanizmaları kullanılıyor; bunlardan en dikkat çekeni bölme. Bu kişiler haklı olarak, iyiyi ve kötüyü aynı nesnenin içinde birleştiremiyor, iyi olanın aynı zamanda kötü olacağını, kötü olanın zaman zaman iyi de olabileceğini anlamıyor; insanları, bir iyiliklerini gördüklerinde tümden iyi, bir kötülüklerini gördüklerinde tümden kötü olarak sınıflandırıyor ve bu şekilde belirlenmiş “tümden kötü” olanları yıkıcı dürtülerini uyandırarak ortadan kaldırıyorlar. Buna karşılık bu kişiler, feodal döngülerin dışına, diyelim sanayileşmiş bir ülkeye/bölgeye taşındıkları zaman, yıkıcı dürtüleri yapıcı bir enerjiye döndürüp, hayran olunacak derecede yaratıcı bir konuma geçebiliyorlar. O yüzden ülkemizdeki sorunun çözümünde de, söz konusu yörelere ticareti sokmak, özellikle ev kadınlarını mikro kredilerle pazar ekonomisi içine dahil etmek çözüm yolunda en kapsamlı girişim olacaktır. Öte yandan kuşaklar boyu devam eden akraba evlilikleri ödipal çatışmaların çözüm alanını daraltıyor. Aşk, evlilik akrabalığın dışına çıkamıyor, çiftler akrabalığın gücüne dayanarak birbirlerine doyurucu bir eşlik yapmaya ihtiyaç duymuyor, çünkü evlilik töre zoruyla her koşulda sürüyor. Her yönüyle mutsuz, çaresiz insanların tek kurtuluş yolu bu bağların ister istemez gevşediği metropollere göçmek oluyor. Bu zor durumda sistemi işletmek ve ilelebet sürdürmek mecburen şiddete kalıyor, hiçbir elastikiyeti bulunmayan koşullarda, çocukların anne babanın istediği akraba çocuklarıyla evlendirilmesinden başlayıp da, milyonlarca aç insanın üzerine kurulmuş feodal bir ekonominin sürdürülmesine kadar giden topyekün sistemin yaşaması şiddete dayanmak zorunda kalıyor. Şiddetin zorunluluğu, şiddeti gerçekleştirme ve/veya ona karşı durabilme gücünü elde toplamaya itiyor aileleri. Bunun da en ekonomik yolu daha fazla çocuk sahibi olmaktır. Daha fazla çocukla da sistem daha fazla kilitleniyor ve daha fazla şiddet zorunlu oluyor. Alman sosyolog Sofsky, şiddetin toplumların organize olmalarında ana araç olduğunu ve şiddet korkusunun insanları istemedikleri halde belli kontratları onaylamak zorunda bıraktığını söyler(*). Bu sosyal doku dünyanın her yerinde kişilikteki paranoid ve narsistik özellikleri ön plana çıkartıyor. Ülkemizde silah ruhsatı için müracaat eden kişilerin mesela önemli bir grubu, bu iki kişilik özelliğine, yarıya yakını da sadece ilkokul eğitimine sahip(**) Yeryüzünde her yıl yedi yüz bin kişi cinayetten ölüyor ve canilerin önemli bir kısmı alkol madde kullanıyor. Madde kullanımı dürtüleri serbestleştirip riskli kararların alınmasını kolaylaştırıyor. Maddenin etkisindeki bir adamın, teorik olarak sonsuza dayanan sayıda cinayet işlemesinin önünde bir engel yoktur. Öte yandan bazı canlılarda türiçi kavga, kavgacılara özel bir yarar sağlar haldedir. Zorlu tabiat koşulları, bir grup canlıyı kavga ederek hayatta kalmaya zorlamaktadır. Örneğin kayalarda kısıtlı yuvalanma koşulları bulunan Sümsük Kuşları ötekilere göre daha kavgacı olup, onların elindeki yuvaları almakta ve bu yolla hayatta kalmayı sağlamaktadırlar (***). İtalya’da da örneğin güneyin zorlu koşullarındaki insanlar zengin kuzey üzerinde baskı kurabilmek için mafya tarzı örgütlenmelere gitmektedir. Feodal yapı her şeyi yasaklayıp sadece şiddeti serbest bırakınca, her canlı kendisini kanıtlamak ve hayatta kalmak için şiddeti kullanır olmaktadır. (*) W.Sofsky, Traktat über tie Gewalt. Frankfurt am. Main, Verlag Fischer, 1996 (**) E.Özalp, H.Soygür., Anadolu Psikiyatri Dergisi 2006,7 (Ek sayı1): 2834 (***) R.Şahin Hayvanlarda Sosyal Davranışlar, Dicle Üniv. Hatiboğlu Yay. Ankara 1986