Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SON ARAŞTIRMALAR Günümüzden 790 milyon yıl önce dünyanın her yanı kalın buz tabakalarıyla örtülüydü. Karalar ve denizler tamamen donmuştu. Dünyamız adeta bir kartopuna benziyordu ve bu durum 635 milyon yıl öncesine kadar devam etti. Avusturyalı bir jeolog şimdi bu olağanüstü değişimin sebebini buldu. Ancak bilim insanları bir konuda anlaşamıyorlar. Bir kısmı dünyamızın tamamen donduğunu, diğerleri ise ekvator bölgesinde buzsuz alanların bulunduğunu savunuyor. Innsbruck Üniversitesi jeologu Christoph Spötl ikinci teoriyi kabul ediyor. Ancak ne olursa olsun dünyamız bu tarihlerde süper buz devrini yaşıyordu ancak 635 milyon önce bu devir aniden sona ermiştir. Spötl şimdi Science dergisinde (Sayı 323, s.119) bu ani değişimin sebebini açıklıyor. Jeolog üç arkadaşıyla bu devre ait dağlardaki kireçtaşlarını ve dolomitleri inceleyerek, çeşitli oksijen izotopları arasında olağandışı bağlantılar keşfetmiş. Bu da karbondioksit miktarının bugünkünden çok daha fazla olduğunu açıklamakta diyor uzmanlar. Günümüzdeki karbondioksit seviyesi 386ppm (ppm= milyonda bir birim) olarak ölçülmüş, oysa o tarihlerdeki değerin 12.000 ppm hatta daha yüksek olduğu tahmin edilmekte. Spötl bu durumu şu şekilde açıklamaya çalışıyor. Dünyamız buzla kaplı olduğu için güneş ışınlarının önemli bir kısmı geri yansıyordu. Atmosferdeki karbondioksit volkanik kökenliydi ve art arda birikmişti. Bu devrede fotosentezin son derece düşük olduğu ve kalın buz tabakası nedeniyle de karbondioksitin iklim süreçleriyle kullanılmasının mümkün olmadığı bilinmekte. Spötl’ın ölçümleri, karbondioksitin halihazırdaki sistemi aniden altüst edecek kadar arttığını gösteriyor. KARTOPU DÜNYA NASIL ER D ? Ann Arbor, günümüzdeki üretim çiftliklerinin gelişimini inceleyerek, balık, midye ve diğer kabukluların kurallara uygun üretimi sayesinde, çevreye geleneksel balıkçılıktan daha fazla zarar vermeden doğadaki deniz ürünlerinin 2025 yılına dek artacağını hesapladı. Nitekim çiftlik üretimi, soyları tehdit altında bulunan türlerin talebini karşıladığı için denizlerdeki tür çeşitliliği zarar görmez diyor Arbor. Ayrıca çiftlik üretimi yalnızca doğal balık rezervlerini korumakla kalmıyor. Teknik, gelişmekte olan ülkelere ihracat imkânı sunduğu için de fayda sağlamakta. JohnHopkins Üniversitesi’nde KinWai Yau ile çalışan bilim insanları, kısa bir süre önce gözün ağtabakasında keşfedilen bir sensörün ışığa ne şekilde reaksiyon gösterdiğini açıkladı. Görmeden sorumlu olmayan ışık sensörleri yalnızca parlak ışığa tepki veriyor. Fakat bir kez etkinleştiklerinde, beyne aynı zamanda çok yavaş bir sinyal gidiyor. Bu şekilde gözümüzün yavaş ışık değişimlerini algılamasını sağlayarak, içi saatimizi ve uyuma ve uyanma ritmini ayarlıyor, diyor sinirbilimcileri Nature dergisinde (DOI: 10.1038/nature07682). Bilim insanları kısa bir süre önce gündüz ve geceleri görmemizi sağlayan konik ve çubuk biçimindeki hücrelerin dışında ağtabakada üçüncü bir sensör türü saptamışlardı. KinWai Yau ile çalışan ekip deneyler sırasında farelerin ağtabakasına ışık vererek, sinir hücrelerinde üretilen elektriksel sinyal GÖZÜMÜZDEK SAAT leri ölçmüşler. Bu şekilde melanopsin içeren hücrelerin, kozalak ve çubuk şeklindeki hücrelere kıyasla ışığa daha az duyarlı oldukları anlaşılmış. Bunun nedeni, ağtabakasında görmeden sorumlu moleküllere kıyasla 5000 misli daha az melanopsin molekülü bulunmasıdır. Deneyin ikinci adımında çok donuk bir ışık kullanılmış. Bu işlem sırasında etkinleşen tek bir melanopsin molekülünün bire kuvvetli bir sinyal verdiği görülmüş. Ayrıca sinyal doğrudan doğruya hücreden beyne iletilmiş. Bu sinyal çok yavaş işlediğinden, yavaş ışık değişimlerini algılamamızı sağlamakta diyor araştırmacılar. Bu süreç biyolojik saatimiz veya gözbebeği reaksiyonu için gayet mantıklı. Diğer bir deneyde, kozalak ve çubuk biçiminde hücreleri bulunmayan genetik farelerin gözlerine parlak ışık tutulduğunda, göz bebekleri görme yetisinin eksikliğine rağmen kısılmış. Bilim insanları bundan sonraki çalışmalarında, iç saatin bozulması halinde melanopsin sensörlerinin ne şekilde reaksiyon gösterdiklerini araştıracaklar. Yeni bir antikor tedavisi, SI virüsü taşıyan makak maymunlarının bağışıklık sistemini güçlendirerek, birkaç ay içinde AIDS benzeri hastalığın semptomlarıyla mücadele edecek hale getirdi. SIV, insanlardaki HIV enfeksiyonu AIDS BENZER HASTALIK ANT KORLARLA TEDAV ED LD için bir model oluşturduğu için incelenmekte ve HIV hastaları üzerindeki klinik deneylerin önümüzdeki yıl başlaması bekleniyor. Antikor PD1 “programmed death” /”programlanmış ölüm” olarak isimlendirilen ve uzun süre devam eden HIV ve Hepatit C enfeksiyonlarına bağışıklık yanıtını engelleyen birkaç proteinden biri olan PD1 (“programmed death1” /”programlanmış ölüm1”) proteinini etkisiz kılmakta. Bilim insanları PD1’i kısa bir süre önce yeni bir terapi için keşfetmiş ve PD1 sinyallerinin devre dışı bırakılmasıyla, virüslü hücrelere saldıran Thücrelerinin yeniden uyarılabileceğini düşünüyorlardı. Ancak umut verici sonuçlara rağmen deneyler sadece fareler ve kültür hücrelerinde denenmişti ve ikisi de insanlara aktarılabilecek kesin sonuçlar vermemekte. Nature dergisindeki yazıda PD1 proteininin, kandaki SIV seviyesini düşürdüğü söylenmekte. SIV taşıyan ancak tedavi görmeyen maymunlarda, beş ay sonra AIDS’e benzer septomlar ortaya çıkarken diğerlerinde tedavi görenlerde bu septomlar yok olmuş. New Jersey’deki Medarax firması tarafından üretilen PD1 antikoru şu sıralar kanser ve Hepatit C hastalarında deneniyor. Nilgün Özbaşaran Dede Evrimsel Biyoloji B RB R M ZE N Ç N BU KADAR ÇOK BENZ YORUZ? Bilim insanlarına göre insan kalıtımındaki çeşitliliğin az olması, benzer alışkanlıklara sahip eş seçimiyle ilgili. Kültürel ve dilsel bariyerlerin, insanların genetik açıdan birbirlerine çok benzemelerine yol açtığı düşünülmekte. İlginç sonuç bilgisayar simülasyonlarıyla, kültürel farklılıkların genetik karışım üzerindeki etkisini test eden Luke Premo ve JeanJaques Hublin’e (Leipzig MaxPlanck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü) ait. İnsanlar geçmişte özellikle kendileriyle çok benzer kültürel alışkanlıklara ve iletişim biçimlerine sahip eşler seçerek, kendi kültürel grupları içinde üremiş ve yeni gen varyantlarının geniş alanlara yayılmasını önlemişlerdi. Dış görünüşleri ve kökenleri ne olursa olsun iki insan arasındaki benzerlik genetik açıdan, iki goril veya iki şempanze arasındaki benzerlikten daha büyüktür. 1970’li yıllarında elde edilen bu sonucun nedeni bilinmiyordu. Bu durum günümüzde genelde felaket teorisiyle açıklanmaya çalışılır. Buna göre günümüzden yaklaşık olarak 100.000 yıl önce meydana gelen bir doğal afet ya da iklim değişimi yüzünden insan nüfusu 10.000’e kadar düşmüş, daha sonraları yavaş yavaş artmaya başlamıştı. Fakat bu teori, Homo sapiens’in bir akrabası olan Neandertallerde de genetik çeşitliliğin niçin bu kadar fakir olduğunu açıklamıyor. Hatta Premo ve Hublin, Homo sapiens ve Neandertal’in ortak atasındaki genetik çeşitliliğin daha bile fakir olduğunu söylüyorlar. İki paleontolog insanlardaki fakir genetik çeşitliliğinin farklı kültürlere uzandığına inanıyorlar. Araştırmacıların bu düşüncesi bilgisayar simülasyonlarıyla da desteklenmekte. İnsansı maymunda olduğu gibi kültürel alışkanlıklar eş seçimi için koşul olmadığı müddetçe daha hararetli bir gen alışverişi yaşanmakta. Fakat eşler aynı kültürden seçildiğinde gen alışverişi de kısıtlanmakta ve genetik çeşitlilik uzun süre aynı kalıyor. Arkeolojik kalıntılar yetersiz olsa da uzmanlar, öncü ve ilk insanların 500.000 yıl kadar önce gruplar halinde yaşayarak farklı kültürler geliştirdiklerine inanıyor. Ülkemizde de yıldan yıla daha fazla alanda kurulan balık çiftliklerinin olumsuz tarafları var elbet. Kurallara uygun yapılmayan üretim suları kirletebiliyor. Balıkların dar alanda bir arada yaşamaları hastalıkların daha kolay yayılmasına neden olmakta. Diğer bir tehlike de balıkların çiftliklerden kaçarak doğal balık rezervlerine karışmalarıdır. Fakat Michigan Üniversitesi deniz ekologu 2025’TE DÜNYA DAHA FAZLA BALIK Y YECEK CBT 1140/ 4 23 Ocak 2009