Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
38. madde uyarınca görevlendirilmek ne demek? “Kamu kuruluşları ve vakıflarda görevlendirme” başlıklı kanun maddesi; öğretim elemanlarının kamu kurumları ile kamuya yararlı dernekler ve iştiraklerinde görevlendirilebileceğini ifade eder. Bu kurumların hangileri olabileceği de ismen belirtilmekle birlikte, sınırlayıcı olmaması için “diğer kamu kuruluşları” ifadesine de yer verildi. Ama bu maddede “meslek odaları” ile ilgili hiçbir ifade veya meslek odalarını da kapsadığı anlamına gelecek bir sözcük yok. A. Hamit Serbest, Çukurova Üniversitesi, Adana ( serbest@cu.edu.tr ) Ulus Devlet ve Tarih Eğitimi Tarihçi A. Kadir Paksoy’un, tarihi küreselleşme ideolojisi doğrultusunda yönlendirme uygulamalarının Türkiye sürecini; tarih ders kitapları, eğitimiktidar ilişkisi, bilimsellik üzerinden çözümleyen “Ulus Devlet ve Tarih Eğitimi” adlı kitabı yayımlandı. Günay Güner C M eslek odaları, anayasanın “Kamu Kurumu Niteliğindeki Meslek Kuruluşları” başlığını taşıyan 135. maddesinde tanımlanır. Belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla, meslek kuruluşları ile üst kuruluşlarının kanunla kurulduğunu ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre gizli oyla seçilen kamu tüzelkişilikleri olduğu yazılıdır. Yine anayasaya göre, kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüslerinde asli ve sürekli görevlerde çalışanlar için, meslek odalarına üyelik gönüllülük esasına bağlıdır. Odalara üye olma mecburiyeti sadece serbest meslek icra edecekler için söz konusudur. Üyeliğin kurum ve kuruluşlarda çalışanlar için gönüllülük esasına bağlanmış olması ve oda yönetimlerinin seçimle belirlenmesi hususları aslında meslek odalarının bir sivil toplum kuruluşu gibi faaliyet gösterdiğinin açık göstergesidir. Yükseköğretim Kurulu’nca yapılan açıklamada; öğretim elemanlarının kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarında görev almaları önünde herhangi bir engel bulunmadığı, ancak bu tür “görev almanın” 2547 sayılı Kanun’un 38. maddesine uygun yapılması gerektiği bildirildi. Dolayısıyla, meslek odalarında seçim ile belirlenen yönetim, denetim vb. kurullardaki üyelikler kamu görevi gibi yorumlanıyor, demektir ki, bu da öğretim elemanları için ilginç sonuçlar doğurur. Çünkü kanun, “ilgili kurumlar ile öğretim elemanının isteği, Üniversite Yönetim Kurulu’nun uygun görmesi ve rektörün onayı ile ihtiyaç duyulan konularda” görevlendirme yapılabileceğini söyler. Bu süreç Bölüm Kurul kararı ile başlar, Fakülte Yönetim Kurulu ve Üniversite Yönetim Kurulu kararı ile devam eder. Dahası, bu adımlardan geçebilmesi için önce Bölüm Başkanının ve Dekanın kişinin talebini uygun görmesi gerekir. Burada, özellikle tıp fakülteleri mensuplarını ilgilendiren, bir de akçeli husus var. 2547 sayılı kanunun 38. maddesi üniversitelerdeki birikimin kamunun yararına sunulması amacını taşıdığı için geçici olarak böyle görevleri yürütecek öğretim elemanlarına ikinci bir maaş ödenmesine de yeşil ışık yaktı. Bunun karşılığında da bu şekilde görevlendirilen kişilerin döner sermayeden yararlanamayacakları hükmünü getirdi. Meslek odalarının yönetim, denetim kurullarında görev yapan kişilere maaş ödenmesi söz konusu değil. İzin verilse bile döner sermayeden yararlanamayacaklar. Son olarak, uluslararası meslek kuruluşlarında benzer görevleri yapan öğretim üyelerimiz için böyle bir görevlendirme süreci talep edilmiyor. 12 Eylül Anayasası’nın bir ürünü olan 2547 sayılı yasayı yapan ve uzun yıllar uygulayan yöneticiler döneminde dahi meslek odalarında öğretim elemanlarının seçimle belirlenen görevleri yapmasında herhangi bir izne gerek duyulmamıştı. umhuriyet’in 10. yılında yayımlanan “10. Y l Kitab ”nda; Osmanlı’nın tarih anlayışını oluşturan unsurlar anlatılarak, bu kapsam içinde Türklerin tarih içinde yok sayılan büyük birikiminin ve yarattığı değerlerin, evrensel ekin içindeki yerinin insancı yaklaşımla ortaya konulması amaç olarak belirlenir. Türk Tarihini Tetkik Cemiyeti’nin (TTTC) lise I tarih kitabında Evrim Teorisi şöyle anlatılır: “Filhakika umumiyetle iddia olunur ki, insanın ve büyük maymunların müşterek bir cetleri vardır. Bu cet dahi, daha basit şekilleri haiz bir nesilden, ilk memeli hayvan cinslerinin birinden ayrılıyor. Bu memeli hayvan da bir nevi yerde sürünen hayvanlardan ve nihayet bu da balıklardan geliyor. Bunların hepsi de ilk hayat şekli olan iptidai hücreye dayanıyor…” (TTTC, 1931, lise I’den akt.s.5859) TTTC’nin aynı kitabında din konusunun yer alışıysa; vahiy, esin düşüncesinin Muhammed’ten evvel de Araplarca bilindiği, Araplarda şairlerin esin aldıklarına inanıldığı, bunların ise güya cinler olarak algılandığı açıklaması biçimindedir. (s.60) Oysa “yeni” lise tarih ders kitaplarında tarihsel bilgi vermek yerine, dinsel konular “birer bilimsel gerçekmiş gibi” anlatılmakta: “Cebrail, ilk emri getirmesinden sonra üç yıl görünmedi. Bu durum Hz. Muhammed’de büyük bir üzüntü yarattı. Nihayet yine bir gün Hz. Muhammed, Nur Dağındaki Hira mağarasında ibadetle meşgulken Cebrail yeniden göründü ve kendisine: ‘Ey sarınıp bürünen Peygamber! Kalk, insanları uyar. Rabbini yücelt!... Ayetini getirdi…’” (Kemal Kara, İslam Tarihi, 1996’dan akt. Paksoy, s.61) “Eski” tarih kitaplarında Türklerin, Arapların 300 yıl süren kıyımları, kanlı saldırıları sonucunda Müslüman oldukları kanıtlarıyla anlatılır. Bugünün ders kitabında Türkİslam Sentezci bakışla anlatım şu gerçek dışı biçime dönüşmüştür: “…Kendi karakterlerine uygun olması sebebiyle Müslümanlık Türkler arasında hızla yayılmıştır. Bunda herhangi bir zorlama söz konusu değildir…’” (Tahir Erdoğan Şahin, Tarih I, 1993’ten akt. Paksoy s.64) Aslında, Paksoy’un da belirttiği gibi, ders kitaplarındaki devrim karşıtı süreç 1939 yılında, Atatürk’ü yitirişimizin ardından emsettin Günaltay’ın müdahalesiyle başlar. Ancak tarih kitaplarında sürdürülen dayatma ve yönlendirme uygulamaları 1990’larla, özellikle de 2000’li yıllarla birlikte daha da boyutlanıp, tekilleşir. Kararlı bir durum alır. 2000 yılındaki kitapta (Tarih I MEB) İslam dogmatizminden, tasavvufun hoşgörülü yorumundan, bunun Türkmenler üzerindeki etkisinden söz edilebilirken; 2005’te Tarih I ders kitabındaki anlatım; tarikatları birleştirici, İslamın yayılmasını kolaylaştıran önemli ve değerli kurumlar olarak gösteren bir biçime dönüşür. (s.166) Yine TC İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük ders kitabının 2000 yılı (A. Mumcu M. K. Su) baskısı uygun bulunmamış olacak ki, 2006 yılında başka yazarlarınki kabul edilerek, 2000’deki kitapta yer alan anlatımlardaki; Şeyh Sait’in tarikat lideri, Derviş Mehmet’in Nakşibendi tarikatına mensup olduğu; I. Meşrutiyet’in sona erişinde II. Abdülhamit’in rolü, 31 Mart Olayı’ndaki desteği, kendisine karşı kullanılır korkusuyla, donanmayı Haliç’e hapsedip, çürüttüğü gerçeği konularındaki ayrıntılar ve bilgiler çıkarılır. İngiliz dostluğu Damat Ferit’in üzerine yıkılarak, Vahdettin aklanmaya çalışılır. Vahdettin’in İngiliz işgal orduları komutanı Harrington’a yazdığı; yaşamının tehlikede olduğunu bildirdiği, iltica ve başka yere naklini istediği mektubu yok sayılır. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkından hemen önce Vahdettin’le görüşmesi eksik anlatılarak, Vahdettin’i Mustafa Kemal’le birlikte davranır gösterme taktiğine ders kitabında da başvurulur. Oysa Mustafa Kemal Paşa’nın anılarında söz ettiği bu görüşmenin devamı gerçeği ortaya çıkarmaktadır. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yay, C.3, s.99’dan akt. Paksoy, s.174) Paksoy, AB ve diğer fonlarla beslenen bazı STK’lerin yazdırdığı tarih kitaplarının çözümlemelerini yaparak, gerçek amacı kanıtlıyor. Tarih Vakfı tarafından hazırlanarak yayımlanan bir grup yazar tarafından kaleme alınan “20. Yüzy l Dünya ve Türkiye Tarihi” ve Etienne Copeaux’nun “Türk Tarih Tezinden Türk slam Sentezine” adlı kitaplar Paksoy tarafından özenli iki incelemeye konu edilerek eleştiriliyor. Anılan ilk kitap “insanların tarihlerini bilmeme hakkını” savlıyor. Ve ne hikmetse, bu nasıl bilimsellikse varılan sonuçlar da hemen benzerleri gibi: Türkiye Cumhuriyeti ırkçıdır, totaliterdir, baskıcıdır, demokratik değildir. Hatta Copeaux, Kemalizmi İslamcılıkla uyumlu göstermeye çalışarak, 1980 süreci de dahil olmak üzere, 1950 sonrası uygulamaları da, Türkİslam sentezi müdahalelerini de Kemalizmle ilişkilendirmeyi, Kemalizmin süreği olarak algılatmayı dener. Tek parça olarak algılatma çabası yeni değil, sürekli başvurulan, belli ki elverişli olduğu düşünülen bir yöntem. Böyle bir denemenin başarı şansının olmadığı açık, çünkü nesnel değil. Ama ne gam! Amaç zaten gerçeklere varmak değil. A. Kadir Paksoy bu gerçeği büyük emeğiyle tek tek kanıtlıyor. (“Ulus Devlet ve Tarih Eğitimi”, A. Kadir Paksoy, Öğretmen Dünyası Yay. 2008) CBT 1140/15 23 Ocak 2009 bu endişe ertesi gün – annesini ziyaret ettiğini tamamen unuttuğunda – kayboluyor. (5) H.M.’yi anlamaya yönelik en kapsamlı kaynak Philip Hilts’in Memory’s Ghost adlı kitabı. Ameliyatının az sözü edilen sonuçları arasında acı eşiğinin çok yüksek olması, acıkıp susadığının farkına varmaması da var. Belleği açısından kendi durumunu “her an yeniden uyanmaya” benzetip, birbiriyle bağlantısı, devamlılığı olmayan “an”lar dizisine anlam verme çabasından söz ediyor. (4) Suzanne Corkin, H.M.’e teşekkür ederek başladığı 2002 tarihli makalesini şöyle bitirmiş: Kendisi ve mahkemenin atadığı vasisi beyninin bağışlanması için organ bağışı belgesini imzaladılar. Böylece yaşamı boyunca bilime yaptığı katkının son aşamasında beyni nin [...] ve beyin hasarının tasviri de yer alacak. Diğer insanlara yardım etme isteği yerine getirilmiş olacak. Ne acıdır ki, kendi ününden ve katıldığı araştırmaların uluslararası bilim ve tıp camiaları üstündeki büyük etkisinden habersiz olacak.” H.M.’i 1953 yılından beri tanıyan Milner ve Corkin, bir dostlarını kaybettiklerinden söz ettiler. Onun belleğini tanıyan, okuyan, anlatan ama onu sadece H.M. olarak bilen araştırmacılarda da benzer bir üzüntü vardı. Haberi benimle paylaşan iki meslektaşımın mesajlarının sonu neredeyse aynı gibiydi, “Sanki tanıdığım biri ölmüş gibi duygulandım” diyordu birisi, diğeri ise “tuhaf bir şekilde çok üzüldüm... Öğrenciliğimden tanıdığım bir arkadaşım sanki”. Adı, Henry Gustav Molaison’du. Kaynaklar: 1. Scoville, W. B. (1968). Amnesia after bilateral mesial temporallobe excision: Introduction to case H.M. Neuropsychologia, 6, 211213. 2. Scoville, W. B., & Milner, B. (1957). Loss of recent memory after bilateral hippocampal lesions. Journal of Neurology, Neurosurgery, and Psychiatry, 20, 1121. 3. Corkin, S. (2002). What’s new with the amnesic patient H.M.? Nature Reviews Neuroscience, 3, 153160. 4. Carey, B. (4 Aralık 2008). H.M., an unforgettable amnesiac, dies at 82. NY Times 5. Milner, B., Corkin, S., & Teuber, H. L. (1968). Further analysis of the hippocampal amnesic syndrome: 14year followup study of H.M.. Neuropsychologia, 6, 215234. 6.Hilts, P. (1995). Memory’s Ghost: The nature of memory and the strange tale of Mr. M. New York: Simon & Schuster.