Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kültür Kimlik ve dil üzerine Ksenefon Anadolu’da dolaştığı zaman Türklerden söz etmiyordu. Fakat Marco Polo, On Üçüncü yüzyılda Türkmenlerin, Rumların, Ermenilerin, Gürcülerin, Arapların, Kürtlerin, Lazların yaşadığı ülkeye ‘Turcomania’ diyordu. Kimlik meraklıları bunu alt başlık ya da üst başlık olarak yorumlayabilir. Haçlılar Yakındoğu’da Müslümanlar kadar Türklerle savaştıklarının bilincinde idiler. Shakespeare’in İngiltere’si için Osmanlı Devleti değil Türkler daha önemli olmalıdır. Othello’nun Halep Çarşısı’nda öldürdüğü Müslüman değil bir Türk’tü. Doğan Kuban Hacı Murat’ı Tolstoy’dan öğrendim. Karamozof Türkleri kötülüyor diye, Dostoyevski’ye dinci yobaz diye baktığım oluyor. İtalyan kökenli denizci Kaptan Paşa olunca Türk oluyor. Hürrem Sultan Kanuni’nin sevgili karısı. Hangi kimliği savunayım, ve neyi savunacağım? Bu eğitimin, öğretimin bana kazandırdığı kimlikler silinmez. Kaldı ki yaşamım boyunca edindiğim başka kimlikler var. Avrupalıların çoğundan fazla Avrupa dili öğrendim. Felsefi ve sanatsal duyarlığımla Avrupalıyım. Avrupalı gibi yaşayıp, Avrupalı gibi düşünüyorum. Belki biraz İstanbullu Türk gibi davranıyorum. Bir Taoist gibi dünyaya bakıyorum. Ama bir Çinli gibi yaşayamam. Üst kimlik ancak tarihten gelen kimlik olabilir. Türkiye Cumhuriyeti’ne ad veren Atatürk değildir. Türk tarihidir. Anadolu’yu ortaçağdan bu yana Türkiye diye bilen ve orada oturan insanlar Türklerdir. Güney Amerika’ya Türk pasaportu ile giden Lübnanlı Hıristiyan Araplar orada ‘El Turco’ olarak kaldılar. Lemnos’lu Rum New York’a gittiği zaman Amerikalılar onu Türk diye çağırdıkları için, onlarla kavga ediyordu. İnsanların kimliklerini kendileri saptar. Müslüman, Hıristiyan, Budist, Yahudi, Fransız, Türk, Rus, Çinli, dünya vatandaşı olabilir. Fransız milli takımının yarıdan çoğu Afrika kökenli. Onlar Paris’te kara insan kavgası yapıyor olabilirler. Fakat dünya onlara Fransız diyor. Kimlik kavgası yapay olarak yaratılsa da bir bilince oturur. Müslüman kimliği kavgası, bir Türkiyeli Ermeni olarak Ermenilik kavgası, İstanbullu bir Rum olarak Bizanslılık kavgası, Mardinli bir Arap olarak Araplık kavgası yapanlar olabilir. Büyükbabam Kafkasya’dan geldiği için Çerkezlik kavgası yapabilirim. Ama ben tarihin Türk dediği bir toplumun temsilcisiyim. O dille kendimi anlatıyorum. O dille yetiştim. Ibıh’ça konuşamayan Düzceli birisi kendisini Ibıh sayabilir. Ama sosyal ve tarihi olarak bir Türk’tür. Bu tarihi kimlikle diğer kimlikler çatışabilir. Dinsiz biri için Müslüman kimlik kavgası hiçbir şey ifade etmez. Cahil bir adam için Avrupalılık kavgası da hiç birşey ifade etmez. Kuşkusuz iki cami arasında binamaz kalanlar da her zaman olacaktır. Bunlar ‘split personality’ sendromu yaşarlar. Süleymaniye’de ahşap konak yaptırır, Etiler’de Dubai gökdelenleri isterler. En son marka otomobillerde gezerler, fakat bağdaş kurarak, elleriyle yemek yerler. Bu kimlik kargaşalığının ucu bucağı yoktur. TEK K ML KL K MSE YOK Doğrusu istenirse bugün tek kimlikli kimse yoktur. Beyoğlu’nda başı açık arkadaşlarıyla gezen türbanlı genç kız, başını sıkan bez dışında, davranışlarıyla yanındakilerden farklı değildir. Çağdaş dünyanın insanları kahramanlarını kendi çevre ve tarihlerinden seçmezler. Kimisi için Clark Gable ya da Brad Pitt, kimisi için Marylin Monroe ya da Maria Callas, belki de Einstein, belki Hitler, belki Troçki, belki Che Guevara, Gandi, belki Humeyni örnek alınacak kahramanlardır. Düşüncelerini ve yaşamlarını da o örneklere göre düzenleyebilirler. Birçok insanın özendiği kimlik, belki söylemeye bile cesaret edemediği bir kimliktir. Hiçbir şeye inanmayan insanların dindar görünmeleri gibi, insanlar gerçek kimliklerini maskeler altında saklarlar. İnsanlar korkaktır. İnsanlar kolayca yalan söyler. İnsanlar baskı altındadır. Bu toplumsal baskılar ve kişisel zayıflıklar, entelektüel yetersizlikler, saklı tutkular herkese gerçek kimliğini değişik maskeler arkasında saklatabilir. Fakat bu Bulgar’ın, ya da Avusturyalının bize ya da bana Türk demesini değiştirmez. Uluslararası yaşamda önemli olan da odur. Tarihin saptadığı kimlik konuşulan dille bilinir. Tek geçerli kimlik en iyi anlattığın, en iyi anladığın dilin işaretlediği kimliktir. Geçenlerde Güney İspanya’da Endülüs’de (Andalusia) Cordoba, Granada, Sevilla’da İslam çağından kalan mirası gezerken İspanyolların dil konusunda ne kadar duyarlı ve ulusalcı olduklarına tanık olduk ve şaşırdık. Dünyanın belki de en çok ziyaret edilen anıtlarından biri Alhambra (Elhamra) Sarayı’nda bilet ofisinden geziyi bitirene kadar İspanyolcadan başka bir dille yazılmış tek bir levha yoktu. İngilizce doğru dürüst konuşan görevli de yoktu. Bu şoven bir tutum sayılabilir. Granada’da, Cordoba’da İspanyolcadan başka ad taşıyan kurum ya da dükkân Migros, Starbucks ve bir iki yabancı bankadan ibaret. Fakat İstanbul’da gezerken Beyoğlu’nda, Nişantaşı’nda, Beşiktaş’ta Türkçeden çok başka dillerden levha var. Burada kendi diline karşı açık bir duyarsızlık saklı, belki de çarpıtılan bir kimlik. Her işittiğimde içimi acıtan ‘bye bye’ gibi. Bu Türkçeye, Türkiye’ye Allahaısmarladık demeye benziyor. Geçenlerde birisi buna ‘gönüllü sömürge tavrı’ diyordu. Dilimizi bu denli dışlamak, başka sömürge sendromlarının göstergesi olabilir. K imlik tartışmaları yapılırken Ortaçağdan bu yana Dünyanın Türklere ne ad verdiği unutuluyor. Çinli, Hintli, İranlı, Arap, Bizanslı ve Rus Türklerden haberdarlar. Osmanlılar ise, Yeniçerilere Türkçe öğretti ama ‘Kaba Türk’den pek hoşlanmadılar. Yine de dünya bizi hep Türk olarak bildi. Babam Çerkez’di. Ama İstanbul’da doğmuş bir Türk subayı idi. Beni bir Türk olarak yetiştirdi. Kendimi hep İstanbullu bir Türk olarak hissettim. Fakat bu başka sempatilerim olmasına engel olmadı. Çerkezleri de benimsedim. Annemin babasının kenti Erzurum’u da benimsedim. Anneannemin adası Midilli’yi de benimsedim. Bu bir kimlikler örgüsüydü. Cerrahpaşa’da Anneannemin evinde yaşarken İstanbullu idim. Çocukluğumda Elazığ’da, Eğridir’de, Denizli’de, Ankara’da yaşarken Anadolulu idim. Üniversitede öğrenci ve Hoca olarak İstanbulluyum. Ama tesadüfen Paris’te doğduğum için kendimi Paris’li hissetmedim. Yabancı ülkelerde yıllarca yaşasam da oralı olmadım. Bizim dönemimizde hocalar bize bir Türk evrenselli i duygusu aşıladılar. Türk tarihi Orta Asya’da, İran’da, Anadolu’da, Balkanlar’da benim tarihimdi. Cumhuriyetin yeni kurulduğu dönemde Türk ulusu yeniden tanımlanmak zorundaydı. Bugün bu ‘milliyetçiliği’ fazla bulanlar var. Bizim kuşaklar milliyetçi olarak yetişti. Ama beynimi yıkamadılar. Büyük babalarımız, ailemiz dini bütün Müslümanlardı. Biz aynı zamanda çağdaş Avrupalı idik. KARMA IK B R TAR HSEL K ML K Karmaşık, hatta garip bir tarihi kimliğim olduğunu biliyorum. Orta öğretimde okuduğum yıllarda Attila ile Avrupa’ya, Alparslan’la Anadolu’ya girdim. Kubilay’la Pekin’de yaşayabildim. Babür’le Hindistan’a indim. Do an Bey’le Niğbolu’yu savundum. Plevne’de Ruslarla savaştım. eyh amil’le birlikte olduğum zamanlar oldu. Çanakkale ve Dumlupınar’ı yaşar gibi hayal edebilirim. Türkiye’nin ilk deniz kabukları merkezi Dragosta açıldı Dünya ve özellikle Türkiye denizlerinden çok farklı türdeki deniz kabuklarından örneklerin yer aldığı Can Geyran Deniz Kabuklar Merkezi'nde, bilimsel bir bakış açısıyla sergilenen 300'e yakın kabuk yer alıyor. 400 metrekarelik bir alanda sergilenen kabuklar bir yandan türlerine göre çeşitli başlıklar altında sunulurken, diğer yandan da deniz kabuklarının günlük yaşamdaki yeri; müzik, mimarlık gibi alanlarla etkileşimi; deniz kabukları bilim ilişkisi inceleniyor. Merkezde sabit serginin yanında "deniz kabukları ve flateli", "deniz kabukları ve para" gibi farklı başlıklardan oluşan sergiler de yer alacak. "Can Geyran Deniz Kabukları Merkezi"ni ziyaret edenler, kabukların sergilendiği alanların yanındaki küçük ekranlar aracılığıyla bu kabuklarının deniz altındaki yaşamlarını da izleme şansına sahip olacak. Merkezde ayrıca meraklılar için, kabuk koleksiyonculu CBT 1140/2 23 Ocak 2009 ğu ile ilgili yurtdışından getirilmiş filmlerin izlenebileceği bir film izleme odası da bulunuyor. Deniz kabuğu alanında 500'ün üzerinde yerli ve yabancı yayını da kitaplığında bulunduran "Can Geyran Deniz Kabukları Merkezi", deniz ve sualtı yaşamının tanınması, korunması ve deniz kültürünün geliştirilmesine katkıda bulunmayı amaçlıyor. Aslında kimyager olan ve 35 yıldır dünyanın her yerinden topladığıderlediği deniz kabuklardan bu merkezi kuran Kemal Geyran Merkezi, 2007 yılının Ekim ayında, VirginiaTech Üniversitesi Ekonomi Bölümü üçüncü sınıfında okurken, arkadaşlarıyla paintball oynadığı sırada, geçirdiği bir kalp krizi sonucu zamansız bir şekilde yaşama veda eden doğa ve spor tutkunu oğlu Can Geyran'a adadı. Can Geyran Deniz Kabukları Merkezi Salı, Çarşamba ve Pazar günleri saat 11.0017.00 arasında açık olacak. www.cangshells.com email: info@cangshells.com / cangshells@gmailcom Tayfun Akgül