24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

E D İ T Ö R E M E K T U P T A R T I Ş M A Yabancı dil takıntısı Asıl yapılması gereken, yabancı dilden çok, iyi bir Türkçe ve pedagoji sınavıdır. Mehmct Zaman Saçlıoglu* sıl yapılması gereken, yabancı dilden çok, iyı bir Türkçe ve pedagojı sınavıdır. Dil'in, bir ülkenin sömürülmesinde önemlı bir araç olduğunu biliyoruz. Sömürge ülkelerde, sömüren ülkenin dili, bir süre. sonra ulusal dilın yerıne geçer. Afrıka ülkeleri, Güney Amerika ülkeleri, Hindistan, yaşayan örneklerdir. Dil bağımsızlıgı olmadan bir ulusun gerçek anlamda bağımsız olamayacağıda bjliniyor. Ama artık "küreselleşme" anlayışının epeyce yayıldıgı dünyamızda; bağımstzlığın, bir ülkenin kalkınması için geç'efli bir politıka olmadığı da oldukça taraftar bulan bir görüş. Bu içinden çıkılmaşı güç konuya çözüm bulma çabasında değılım; ama boylesıne bir girişle, sözü üniversitelerimizdeki dil 'takıntısı'na getirmek ıstıyorum. Geri kalmış ülkelerin üniversiteleri, genellikle, ılerlemiş ülkelerin üniversitelerini taklit ederler. lleri ülkelerde yapılan araştırmaları ızlemek, zaman zaman onlara katılmak, nra sıra da olsa onların önüne geçmek, akademısyenlerın temel uğraşı ve yörevıdir. Bu da iyi bir yabancı dilbilgisiyle kolaylaşır. Yani, yabancı dil, üniversite öğretim üyesının çalışmasını, gelişmosini kolaylaştıran bir araçtır. Peki, her bilim dalı aynı derecede yabancı dılbilgisi gerektirir mi? öyel ya. Bir siyasal bilimcinin, ya da ekonomistin, araştırma yapmak ıçin gereksinimi olan yabancı dil düzeyi ile, bir tıpçının, bir piyanistin, bir hukukçunun, bir heykelcinin ya da bir Türk Dili ve Edebiyatı bölümü öğretim elemanının yabancı dil gereksinimi eş düzeyde mıdir? Yasaya göre, yazık ki, evet! Öğrencisine piyano çalmayı öğreten bir konservatuvar hocası da, önüne yığdığı kilolarca çamurla heykel yapmayı öğreten bir heykel hocası da, Süleymaniye Kütüphanesi'nde Osmanlıca'dan araştırma yapan bir tarihçi de, uluslararası ilişkiler konusunda çalışan bir öğretim üyesiyle aynı yabancı dil sınavına gi rerek doçentliğe başvurma hakkını kazanabilmektedir. Dilbılgisıni pek bilmeyen, ama yabancı dilde yazılmış bir mesleki makaleyi okuyup anlayan, hatta, iyi kötü, bu yabancı dilde makaleler yazabilen birçok öğretim üyesinin, şu 'takıntı' haline gelen Do çentlik Yabancı Dil Sınavı'nda yıllardır takıldıklarını, sonra da, (tam ulusal alışkanlığımıza uygun biçimde) yalnızca bu sınavı kazandırmak üzere açılmış olan özel kurslarda zaman harcayarak, "Başarıh" olduklarını herkes bilmektedir. Doğal olarak, yıllarca bu sınavı geçe meyenler de vardır. Konularında değerli Japon eğitim sistemi yenileniyor Bahattın Bay.suI* umhuriyet'te yayımlânan iki yazıda, Avrupa üniversitelerinin içinde bulundukları güçlükleri belirtmiş, öte yandan ABD'nin teknolojik üstünlükleri Doğu Asya ülkelerıne kaptırmakta olduguna deginmiştik (1,2). Bu yazıda, Japon üniversitelerinin sorunları üzerinde Science (Bilim) dergısinde yayımlânan bir incelemeyi özetlemek isti. yoruz (3). Bilindiği gibi, II. Dünya Savaşı'ndan sonra Japon mucizesi olarak tanımlanan ekonomik putlamu, teknolojik yoniliklerin başarı i|e kullanılması ve iyi eğitilmiş, ucuz ışgucune dayandırılan bir sistemin başarısıdır. Ancak, bu teknolojik yenilıkler, Ame rıka ya da Avrupa'dan alınan temel teknolojilere veya kavramlara dayanıyordu. Bir taraftan Japon Yeni'nin kuvvetlenmesi ile işçı ucretlonnın yükselmeai ve de Doğu ve Güneydoğu Asya ülkelerindeki ekonomik büyüme nedeni ile, bu "arkadan yetişme (catchup)" yaklaşımının sagladığı ekonomik başarı, on yıl kadar önce sona erdı. Daha ileri ekonomik gelişme sağlayabilmek ıçin, Japonya'nın üstün kazanç sağlayan teknolojik ilerlemeler başarması gerekıyordu. Oysa, politik çevreler, yönetim, endüstn ve eğıtını bakımından ekonomik olarak arkadan yetişme modeline göre programlanmış olan Japon toplumunda, böyle bir değişmenin kolayca sağlanamayacagı açıktır. Devrim getiren teknolojik yenilıkler için temel araştırmaların desteklenmesi büyük önem taşır. Bu amaca erişmek için, bilim ve teknoloji politıkalarının yenilenmesi zorunludur. Yaratıcı bilim adamlarını çoğaltıp güçlendirmede bilim eğitimi önemli bir rol oynar. Japon eğitim politikası, bütün ögrencilerin toplam ortalamasını yükseltme amacı güdüyordu. Böyle bir yaklaşım, gerçek liderler değil, fakat, ekonomik büyümede arkadanyetişme aşaması için başarılı olan, yetkin ekonomik piyade erleri yetişmesini sağlar. Kişilik ve yaratıcılık yerine işbirliğı halinde çalışma yeteneğinin daha önemli sayıldığı görüşü benimsenir. A çalışmalar yapmış, uluslararası başarılar elde etmış birçok öğretim üyesi, yalnızca bu standart yabancı dil sınavını geçemediklerı ıçin, yıllarca öğretim görevlisi ya da yardımcı doçent olarak kalmakta; öğrencileri, arkadaşları karşısında, aile çevrelerinde güç durumlara düşmektedirler. Buna karşılık, konusunda orta düzeyde buşarılı olan, ama aileden gelen bir şansla, aldığı yabancı dil eğıtımı sayesın de bu 'takıntı' sınavı aşan bir öğretim elemanının önünde kapılar açılabilmektedir. 2547 sayılı yasanınçıktığı ilk yıllarda, Milli Eğitim Bakanlığı'na baglı yüksek öğretim kurunılarıtidaki öğretim elemanları yıllanna göre değerlendirilrnış, onbeş yıllık öğretmenler profesör, sekız yıllık ogretmenler de, (MeslakseJ. jürilerden geçtikten sonra) doçent yapılmıştır. Bu bıçımde öğretim üyeiigino yükseltilenlerde yabancı dil şartı aranmamıştır. Bunu bir geçış çozümü olarak kabul odebilirız; . ama bugünkü gerçek, üniversitelerımızde dil bilmeyen birçok öğretim üyesinin de bulunduğudur. Bunların azımsanmayacak bir bölümü de, yukarıda sözürıü ettıgimız özel kurslara giden, sınavı geçen 'gizli' dil bilmezlerdir. YÖK'ün, bılim ve sanat dallarındaki öğretim üyelerimizin uluslararası düzeydeki başarıları ıle doçentlik yabancı dil sınavındaki başarıları arasındaki oranı çoktan araştırması gerekırdı. Böyle bir araştırma sonucunda bu sınavda birtakım düzeltmelere gitmek yerıne; YÖK, yenı çıkardığı bir yönetmelikle, doçentlik yabancı dil sınavını kaldırmış, doçent olarak isteyenlerin, çok daha güç bir sınav olan KPDS'den 70 puan almalannı öngörmüştür. C Türkçe bilmesi daha önemli kanımca, üniversitelerimizde asıl yapılması gereken sınav yabancı dil sınavı degil, iyi bir Türkçe sınavıdır. Bir öğretim üyesinin, kendi dilıni anlaşılır ve doğru kullanması, bir yabancı dili orta düzeyde bilmesinden daha önemlıdır. Çun kü, yabancı dil sınavı, yalnızca yabancı dil bilgisini ölçerken, Türkçe sınavı, algı lama, çözümleme, bırleştirme gibi tomel entelektüel nitelikleri de ölçebilir. Böyle bir sınavda üniversıtelerımizdekı başarı oranının ne olacagını doğrusu merak ediyorum. Bir başka sınav ise, p e d a g o j i konusunda yapılabilir. Öğrencisıyle bir türlü iletışım kuramayan, bilgisini öğrencısinden saklayan, ya da bilgisizliğini öğrencisini korkutarak gızleyen, kuçük komplekslerini ögrencisinde tatmin eden nice öğretim üyesinin böyle bir sınavda nasıl notlar alacağı da ayrı bir merak konusudur. Belki böyle bir sınav, ruh saglıgı açısından, üniversitelerimizde bulunmaması gereken insanları da saptayabilır. Öğrenilen her yabancı dilin, özellikle bir öğretim üyesine çok şeyler kazandırdığı bir gerçektir. Bir insanın yabancı dilde kı düzeyinin, asla anadilindeki düzeyinden yukarıda olamayacagı da bir başka g e r ç e k t i r . Ama asıl acı gerçek, Türk üniversitelerindeki yabancı dil barajlarının, ünıversitenın akademik düzeyine etkisi ile, bu barajlar nedeniyle haksızlığa uğrayan öğretim elemanlarının durumları konusunda bir bılımsel araştırmanın ne YÖK'te ne de üniversitelerimizde bugune dek yapılmamış olmasıdır. *Prof. Dr., Marmara Üniv. Güzel Sanatlar Fakültesi Japonya'da Eğitim, Bilim, Spor ve Kültür Bakanlığı'nın (Monbusho) Merkez Eğitim Konseyi, bugünlerde, ilk ve ortaöğretim sısteminde yapılacak reformu tartışıyor. Reformun başlıca amacı, öğrencilere daha fazla serbest zaman tanıyarak, onların doğa, bilim ve teknoloji ile daha yakından ilgilenmelerini sağlamaktır. Yüksek ögretimde ise, yetenekli ögrencilerin yaratıcı yönlerinı gelıştirmek, üzerinde önemle durulan bir konudur. Yeni düşünceler Son yıllarda Japon üniversitelerinin köklü değişımlere uğradıkları görülüyor. Bilim egitimindeki yeni görüşlere uygun olarak öğretim programları, öğretim üyesi düzeyinin yükseltilmesi. öğretimin degerlendirilmesi konuları irdeleniyor. Genellıkle araştırma agırlıklı üniversite fakültelerinin, öğretime yavaş yavaş daha çok önem verdikleri görülüyor. Savaştan önce, küçük lisansüstü lakültelerde sade ce akademik araştırıcılar bulunuyordu. 1993 yılında Japonya'da lisans/lisansüstü öğrenci oranı % b.b dolaylarında olup, ABD (% 15.4), Ingiltere (% 37.2) ve Fransa (% 18.3) oranlarının bir hayli altındadır. Son yıllarda, Monbusho lisansüstü fakültelerin açılması ya da geliştirilmesi için üniversıteleri destekledıgınden bu takülte lerdeki ögrenci sayısı hızla artmıştır. Ancak. Japon doktora (Ph.D.) ögrencilerinin dar bir uzmanlık alanı dışına çıkamadıkları buyük bir eleştiti konusudur. 1992 yılında Japon ünıversiteleri üzerinde yapılan bir ınceleme (4) son derece olumsuz bir tablo çiziyordu: Kalabalık laboratuvarlar, eskımıs cıhazlar, yetersız destek, yetersiz sayıda doktoralı araştırıcı ve teknisyen. Japonya, üniversitelerin, ileri araştırma ve yüksek öğretimin yuvalan ve ekonomik büyümenin motoru oldugunu yeniden bulguladı ve gorekli degişmeler hızla işlerlik kazandı. Bu ülkenin 98 ulusal üniversitesine yeni binalar katıldı, birçoğu yeniden donatıldı. Kamyonlar dolusu yeni aletler geldi; sadece 1993'de, hükümet araştırma için 11 süper bilgisayar satın aldı. Çok sayıda yeni araştırma projeleri desteklendi. Daha da ileri gidilerek, 2000 yılına kadar bilim için yapılan harcamaların iki katına çıkarılması kararlaştırıldı. Ancak, ülkenin Tokyo, Kyoto, Osaka gibi tanınmış üniversitelerinin rektörleri, tüm bu çabaların yetersiz olduğunu belirtiyorlar. Japonya'da uzun süren ekonomik durgunluk ve Japon üniversitelerinin geleneksel yapısı, bu olumsuz görüşlerin yaygınlaşmasına yol açıyor. Japonya'nın, öbür ülkelerde geliştirilen temel teknolojinin uygulanmasında çok başarılıdır. Ancak, kendi teknolojisini gelıştirmek için yeterli temel araştırmaları sürdürmekten yoksun olduğu belirtiliyor. Eğitim sisteminde yapılması önerilen değişimlerin ve lisansüstü öğretim ile temel araştırmalara yapılacak yatırımların nasıl bir sonuç vereceği bütün dünyada dikkatle izleniyor. (1) Cumhunyet. 24 Eylul 1996. (2) CBT, 12 Ekim 199G. (3) "Science in Japan", Science. October 4. 1906. (4) Science, 23 Ekıııı 1991' *Prof. Dr. TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi etnik yapısını etkilor mi?" dıye soruyorsunuz. Elbet etkiler. Nitekım söz konusu makalemde belirttiğim gibi devşirmeler Hıristiyan kökenli çocuklarla geliştirilmişti. Özet olarak şunları söyleyebilirim: A 1911 dogumlu olduğum için Osmanlı Imparatorlugu'nun son günlerini iyi bilirim. Çiftligimizin bulunduğu Akyazı'da Çerkes, Âbazah, Gürcü, Laz, Boşnak, Pomak, Tatar adları ile anılan mahalleler vardı. Akyazı'nın ve Adapazarı'nın dört bir yanında da değişik kökenli halkların oturduğu köyler bulunuyordu. Ayrı diller konuşan bu halkların çocuklan rahatlıkla birbirleriyle evleniyordu. Aynı durum elbette M.Ö. 2200'den Hıristiyanlık döneminin başlangıcına değin de söz konusudur. B Cumhurıyet'in kuruluşu sırasında Türkiye nütusunun 13 milyon olduğu hesaplanmaktadır. Yurdumuzdan ayrılan Rumlar'ın ve Ermeniler'in 34 milyondan çok olmadığı düşünülürse geri kalan 910 milyonun hepsi Orta Asya kökenli midir? Şimdi ben size soruyorum: M.Ö. ??00 ile M.S. 1071'e değin bu topraklarda 3300 yıl boyunca yaşamış olan halkların torunlan bu 910 milyon arasında yer almıyor mu? Söz konusu yazımda belirttiğim gibi ortaya konulan bu gerçekleri kabul edenler olacaktır. Sayın Erdal Güran size teşekkür ederim. Çünkü sorularınız anlamlı ve yerinde idi. Yanıtlarımın sizi tatmin ettigini ümit ederim; etmediyse "Hatti ve Hıtıt Uygarlıkları" kitabımı okumanızı önerir, teşekkürlerimi ve en iyi dileklerimi sunarım. L'.bvın Akıırgal Sayın Frdal Güran Bilim Teknik'in 504. sayısında bana yönelttigınız güzel ve yerinde sorulara sizın düzenlediğıniz sıra dahilınde aşagıdaki yanıtları veriyorum. 1 Anadolu'ya gelen ve Nezi, Luvi, Pala gibi adlar taşıyaıı Hınt Avıupa kökenli boylar, Hatti ve Hurri gıbı yerle halklardan daha az kalabalıktı. Bunu Nezıli prenslerin bazı dönemleıde tahta çıktıktan sonra Hattıler'e yaranmak ıçin, Hattilı adlar taşımalarından anlıyoruz (bkz. E. Akurgal, Hatti ve Hıtıt Uygarlıkları). 2 M.Ö. ??00 M.S. 1071 tarihleri arasında sayılan b 6 düzineyı aşan topluluklar kendi dillerini konuşuyorlardı. Bu durum onların birbirleriyle kaynaşmalarına engel olmuyordu (bkz. E. Akurgal, Hatti ve Hitit Uygarlıkları). 3 Pers ve Roma dönemlerinde de Anadolu'da herkes kendi dilirıi konuşuyordu. Böyle olmakla birlikte kaynaşma devam ediyordu. Bizans döneminde de Türkler'in gelişine değin, Anadolu halklarının hemen hepsi Hınstiyan olunca kaynaşma daha büyük ölçekte olageldi. 4 Türkler'in gelişiyle Anadol'da Hıristiyanlıgın yanında Müslümanlık yer alınca kaynaşmanın büyük ölçüde gerilemiş olması doğaldır. Böyle olmakla birlikte Türk akıncıların erkek olmaları göz önünde tutulursa bu dönemde bile az da olsa bazı kaynaşmalar söz konusudur. 5 "Osmanlı sultanlarının ve vezirlerinin yabancı kadınlarla evlenmeleri bütün halkın Akurgal'ın yanıtları 5084
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle