01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OD AK Osmanlı Bilim Paletinden Bugünün Bilim Tablosu (2) Osmanlı toplumu, Aristoteles fiziğini Newton'dan; İbni Sina'nın çalışmalannı yeni tıbbm ortaya çıkmasından sonra ilk elden öğrenme olanağını bulmuştu. Reşit Canbeyli Geçen yazıda da belirtildiği gibi, Osmanlıların bilim ve teknoloii alanlartnda özgün çalışmalar yapmaları bir yana, bu konulardaki gelişmeleri bile yakından izlemedikleri açıktır. Uzun bir süre bilimi Doğu'daki gelişmeler ve eski Yunan yapıtlannın çoğu kez dolaylı yollardan yapılan çevirileri aracılığıyla incelemiş bir topiumun, Batı'da 15. yüzyıldan başlayarak hızlanan bilimsel gelişmelerin farkına varması bile uzunbir süre almıştır. İstanbul'un alınmasıyla da ilgili bu gelişmelerin temelini oluşturan yapıtların önemli bir bölümünü doğrudan inceleme olanağı bulunduğu halde, Osmanlı düşünürlerin çoğu bu yola başvurmamış, bu alanda Batı'da olduğu gibi sisfematik ve yoğun bir etkinlik hiçbir zaman görülmemıştir. Bu doğrultuda çaba harcayan birkaç bilim adamının çalısmalan yetersiz kaldığı gibi, bu konuda açık görüşlü olmanın bedeli sürgün ya da ıdam olabiliyordu. (Bkz. A. Adıvar, Osmanlı Türklerinde llim. Remzi, 1982). Nitekim, 16. yözyıldan başlayarak fıkıh ve keldm gibi 'nakl'ı ilimler'e daha cok ağırlık verılmiş, bugönkü doğabilimlerini de kapsayan 'aklî ilimler' ikinci plana itilmişti. Zamanla etkisi giderek belirginleşen bu gerileme Osmanlılarca dagözlemlenenbir olguydu: Kâtip Çelebı ve Koçi Bey 17. yüzyılda bu gerilemeden yakınırlar ve bilim adamlarmm niteliğinin giderek düşmekte olduğunu vurgularlar. özellikle Kâtip Çelebi, bu durumu düzeltmeye yönelik çalışmalar yapmış, bu alanaakı eksiklikleri bir ölçüde g/dermeye çaba harcamtştır. Osmanlı biliminde kritik bir gelisme, bir bakıma bir dönüm noktası da istanbul'daki 'rasathane'nin daha tam anlamıyla islevsel bir duruma gelmeden 1580 yılında yıkfırılmasıdır. Zaman ölçümlerinin daha duyarlı bir biçimde yaptlmasına olanak sağlayacağı için dönemin önemli bir gereksinimini de karşılayacak olan bu gözlemevi, Takiyüddin gibi çok yetenekli bir gökbilimcinin çabaıarıyla orfaya çıkmava baş.lamıstı. 16. yüzyılın en ünlü gökbilimcisi Tycho Brahe'nin Uraniborg gözlemevine yakın bir yetkinlikle gözlemlere olanak sağlayacak bu gözlemevi, gökleri incelemenin devlete uğursuzluk getireceği gerekçesiyle donanmaya yıktırılmıstı. Bundan sonraki gözlemevi ise ancak 19. yüzyılda kurulacaktı. Gözlemevinin yıkılması, Osmanlılar döneminde özgün bilimsel çalışma olanaklannın tükenişini de simgelemekteydi. Nifekim, bundan sonraki dönemae özgün arastırma diye nitelendirilebilecek hiçbir çalışma yapılmamış, en iyi koşullarda bile Batı'aaki kimi gelişmefer az sayıdaki ilgililere aktanlmıstı. Bu aktarma ve bilgilenme sürecinin geç işlediği, rastgele seçimlere dayandığı ve toplumda bir doğabilimleri bırikimi ya da arastırma geleneği yaratmadığı da vurgulanmalıdır. Daha önce de belirtildigı gibi, Harvey'in büyük kan dolaşımına ilişkin önemli keşfinden, teleskop ve mikroskobun geliştirilmesine kadar birçok önemli gelisme, Osmanlı yapıtlarına yüzyılı aşkın bir gecikmeyle girmiş; bu bilgilerin özümsenerek yeni bir bilim anlayışı ve sistematiğine aönüşmesi ise IBatı ölçütleriyle) hiçbir zaman gerçekleşmemişti. Batı'da köklü değişıkliklere yol açtığı halde Osmanlılar tarafından çok geç öğrenilen gelişmelere matematikten tıbba kadar çok geniş bir alanda sayısız örnekler verilebilirse de tek bir örnek bile bu durumu aydınlatmaya yeterli olabilir. Batı biliminde köklü bı'r değişime yol açan ve 17. yüzyıldaki bilim devnminin temelini hazırlayan Kopernik kuramı, yaklaşık 140vıllık bir gecikmeyle ilk kez bir Osmanlı yapıtına girmiş, 1543'te yayımlanan bu günmerkezli model Batı'aa yoğun tartışma *V» araştırmalara yol açarken Osmanlı yapıtları daha uzun bir süre Batlamyusun yermerkezli modelini ön plana çıkarmayı sürdürmüştü. Burada üzerinde durulması gereken önemli bir nokta, Batı'dan yapılan aktarmaların bilimsel düşünce ve çalışmaları hemen etkilemediği, köklü ve hızlı değişimlere yol açmadığı gerçeğidir. Bu tür temel bir etki, her şeyden önce bu gelişmelerin kendi bütünlüğü içinde ve sistematik bir biçimde aktanlmasına bağlıydı. Ancak Osmanlı toplumu, Aristoteles fiziğini Newton'dan; ibni Sinanın çalışmalannı da yeni tıbbın ortaya çıkmasından sonra ilk elden öğrenme olanağını bulmuştu. Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin Osmanlı toplumuna geç sunulmasında bir etken olduğu kadar, bu gecikmenin simgesi olarak da değerlendirilebilecek bir aurum da kuşkusuz ilk Türk matbaasının 250 yılı aşkın bir gecikmeyle kurulmuş olmasıdır. Daha 1490'larda tv\useviler ve Rumlar tarafından matbaalar kurulmuşken, böyle bir matbaanın 1728'de gerçekleştirılmesinin de bilimsel yapıtların yayımlanmasında olumsuz etkisi olduğu açıktır. Ne var ki, matbaanın kurulmasıyla bu alanda hızlı bir gelişmenin olduğu da söylenemez. Nitekim, bilimsel yapıtlara özel bir ilgisi olmasına karşın matbaanın kurucusu Ibrahim Müteferrika'nın döneminde bu alanda yalnız altı yapıt basılmıştı. Bu matbaanın 1830'a kadar yalnız 9 7 kitap bastığı, buna karşılık matbaanın Avrupo'daki ilk eili yılında yaklaşık otuz bin kitap basıldığı düşünülürse, bu konuda ne kadar yetersiz kalındığı kolayhkla anlaşılır. L1 Ivriz bölgesindekl köy evterinde asbestll sıvalann duvar, çatı ve ocaklarda kullanımı (Karayusuflu, Karaman.) kullanılmış ve yıkılmıştır. Tont Kalesi'nin kalan sağlam bölümlerı yığma taştır. Bir yanda insançiçek figürü bulunan kabartma taş vardır. ivriz vadisinin Orta Toroslar'daki Aydos zirvesine doğru uzanan bölümlerinde de Mindos Kalesi, Kaya Sarayı vb. tarlhsel yerler bulunmaktadır. Deni? düzeyinden 3250 m. yükseklikteki Aydos zirvesinden püskuren lavlar ıçindeki aktınolit asbest türü bölgeye yayılmıştır. Bu nedenle bölge ekopatolojik olarak açık asbestoz bölgesı özellığını almıştır. Asbest ülkemizde birçok bölgede bulunmaktadır Dıyarbakır ve Ürgüp yörelerinde olduğu gıbi ivriz yöresi de bir asbestoz bölgesidir. Asbest tozlarının hava ıle solunum yollarına ve akciğerlere ulaşması sonucu ortaya çıkan hastalıklara genel olarak asbestoz denmektedır. Ayrıca asbest akciğer ve akciğer zarında kanser gelişımıne de neden olur. İvriz bölgesinde ülkemız içın yenı bjftür olan aktınolit asbest tarafımızca saptanmıştır. Asbest, ısı yalıtımı özelliği nedeniyle evlerde sıva olarak kullanılmaktadır. Bu kullanım bölgede yaygındır. (Realm 6, 7, 8). Bu nedenle de gereklı önlemlerin alınması yerinde olacaktır. Sonuç olarak; Guney Kapadokya olarak bılinen bölge ıçinde yer alan Ivriz'de önemli tarih ve turizm anıtları ve doğa güzellıkleri bulunmaktadır. Bunların Güney Kapadokya projesi olarak ele alınıp bir bütün içınde değerlendirilmesı gerekmektedir. Başta ulaşım yolları sağlanmalı. Bulunan yollar da asfaltlanmalıdır. örneğin Ambar Deresi'nin hiç yolu yoktur. Zanapalvriz ile Yassıkaya ve Kalesaray arasındaki yolların da genişletilip asfaltlanması gerekmektedir. Aktinollt asbest kaynağı özetle, İvriz suyu üzerindeki santral gölü ve baraj gölü, 1. ve 2. İvriz kayaanıtları, İvriz Mağarası, İvriz Kalesi, İvriz Manastırı vb. doğa ve tarih varlıklarının günümüz koşullarında özellikle turizm açısından değerlendirilmesi bölgenin ekonomik ve kültürel gelişimine büyük katkı sağlayacaktır. Bölgenin dünyada az görülen bir asbest türü olan aktinolit asbest yönünden de özelliği bulunmaktadır. Kanserojen bir madde olan aktınolit asbestin, ekopatolojik olarak incelenmesı gerekmektedir. Bu arada bölgenin Orta Toroslar'a ve Aydos Dağı'na yakın oluşu, burada yazkış kar bulunuşu nedeniyle, aynı tarihi ve doğa çevresi içinde değişik mevsimlerin iklim koşullarını bir arada görmek olanaklıdır. Tüm bu nodenlerle Güney Kapadokya Turizm Projesi'nin geliştirilmesi çok yararlı bir girişim olacaktır. D (*) Dokuz Eylül Ünlvaralteal Hp Fakültesl Patolo|l Anablllm Dalı öğretlm üyeal İvriz suyu başındakl kayada yer alan at ve Insan kabartma flgurü.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle