14 Haziran 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HİMIIKNİK Kimine göre aramızda yaşıyorlar, kimine göre sık sık ziyaretimize gelmekteler, kimine göreyse onlar zaten bizlm atalarımız. "Onlar" kim mi?"Uzaydaki akıllı canlılar". Cumhuriyet CUMARTESİ PARASIZ EKİ S A YI : 5 0 1 3 Ş U B A T 1 9 8 8 Ressam paleti atıyor mu? İlkokullarda merkezi kütüphane kurulmalı Isısıcaklık farkını biliyor musunuz? CO2 artışı ve iklimsel felaketler ihtimali Akbuzağı geçitinin efsanesi Bilim dünyasından bilgiler. Zürafa doğaya aykırı mı? Uzayda hayat var mı? Bebekleruykuda neden ölüyor? Yazan: Reinhard Breuer Çeviren: Dilek Zaptçıoğlu azı bilim adamları, başka güneş sistemlerınde akıllı canlılar olup olmadığı tartışmasını vakit kaybı olak rak değerlendırmekte Yoksa gerçekten de bulanık sularda avlanmaya mı kalkışıyoruz? 23 yıldır süregelen "dünyanın dışında akıllı canlı arama" çabalarının, yani kısa adıyla SETI projesinin "Şearch tor Exterrestrıal Intelligence" bugüne kadar hiçbir sonuç vermediği düşünülürse, bu kuşkular haklılık kazanıyor. Fakat her işte olduğu gibi, bu projede de bir "bıt yeniği" var. Ve bu bit yeniği, ınsanın ta kendisi. Tarafsız bir gözle, örneğin komşu gezegenlerden blrinden bakıldığında "uzaydaki akıllı canlı" biz olmuyor muyuz? Gerçekten de insanoğlu uzayda yaşadığından kesinkes emin olouğumuz bıricik canlı türü. Öte yandan, blldlğlmlz tek canlı turü olarak insanın uzayda var olan blrlclk canlı olduğu ne malum? Gerçekten de insan, bu sonsuz boşluktaki "kozmik bilincin" tek temsilcisi ve taşıyıcısı mıdır? Eğer 17. yüzyılda yaşasaydık, bu düşünce bize çok doğal gözükecekti. Kopernik'in kuramlanna rağmen o dönemlerde hâlâ insanoğlunun "eşsiz bir varlık" olduğuna inanılıyordu. Ancak bugüzel hayaller zamanla yıkılmaya başladı. Onceleri sadece astronomiden yola çıkan Kopernık kuramı, giderek biyolojiyi de içine aldı ve sonunda uzaydaki canlılar üzerine yürütülen bütün tartışmaların bilimsel dayanağını oluşturdu. k H er yıl ortalama 5 bin bebekten birinin ölümüne yol açan uykuda çocuk ölümü sendromu (SİDS) nedenleri hakkında yapılan araştırmalarda bazı sonuçlar elde edilmeye başlandı. Halk arasında ani çocuk ölümü diye de bilinen SİDS'in nedenlerini araştıran Rhode Island ve Massachusetts'ten araştırmacılar, anl çocuk ölümünün ikl aşamalı bir olgu olduğu hakkında fikir birliği içindeler. Sigara içen, gebeliği sırasında kötü beslenen ya da anemili bir annenin karnında "ceninlik" dönemi geçirmiş olan bebeklerde ani çocuk ölümü sendromu diğer bebeklerden daha sıklıkla görülüyor. işte Rhode Island ve Massachusetts'deki araştırmacılar ölmüş olan 45 süt çocuğu üzerinde melatonin düzeyini araştırdılar. Bu süt çocuklarının 18'i ani çocuk ölürnünden, 27'si başka nedenlerden ölmüştü. Melatonin, uyku biçimlerini düzenleyen pineal bezi tarafından üretilen bir hormondur. Hassas bir radioimmunoassay kullanan araştırma ekibi tüm kandan ve ventrikülar cerebrospinal sıvıdan aldıkları örneklerde melatonin düzeylerine baktı. Ve gece 10 ile sabah 10 arasında ölmüş olan bebeklerde melatonin düzeyinin SİDS'ten ölen bebeklerdekinden daha düşuk olduğunu buldular. ilk grupta kandaki mililitre başına melatonin miktarı 11 picogram ve cerebrospinal sıvıda da 15 pg/ml iken, diğer nedenlerle ölen bebeklerde bu sayılar 35 ve 51 idi. Rhode Island ekibinin şefi VVilliam Sturner, ani çocuk ölümlerinde anahtar faktörün "çocuğun otonom sinir slstemini etkileyerek uyku biçimlerini ve/veya solunumunu değiştiren melatonin düzeyinin düşmesi" olabileceği yorumunu yapıyor. Böylece melatonin düzeyi belirgin biçimde düşük olan bir çocuk uyurken normal solunum kontrolünü yapamıyor ve bunun da ötesinde kusma durumunda gerekli önlemi alamıyor (D.H. New Sctontlat, 10 Eylül 1987) B Bilim adamları zamanla şu sorular üzerinde yoğunlaştılar: Hayat hangı koşullarda oluşur? Zekâya giden o ince yolun köşe taşları nelerdir? Teknolojık uygarlığın eşiğine nereden geçilir? Bu tür uyyarlıklar uzayda hangi aralıklarda yaşanmışlar, ne kadar sürmüşlerdır? Bunları astronomik yollarla saptayabillr miyiz? Uzaydaki akıllı canlıları nasıl arayacağız, onlarla nasıl lletişim kuracağız, onları nasıl ziyaret edeceğiz? Bütün bu sorular, uzayda hayat tartışmasının astrofizikten biyokimyaya, evrirn kuramlarından toplumbilıme kadar tüm bilim dallannı kapsadığını gosteriyor. Ancak biz bu bilim dalları arasında yalnız astronominin bulgularına dayanabiliyoruz. Çünkü astronomlar binleroa, milyonlarca yıldızı birbiri ile kıyaslama imkânına sahip. Oysa diğer bilim dallarının tek bir kıstası var: Dünya. Böylece başka güneş sıstemlerindeki uygarlıklar üzerine yürütülen tartışmalar ister istemez insanı merkeze koyma, yani "antroposantrik" düşünme tehllkesini içlerinde barındırıyor. G«l«llm İlk aoruya: Hayat hangi koşullarda oluşur? Uzayda yaşayan bütün canlı türleri, var olan kimyasal elementlerden yola çıkmak zorundadır. Bu açıdan bakıldığında diğer canlıların kimyasal yapı itibarıyla insana benzedikleri düşünülebiür. ikincisi; karmaşık biyolojik sistemlerin ve kendini yeniden üreten yapılanmaların oluşması için, moleküler reaksiyonlara olanak veren bir çevreye ihtiyaç vardır. örneğin dünyadakı moleküller buzdan veya havadan değil, sudan oluşmaktadır Suyun ise "doğurabilmek" icln belli çevre kosullarına gereksinimi vardır. Milyarlarca yıldır sabit kalan bir enerji kaynağına ve yıkıcı ultraviyole ışınlarını süzen bir atmosfere sahip olan herhangi bir yıldızda, hayat olmaması için hiçbir neden yoktur. Bilemediğımiz bir başka konu da uzaydaki canlıların insana benzeyip benzemedığıdir. örneğin onlar da bızim gibi oksijen mi teneffüs ediyor, yoksa metan gazı mı? Hücrelerındeki kimyasal reaksiyonlar bizdeki gibi suyla mı oluyor, yoksa sıvı amonyakla mı? Genetik yapılan nasıl? Bir gezegende her türlü hayatın önkoşulu olarak suyun veya başka bir sıvının varlığı, o gezegenın "ana yıldız"dan uzaklıgı ile doğrudan ılıntıhdir. Amerikalı fizikçi Mlcha•I Hart'ın ayrıntılı bilgisayar hesapları, dünya ile güneş arasındaki mesafede en küçük değişikliğin, dünyadakı hayatı söndürecegini gösteriyor. Eğer güneşten biraz uzaklaşacak olsak, okyanuslar iki milyar yıl sonra tiuz dağlarından geçilmeyecek; güneşe biraz yaklastığımızda ise denizler buharlaşacak ve dünya "cehenneme" dönecekti. Bilim adamları bu yüzden ne yüzey ısısı 450 dereceye varan Venüs'te ne de bir buz parçasını andıran Mars'ta hayat oiduğunu sanıyorlar. Ne ki Samanyolu bizim güneş sistemimizden ibaret değıl... "Ses vermek" hiç kolay değil Şimdi bir başka soruya geliyoruz: Uzayda "tekamül etmiş" uygarlıklar varsa, onlarla nasıl temasa geçeceğiz? İnsan, zorunlu olarak bir ayağı dünyaya basan bir canlı. Ve bu yüzden, ancak kendi uygarlık düzeyine, kendi teknolojisine uygun canlılarla temas kurabiliyor. Çatısına anten kurmamış biri, ne dışarıya sinyal gönderme şansına sahiptir ne de yollanan sinyalleri alma şansı vardır. Örneğin yüzeyi tamamıyla sudan oluşan bir gezegen düşünelim. O gezegende yaşayan akıllı "balıklarla" ilişkiye geçebilmek için, onları yerinde ziyaret etmemız gerekecekti. Yani bize "seslerini duyuramayan" canlı türlerini zorunlu olarak yok sayıyoruz. Bizimkine tekabül eden teknolojık bir uygarlıkla temas kurmanın ise şu yolları var: • Güneş sistemindeki mevkimize ilışkın slnyal yollayıp, onların bızi keşfetmesini bekleriz. • Bize yollanacak sinyalleri yakalamaya çalışırız. • Uzay gemilerl inşa edip, Samanyolu'nun kolonizasyonuna girişiriz (ya da onların gemilerle sökün etmesini bekleriz.) • Suni biyolojik organizmalar üretip, uzay gemileriyle uzak gezegenlere yollarız. Ancak son yıllarda üzerinde tartışılmaya başlanan bu ımkânlar, uzayda akıllı canlı arama harekâtlarının stratejisini çiziyor. Nitekim bu yollardan ilki, 1960 yılında Amerikalı astronom Frank Drak* tarafından denenmeye baalanmıştı. Puerto Riko'nun Arecibo kenD«vamı arka tayfada Akıllı yaratıkların yaşadığı gezagenlerl aramak İçin, binlerce yıl uzayda gazecak uzay gemilerl düşünuluyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle