05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KÜLTÜR 15 4 NİSAN 2021 PAZAR Müzik başka, sinema başka Dolapdere Big Gang grubunun yaptığı ‘Geri Dönüş’ filminin YAZGÜLÜ ALDOĞAN D galasındaki canlı olapdere Big Gang, TRT’de mükonserler güzeldi zik programı yapan ve sevilen bir grup. Bu grubun şirketi The Soul Production yapımcılığında, Gökay Süngü’nün yazıp yönettiği “Geri Dönüş” filminin gösterimi için bir bilgi notu aldığımda şaşırdım. Bu dönemde canlı müzik performansıyla başlayacak canlı bir film galası? Beyoğlu Grand Pera, Emek’te? Üstelik Kültür ve Turizm Bakanı’nın himayelerinde? Kedi meraktan ölür; bir “Sokak Kedisi” olarak katılmak istediğimi bildirdim ve gittim. Kurallara uygun, kalabalık ve ikram yok. Beyoğlu Belediye Başkanı Haydar Ali Yıldız ve eski başkanı, yeni Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Ahmet Misbah Demircan geliyor ve program başlıyor. Filmin, Beyoğlu Belediyesi ve İçişleri Bakanı Soylu’nun himayesinde ve Kültür Bakanlığı fonlarından olduğu yapılan teşekkürlerden de belli. Çünkü film Suriye’deki savaşla ilgili, Halep’te geçiyor ve savaşa karşı. Film gösteriminden önce bir mini konser var. Bir yılı aşkındır ilk kez canlı konser izleyeceğim, Gökay Süngü’nün esas işinin müzik olduğu belli, orkestrasıyla önce Sekine’nin tek performansı, sonra Big Gang grubunun kendi solistleriyle mini konserini izliyoruz. Vurmalıların baskın olduğu grubun müziği sarıyor insanı, şarkıcı da iyi, tam kafa bulduran bir müzik! Konser sonrası film başlıyor. İzlediğimiz kısmı, cimnastikçi Havva Şevval Ergel’in bir yıl boyunca çalıştığı performansı. Dans ediyor. AFAD’ın mülteci kampı, buraya getirilişleri, geride kalan ölülerin görüntüleri ve savaşın geçtiği Halep, kaçış, bir Türk Jandarma helikopteri ile kurtuluş, yıkık evler, mutlu bir aile sofrası ve bombalar. Bunların hepsi geri giderek! Müzik, dans ve geri geri yürüyen insanlar, cimnastikçi Ergel’in dans performansı söz konusu. Artık bu giriş bitse de filme geçsek dediğim anda cast akmaya başladı! Film bitti, meğer o kadarmış. Tabii ki kabahat bende, bilgi notunu doğru dürüst okusam ya, meğer kısa filmmiş! Olsun, konser güzeldi. Müziği beğendim. Gökay Süngü, Dolapdere Big Gang, Beyoğlu Belediyesi ile pek çok etkinlik yapmış. Bence öyle yapmaya devam etmeli, sinema başka bir iş... Ve tabii ki SAVAŞA HAYIR! Niyet güzel de, yetmiyor. İNANÇ: ON GÜNDE FILM ÇEKERDIM, ‘ALTI GÜNDE OLMAZ MI’ DERLERDI! ‘Yeşilçam’ın üç kralını HAYALINDEKI ATATÜRK FILMI... Covid’le savaştırırdım’ 40. İstanbul Film Festivali’nde “onur ödülü”nün sahibi olan usta yönetmen Çetin İnanç’la konuştuk. İnanç, “Salgın, Yeşil Çetin İnanç çam zamanına denk gelse; Ayhan Işık, Yılmaz Güney ve Cüneyt Arkın’ı koronavirüsle savaştırmak isterdim” diyor. 1982 yılında vizyona giren “Dünyayı Kurtaran Adam” filmi kült haline geldi. Usta bir yönetmen Çetin İnanç. Lakabı Jet Rejisör. Yeşilçam’ın altın çağında bir yılda 12 film çekmiş, en az 40 filminin de sansüre takıldığını anlatıyor. Herkes onu Cüneyt Arkın’ın oynadığı efsane film “Dünyayı Kurtaran Adam” ile tanıyor ama kariyeri boyunca 150 civarında filmde imzası var. 79 yaşındaORHUN ki İnanç, bu yıl 40. kez ATMIŞ düzenlenen İKSV İstanbul Film Festivali’nde sunulan geleneksel onur ödüllerinden birinin sahibi oldu... Anlattıkları, yaşadıkları kitap olur, ki zaten olmuş. “Jet Rejisör: Çetin İnanç” isimli söyleşi kitabı Pınar Öğünç’ün kaleminden İletişim Yayınları’ndan çıkmış. Hayalinde hep James Dean olmak isteyen, “Benim zamanımda bugünkü teknoloji olsa dünyanın en iyi filmini yapardım” diyen usta yönetmenle anılarını konuştuk. n Onur ödülünü alınca neler düşündünüz, duygularınız nasıldı? Çok mutluyum. Bu yaşımda beni aramaları, böyle bir ödül vermeleri hem onurlandırdı hem mutlu etti. Beni hatırlayanların hepsine teşekkür ederim. Ayrıca ben her çağrılan yere gitmem, prensiplerim vardır. Festivallere de katılmam, fakat bu bir onur ödülü, ölmeden önce nasip olduğu için Allah’a şükrediyorum. n Festivallere neden katılmıyorsunuz? Konu mankeni oluyorsun. Oturtuyorlar oraya, ukala ukala konuşurlar, Yeşilçam’ı beğenmez, laf ederler, sonra başımız belaya girer. Bir tek geçen sene Yeşilçam ödülü veriyorlardı, oraya gittim. Bir de söyleşi yapan genç isimler gelince onları dinlerim. ‘Yeşilçam iyilerin yanındaydı’ n Ama baktığınız zaman Yeşilçam’ın toplumsal duyarlılığı olan filmlerinin örneklerine bugün pek rastlamıyoruz. O dönemin farkı neydi? Yeşilçam, iki tane sokaktı. En az 20 tane yazıhane vardı film yapan, oyuncular vardı, 12 yönetmen vardı, 13. ben oldum, asistanlıktan gelerek. Orada insan duygusu vardı. İyilerle kötülerin savaşını anlatırdık biz, iyilerin yanında olurdu o filmler. Bu da Türk vatandaşının duygularını ayağa kaldırıyordu... Başımızda sansür diye bir bela vardı. Rahmetli Yılmaz Güney’in de benim de filmlerimi yaktılar. Biz o sokağın emekçisiyiz, hâlâ bana ödül verdiklerinde Yeşilçam emekçileri adına alıyorum o ödülü. n Yeşilçam zamanı olsa, Covid salgınıyla ilgili bir film çekiyor olsanız neyi anlatırdınız, kimleri oynatırdınız? İnsanların yanlışlarının cezası çekiliyor. Bunu anlatırdım. Kimleri oynatacağıma gelince, imkân olsa da üç kralı bir arada oynatsam. Ayhan IşıkTaçsız Kral, Yılmaz GüneyÇirkin Kral, Cüneyt ArkınEn Güzel Kral... Ben üçüyle de yıllarca çalıştım. Benim tanıdıklarım arasında onlar kadar sinemaya hizmet eden insan az tanımışımdır. Üçü de bu mikroba karşı savaşır, insanları da peşinden sürüklerdi... n Film çekmeyi neden bıraktınız? ABD’ye gidip oradaki en büyük stüdyoları gezdim. Dönünce sinemayı bırakmaya karar verdim. Benim çıkardığım maliyetleri kimse kabul etmedi. Ben de “Para olmazsa film olmaz, zaten filmleri hep parasız yaptık, bu işi bırakıyorum” dedim. Atıf Yılmaz’ın, Lütfi Akad’ın asistanlığını yaptım, onlar da hep “Düşündüklerimizi yapamıyoruz” derdi. Yönetmenliğe başlayınca aynılarını yaşadım. 10 günde film çekerdim, “6 günde çeker misin” diye soruyorlardı. Biri de bu filmi 2 ayda çek desin, değil mi? n Hayalinizde kalan, yapamadığınız filmler var mı? “Bir İnsan Bir Dünya” diye bir senaryom vardı, yapacak parayı bulamadım. Bir de Atatürk filmi çekmek isterdim, imkânsızlıktan yapamadım. Yıllarca denedim, olmadı. n “Bir İnsan Bir Dünya” nasıl bir senaryoydu? Dünyanın yaratılışından bugüne kadar insan ve dünya ilişkisini anlatan bir filmdi. Sinopsisini 8 senede yazdım. Dünyanın her kıtasında geçen, dinleri de anlatan bir filmdi. Kimse maliyete yardım edemedi, öyle kaldı projem. n Atatürk’le ilgili film nasıl olacaktı? Doğuşundan Cumhuriyeti kuruşuna kadar geçen süreyi anlatacaktı. O zaman oyuncu bulamamıştık. Maliyeti de çok oldu. Ama benim hep kafamda kalmıştı o. Bir ara Cüneyt Arkın’a çok özel makyajlar yapıp Atatürk’e benzetmeye çalıştım. Ama filmi yapamadık. Cüneyt Arkın’ın da o zaman krallık devriydi. Herkesten önce Atatürk filmi yapmış olacaktık. 3255T.0L0yeTriLne Toplumsal depresyona geçit vermeyin Bilmez değilim: Bu başlığı söylemek kolay da uygulamak zor! Boğaziçi Üniversitesi’ne destek veren gençlere uygulanan vahşeti; Gergerlioğlu’na reva görülenleri; çocuklarını doyurmak için böbreğini satmaya kalkanları; çöplerden yiyecek arayanları; seçimle kaybettikleri kıyıları ele geçirme planlarını; muhalif belediyeleri çalıştırmama azmini; bu uğurda insanları bile bile ölüme, açlığa mahkum etmelerini; hakkı, hukuku, yasayı, anayasayı yok sayıp kendi bekası için gözü dönen muhterisleri izleyip depresyona girmemek, hele şu epidemi koşullarında çok zor. Mücadeleye aktif katılım Yıllar önce La Paix Hastanesi’nin başhekimi olan psikiyatr Dr. Tufan Algür’e sormuştum “Toplumsal depresyondan kurtulmanın yolu nedir” diye. Şöyle yanıtlamıştı: “Tıpkı bireysel depresyonda olduğu gibi toplumsal depresyonda da sorunların çözülebilirliğine inanmak gerek. Bunun için bireysel ve kurumlar arasında olumlu ilişkiler kurmalı. Burada sivil toplum kuruluşlarına (STK) büyük görev düşüyor. Sorunlar karşısında birlikte hareket etmek önemli. Bu ilişki ve iletişim, kişide güven duygusunu pekiştirir, yalnız ve çaresiz olmadığı umudunu aşılar, ancak en önemlisi mücadeleye aktif katılmak. Ben pasif kalmıyorum, bu mücadelede aktif bir rolüm, katkım var duygusu tedavide temel adımdır.” Bu sözlerden herkes kendine bir pay çıkarabilir. Ben sayısız STK’de elimi uzatıp kolumu kaptırına dek çalışmayı sürdürüyorum. Gelelim bireysel depresyona geçit vermemeye: En büyük sığınak kitaplar ve sanat! 40 yıllık mucize Yıl 1982. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) sadece çölde bir vaha değil, aynı zamanda 12 Eylül faşist darbe sonrasında soluk alma alanı yaratmıştı. O yıl müzikten oluşan İstanbul Festivali’ne bir haftalık “Sinema Günleri” yerleştirildi. O “Sinema Günleri” gelişecek, sinematek görevini de üstlenecek, dünya sinemasını ayağımıza getirecek, uluslararası bir nitelik kazanacak, yarışmalara sahne olacak; dünyanın sayılı film festivallerinin arasına girecekti. İstanbul Film Festivali’nin en önemli yanı, 40 yıl içinde dev bir seyirci kitlesine harika bir okul olmasıdır. Yalnız seyirci yetiştirmekle kalmadı, Türk sinemasına da sayısız yeni yönetmen kazandırdı. Şakir Eczacıbaşı, Onat Kutlar, Hülya Uçansu ve Görgün Taner’e minnet borcumuz sonsuz. Nisan ayında Beyoğlu, aşk, ateş, anarşi günlerine; tüm kahveler tartışma forumuna dönüşürdü. Anılarla beslenen, umutlarla desteklenen, sohbetlerle zenginleşen bir şölendi Beyoğlu. Bir yanınızda Jeanne Moreau, bir yanınızda Antonioni’yi, Angelopoulos’u yanı başınızda görüverirdiniz. İstanbul Film Festivali iki gün önce başladı. Bu yıl 40 yaşında. Beyoğlu’nun şölen günlerini unutun. Zaten millette keyif yok; üstelik salgın nedeniyle sinemalar kapalı. Alvar Aalto Ancak şu teselliyi aklınızdan çıkarmayın: Çevrimiçi izlemeye en yatkın olan sanat, sinema! İstanbul Film Festivali bu yıl çevrimiçi. Seçimler dünyanın belli başlı festivallerinden yapılmış. Sadece nisan değil mayısta; hatta durum düzelirse haziranda da açık havada sürecek. Festivalin ikinci gününde muhteşem bir belgesel izledim. Meraklıları kaçırmasın! Finlandiyalı ünlü mimar ve tasarımcı Alvar Aalto’nun yaşamı. Ben onu 1964’te öğrenciliğimde Paris’teki dev bir sergisinde tanımış ve hayran olmuştum. O gün bugün bu dünya çapındaki ustayı, “mimariyi insanlaştırma” çabasıyla ve doğa düşlerimizi mimariye katmasıyla bilirdim... Sadece mimaride değil, tasarım dünyasına da damgasını vurmuş Aalto’yla ilgili, bu belgeselden öğrendiklerim: 1) Aalto’nun hayata ve mesleğine şehvetle yaklaştığı... 2) Ustanın ancak ve ancak sevdiği kadınlarla aşk yaşayarak yaratabildiği... 3) Söylenmese bile içime yerleşen duygu: İki mimar eşinin de hem Aino hem Elissa’nın haklarını fena halde çiğnediği... 225 12 KiTAP 265 TL yerine 3255T.0L0yeTriLne 2105T.0L0yeTriLne 322.500.0T0L yerine TL Grup Yorum ‘Sıyrılıp Gelen’ (Kalan Müzik) Yakın görüşte ya da değil, fark etmez; ne vakit adları geçse birkaç kuşaktan insanın içi burkulur, yüreği hoplar. 12 Eylül askeri darbe sonrası; devrimcilerin işkence gördüğü, uyduruk yargılamalarla hapse atıldığı, idam edildiği yılların devamı. Dışarıda ise sesini yükseltemeyen bir tepki. Dört üniversite öğrencisinin yan yana gelişiyle kurulmuştu Grup Yorum, 1985 yılında. İlerleyen yıllarda kolektif ruhlu muhalif müziğin en haysiyetli örneği olacaklar, topluluk olmanın disiplini, organik bağı konularında cümle âleme ders olacaklardı. Kendiliğinden gelişen süreç, ilk albüm öncesinde bir mücadele tavrına dönüşmüştü. İki yıllık emek 1987 yılında meyve vermiş, “Sıyrılıp Gelen” yumrukların sıkıldığı kapakla bir kasette vücuda gelmişti. Halk müziği, ozan geleneği ile Latin Amerika ve Akdeniz müziğinin bileşeniydi albüm. Müzikal bir bütünlük yoktu ama coşkuironihüzünlirizm dörtgeninde şekillenen radikallikleri dengeliydi. Henüz en iyi sound’larına ulaşmalarına zaman olsa da, sekiz kişilik nefis kadro direnenlerin başkaldırısını, apolitik bir yaşam biçiminin eleştirisini bilhassa marş formundaki şarkılarla çok iyi dile getiriyordu. Albüm gelecekte yapacaklarının emarelerini taşıyordu. 34 yıl sonra albümü plaktan dinliyoruz. [email protected] Grup Yorum ‘Haziranda Ölmek Zor / Berivan’ (Kalan Müzik) “Sıyrılıp Gelen” piyasada iken solist Efkan Şeşen hapisteydi. Topluluk da üyeleri için etkinlikler düzenliyor, imza topluyor, hatta açlık grevleri yapıyordu. Destek amacıyla bu süreçte solist İlkay Akkaya katılmıştı aralarına. Çok hareketli bir dönemlerine denk gelmişti “Haziranda Ölmek Zor / Berivan” albümü. Topluluğun hayattaki radikalleşme hareketleri müziklerine doğrudan yansıyordu. Güncel mesajları bulunan şarkılar, doğrudan siyasi mücadelelerini destekliyordu. Bu nedenle kolektif ruhun zirveye çıktığı çalışmalardan biriydi bu albüm. Enternasyonal iki devrimci marşın “Venseremos” ile “Çav Bella”nın repertuvardaki varlığına rağmen kuru ajitasyondan uzak bir pozisyon almayı başarmışlardı. Toplum içindeki bireye yönelik insani hassasiyetler şarkı içeriklerinde ihmal edilmemiş, ayrıca ilk albüme göre müzikal tatları da daha yoğunlaşmıştı. Artık topluluğun önünde çok üretken olacakları bir süreç vardı. Kalan Müzik nicedir niyetlendiği projeyi hayata geçirince, daha önce kaset ve CD formatlarında çıkan iki albüm, “Sıyrılıp Gelen” ve “Haziranda Ölmek Zor / Berivan”; altmışlı yıllardaki Amerikan baskılarına benzeyen gatefold kapakla basılan ilk plağımız olma sıfatı onlara nasip oldu, hem de orijinal makara bantlarından. 2200T.0L0yeTriLne 3225T.0L0yeTriLne 3200T.0L0yeTriLne 3200T.0L0yeTriLne 4385T.0L0yeTriLne 3220T.0L0yeTriLne 2105T.0L0yeTriLne 3255T.0L0yeTriLne www.galeatiyayinevi.com galeatiyayincilik gletiyayincilik galeati2017
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle