05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 30 NİSAN 2021 CUMA [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Çürümenin Neoliberal ve cemaat işbirliğiyle kurumsal yapılar nasıl yozlaştı? merkezindeki ittifak PROF. DR. A. SELAMI SARGUT çiminin, halka yukarıdan bakan Üyelerini tebaa ve kul olarak BAŞKENT ÜNIVERSITESI Neoliberallerin tüm savlarını birey ve aktörün gönüllü, özgür iradeli eylemleri üzerine kurdukları bilinir. Bu çerçevedeki temodern yapı ve kurumlar (bunların içinde bilim de vardır) tarafından baskılandığı kanısındadırlar. Neoliberaller kurum ve yapılara, bireysel özgürlük alanlarını sınırladıkları için karşı çıkarlarken gören klancı toplulukların, Temel amaçları bireyci gerçek liberallerle (bunların bir de yeraçısından li ve milli, çakma verdünyayı siyonları vardır) sonuoldukça farklı na kadar bu yolu birmel görüşleri, bireylerin özgür seçim cemaatler ise yine bu kurum tanımlayan bu iki likte yürümeleri dolerini kısıtlayan tüm yapısal ve kurumsal engellerin kaldırılması üzerine kurgulanmıştır. Söz konusu yaklaşım, insan yapısı olarak gördükleri kurumsal ve sosyal kuralların gevşetilmesi ya da kaldırılması, birey özve yapıları, muhafazakâr yaşam biçimlerini engelleyen, “merkezden” dışlayan, “çevreye” mahkum eden iktidar araçları biçiminde değerlendirmektedirler. topluluğun bir araya ğal olarak pek olası gelmesinde, her iki değildi. Sonunda yolkesimdeki aktörler ları ayrılmaya başarasındaki bağlar etkili olmuştur. lamıştır. Siyasal, toplumsal ve ekonomik palazlanma sağlanınca gürlüklerinin sınırsız olması gerektiğini savlayan anlayışlara değin uzanır. Neoliberaller içindeki bazı kesimler, verili doğal sınırların (gerçeklerin) bile, dayatılan insan yapısı engeller olduğunu ileri sürecek kadar ipin ucunu kaçırmışlardır. Kaçınılmaz düş kırıklığı Merkezde yer alan modern kurumlar ve yapılara karşı bu tepkiler, doğal bir ortaklığın oluşmasının yollarını açmıştır. Temel amaçları açısından dünyayı oldukça farklı tanımlayan bu iki topluluğun bir araya gelmesinde, cemaatçi tarafta “bu kadar bireysel özgürlük yeterli hatta fazla bile” görüşleri öne çıkmaya başlamıştır. Bunun üzerine kuram bilgisi zayıf olduğu için, epistemolojik öngörülerde bulunma becerisi de yetersiz olan neoliberal kesim ahlar ve vahlar içinde büyük bir düş kırıklığına uğraCumhuriyet her iki kesimdeki aktörler arasındaki düşmanlığında birleşim bağlar etkili olmuştur. Batılı öğrenim ldcğlldradeueüaliaüiGrallksn,zeibbnleoermadiiersilyrcrençilyuedımeoee,orhmerkaaİladttoçstlahaafieıeljaarkbnaaivk.tbztmildrlsıKaueüıeğvıikğrlzlyıeaaeicıâetnnnenreerelid,dmlkemntatkearooüyiacieepnynıadelnşloatikeul,mlanriııkz, öazdçykeeıaiozmgklliğnlulötimlluıioktizrkburüeNpmbeçpşsleiuarlliureaaotmesyşlıroşyomlamlnrera,uaırlnaicalnayulr,rerınnııbcncu,eeıanğrraiiknilnvldeieseadzlögatrtldeceyökaeaünealrngrmeledemmlenöıklmıeşollğandüeemadilıaeisrşlnenelti,mieterşçrmıünmblrnkilferliaiidaieunlylzgmreerrehıakiork,yrbüap.lmçiioeifmnCıoelbadlusuyvaezakkeıhnrnrmkaznüueauakııknradfşmnnâeaauaıerenpozrltnınmoşçlaştkakeeıitkmesllabıoılieârıesssbienrlıikıeirtmlnarneoliberallerin “birey” cehennemine lar. Söylemlerdeki yakınlaştanımı içinde değerlende odun ma ortak beyin fırtınalarına, dirmeleri pek akla yatkın taşıyor. entelektüel düşünce ve siyaset gelmemektedir. üretim toplantılarına değin genişPeki, ne olmuştur da temel savlemiştir. Merkezin ele geçirilmesi çaları çatışan bu iki topluluk toplumsal ve basında her iki kesimin siyasal, topekonomik açıdan yakınlaşabilmiş, siya lumsal ve ekonomik açıdan ortak söymıştır. Bununla da kalmamış, kalemşorlarının ve sosyal, ekonomik figürlerinin de baskılar ve sınırlamalarla karşı karşıya kaldığı bir sürece doğru savrulmuşlardır. Niteliksiz ayrışma Bu noktada neoliberaller arasında keskin bir yarılmanın oluştuğunu görüyoruz. Düşüncelerini bilimsel bir süzgeçten geçirme becerileri kısıtlı olsa da ellerinde kalan romantik sanrıya sıkıca sarılmış olan bir kısım (gerçek) neoliberal aldandıklarını görerek günah çıkarmışlardır. Oysa daha araçsalcı ve çıkarcı olan çakma neoliberaller ise duruşlarını revize ederek ya da yeni bir liberalizm tanımı yaparak, günün siyasal, toplumsal ve ekonomik koşullarına uyumu (özgür iradeleriyle) seçmişlerdir. sal ortaklıklar kurabilmiştir? Her iki topluluğun ortak paydası, lemler üretmeleri zor olmamıştır. An Son toplamda neoliberallerin, birecak dünyayı kavrama çerçevesinde yin ve aktörün önünü, hiçbir kurum, denetleyip egemen olamadıkları, ku ki temel ayrılıklar nedeniyle, cema yapı ve kural tanımadan, sınırsızca ral koyan modern yapı ve kurumlara atçi kesimlerin bu ortak söylemleri, açma çabalarının toplumları ve örgütkarşı duruşlarıdır. Bu karşıtlık yakın merkezi (ve oradaki kurum ve yapıla leri karizmatik (Romantik mi desem?) laşmalarının birinci nedeni olarak or rı) ele geçirmelerine olanak sağlaya aktörlerin egemenliğine tutsak edebitaya çıkmaktadır. İkinci neden moder cak geçici bir dönem için kullandık leceği gerçeği bir varsayım olmaktan nitenin ve bilimin bireylerin inanç ve ları görülmektedir. Bu noktada FETÖ çıkmış gibi görünüyor. Neoliberal gögörüşlerini baskıladığı, halk psikoloji dahil tüm cemaat ve tarikatların, “ak rüşler yalnız bireylerin, toplumların sini aşağıladığı konusundaki iddiala lı evvel” neoliberalleri elverişli araç ezilmesi sonucunu doğurmuyor, ayrırıdır. Özellikle neoliberaller bu yak lar olarak nasıl kullandıklarını anla ca kutuplaşmaların, kimlik çatışmalalaşımla, bireylerin özgür irade ve se yabilmek hiç de zor değildir. rının cehennemine de odun taşıyor. Irkçı mısınız? PANDEMININ ETKILERI ÇOK PARLAK DEĞIL PROF. DR. MEHMET Y. YAHYAGIL YEDITEPE ÜNIVERSITESI Yaklaşık bir ay önce Prens Harry ve eşi Meghan’ın asalet unvanlarını bir kenara bırakarak, İngiliz kraliyet ailesinin ırkçı söylemlerinden dolayı bu kararı aldıklarını açıklayıp Amerika’ya gittikleri haberi neredeyse Covid19 salgınını geride bırakmıştı. Meghan, kendisiyle yapılan röportajda aile içinde ayrımcılıkla karşılaştığını söyledikten bir süre sonra Harry’nin kardeşi Prens William, bir gazeteciye “Biz pek de ırkçı bir aile değiliz” (We are very much not a racist family) yanıtını vermişti. Burda önem taşıyan, verilen yanıtın “Biz ırkçı bir aile değiliz” (We are not a racist family) şeklinde olmamasıydı. Kısacası “değiliz” ve “pek de değiliz” ifadeleri çok dikkat çekicidir. Aynı röportajda Meghan’ın çocuğu için Buckingham Sarayı’ndakilerin “Ten rengi nasıl olacak?” şeklindeki konuşmalarından “ürktüğünü” ifade ettiğini de vurgulamak gerekir. Değerler olumsuz etkilendi “E, bundan bize ne?” diyorsanız, sorun, bu konunun yalnız Birleşik Krallık’ın meselesi olmayıp tüm dünya halklarını ilgilendirmesidir. Avrupa ülkelerinin tarih boyunca özellikle Afrika’yı sömürgeleştirmesi, ülkelerin doğal varlıklarının yanı sıra insanlarını köleleştirmesi, farklı yaklaşımlarla (örneğin İngilizlerin Hindistan’ı içten fethetmeleri) ülkeyi dilediklerince yönettikleri net olarak bilinmektedir. Küreselleşmenin her türlü ekonomik faaliyeti, toplumsal davranış ve iletişim biçimlerini radikal şekilde değiştirmesinin etkileri artarken, bir yılı aşkın zamandır mücadele edilen virüs salgınının yaşamımızın her alanını ve bir kez daha altüst etmesi evrensel değerleri, eşitlik kavramını, kültürel yaklaşımları da olumsuz etkilemiştir. Son 10 yılın terör eylemleri, mülteci akımları diğer etmenlerle birleşerek yeni bir tür milliyetçiliği, despotluğu körüklemiş, İslamofobi ve ırkÖnümüzdeki on yılda Türkiye gibi ülkelerin hamasi değil, akılcı, rasyonel temellere dayanan, gerçekçi dış siyaset politikaları planlaması zorunluluktur. çılık farklı maskelerle siyasetçilerin söylemlerine yansırken insanların ırksal, etnik kökenleri ve kültürel değerleri yargılanmaya başlanmıştır. 70’li yıllarda ırkçılık eğilimlerini anlamak için deneklere, çocuğunuz günün birinde “Ben bir siyahi ile evleniyorum” derse ne yaparsınız sorusuna, bu noktaya kadar insani değerlerden dem vuran ebeveynlerin en olumlu yanıtı “Pek de arzu etmem” şeklindeydi. Günümüze gelirsek ECRI (Avrupa Irkçılık Karşıtı Komisyonu’nun) Mart 2021 raporunda “Avrupa genel olarak insan hakları konusunda gerilemiştir” ifadesinin yer aldığını belirtmek gerekir. ABD’de G. Floyd’un öldürülmesinden sonra “Siyahların hayatı önemlidir” sloganı dünya çapında protesto hareketleri başlatmış fakat bu vb. sosyal aktiviteler ya da resmi makamların açıklamaları ırk çatışmalarını önlemek bir tarafa olumlu yönde hissedilir bir etki yapmamıştır. Ayrıca, ırkçılık ve İslam düşmanlığı yalnız beyaz ve siyah ırk arasında değil özellikle halkları Müslüman olan ve aralarında Türkiye’nin de olduğu Afrika, Asya ve Ortadoğu’dan pek çok ülkeyi kapsamaktadır. Kendi ülkemizin son 20 yılda seküler değerlerden uzaklaşması ve Ayasofya’nın statüsünün değişmesi kuşkusuz burada bir etkendir. Bir örnek de Çin kökenli bireylerle ilgilidir. Akademik bir makalenin (DOI: 10.1080/14616696.2020.1836384) Çinli yazarları, özellikle Fransa’ya atıf yaparak “Ben virüsten çok ırkçılıktan korkuyorum” başlığıyla yayımlandığını duyurmakta yarar görüyorum. Kaygı verici belirtiler Türkiye ırkçılık, kölelik konusunda tarih boyunca farklı bir tablo çizmiştir. Ancak son 20 yılda küreselleşme, değişen toplumsal ve siyasal koşullarla ülkemize göç edip belli bölgeleri mesken tutan Afrika, Sudan ve Suriye kökenliler her ne kadar “din kardeşliğinden” halkın bir bölümünden büyük bir tepki almamakla birlikte bir göçmen karşıtlığı kendisini göstermiştir. Yakın gelecekte iş dünyası ister istemez ortak etik ve kültürel değerlerde buluşabilecek ancak küresel şirket çalışanlarının ırksal, etnik özellikleri iş gördükleri ülkede yine sorun kaynağı olacak ve halen Almanya ya da Fransa’daki Türkler gibi yaşadıkları topluma, kültürel değerlerle uyum sağlayamayacak, izole edilecektirler. Avrupa ya da Amerika kültürüne uzak bireyler olarak toplum içinde kendilerini hep yabancı hissedecek, pek çok eğlence yerine, restoranlara gidemeyecek, kabul edilmeyecek ya da dışlanacaktırlar. Ulusal seferberlik gerek Turistik etkinliklerde ise fazla bir sorun yaşanmayacak hele ki günümüzdeki Arap turistler gibi para harcıyorlarsa, konuk ülkede kalış süreleri de sınırlı olduğundan, görünüşleri, davranışları göz ardı edilecek sadece çok sofistike mekânlara alınmayacaklar fakat bu da onlar için sorun olmayacaktır. Asıl kâbus, önümüzdeki 30 yıl içinde gerçekleşecektir. İklim değişiklikleri büyük olasılıkla 3 ya da 4 kutuplu bir dünya yaratacak, bugünkünden çok farklı, eski çağları hatırlatacak (Orwell’in 1984 başlıklı yapıtını anımsayalım) bir sistem kurulacak ve sosyokültürel yönü zayıf, evrensel bir mekanik organizasyon, katı kurallarla belirlenmiş yaşam tarzı milyonlarca insanın kaderi olacaktır. Bu nedenlerle önümüzdeki on yılda Türkiye gibi ülkelerin hamasi değil, akılcı, rasyonel temellere dayanan, gerçekçi dış siyaset politikaları planlaması zorunluluktur. Umudumuz, ulusal bir seferberlikle kaliteli eğitim olanaklarını genç kuşaklara verecek, üretimi artırarak geleceğe yön verebilecek, yaratıcı liderlerin yönetimde olmasıdır. Nutuk’ta Atatürk Ermenilerle Savaşı anlatıyor 2 Sevgili okurlarım, İstiklal Savaşımız, Birinci Dünya Savaşı’nın galip devletlerine karşı, işgal edilmiş Osmanlı toprakları üzerinde ve üstelik de yenilmiş orduların kalıntıları ile devam eden bir savaştır. Böyle bir savaşın sonunda kazanılan zafer de gerçekten “mucizevi” niteliktedir: Çünkü, galip devletlere ilaveten, Batı’dan Yunan, Doğudan Ermeni, içeriden Halife Orduları ve isyanlar da Kuvayı Milliye’ye karşı savaşmaktadırlar. HHH Dünkü yazım üzerine, “Tehcir 1915’te oldu, sen 1920’den bahsediyorsun” eleştirileri yapıldı. O nedenle, dönemin bir “Savaş dönemi” olduğunu ve “İstiklal Savaşı”, “Dünya Savaşı”nın devamı olduğundan, Ermeni olaylarının da o tarihteki koşullar yani savaş koşulları bağlamında değerlendirilmesi gerektiğini anımsamalı ve Büyük Millet Meclisi ordularıyla, Ermenistan orduları arasında savaşlar yapıldığını da bilmeliyiz. Ayrıca Rus ve Ermeni ordularının Doğu’daki işgalleri sırasında Ermenilerin yaptıkları zulmün de bu “mukatale” (karşılıklı katliam) olayları açısından çok önemli bir rol oynadığını göz ardı edemeyiz. Evet, şimdi söz yine Atatürk’te... Bu bölümde içeriden gelen bir ihanet olayını da anlatıyor. HHH Efendiler, bu hoşa gitmeyen bilgilere ilişkin Doğu Cephesinin raporunu okurken, Ermenilerin saldırı günü olan 24 Eylül’de yazılmış Celâlettin Arif Bey’in de bildiğiniz ültimatomunu alıyordum. Ermeniler püskürtüldüler. Ordumuz 28 Eylül sabahı ileri harekete geçti. Aynı günde Erzurum’un elli imzası da Ankara’ya taarruza geçiyor. Ne kötü tesadüf!.. Sanki bu efendiler, (Celâlettin Arif Bey ve destekçilerini kastediyor. e.k.) Ermenilerle aleyhimizde harekete sözleşmiş gibi!.. Ordu, 29 Eylül’de Sarıkamış’a girdi. 30 Eylül’de Merdenek alındı. Fakat, bazı nedenler ve düşünceler dolayısıyla 28 Ekim 1920 tarihine kadar, bir ay SarıkamışLâloğlu hattında kaldı. Bu nedenlerden birinin de Erzurum’da bulunan Celâlettin Arif Bey ve arkadaşlarının yarattıkları durum olduğunu tahmin edersiniz. Gerçekten, Kâzım Karabekir Paşa’nın 29 Eylül 1920 tarihinde Sarıkamış’tan çekilen telgrafında “30 Eylül’de cepheyi gezip saptamalarda bulunduktan sonra Erzurum’a giderek orada ortaya çıkan sorunun çözüleceği bildirilir” deniliyordu. Kâzım Karabekir Paşa, 30 Eylül 1920 tarihinde, Sarıkamış’tan Celâlettin Arif Bey’e de yazdığı bir şifrede, “Erzurum halkı adına kırk elli imza ile çekilen açık telgraf, dış düşmanların milyonlar harcayarak sağlayamayacağı bir belgedir. Olayın kendisinden daha önemli ve tehlikeli olan bu açık telgrafın dış düşmanın tehlike ve tehdidinden daha yıkıcı ve vahim sonuçlarını, cephedeki durumdan daha önemli gördüğümden, yarın Erzurum’a geleceğimi bilgilerinize sunarım” diyordu. Celâlettin Arif Bey, 5/6 Ekim 1920 tarihli telgrafıyla, özellikle de “yurtsever ordu içinde değerli ve halkın güvenini kazanmış pek çok subay ve üstsubay bulunduğundan, suiistimal yakınmaları ordunun direniş kuvvetini ve disiplini etkileyecek kadar büyümemiştir” bilgisini veriyordu. Ordularımızın üstsubay ve subayları hakkında bilinen bir gerçek Senelerce yurdun çeşitli savaş sahnelerinde komuta ettiğim ordularımızın üstsubay ve subayları hakkında zaten bildiğim bir gerçeği yüz sekseninci kez olsa da duymaktan elbette çok memnun olmuştum. Efendiler, savaş alanında emir bekleyen Doğu Ordumuz, 28 Ekim 1920 günü Kars üzerine harekete başladı. Düşman, direnmeden Kars’ı boşalttı. 30 Ekim’de Kars’ı aldık.. 7 Kasım tarihinde kıtalarımız, Arpaçayı’na kadar olan bölgeyi ve Gümrü’yü ele geçirdi. Ermeniler, 6 Kasım’da ateşkes ve barış için başvurmuşlardı. Biz de ateşkes maddelerini, Dışişleri Bakanlığımız aracılığıyla 8 Kasım’da Ermeni ordusuna bildirdik. 26 Kasım’da başlayan barış görüşmeleri 2 Aralık’ta bitti ve 2/3 Aralık gecesi Gümrü Antlaşması imza edildi. Milli hükümetin yaptığı ilk antlaşma: Gümrü Antlaşması Efendiler, Gümrü Antlaşması milli hükümetin yaptığı ilk antlaşmadır. Bu antlaşma ile düşmanlarımızın hayaliyle kendisine ta Harşit Vadisi’ne kadar olan Türk ülkeleri armağan edilmiş olan Ermenistan, Osmanlı Devleti’nin 1877 Seferi’yle kaybetmiş olduğu yerleri bize, milli hükümete bırakarak iddia dışına çıkarmıştır. Doğuda, durumlarda önemli değişiklik olması yüzünden, bu antlaşma yerine, daha sonra imzalanan 16 Mart 1921 tarihli Moskova ve 13 Ekim 1921 tarihli Kars Antlaşmaları geçmiştir. HHH Sevgili okurlarım, zaten Demokratik Rejimin en büyük düşmanlarından olan şoven milliyetçiliğin (Tuğrul Türkeş’in deyimiyle “azgın milliyetçiliğin”) Diyaspora’nın milliyetçilik bilincini canlı tutmak için tarihin saptırılmasında da “Soykırım” (Genosid) iddialarının temeli yapılması ve tarihsel gerçekleri anlatmaya çalışanların, Holokost’u inkâr edenler için kullanılan “inkârcılıkla” veya “aşırı milliyetçilikle” suçlanması hüzün vericidir. Her tarihsel trajedi, yaşanan dönemin koşulları içinde değerlendirilmeli, günlük iç ya da dış siyasete alet edilmemeli; hele hele nefret söylemi için asla kullanılmamalıdır! ÇIKTI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle