08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Kupa Orhan Veli 2 21 NİSAN 2021 ÇARŞAMBA OLAYLAR VE GÖRÜŞLER [email protected] Dünden bugüne milletvekilliği ve yasama dokunulmazlığı PROF. DR. RIDVAN AKIN GALATASARAY ÜNIVERSITESI Anadolu ihtilalini ve Türk bağımsızlık savaşını yürüten Birinci TBMM, 1 sayılı Heyeti Umumi kararıyla kendi varlığını ve meşruiyetini ilan ettikten sonra, seçilmiş milletvekilleri için Birinci Meşrutiyet Mebusan Meclisi’nden beri gelişmekte olan parlamenter teamülleri ve vekillerin mahfuz haklarını ve Mebusan Meclisi’nin içtüzüğünü apriori kabul etti. Bu mahfuz hakların hiç kuşkusuz en önemlileri yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlığı idi. Meclis, 5 Eylül 1920‘de Nisabı Müzakere Kanunu ile Ankara konvansiyonunun mahiyetini ve çalışma usullerini, 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilatı Esasiye Kanunu ile de yeni bir “Türkiye Devleti” kurulduğunu ve bu devletin siyasal rejiminin ne olduğunu belirlemiş oldu. Son derece duyarlı Bütün devlet erklerini uhdesine alan Birinci Meclis, kendi üyelerinin parlamenter olmaktan kaynaklanan hak ve özgürlükleri konusunda son derece duyarlı oldu. Meclis gündemine gelen yasama dokunulmazlığının kaldırılması ve yargıya sevk dosyalarında özenli davranıldı. Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası üyelerinin “hükümeti devirmeye teşebbüs” suçundan Ankara İstiklal Mahkemesi’ne sevk edilmesi sürecindeki uygulama bu konuda aydınlatıcıdır. Dokunulmazlığı kaldırılarak yargılanan milletvekilleri içinde sadece Nâzım Bey (Tokat) mahkum oldu ve milletvekilliği düştü. Diğer milletvekilleri Mehmet Şükrü Koç (Afyon) ve Şeyh SerYasama dokunulmazlığı iktidar milletvekilleri için adli kovuşturmadan azade olmak anlamına gelirken muhalif milletvekilleri için hoyratça müdahale edilebilir bir hak haline getirilmiş bulunmaktadır. Oysaki milletin temsilcisinin dokunulmazlığı, milletin hukukunun dokunulmazlığıdır. vet Efendi (Bursa) beraat ettiler ve meclise döndüler. Bunun dışında TBMM kararı ile üyelikten ıskat edilmiş tek üye vardır: Saruhan Milletvekili Çerkes Reşit Bey. O da “vatana ihanet” suçlamasıyla. Eski İttihatçılardan Cami Beyin (Aydın) üyeliğinin düşürülmesinin sebebi ise İtalya’ya resmi bir görevle gönderildikten sonra iki yıl meclise geri dönmemesidir. Çarpıcı hukuk vurgusu Bunun dışında Meclis, dokunulmazlık kaldırma ve üyeliği düşürme taleplerine sıcak bakmamış, çoğunu reddetmiştir. Örneğin Meclis’in yeni açıldığı dönemde Konya Milletvekili ve Meclis Başkanvekili Abdülhalim Çelebi Efendi’nin Delibaş İsyanı’na dahli gerekçesiyle divanıharp tarafından tutuklanması , yargılanması ve mahkum edilmesi, “suçüstü hükümleri var” itirazlarına rağmen reddedilmiştir. TBMM bu kararı “vekil yasama dokunulmazlığı varken tutulamaz, yargılanamaz” ilkesi gereğince vermiştir. Meclis gündemine gelen bir başka önemli olay ise Amasya İstiklal Mahkemesi üyelerinin verdikleri kararlar nedeniyle yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ve yargılanmaları talebi olmuştur. Meclis bu talebi reddetmiş, sadece verdikleri kararları kaldırmıştır. Milletvekilliği statüsünden yararlanma, ihtilas ve irtikap gibi suçlamalarla meclis gündemine gelen dosyalar ya komisyona iade edilmiş ya da yargı sürecinin başlatılması yasama döneminin sonuna ertelenmiştir. Hüsrev Sami Bey (Eskişehir), Kasım Efendi (Muş), Osman Bey (Lazistan) örneklerinde olduğu gibi. 5 Ağustos 1921 tarihli Başkumandanlık Kanunu ile Meclis, kendi başkanına yetkilerinin bir kısmını delege ederken, “azasından her birinin Kanunu Esasi ve Teşkilatı Esasiye Kanunu’yla hukuk ve masuniyeti teşriiyesi tabiatıyla mahfuz ve şahsiyeti maneviyesi Başkumandanlığı haiz bulunan Türkiye Büyük Millet Meclisi” ifadesine yer verilmesi son derece anlamlıdır. Bununla Meclis, milletvekillerinin “dokunulmaz, devredilmez” hakları olduğunu, olağanüstü şartlar nedeniyle parlamento hukukunun askıya alınamayacağını vurgulamış oluyordu. Siyasi değil adli Cumhuriyet devriminden sonra, devlet erklerini yeniden tanımlayan 1924 Anayasası TBMM üyelerinin yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlığını bütün parlamenter sistemlerde geçerli olan evrensel ilkelerle tekrarladı. Tek parti döneminde alınan dokunulmazlıkları kaldırma kararları çoğunlukla Yüce Divan’a sevk ile sonuçlanmıştır. Bu kararlar esas itibariyle siyasi değil adli kararlardır. İhsan Eryavuz (Cebelibereket), Ali Cenani Bey (Gaziantep) örneklerinde olduğu gibi. Çok partili dönemde ise iktidarlarmaalesef bu kurumun demokratik siyasi hayatın çok temel bir normu olduğunu önemsememiş, muhalefeti susturmak için kullanmışlardır. Osman Bölükbaşı, Hüseyin Cahit Yalçın, Çetin Altan dosyalarında olduğu gibi. Birinci Meclis’in gerisinde 2007’den bu yana ise siyasi iktidar, “millletin seçilmiş vekillerinin” anayasadan kaynaklanan haklarını adeta işlevsiz kılma çabası içinde görünüyor. “1689 Bill of Rights”ın kabulünden bu yana, parlamento üyesinin en önemli hakları, “söz hürriyeti ve tevkiften masuniyet” olup aynı zamanda bu haklar liberal demokratik düzenlerin temel ilkeleridir. Hür dünyanın bütün parlamentolarında hassasiyetle korunan bu ilkeler son 20 yıldır gittikçe önemsizleştirilmiş, 2017 Anayasa değişikliğinden sonra da muhalif kesim için adeta yok mesabesine indirilmiştir. Yasama dokunulmazlığı iktidar milletvekilleri için adli kovuşturmadan azade olmak anlamına gelirken muhalif milletvekilleri için hoyratça müdahale edilebilir bir hak haline getirilmiş bulunmaktadır. Oysaki milletin temsilcisinin dokunulmazlığı, milletin hukukunun dokunulmazlığıdır. Sonuç itibariyle, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne geçtikten sonra yapılan 2018 genel seçimleriyle toplanan 27. dönem TBMM yetkilerini sistem gereği büyük ölçüde yürütmeye devretmiş olup yasama yetkileri ve milletvekilliği statüsü açısından Birinci Meclis’in gerisine düşmüş bulunmaktadır. Kupa Cumhuriyet İstanbul Sözleşmesi ve iktidar MUSTAFA KARADAĞ EMEKLİ YARGIÇ ESKİ YARGIÇLAR SENDİKASI BAŞKANI “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Dayanışma Günü’nde biz erkekler olarak, kadına yönelik her türlü şiddetin acı ve ıstırap veren, yaşam hakkını tehdit eden, temel bir insan hakkı ihlali olduğuna, toplumu derinden yaralayıp zayıflattığına, aile birliğini zedeleyip anne ve çocuk sağlığını bozan son derece önemli bir halk sağlığı sorunu olduğuna, kadına yönelik şiddetin katı töre, gelenek gibi hiçbir gerekçeyle asla meşrulaştırılamayacağına inanıyoruz. Hayat arkadaşlarımız, kardeşlerimiz, annemiz, geleceğimizi emanet ettiğimiz evlatlarımız kadınlar, bu toplumun yarısını oluşturan erkeklerle aynı haklara sahip bireylerdir. Bu nedenle kadına yönelik şiddete ortak olmayacağız, seyirci kalmayacağız. Kadına yönelik şiddete son vermek için el ele verelim. Kadına karşı şiddetle mücadelede erkekler olarak üzerimize düşen görevi yapmak üzere kararlıyız, biz de varız.” İktidar sözleşmeden niçin çıktı? İstanbul Sözleşmesi, TBMM’de özellikle planlanarak ve anlamlandırılarak 25 Kasım 2011’de onaylandı. Yukarıdaki metin, eşzamanlı olarak hükümet tarafından, ilk imzası zamanın başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından atılan “Biz de varız” kampanyasının bildirgesi. Dili bir miktar erillik ve “Aslında tam böyle düşünmüyorum” çekinikliği taşısa da genelde İstanbul Sözleşmesi’nin ruhuna uygun bir metin. Peki ne oldu da AKP, İstanbul Sözleşmesi’nden caydı? Bu sorunun cevabı, her koşulda polemiğe davet eder. Hükümet her zaman Hedefi şeriat ve hilafet olan, tek adamın gücünü öne çıkaran bir iktidarın, İstanbul Sözleşmesi’ni benimsediğini konuşmak baştan yanlıştı. Şimdi de neden çıktığını tartışmak anlamsız. Laik, demokratik Cumhuriyete sahip çıkmak, tüm siyasi partiler ve sivil toplumun ortak görevidir. olduğu gibi kandırıldı mı? Yoksa her zaman olduğu gibi kandırdı mı? Zira siyasi gelişmeleri birazcık takip eden herkesin bildiği gibi özellikle hak ve özgürlükler konusunda AKP’nin dediğine değil yaptığına bakmak gerekir. İktidar, şimdiye dek sorumluluklarını “kandırıldık” diye def etmeyi başarsa da hepimiz, aslında bizi kandırdıklarını biliyoruz. Birincisi, İstanbul Sözleşmesi kadın ile erkek arasında tam bir eşitlik öngörüyor, eşitsizliğin kaldırılmasını istiyordu. Oysa iktidar, 2010’da İstanbul Sözleşmesi’ni imzalamadan hemen önce, kadına karşı şiddetin ve ayrımcılığın önlenmesi konusunu milli eğitim müfredatından çıkarmıştı. Kadın, ders kitaplarında başı kapalı, evde temizlik, ütü, yemek yapan bir anne olmuştu. “Toplumsal cinsiyetin” derslerde anlatılması, iktidarın “manevi değerleri” aleyhine, kadınerkek eşitliği lehine bir değişiklik yaratabilirdi ve bu çok tehlikeli hale gelebilirdi. Üstelik İstanbul Sözleşmesi “kadın” teriminin 18 yaşından küçük kızları da kapsayacağını öngörmekteydi. “Kadın mı, kız mı?” söyleminden uzaktaydı. İkincisi, İstanbul Sözleşmesi “cinsel yönelimlerle” ilgili davranış ve değerlendirmeleri “ayrımcılık” kapsamına alıyordu. Neredeyse tamamı tarikat yurtlarında ve evlerinde yaşanan çocuk istismarları, iktidarı rahatsız etmese de konuşulması fazlasıyla memnuniyetsizlik yaratıyordu. Böyle olunca “cinsel yönelimin” bir hak ve özgürlük meselesi yapılması, devletçe hak ve özgürlüklerin korunması, aksi halin ayrımcılık sayılması, siyasi iktidar için şimdi ne kadar “zül” ise o zaman da benimsemediği bir konuydu. Aynısını yapıyorlar Üçüncüsü, İstanbul Sözleşmesi, siyasi iktidarı, alanlarda ve her koşulda şiddet uyguladığı, konuşmalarına hatta orta yerde durmalarına bile tahammül edemediği, “kadınlara karşı şiddet uygulanmasıyla mücadelede aktif rol oynayan” sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapmak, çalışmalarını her düzeyde özendirip desteklemekle yükümlü kılıyordu. Bu da iktidar bakımından katlanılabilecek bir şey değildi. Dördüncüsü, İstanbul Sözleşmesi, taraf devletleri, şiddet ve ayrımcılığın sonlandırılması, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kaldırılması, farkındalığın artırılması, şiddetin kadın mağdurlarının güçlendirilmesi, kadına ekonomik bağımsızlığının kazandırılması, ikincil mağduriyetlerden kaçınılması için önlem almakla yükümlendiriyordu. Sözleşmeye taraf devleti, sosyal devlet olmaya zorluyordu. İktidar ise böyle bir kavramın varlığının farkında bile değildi. Önlem almayı değil, cezalandırmayı seviyordu. Her kadın cinayetinde, iktidar temsilcileri konunun takipçisi olduklarını, failin en ağır şekilde cezalandırılması için her şeyi yapacaklarını açıklıyorlardı. Halen aynı şeyi yapıyorlar. İktidarın hedefi Örnekler çoğaltılabilir. İktidar baştan beri samimi değildi. O zaman öyle gerekiyordu. Şimdi, İslami otokratik devlet hedefine oldukça yaklaşıldı. İktidara yakın bir yayın organı açıkça hilafet çağrısı yaptı. İktidar temsilcileri, laiklik ve demokrasi aleyhine birçok söz söylemekten geri durmadığı gibi, Diyanet İşleri Başkanı da Ayasofya’daki ilk cuma namazında, arkasından bayram namazında minbere kılıçla çıktı. Mustafa Kemal Atatürk’e lanet okudu. Kılıç şimdiye dek camilerde görülmemişti. Diyanet İşleri Başkanı, neden buna ihtiyaç duydu? Kılıcı kime verecek? Hedefi şeriat ve hilafet olan, tek adamın gücünü öne çıkaran bir iktidarın, İstanbul Sözleşmesi’ni benimsediğini konuşmak baştan yanlıştı. Şimdi de neden çıktığını tartışmak anlamsız. Laik, demokratik Cumhuriyete sahip çıkmak, tüm siyasi partiler ve sivil toplumun ortak görevidir. Demokrasi güçleri, ortak muhalefeti geliştirmelidir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle