23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 13 NİSAN 2021 SALI gorus@cumhuriyet.com.tr OLAYLAR VE GÖRÜŞLER MONTRÖ SÖZLEŞMESI hakkında az bilinenler... PROF. DR. TÜRKKAYA ATAÖV Türkiye Cumhuriyeti’nin dış ilişkilerinin temel metinlerinden biri olan bu yazılı antlaşma üstüne 1936’dan bu yana çok yayın yapıldı. Benim de Türk dış siyaseti konusunda 400 sayfalık henüz basılmamış İngilizce bir araştırmam vardı. Çok sayıda öteki tezlerim, yazanaklarım, ABD’de tümünden tam numara aldığım bütün sınav kâğıtlarım ve birçok kitaplarımla birlikte 1972’de Mülkiye’de (SBF) odamdan ve evimden güvenlikçilerce alındı ve hiçbiri geri gelmedi. Az bilinen kimi Montrö bağlantılarını bu yazıda belleğimden özetleyeyim. Önce şu önemli gerçek bilinmeli: 192030’larda Almanya, İtalya, Fransa, Japonya ve birkaç devlet daha, ilgilileri önce inandırma ve yazılı antlaşma seçeneğini önemsemeyerek başkalarının topraklarına askerleriyle girdiler. Bu örneklere bakarak Ankara’daki karar vericilere, 1936’da Türk boğazlarına kendi askerlerimizi sokup egemenliği de tek başımıza üstlenmeyi Britanya gibi birkaç devlet önerdi. “Hakkınızdır, kimse engelleyemez” dediler. Ankara hukuk, yazılı metin ve katılanların tümünün onayından yanaydı. Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışan da herkes için bağlayıcı olan da buydu. Seçkin öncüler Oysa Fransa daha 1923’te, Belçika askeriyle birlikte, Ruhr’u, yine Fransa tek başına 1925’te Düsseldorf, Duisberg ve Ruhrort’u ele geçirmişti. Uzakdoğu’da Japonya Şanhayguan’a el koyunca tüm Güney Mançurya’yı almış oldu. Almanya’da Hitler Polonya’nın berisinde kalmış olan Doğu Prusya’ya ulaşacak bir “koridor” peşindeydi. Koridor diye başlayıp Polonya’nın tüm batısını aldı. 1935’in Mart ayında, Versay Antlaşması’ndaki silahsızlanmayla ilgili maddeleri uygulamayacağını resmen açıkladı. Aynı yıl Eylül’de Mussolini Habeşistan bunalımını başlattı. Montrö’nün imzalandığı 1936’da Almanya Rhineland’a zorla girdi. İtalya da Addis Ababa’da egemen olmuştu. Akdeniz’de kimi denizaltılar korsanlık yaparken TC, Nyon Konferansı’nın seçkin öncüsüydü. Bulgaristan ile Arnavutluk, Türkiye’nin başını çektiği Balkan Paktı’na katılmış olsalardı, Alman faşizmi güneydoğu Avrupa’ya belki uzanamayacaktı. Hiç değilse Sadabad Paktı sayesinde doğu komşula193945 yılları arasında Boğaz’a yaklaşan bazı yabancılar gemiler denetlendiklerinde, gemilerde top, mitralyöz, bomba, fişek ve hiçbir silah bulunamadı. Çünkü bu gemiler silahlarını söküp Akdeniz’de Alman denetimindeki Brindisi Limanı’nda bırakıyorlar, boğazlarımızdan geçtikten sonra Romanya’da Köstence’ye gidip sökülen topları yerlerine takarak, Sovyet gemilerine saldırıp batırmayı tasarlıyorlardı. rımız savaş cehennemini yaşamadılar. Ama çevremiz altı yıl yangın yeriyken gerçek barış, dinginlik, rahat ve cennet bölgesel güvenlik sözcüsü Türkiye’deydi. Deneyimli ve uzak görüşlü Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü tarihten gereken dersleri çıkarmışlardı. Osmanlı 191418 Dünya Savaşı’na itildiğinde, bağlaşığı Almanya, 1903 tarihli Schlieffen Planı’na göre, zaten yenik durumdaydı. O zaman, Karadeniz’e geçen Alman Amirali Souchon başlarına fes taktırdığı kendi Goeben zırhlısı denizcileriyle Odesa, Sivastopol ve Theodosya Rus limanlarını bombalayınca Osmanlı da kendini ateşin içinde ve daha ilk gün yenik safta buldu. Ülkemizin güvencesi Montrö 193945 Dünya Savaşı’nda da bugün de ülkemizin güvencesidir. Bunu bilen İnönü ve büyükelçilerimiz uygulamada içtenlikli ve titizdiler. Güvenliğin değerini bilen halkımız yurtsever aydınlarımızın duyarlılığını anlayacaktır. 193945 yıllarında birkaç Alman, bir de İtalyan gemisi boğazlarımızın yakınına ulaştılar. Denetlendiklerinde bu ufak Alman teknelerinde top, mitralyöz, bomba, fişek ve hiçbir silah bulunmadı. Bu durumda ancak ticaret gemisi olabilirlerdi. Sahte kimlikli gemiler Hemen eklemeliyim. Görüntüleri bir yana, gerçekte savaş gemileriydiler. Silahlarını söküp Akdeniz’de Alman denetimindeki Brindisi Limanı’nda bırakıyorlar, boğazlarımızdan geçtikten sonra Romanya’da Köstence’ye gidip sökülen topları yerlerine takarak Sovyet gemilerine saldırıp batırmayı tasarlıyorlardı. Britanya belgeleri incelendiğinde, denize ilk indirildiklerinde “Kriegs transport” (Savaş ulaşımı) göreviyle “savaş gemisi” konumunda sınıflandırıldıkları görüldü. Mussolini İtalyası’ndan gelen “Tarvisio” adlı gemi de böyleydi. Gerçek kimlikleri anlaşılınca, Türk boğazlarından geçmelerine izin verilmedi. Ankara’daki ilgili görevliler bu konuda son derece ciddi, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne bağlı ve kuşkusuz vatanın yüce çıkarlarının ve haklarının hizmetindeydiler. Bu konuda duyarlı olmak bir yurttaşlık görevi, yabancıların oyununa gelmeme istenci ve olası çatışmalara yol açmama dikkatidir. Koçi Bey Risalesi DR. ENGIN ÜNSAL 15. DÖNEM CHP İSTANBUL MILLETVEKILI Göriceli Koçi Bey Arnavutluk’tan devşirilip saraya alınmış ve orada kendini yetiştirmiştir. IV. Murat’ın (16231640) ve sonrasında tahta geçen Sultan İbrahim’in çok yakın dostu, danışmanı olmuş, doğum ve ölüm tarihleri bilinmeyen bir saray aydınıdır. 17. yüzyıl Osmanlı’nın duraklama dönemidir. IV. Murat’ın yanında katıldığı Bağdat Seferi sonrasında devlet yönetiminde gördüğü yozlaşmayı eleştirel biçimde kaleme alarak IV. Murat’a sunduğu risale (rapor) o güne kadar Osmanlı padişahlarına devlet düzeniyle ilgili sunulan ilk rapor niteliğinde olduğu için önemlidir. Raporda III. Murat sonrasında devlette baş gösteren aksaklıklar incelenmiş ve önceki padişahların uygulamalarında yaşanan aksaklılar eleştirilmiştir. Her iki padişaha sunulan raporlarda Osmanlı Devleti’nin geri kalış nedenleri yazılmıştır. Osmanlı’da duraklamanın nedenleri Koçi Bey yazdığı her iki belgede Osmanlı Devleti’nin geri kalış nedenlerini, idarenin işleyiş şekillerini, bozulmaların nasıl ortaya çıktığını anlatmıştır. Koçi Bey raporlarında duraklamanın ve geri gidişin nedenlerini özetle şöyle sıralamıştır: “Giderek her işe hatır karıştı ve her şeye göz yumuldu. Hak etmeyenlere pek çok mevkiler verildi. İyilerin iyi işlerinin değeri bilinmedi. Kötülerin kötülükleri cezasız kaldı. Bilginlerin kıymeti bilinmediğinden bilginlerin halk gözünde saygınlığı kalmadı. Padişahın etrafında dalkavuklar vardır ve bu yüzden padişah halk sorunlarından uzaktır. Rüşvet artmıştır. Memuriyet alım satımı yapılmaktadır. Devlet adamlarının basiretsizliği, eğitimsizliği, liyakatsızliği sorunu derinleştirmektedir. İmparatorluğun çöküşünün medreselerin ve din adamı yetiştirmenin soysuzlaşması yüzünden olduğu açıkça görünmektedir. Ahmet Vefik Paşa tarafından Paris’te bastırılan bu 31 sayfalık rapor başka ükelerde de yayımlanmıştır. Atatürk’ün yakınında, ölümüne kadar kalmış olan Falih Rıfkı Atay “Atatürk Ne idi?” adlı kitabında Göriceli Koçi Bey’in imparatorluğun çöküşünü medresenin ve din adamı yetiştirmenin soysuzlaşması yüzünden olduğunu uzun uzun anlattığına değinir. Tarih yeniden mi yaşanıyor? Koçi Bey’in 17. yüzyılda saraya sunduğu raporlarda değindiği imparatorluğun neden çöktüğüne ilişkin gerçeklerin günümüz siyasetinde de izlerini görmek çok üzücü ve tarihten ders alınmadığının bir belgesi niteliğinde. Kahtı rical (devlet adamı yokluğu) ülkemizde işlerin neden düzgün gitmediğinin temel nedeni. Bunun sebebi de devlet yönetiminin liyakat esasına göre değil Kartal İmam Hatip Okulu esasına göre düzenlenmesinden kaynaklanmaktadır. Medreseler kaldırılmıştır ama tarikatlar bakanlıkların yönetiminde söz sahibi olabilmektedir. Ulemanın padişahın çevresinde kümelenip devlet idaresine karıştığı günleri yeniden yaşar gibiyiz. Dalkavuklar nasıl padişahların etrafını sardığı için sarayın halktan kopuk yaşamasına neden olduysa günümüzde de partili cumhurbaşkanının etrafını sarmış olan holdinglerin, besleme basının Osmanlı dalkavuklarından geri kalan yanının olmadığı rahatlıkla gözlenmektedir. Çizilen pembe tablo ülkenin ekonomik gerçekleriyle örtüşmemektedir ve partili cumhurbaşkanının çevresini sarmış dakavuklar nedeniyle halktan kopuk yaşamaktadır. Bilimi değil ulemayı, üniversiteyi değil tarikatları öne çıkardığımız sürece ülkenin geriye gidişi durdurulamayacaktır AKP’den bir Koçi Bey çıkar mı? Siyaset gerçeklerle yüzleşmekten korkulmadığı zaman demokrasi güç kazanır. Ay’a gitmek, Kanal İstanbul, Karadeniz’de milyonlarca varil petrol masalları ile halkı yaşadığı acı gerçeklerden uzaklaştıramazsınız. AKP’de birilerinin cesurca çıkıp “Kral çıplak” deme zamanı gelmiştir. Kişisel ikbalini düşünmeyen birinin partili cumhurbaşkanına yeniden bir Koçi Bey Risalesi verme zamanıdır. Bunlar yapılmadığı sürece ülke Osmanlı’nın düşüşünden daha ağır bir düşüşe sahne olabilir. Bu arada iktidara alkış tutmak konusunda en önde gelen kurumlardan olan yandaş basına özgür basının bir temel ilkesini hatırlatalım: Basın yönetenler için değil yönetilenler için vardır. İktidarın yumuşak karnı: Propaganda! Başlığa bakıp da Erdoğan/AKP iktidarının propaganda makinesinin AZ çalıştığını veya CILIZ bir ses çıkardığını düşünmeyin… Tam tersine, toplum, tarihte görülmedik bir beyin yıkayıcı propaganda bombardımanı altında: Her an her yerde, AKP Genel Başkanı’nın bağıran, azarlayan, itham eden, sesi ve görüntüsü… Her an, her yerde, AKP Genel Başkanı’na, onun “yönlendirmesine” ve “yol göstermesine” teşekkür… Her an, her yerde, DEMOKRASİ vurgusu… Her an, her yerde, bilmem kaçıncı ADALET REFORMU haberleri… Her an, her yerde, İNSAN HAKLARI EYLEM PLANI müjdesi… Her an, her yerde, EKONOMİK REFAH övünmesi… Her an, her yerde, Türkiye’nin ve Erdoğan’ın BAŞARILARI ve DÜNYA LİDERLİĞİ masalları… Her an, her yerde, siyasal mezhepçi dincilik ve azgın milliyetçilik üzerinden KİMLİK DEMAGOJİLERİ… Ve nihayet, iktidarın KORONAVİRÜSLE MÜCADELE BAŞARISI için yayımlanan kitap! Özetle bütün toplum, her yerden, her an, bizzat AKP Genel Başkanı’nın sesinden ve görüntüsünden veya onun atadığı kişilerin konuşmalarından TAM BİR PROPAGANDA BOMBARDIMANI ALTINDA! Peki, ben bu muazzam propaganda makinesinin Erdoğan/ AKP iktidarının yumuşak karnı olduğunu neden söylüyorum? Çünkü her an, her yerde, toplumun beynine adeta balyozla çakılan propaganda cümleleri: 1) HEM HALKIN YAŞADIĞI GÜNCEL GERÇEKLERLE ÇATIŞIYOR… 2) HEM DE ERDOĞAN/AKP İKTİDARININ DAHA ÖNCEKİ SÖYLEM VE EYLEMLERİYLE ÇELİŞKİ İÇİNDE! Bu nedenle de bırakın iktidara desteği artırmayı, seçmeni kızdırdığı için, ters tepiyor ve desteği azaltıyor. HHH Şimdi bu muazzam propaganda makinesinin niçin insanları çıldırtacak kadar negatif bir etki yaptığına ve neden Erdoğan/AKP iktidarının yumuşak karnı olduğuna tek tek bakalım: 1) Herkes mevcut sorunların “Şahsım Devletinden” kaynaklandığını görüyor; propaganda makinesi her an, her yerde, bu rejimi övüyor. 2) Herkes mevcut sorunların “Şahsım Devletinin” yöneticisi olan tek kişiden kaynaklandığını görüyor; propaganda makinesi ise her an, her yerde, bu kişiyi sürekli övüyor ve yüceltiyor; alınan bütün yanlış kararlardan sorumlu olan kişi, her an, her yerde, gerçeklerin tam tersini anlatıyor; gerçekleri savunanları ise ihanetle suçluyor. 4) Bütün Temel Hak ve Özgürlükler sınırlanmış ve kısıtlanmış durumda, insanlar çeşitli bahanelerle gözaltına alınıyor, hapse atılıyor, medya baskılar altında inliyor, AKP Genel Başkanı yargıya yol gösteriyor; ama propaganda makinesi her yerde, her an, hem DEMOKRASİ, hem İNSAN HAKLARI, hem de ADALET REFORMU masalları anlatıyor. 5) İnsanlar aç, geniş kitleler geçim sıkıntısı içinde; propaganda makinesi her yerde, her an, EKONOMİK REFAHLA övünüyor; iktidar mensuplarının aldıkları maaşlar ise göz kamaştırıyor. 7) İç ve dış politikalar çok sık ve çok zıt biçimde değiştiği için, önceki söyledikleriyle sonraki söyledikleri birbirlerini nakzediyor; medyada ve sosyal medyada, Kürt sorununda, Kanal İstanbul konusunda, Başkanlık rejimi hakkında, dış ilişkilerde, birbirlerine karşıt ifadelerin video görüntüleri “Erdoğan Erdoğan’a karşı” gibi başlıklarla dolaşıyor. 8) Koronavirüs ile savaşta her türlü beceriksizlik ve yetersizlik yanında, kapalı mekânlarda düzenlenen kongrelerle virüsün ülkeye yayılmasında ve zirve yapmasında en büyük rolü oynayan iktidar, herhalde bu konudaki olumsuz rolünü örtbas etmek için, bir de COVID19’a karşı yaptığı savaşla övünmek için bir kitap hazırlamış. HHH Anlaşılan, İletişim Başkanlığı’nca, “Asrın Küresel Salgını Türkiye’nin Koronavirüsle Başarılı Mücadelesi” adıyla yayımlanan kitap, tam bir Erdoğan/AKP propagandası… TRT kitabı şöyle tanıtmış: “Türkiye’nin koronavirüsle mücadelesinin anlatıldığı kitapta başta sağlık olmak üzere, eğitim, ekonomi, ticaret, çalışma hayatı ve sosyal hayata ilişkin hükümetin attığı adımlara ayrıntılı şekilde yer verildi.” HHH Hem insanların her gün bizzat yaşadıkları somut gerçeklere ters düşen, bu yüzden dinleyenleri kızdıran… Hem de zaman içinde kendi içlerinde birbirleriyle çelişen ve bu nedenle inandırıcı olmayan propaganda metinlerinin… Her an, her yerde, bağıra çağıra beyinlere kazınmak istenmesi, gerçekleri anlatanların ise hainlikle suçlanıp susturulması… Ters tepiyor ve bu iktidarın yumuşak karnını oluşturuyor… Gittikçe daha hızlı bir biçimde yıpranmasına yol açıyor! CUMHURIYET GÜNEŞI BALÇIKLA SIVANAMAZ PROF. DR. K. ERÇIN KASAPOĞLU Okullarımızda okutulan Andımız’ın kaldırılması, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması, yeni bir anayasa yapılması ve o anayasada laiklik ifadesinin bulunmaması talebi, askeri okullara giriş yönetmeliğinden “Daha önce her hangi bir irticai faaliyette bulunmamış olmak” koşulunun çıkarılması, gerekirse halifeliğin geri getirilebileceği söylemleri, tek adam yönetimindeki AKP hükümetinin, Cumhuriyetimizin tüm kazanımlarını adım adım ortadan kaldırma ve Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin yerine Tayyip Erdoğan’ın şeriata dayalı İslam cumhuriyetini kurma niyetinin açık bir tezahürüdür. Nitekim AKP Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal’ın “Hazırlıklarımızı tamamlamamız 19 yıl sürdü, asıl şimdi başlıyoruz” sözleri bu niyetlerini doğrular niteliktedir. Bu durumda, Cumhuriyetimizin temel ilkelerine, Atatürk ilkelerine ve laikliğe olan bağlılığımızı ve bu ilkeleri her ne pahasına olursa olsun, sonsuza dek korumak konusundaki kararlılığımızı tüm kamuoyuna, yine bize yakışan bir olgunluk ve vakar içerisinde, demokratik yollarla duyurmak, Atatürk’ün “Gençliğe Hitabe”si ile bize verdiği bir görevdir. Başaramayacaklar Cumhuriyetimizi bir türlü içine sindiremeyenler, üniversite öğretim üyelerine “edepsiz” diyenler, her zaman üzerimizde büyük bir onur ve gururla taşıdığımız akademik giysimizi “deli gömleği”ne benzetenler, demokrasi ve özgürlük adına söylemlerimizi “paslı çivilerin gıcırtısı” olarak niteleyenler şunu çok iyi bilsinler ki ne yaparlarsa yapsınlar, 100 yıllık Cumhuriyetimizi asla yıkamayacaklar ve Cumhuriyet güneşimizi asla karartamayacaklar. Çünkü Cumhuriyet güneşi balçıkla sıvanamaz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle