05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 2 MART 2021 SALI [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Irak üzerinden güney komşularımızla yeni bir açılım modeli E.BÜYÜKELÇI OSMAN KORUTÜRK E.BÜYÜKELÇI SELIM KARAOSMANOĞLU Söze Gara olayının Kuzey Irak’taki Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) idaresindeki bölgede meydana gelmiş olduğundan başlayalım. Uluslararası hukuk kuralları ve ikili anlaşmalar bir ülkeye yönelik sınır ötesi terör tehditlerini bertaraf etme amaçlı askeri operasyonların, tehdit topraklarından kaynaklanan ülke tarafından yapılmasını gerektirir. Buna göre Irak ve Suriye topraklarından ülkemize yönelen terör faaliyetlerine karşı müdahalenin ilke olarak Irak ve Suriye hükümetleri tarafından yapılması gerekmektedir. Konuya Irak açısından bakıldığında, Irak’tan ülkemize yönelik terör tehdidinin esas itibarıyla IKBY idaresi altındaki Kuzey Irak’tan kaynaklandığı görülür. Nitekim, PKK kamplarının çoğu Kuzey Irak’ta olduğu gibi terör örgütü taktik ve lojistik gereksinimlerinin önemli bir bölümünü yine IKBY’nin yetki alanları içinden sağlamaktadır. PKK’yi belki fiilen desteklemese dahi, Erbil’in terör örgütünün bu bölgedeki faaliyetlerini gözünden kaçırması söz konusu değildir. Buna karşılık Merkezi Bağdat yönetiminin Kuzey Irak’taki güç ve etkinliği sınırlıdır. Sonuçta, Irak’tan Türkiye’ye yönelik terör tehditlerine engel olma yükümlülüğü, bölgedeki yönetsel meşruiyetini Irak’ın federal anayasasından alan IKBY’ye düşmektedir. Ancak referandum hamlesinin sonuçsuz kalmasına rağmen bağımsız devlet hayallerini terk etmediği bilinen Erbil’in, bunun için kendince uygun koşulların oluşmasını beklediği bir ortamda PKK’ye karşı bölgede Kürtleri birbirleriyle karşı karşıya getirdiği algısını yaratacak bir silahlı harekete girişmesini beklemek gerçekçi olmaz. Suriye’ye gelince, nedenleri başka olsa da durum bu ülke açısından farklı değildir. Yumuşak güç devreye girmeli Bu durumda Türkiye, kısa ve orta vadede, mecbur kaldığında, uluslararası hukuk ve BM Sözleşmesi’nde öngörülen meşru savunma hakkı çerçevesinde sınır ötesi operasyonları bizzat yapmak zorundadır. Ancak Türkiye’nin, bir yandan bu operasyonlara gereken her türlü imkân ve başka da Irak ve Suriye ile ilişkilerini düzelterek onları yükümlülüklerini yerine getirmeye teşvik edecek olumlu diplomatik zemini oluşturmaya çalışmasında da sayısız yarar vardır.        Bunun için yapılması gerekenlerin başında, Türkiye’nin 2010 yılından bu yana neredeyse tamamen terk etmiş olduğu “yumuşak güç kullanımını” tekrar ön plana çıkarması gelmektedir.   Ovaköy’de ikinci sınır kapısı Türkiye’nin elinde bunu sağlayabilecek önemli bir olanak vardır. Bu da Irak ile Türkiye arasında halihazırdaki tek sınır kapısı olan Habur’un yaklaşık 16 km. batısındaki Ovaköy’de ikinci bir sınır kapısı açılmasıdır. Habur kapısı doğrudan IKBY bölgesine açılmaktadır. Irak’a buradan giriş yapan yolcu ve nakil araçları yaklaşık 90 kilometre boyunca, IKBY’nin konjonktüre göre değişen kural, yönerge ve uygulamalarına tabi olarak ilerleyip; ancak Dohuk’tan 5 km. kadar sonra Fayda’da Bağdat Merkezi Hükümeti’nin yetki alanına girebilmektedirler. IKBY’nin bu güzergâhta genellikle keyfi ve kısıtlayıcı uygulamalara başvurduğu bilinmeyen bir tutum değildir. Oysa, Silopi ile Cizre arasında Ovaköy’de ikinci bir sınır kapısının açılması, buradan Irak’a girecek olanların IKBY bölgesinde ancak 45 km. kadar kısa bir seyahati takiben Bağdat’ın kontrolü altındaki bölgeye girmelerini sağlayacaktır. Bu yazının amacı, plan ve icrası ciddi eleştirilere konu olan ve sonuçlarının acısı hepimizin yüreğini buran KartalPençe 2 operasyonu vesilesiyle, sınır ötesi sorunlar bağlamında Türkiye’nin ulusal çıkarlarını doğrudan ilgilendiren bir konuyu hatırlatarak ileriye dönük nesnel öneri ve uyarılarda bulunmaktır. (1). Bu proje, Irak’ta Sincar yöresinde ve özellikle Suriye sınırındaki gelişmelerle, ABD’nin Suriye politikasındaki istikrarsız yaklaşımları karşısında Türkiye’nin güvenliğine de gerektiğinde katkı sağlayabilecek bir önlem olarak düşünülmelidir. Irak Türklerinin elini de güçlendirir Nitekim, eğer Ovaköy kapısı gündeme ilk getirildiğinde açılabilmiş olsaydı, bu büyük olasılıkla, o tarihlerde Irak’ta yürütülen anayasa çalışmaları bağlamında Irak Türklerinin (2) ülkedeki siyasi konumlarını güçlendirecek bir etken olacaktı. Bugün dahi, Ovaköy yoluyla sağlanacak yeni bir bağlantı, mezhepsel ayrım yapmadan hepsine karşı yadsınamaz bir manevi sorumluluk taşımakta olduğumuz Irak Türklerinin ülkemizle iletişimlerini kolaylaştıracak ve onlara kendi ülkeleri içinde sürdürülebilir bir rahatlık ve belli bir güç kazandıracaktır. Kapıdan çok daha ötesi Konu her hal ve kârda bir paket program konseptiyle ele alınmalıdır. Bu bağlamda sınır kapısının bağlantısı, Ovaköy’den sonra KerkükYumurtalık Boru hattı güzergâhı üzerinden, ara pompa istasyonlarını ve güzergâh boyunca giden servis yolunu izleyerek yaklaşık 45 km. sonra IKBY sınırlarından çıkıp Ninovah vilayetinden Bağdat’ın münhasır yetki alanına girecek olan daha geniş yeni bir yol yapımıyla sağlanmalıdır. Bu yol, kurulacak iki köprüden sonra herhangi bir coğrafifiziki engelle karşılaşmadan JebelSincar’ın doğusundan şimdiye dek ihmal edilen Telafer kentinden de geçerek doğrudan Musul’a ulaşacaktır. Türkiye’nin ilk aşamada güvence altına aldığı arazi bölgesi ile sınırdaki geçiş denetimini, hukuki ve ahdi süreklilik arz edecek bir modalite kapsamında Ninovah (Musul) vilayetine devretmesinin Türkiye’ye Bağdat’ta büyük bir ağırlık ve siyasal manevra yeteneği kazandıracağı da bu bağlamda kaydedilmelidir. Projenin stratejik kalıcı bir değer kazanması için lojistik planda Türkiye’nin Körfez Bölgesi’ne ve Arap Yarımadasına en kısa yoldan ulaşmasını sağlayabilmesi (3), çok boyutlu ilişkilerini sürdürebilecek bir altyapının geliştirilmesi gerekmektedir. Bu altyapının Nusaybin’den Suriye’de Kamışlı’yı “bypass” edip Cizre’den geçerek Irak’a Tel Köçek tarikiyle ulaşacak bir demiryolu ile takviye edilmesi yerinde olacaktır. Paket program, yukarıda sözünü ettiğimiz karayolu ile bu yeni demiryolunun İskenderun ve Mersin liman terminallerine bağlanmasını da içermelidir. Böylece Ovaköy sınır kapısıyla bağlantıları hem Türkiye hem de komşuları için önemli bir ekonomik değer kazanacak ve Türkiye’nin yumuşak güç kullanımı açısından olumlu bir araç olarak devreye girecektir. Bu “megaprojenin” küresel etkileri yanında; yaratılacak karşılıklı sürdürülebilir bağımlılık yoluyla Irak ile Suriye’nin (bizim de çıkarımıza olan) toprak bütünlükleri ile siyasi birlikleri güçlenecektir. Bu da çeşitli bölgesel altgrupların ekonomik teşviklerle denetim altında tutulmasını kolaylaştıracaktır. Sonuç Sonuç olarak bölge politikaları oluşturulmaya çalışılırken, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz ülkelerinin sosyopolitik, ekonomik ve sınır aşan antropolojik yapılarıyla bu yapıların tarihsel dinamiklerini ve küresel bağlantılarını tutarlı bir vizyon içinde hesaba katmak gerekir (4). Nitekim, ideolojik saplantılardan hareketle oluşturulan politikaların sürdürülebilir olmadığı yakın geçmişte Suriye örneği ile açık ve acı bir biçimde görülmüştür. Stratejik derinliği olduğu sanılan sığ taktik manevralarla kısa vadede yüzeysel bazı kazanımlar elde edilebilse de bunların kalıcı olmadığının artık anlaşılmış olması gerekir. Bölgede kalıcı ve uluslararası barış temelinde bir düzen kurulması, bununla hem bizim ulusal güvenliğimizin hem de bölgenin istikrarının güvene alınması isteniyorsa, bunun mutlaka yukarıda sözünü ettiğimiz türde bir geniş açılı bir vizyona dayanması gereği göz ardı edilmemelidir. Notlar: 1 DEİK TürkiyeIrak İş Konseyi Başkanı Emin Taha, 21 Aralık 2020 tarihinde basına verdiği bir beyanatta Ovaköy’de ikinci bir kapı açılmasının Irak’a ihracatımızı yüzde 50 oranında artıracağına işaret etmiştir.   2 “Irak Türkmenleri” yerine, daha doğru tarihi bir sıfat olan “Irak Türkleri” deyimi kullanılmıştır. 3 Ovaköy’den Irak’a girildikten sonra Arar Sınır Kapısı’ndan çıkılarak Suriye ve Ürdün’e uğramadan, karayoluyla doğrudan Suudi Arabistan ve Arap Yarımadası’na ulaşılabilecektir. 4 Söz konusu demiryolu projesi gerçekleştiği takdirde İstanbul Boğazı’ndan denizaltı geçişiyle Avrupa’ya bağlanacak yol, bir bakıma tarihi BerlinBağdat hattına da yeniden işlerlik kazandırmış olacaktır. Fezlekeler hukuk sorunu değil, siyaset oyunudur İktidarın artık önlenemez ve gizlenemez hale gelen büyük oy kaybı, “Cumhur İttifakı’nda” tam bir paniğe yol açmış görünüyor: Çeşitli manevralarla sadece Hükümete değil, Devlete de tümüyle egemen olan iktidar, bu gücünü her türlü hukuka, adalete, bilime, tarihe, akla, mantığa, vicdana, siyasal geleneklere aykırı olan bir biçimde kullanmakta bir sakınca görmüyor... Ve hukuk, adalet, bilim, tarih, akıl, mantık, vicdan, siyasal gelenek karşıtı olarak aldığı her baskıcı, antidemokratik ve akıldışı önlemle biraz daha destek ve taban kaybediyor... Destek ve taban kaybettikçe, paniği artıyor... Paniği arttıkça, ekonomik ve sosyal alandaki hataları çoğalıyor! Ve ne yazık ki hayatın bütün alanlarını kapsayan bu hataların bedelini toplum ödüyor. HHH İşin asıl ilginç ve korkunç yanı tam bu noktada ortaya çıkıyor: Aldığı kararların yaptığı işlerin toplumu zarara uğrattığını, hayatı çekilmez ve yaşanılmaz hale getirdiğini gören iktidar, yandaşlarını kendi hatalarından korumak için artık AKP’li olan ve AKP’li olmayan ayrımını hayatın her alanına ve özellikle de güvenlik güçlerinin ve yargı mekanizmasının hâkim olduğu konulara yayıyor... Yasaklar, baskılar ve cezalar sadece “AKP’li olmayan” nüfusa uygulanıyor... “AKP’li olanlara” ise ister sosyal medya ortamında isterse gerçek yaşamda olsun, (kadın yazarlara dijital ve Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı’na gerçek linç girişimi, küfür ve hakaret dahil) her alanda her şey serbest bırakılıyor. HHH AKPMHP ittifakı elbette destek ve taban yitirdiğinin ve bu gidişle iktidardan da düşeceğinin farkında... Hatta herkeste önce ve herkesten daha fazla farkında, çünkü elindeki bilgi ve haber kaynakları hepimizden çok. Bu nedenle de seçim sonuçlarını kendi lehine çevirmek için yapmayacağı şey yok. Neler yapabileceğini, son “Hukuk Dünyasında Doğmayan Halkoylaması”nda yaptıklarından tahmin edebiliyoruz: Son derece adaletsiz bir propaganda dönemi çerçevesinde muhalefetin her türlü toplantı, gösteri ve propaganda etkinliklerinin engellenmesi; iktidarın yasadışı bile olsa, bütün eylem ve söylemlerine izin verilmesi... Oy kullanma, oy sayımı ve sonuçların ilanı konularında yasalara aykırı olan “illegal” yollara başvurulması... Sonuç olarak “Atı alanın Üsküdar’ı geçmesi”! Fakat bu kez destek ve oy kaybı, ne türlü saptırıcı müdahale yapılırsa yapılsın, gizlenebilecek düzeyi aşmış görünüyor. HHH İşte HDP’liler için hazırlanan fezlekelerin Meclis’e gönderilmiş olması, iktidarı yitirmekte olduğunu gören AKPMHP ittifakının umutsuz panik eylemlerinden biri. Karşısındaki CHPİYİ PartiSaadet Partisi ittifakında fezlekeler konusunda farklı oylama davranışları ortaya çıksa bile Millet İttifakı ile HDP arasında gayri resmi olarak kurulmuş olan “Demokrasi Cephesi”nin yara alması çok muhtemel görünmüyor. Ayrıca panik içinde alelacele karar verilen fezleke hamlesinin, AKP’nin terör örgütü PKK ile gizlice masaya oturduğu, polisi karakollara, askeri kışlalara hapsettiği, yargıyı da çadır mahkemelerine mahkum ettiği dönemi anımsatması ve inandırıcılığını yok etmesi açısından, hiç de Cumhur İttifakı’nın lehine bir etki yarattığı söylenemez. Bütün bunlara ek olarak, ırkçı, milliyetçi, dinci, mezhepçi söylemler ve kışkırtmacı eylemler, sonuç olarak Türkiye’de Demokratik Rejimi yok etmiş olduğu için seçmenin artık kışkırtıcı, düşmanlaştırıcı eylem ve söylemlerden bıkkınlığı, demagojik siyasal söylemlere kapılmasının önündeki en önemli engeldir. Bazı parti yöneticilerinin “Dosyaların muhteviyatına bakacağız” söylemi de bu çerçevede bir anlam ifade etmemektedir; çünkü dosyaları değerlendirecek olan yargı da iktidarın emrine girmiş görünümdedir. Sonuç olarak “Fezlekeler hamlesi, hukuk maskesiyle gizlenmiş çirkin bir siyaset oyunudur”!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle