05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 17 MART 2021 ÇARŞAMBA [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Cumhuriyet devriminin piyadesi REŞIT GALIP PROF. DR. MİTHAT BAYDUR (*) İSTANBUL OKAN ÜNİVERSİTESİ Hacı Mehmet Ağa sülalesinin en çalışkan ve akıllı evlatlarından biri... (Hacı Mehmet Ağa sülalesinin Rodos’un en önemli eşraflarından olduğunu, küçüklüğümden bu yana İstanbul ve İzmir’de yaşayan tüm Rodos göçmenlerinden duydum.) Mahkeme reisi Mehmet Galip Bey ile Münevver Hanım’ın altı çocuğundan biri... 1893 doğumlu... 4 yaşında iken OsmanlıYunan savaşını duyacaktır. Yirmi yaşlarında da Balkan Savaşlarını yaşayacaktır... Dedemler, Rodos’tan İstanbul’a doğru, İkinci Dünya Savaşı’nın son yıllarında göç ederlerken, Uşi Antlaşması gereğince İtalyanlara geçmiş adanın, İtalyanca yazılı evlerinin tapusunu yanlarına alarak ve o koskoca köşkü de orada bırakarak adadan ayrılacaklardır. (O evin İtalyanca tapusu hâlâ annemin çekmecesindedir.) Kırsal kalkınmacı Reşit Galip’in kitap sevgisini, siyasete ilgisini babamın ve dedemin ayrıldıkları Rodos evinden geride bıraktıkları kitapları anlatımından bugün bile çok iyi hatırlıyoruz. Evet... Mektebi Tıbbiye’de okudu. Ama İttihat ve Terakki’nin kurucularından birçoğunun hekim olduğu hatırlanırsa, o dönem imparatorluk kaderinde, Tıbbiye, Harbiye ve Mülkiye üçgeni baskın konumdadır. Milliyetçilik, Fransız İhtilali ve Avrupa genel siyasi tarihi kitapları geride bırakılarak aile belirli periyotlar halinde anavatana göç edecektir. Dr. Reşip Galip ve Baydur ailesi ülkeye sadece sevdalarını değil, fazilet ve devlet terbiyesi algı ve edinimlerini de bırakmışlar ve bırakmaya devam etmektedirler... Dr. Reşit Galip, Balkan Savaşı’nda vardır. Birinci Dünya Savaşı için gönüllü olPazartesi günü Cumhuriyet gazetesinde, çok kıymetli Barış Terkoğlu’nun Dr. Reşit Galip ile ilgili yazısını okuduktan sonra, akrabalık ilişkimiz çerçevesinde adeta bir borcu yerine getirmek kaygısıyla ve arzusuyla bu kez ben yazmak istedim... muştur. Yani, 19121918 arası bu devlet için cephelerde koştururken, Tıbbiye’yi ancak 1917’de bitirebilmiştir. Ağabeyi Hüseyin Ragıp Baydur da 1890 doğumlu olup, ailesi idadi için İzmir’e gönderdiğinde İzmir İdadisini Kanunu Esasi’nin yeniden yürürlülüğe girdiği 1908’den bir yıl sonra 1909’da bitirecek ve İstanbul Hukuk’ta okuyacaktır. Üç adet A tipi diye ifade edilen Roma, Londra ve Washington büyükelçiliklerinde bulunmuştur. Dr. Reşit Galip, Rusya’da da görülmüş olan Narodnik (19. yüzyılın ikinci döneminde görülen sosyal devrimci bir yaklaşım) hareketin yeni Cumhuriyet’te bir anlamda ateşli savuncusuydu... Kalkınmanın köyden başlaması ve kırsal alandan gelen aydınlanmanın kırkent geçişkenliğinde kalıcılaşmasını, böylece sağlam bir ideolojik bağın ya da kuşağın sosyal kümelere sarılıp, sarmalanmasını hayal ediyordu. Dr. Reşit Galip, devrimciydi... Ve her devrimci gibi tahammülsüzdü... Aceleciydi... Atatürk’ün sofrasında, bu sebeple bu devrim ateşine “eski”yi temsil eden Esat Bey’lerin ayak uyduramayacağını haykırıyordu... Asıl amaç yine aynı Dönemler değişiyor, iktidara yakın profiller hiç değişmiyor... Bugün nasıl siyasal iktidara ve Cumhurbaşkanı’na Merkez Bankası rezervlerinden, sağlık alanına kadar yaranma duygusuyla gerçekler iletilmiyorsa, o dönemde de yeni rejim dalkavuklarının mebzul (bol, pek çok) miktarda olduğu bir iklimde, Mustafa Kemal’in yüzüne yanlışlarını haykırmak ve sofradan kalkmaya zorlamış olmak, bizatihi bir ahlaki tutarlılık, Kantian anlamda (bkz. Immanuel Kant Ahlak Felsefesi) bir görev ahlakıdır... Bu ülkede, Milli Mücadele’nin önderini “Misakı Milli sınırları içinde doğmayanlar mebus olmasınlar” diyerek siyaset sahnesinden silmek istediler... Bunu yapanlar, şimdi Dr. Reşit Galip’e Yahudi asıllı diyorlar... Ve sadece Alliance Israelite okulları üzerinden... Ah tarih bilmezler! Ah okuduğunu yorumlamasını bilmezler! Vah! Bildiği halde gerçeği çarpıtarak şerefsiz bir duruş sergileyenler!... O dönem Balkanlarda, Manastır Askeri İdadisi ve diğer idadilerde okuyanlar, Fransızcalarını geliştirmek için Alliance mekteplerine kurslara giderlerdi. Mustafa Kemal de bunlardan biridir. Ana amaç “Türklüğü vurgulayanlar bile, aslında Türk değil” demek... ‘Ulusal Kimlik’ çatısı Onlar, Osmanlıcılığın çöktüğü, İslamcılığın iflas ettiği (3 tarzı siyaset) bir siyasal iklimde, Balkan Savaşları sonrası elde son kalan sığınılacak bir ideolojik liman olarak Türkçülüğü içselleştirdiler ve yaydılar. Türk Ocaklarını kurdular. Türk Yurdu dergisini çıkardılar. Onlar kendileriydiler... Onlar özlerine bağlıydılar... Onlar sahiciydiler... Onlar naif ve inançlıydılar... Onlar kararlı ve omurgalıydılar. Onlar maaşla geçindiler ve kavga ettiklerinde bile ceplerinde sadece 8 lira çıkıyordu. Ve onlar ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı değillerdi... Onların Türkçülüğü bir şemsiye idi... O şemsiyenin altında nereden gelmiş olursan ol, bir üst kimlikte haysiyetli bir vatandaş olarak yer buluyordun... Tarih, tarihselci bir yaklaşımla o günün dinamiklerine bakılarak anlaşılır. Bu Cumhuriyet yaşayacaksa, varlığım Türk varlığına armağan olsun. (*) Reşit Galip’in üçüncü kuşak yeğeni kitapları... AZAP ORTAKLARI İki Cilt, 1068 syf. İLK KIRILMA 1. Baskı, 378 syf. HOCA EFENDİ 1. Baskı, 344 syf. ZOR OYUNU 1. Baskı, 516 syf. ALTIN SARAY 2. Baskı, 80 syf. SON ÇAĞRI FARELER CUMHURİYETİ 2. Baskı, 116 syf. 4. Baskı, 88 syf. AVCI KEKLİĞİ 1. Baskı, 84 syf. ALİŞ ile KOŞKA 1. Baskı, 104 syf. Doç. Dr. Hüner Tuncer, bu kitabı niçin yazmak zorunda olduğunu şu sözlerle açıklıyor: “...Çanakkale Destanı’nı Mustafa Kemal Atatürk’ün ismini zikretmeden yazmak cüretinde ve aymazlığında bulunan sözde tarihçilere ve yazarlara, tarihi gerçeklere dayandırarak, Mustafa Kemal’siz Çanakkale Savaşı’nı yazmanın mümkün olamayacağıını göstermek istedim. Böylelikle, Çanakkale Savaşlarını bu sözde tarihçilerin gözünden görmek zorunda bırakılan halkımıza ve özellikle gençlerimize, gerçek Çanakkale Destanı’nın nasıl yazılmış olduğunu göstermeyi bir görev bildim. Şu çok iyi bilinmelidir ki, Atatürk’süz Çanakkale Savaşı yazılamaz ve anlatılamaz! Çanakkale Savaşları, ancak Mustafa Kemal’in eşsiz askeri dehası, kuşku götürmez cesareti ve üstün komutanlık yeteneği sayesinde kazanılabilmiştir! Dünya tarihi bunu böyle yazmıştır; bu gerçeği değiştirmeye ülkemizde hiçbir kişi ya da hükümetin gücü yetmeyecektir!” ULUSAL ANT ÖMER FARUK EMINAĞAOĞLU HUKUKÇU Ulusal Ant, ümmet kimliği veya bir alt kimlik yerine, millet kimliğinin ifadesidir. Ulusal Ant “ırksal bir anlam taşımaksızın, Cumhuriyetle beraber ümmet olmaktan, kula kulluktan çıkarak, millet olmanın, yurttaş olmanın, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti demenin” ifadesidir. Danıştay, 2018 ve öncesinde verdiği kararlarda, Ulusal Ant’ın Cumhuriyetimizin nitelikleri arasında yer alan Anayasa’nın başlangıç bölümündeki temel ilkeler ile Atatürk milliyetçiliğine de dayandığını belirtmiş ki, bu hükümler Anayasa’nın değiştirilemez hükümlerindendir. Ant ile ilgili genelge ve yönetmelikler Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip’in 1933 yılında yazdığı ulusal ant, aynı yıl uygulamaya konulup, bir genelgeye bağlandı. Bu genelgede 1972, 1997 ve 2012 yılında bazı değişiklikler de yapıldı. 1992 yılında çıkartılan yönetmeliğin 10. maddesinde andın, ilköğretim okullarının ilk beş sınıfında öğrencilerce, ders öncesi bahçede veya derslikte okunacağı ifade edildi. 2003 yılındaki yönetmeliğin 12. maddesinde de andın, yabancı uyruklu öğrenciler için zorunlu olmadığı, ilköğretim okullarında ders öncesinde öğretmenler gözetiminde öğrencilerce okunacağı belirtildi. 2013 yılında yönetmelikte tek maddelik bir değişiklik yapılarak ant ile ilgili 12. madde yürürlükten kaldırıldı. 2014 yılında çıkartılan ve halen yürürlükte olan yönetmelikte ise ant ile ilgili herhangi bir hükme yer verilmedi ve ant uygulamasına dönülmedi. Ant ile ilgili iki Danıştay kararı 2008 yılında bir veli, o tarihte yürürlükteki yönetmeliğin andın okunmasına ilişkin 12. maddesinin ırkçılık içerdiği ve zorla okutulduğu gerekçesiyle kaldırılması isteğiyle MEB’e başvurdu. Bu başvurusunun reddi üzerine, düzenlemenin iptali için aynı yıl açtığı davayı Danıştay 2010 yılında reddetti. Yine bir başka velinin 2009 yılında aynı şekilde açtığı davayı da Danıştay 2011 yılında reddetti. Bu davaların temyiz başvuruları da 2014 yılında reddedildi. Bu kararlar, karar düzeltme yoluna başvurulmayarak kesinleşti. Bu davalarda MEB, andın ırkçılık taşımadığını, pedagojik formasyona aykırı olmadığını ifade etti. Danıştay da kararlarında, antta yer alan Türk ifadesinin, ırk anlamında olmadığını, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve Türkiye sınırları içinde yaşayan halka, Türk Milleti denildiğini, ant uygulamasının çağdaş eğitime aykırılık taşımadığını belirtti. Danıştay, red kararlarında andın, Anayasa’nın başlangıç bölümündeki temel ilkelere, Atatürk milliyetçiliği ilkesine, eşitlik ve vatandaşlık hükümlerine, Milli Eğitim Temel Yasası’na, İlköğretim ve Eğitim Yasası’na aykırı olmadığını, bu mevzuat uyarınca eğitimin Atatürk milliyetçiliği anlayışına göre yapılmasının da esas olduğunu, andın ayrımcılık yaratmadığını, ırkçılık içermediğini, ilgili uluslararası sözleşmelere de aykırı olmadığını açıklamıştır. 2013’te ant ile ilgili 12. maddenin kaldırılması üzerine, Eğitimİş ve Türk EğitimSen tarafından, bu işlemin iptali istemiyle Danıştay’da iki ayrı dava açıldı. Danıştay 8. Dairesi her iki davada da andımızı kaldıran işlemi 2018 yılında iptal etti. 2013 yılında (öğrenci velisi olmayan) iki vatandaşımızca, andımızı kaldıran işlemin iptali istemiyle Danıştay’da ayrı ayrı açtıkları davalar, sıfat yokluğu nedeniyle reddedilmiş ve bu red kararları onanmış ise de Danıştay İDDK bu onama kararlarını 2018 yılında karar düzeltme aşamasında kaldırarak “ülkenin geleceği olan çocukların eğitimlerinin milli olmaktan uzaklaşmaması yönü dikkate alınarak öğrenci andının kaldırılmasına karşı her Türk Vatandaşının dava açabileceğini” kabul etti. 2013 ve 2014 yönetmelik değişiklikleri 2013 öncesinde andın, ırksal içerik taşımadığını ifade eden AKP/MEB, çözüm sürecine girildiği dönemde ise demokratikleşme adı altında, önce 2013 ve sonrada 2014’teki yönetmelik hükümleriyle andı mevzuattan çıkarıp uygulamadan kaldırdı. 2018 ve öncesindeki kararlar 2018 ve öncesindeki Danıştay kararlarında andın İlköğretim ve Eğitim Yasası, Milli Eğitim Temel Yasası ve Anayasa’ya uygunluğu ortaya konuldu. Bu kararlara konu edilen Anayasa ve yasalardaki hükümlerde bugüne kadar bir değişiklik de yapılmadı. 2018 tarihli Danıştay 8. Daire kararlarının temyizi ve 2021’de verilen kararları Danıştay, iktidarın değişen işlemlerine rağmen kararlarını değiştirmedi. AKP/ MEB ise, 2013 sonrasında, önceki görüşlerinden vazgeçip 2018’de iki sendika lehine verilen kararları temyiz etti. Erdoğan bu temyiz incelemesi devam ederken aynı yıl Danıştay’ı çok ağır biçimde eleştirdi. Temyiz incelemesi uzadıkça uzadı ve karar verecek kurullar birkaç kez değişti. Danıştay İDDK'de şimdi, Anayasa’nın ve yasaların ilgili hükümlerinde hiçbir değişiklik olmamasına ve kendi kararlarına rağmen, adeta AKP/MEB'in "dün dündür" dediği gibi ve Erdoğan’ın eleştirilerini de gözetmiş olsa gerek “dün dündür” diyerek, Ayasofya kararında yaptığı gibi hukukun dışına çıkıp tamamen farklı yönde kararlara imza attı. Görünen o ki çözüm süreci, bu sefer adı konulmadan, Anayasa'nın ve yasaların dışına çıkılarak, AKP/ MEB ve Danıştay üzerinden Ulus kimliği hedef alınarak sürüyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle