15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 14 MART 2021 PAZAR KÜLTÜR Tatlı Tuzlu Kadınlar Tatavla Karnavalı bu yıl çevrimiçi İstanbul’un eski yerleşimlerinden Tatavla (günümüzün Kurtuluş semti) ile özdeşleşmiş köklü bir gelenek olan “Baklahorani Karnavalı,” İstanbullu Rumların Paskalya Pazarı’na kırk gün kala hazırlıklarına başladıkları büyük eğlencedir. 500 yılı aşan geçmişiyle, Rio ve Venedik karnavallarıyla benzer özellikler taşıyan “Tatavla Karnavalı’nın kökeni, Antik dönemdeki Dionysos ve Poseidon Şenlikleri’ne dayanır. “Baklahorani” veya “Apokria’’ isimleriyle de bilinen karnaval, “Büyük Oruç”tan üç hafta önce başlar, “Kathara Deftera”ya (Temiz Pazartesi) kadar devam ederdi. İstanbullu Rumların Tatavla’da müzik, dans ve eğlenceyle kutladıkları Baklahorani Karnavalı, bu yıl pandemi nedeniyle çevrimiçi olarak kutlanacak. Karnaval, bugün saat 18.00’den itibaren https://karnavaltatavla.org/ sitesinden açıklanan bağlantılarda yayımlanacak. Karnaval programında, yüzlerce yıllık geçmişten taşınan İstanbul’un çok kültürlü, renkli yaşam biçiminin mutfağa yansımaları, Kurtuluş’un en eski meze ve şarküteri dükkânlarının sahiplerinden dinlenecek. İstanbul’un kaybolmaya yüz tutan geleneklerinden Baklahorani’nin sözlü tarihi, gelenekleri, kültürü, kutlamaları söyleşilerle yeniden hatırlanacak. Lozan Mübadilleri Vakfı Korosu, Vomank, Ege Kafası, Muammer Ketencoğluİvi Dermancı, Stavros Petalas ve Buzuki Teo ise konser verecek. ‘Bir Masada Oturduk’ Zorlu PSM’de yeni bir YouTube serisi başlıyor. Büyük Ev Ablukada’nın solisti Gülinler’in her hafta farklı bir müzisyen konuğunu ağırlayacağı “Bir Masada Oturduk”, 19 Mart Cuma akşamı Zorlu PSM YouTube kanalında izleyiciyle buluşacak. Çekimleri Zorlu PSM’nin caz kulübü touché’de yapılan ve Bant Mag.’ın da editöryel ve kreatif olarak dahil olduğu “Bir Masada Oturduk”un ilk konuğu, sanatçı Fırat Tanış olacak. İstanbul’a gezmeye geldi Nermin Alpar’ın kadınları İstanbul’a geldi. Ressam, kadınlarına salgın nedeniyle eşlik edemedi ama İstanbullu sanatseverlerle eserleri aracılığıyla da olsa buluşmaktan mutlu. Nermin Alpar’ın kadınlarını sevdiğimi biliyorsunuz, gazeteci tarafsız olmalı diye kaşlarınızı kaldırmayın hemen. Bir sanatçının yanında nasıl tarafsız olayım, hiç olmazsa dürüst olup “Seviyorum yahu!” diyebiliyorum. O kadınların hali tavrı, bakışları, sadece beni değil, pek çok sanatseveri yakalıyor. İstanbul’a gelmesini ve kendisiyle bu kez de yüz yüze konuşmayı heyecanla bekliyordum ama eserlerin sergilendiği Galeri Kambur yöYAZGÜLÜ ALDOĞAN neticileri, herkesin sağlığını düşünerek buna izin vermedi. Şimdi o güzel gözlü kadınlar, Arnavutköy’de sevenlerini bekliyor, biz de yine çevrimiçi konuştuk. n Serginin adı “Tatlı Tuzlu Kadınlar”. Oysa onların hepsi çok tatlı. Bununla ilgili “Tuzlu da nereden çıktı” sorusuna “Çünkü onlar deniz kadınları” yanıtını vermiştiniz. İstanbul’a deniz kadınlarını mı getirmek istediniz? Son dönemde yaptığım çalışmaların tadı kadınlar, tuzu ise Ege sahilleri. Ortaya, yaparken zevk aldığım, tadı ve tuzu yerinde, lezzetli portreler çıkıyor. Her ne kadar Ege sahillerini ve kasabalarını çok seviyor olsalar da resmettiğim kadınlar şehirli kadınlar, kimisi de İstanbullu kadınlar. Dolayısıyla şehir hayatına da yabancı değiller. Onları İstanbul’a getirmek zor olmadı, nazlanmadılar. n Daha önce de sormuştum ama okurun hafızası unutkandır. Neden sadece kadınlar? Nadiren de olsa içinde erkekler olan resimler de yapıyorum ama genelde tasvir ettiğim, eski arkadaşların, uzun bir aradan sonra buluştuğu ve eski günlerdeki güzel anıları konuştukları sohbet toplantıları. Çalışmalarımda, arkadaşlardan birinin “haydi bir fotoğraf çekelim” dedikten sonra objektife verilen pozu resmediyorum. Ayrıca etkilendiğim ressamlardan olan Amadeo Modigliani, Nuri İyem ve Mustafa Ayaz da çok büyük oranda sadece kadınları çizmiş ressamlar. Benim kadınları resmetmemin sebebi, bu ressamların kadınları resmetmesinin sebebinden farksız: Çünkü kadınlar erkeklere göre daha sanatsal portreler veriyor. Özellikle omzunun üstünden poz veren arkası dönük, ince boyunlu kadınlar bana çok estetik geliyor. Cumhuriyet kadınları... n Biz o kadınları çok sevdik. Ben onlara “Cumhuriyet Kadınları” diyorum çünkü kıyafetleri, takıları bana annemin kıyafetlerini hatırlatıyor. Küçük desenli, güzel elbiseleri var. İnci kolyeleri ve küçük şapkaları. Oysa bugün kadınlar hep pantolonlu. Şapka da kullanmıyorlar. Sizin kadınlarınız bugünün kadınları değil mi? Evet, bu kadınlar Cumhuriyet kadınları. Ama Cumhuriyet kadını diyerek belli bir dönemle sınırlandırmak istemem. Dünün, bugünün ve yarının kadınları. Biraz da inci küpelerini ve kolyelerini kendileri almış, ekonomik özgürlüklerini kazanmış Cumhuriyet kadınları. Nermin Alpar’ın, Modigliani, Mustafa Ayaz ve Nuri İyem gibi ustalardan etkilendiği ve daha estetik bulduğu için resmettiği “Tatlı Tuzlu Kadınlar”ı randevu alınarak ay sonuna kadar Galeri Kambur’da gezilebiliyor. Yazın da sahillere giderler, gelmişken görmekte yarar var! Göreç, ‘Karanlıkta Uyananlar’ arasındaydı... Siyahtan beyaza geçen sahnesi ile tek görsel şölen sanatın yedinci kolu sinema sektörü pandemi koşullarında ağır kayıplarını sadece ekonoKONUK mik yönden almıyor. MaYAZAR nevi anlamda da değerler EMEL SEÇEN tek tek göçüyor. Türk sinema tarihindeki “emek” dünyasının keskin virajlarında doğru dönüşleri ile topluma farkındalık katan yönetmen Ertem Göreç de bize elveda diyenler arasında. 89 yaşında aramızdan ayrılan Göreç, giderken bile organlarını bağışlayarak insan olmanın ve fayda sağlamanın türlü yolları olduğunu ifade ediyor. O ilklerin timsaliydi çünkü henüz 1960’larda gerek toplumsal filmler, emek gücü ve fantastik sinema dediğimizde Göreç karşımıza çıkacaktır. İşçi, emek mücadelesi onun sineması ile biçimlendi. “Sahipsizler”, “Can Pazarı”, “Krallar Ölmez”, “Beyoğlu Canavarı”, “Sevmek”, “Rıfat Diye Biri” yönetmen koltuğunda oturduğu filmler. “Karanlıkta Uyananlar” Ertem Göreç filmi: “Başta Türkİş olmak üzere filmimizin çekimini destekleyen bütün işçi sendikalarına teşekkür ederiz” der. Toplumun, değerlerin tek tek pişmaniye gibi çözüldüğü. İnsanların kıymetsizleştiği, emeğin sömürüldüğü dünya düzeninde, yıllar yıllar önce bunun bir masal değil, gerçek olabileceğinin altını çizen usta yönetmen Ertem Göreç ile örgütlü olmanın ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatan; kibar ve güzel insana saygı, sevgi ile... Anlamlı sergi bugün açılıyor Proje geliştirmek için çalışan profesyonel sanatçılar, zamanını sanatla değerlendirmek isteyen yetişkinler ve sanata hevesli çocuklar için kapılarını açan kolektif üretim alanı Giz’li Atölye, bugün “Temas” adlı çevrimiçi bağış sergisine ev sahipliği yapacak. Sergiden elde edilen gelir KAHEV (Kadın Hekimler Eğitime Destek Vakfı) ve Derin Yoksulluk Ağı’na bağışlanacak. Giz’li Atölye 2004 yılından bu yana Kadıköy Caferağa Mahallesi’nde faaliyet gösteriyor. “Temas Sergi” başlıklı proje dayanışmanın iyileştirici gücüne vurgu yaparak katılımcıların işlerini bağışlaması ve işlerin yine bağış karşılığında satışa sunulması şeklinde yapılacak. (www.temassergi.com) Karakurt’tan yeni şarkı Sosyal medya üzerinden yayımladığı cover videoları ve diğer sanatçılarla yaptığı işbirlikleriyle önemli bir dinleyici kitlesine ulaşmayı başaran Melisa Karakurt, sözü ve müziği kendisine ait olan “Kocaman Bir Yalan” isimli yeni şarkısını yayımladı. Avrupa Müzik etiketiyle dinleyiciyle buluşan şarkıda Karakurt’a gitarda Veys Çolak, trompette Dilan Balkay eşlik etti. Melisa Karakurt İşte 2020’de ‘Yılın En İyileri’ 30 yaşına basan Dünya Kitap tarafından bu yıl 28. kez verilecek “Yılın En İyileri Ödülleri”nin sahipleri belli oldu. Seçici kurullar kitap dünyasında 5 kategoride 10 ödül belirledi. Ödüller, ilerleyen aylarda yapılacak törenle kazananlara sunulacak. Yılın Telif Kitabı, Selim İleri’nin “Yaşadınız Öldünüz Bir Anlamı Olmalı Bunun” (Everest Yayınları) olarak belirlendi. Yılın Çeviri Kitabı olarak ise Adnan Özer’in Türkçeye Pablo Neruda’dan çevirdiği “Evrensel Şarkı / Canto General” (Can Yayınları) seçildi. Yılın Yayınevi ödülünün sahibi ise VakıfBank Kültür Yayınları oldu. Yılın I·ş Dünyası Kitabı olarak Mahfi Eğilmez’in “Türkiye Ekonomisi” (Remzi Kitabevi) seçildi. Kaya Erdem’in “Neden Başaramıyoruz? Demokratik Bir Türkiye” (Doğan Kitap) kitabı ise Yılın I·ş Dünyası Tarihine Tanıklık Eden Kitabı ödülünü kazandı. Yılın Polisiye Kitabı Yaprak Öz’ün “Villa Şakayık/Bir Yıldız Alatan Macerası” (Oğlak Yayınları) kitabına verildi. Polisiye İlk Kitap Ödülü ise Nihal Orhan’ın “Çaylak” (Alfa Yayınları) kitabının oldu. Ritme göre zıplamaktan... Fosforlu Cevriye’ye... Sizi bilmem ama ben bayılırım ritme göre zıplamaya... Bende pek kulak yoktur. Çocuklarımın seslerini bile birbirinden ayırt edemem. Ne zaman “Eyy” diye haykıran birini duysam hep aynı kişi konuşuyor sanıp oradan kaçmaya bakarım... En sevdiğim aryalar, klasik ya da popüler ezgiler, beynimin yeldeğirmenlerinde dolanıp dursa da onları sese dönüştüremem. Duyduğum her sesi algılasam da aynısını ağzımdan dışarı vuramam. Karga sesli olmamın da bunda rolü var herhalde... Ama ritim duygusu... O başka! Hayatın ritmi, doğanın ritmi, insanların hele sevdiklerimin ritmi içimde fırtınalar yaratır, yerimde duramam! Hemen dans etmeye başlarım! Müziğin ritmi, şiirin ritmi, renklerin ritmi, sözcüklerin ritmi, sanatın ritmi... Bunların herhangi birini duymayagöreyim, yüreğim pır pır eder ve başlarım olduğum yerde zıplamaya, sıçramaya, koşmaya, kanatlanıp uçmaya... Bu ne korkaklık? Ne yazık ki 8 Mart akşamı (ailevi nedenlerle) İstiklal Caddesi’nde fiilen olamadım. Ama kadınların sadece o akşamki gece yürüyüşünü değil, yüzyıllardır eşitlik yürüyüşünü ve meydan okuyuşlarını izleyen biri olarak muhteşem ritmi bedenimin her zerresinde yaşadım. Sevgili okurlar: Dünyanın neresinde “ritme göre zıplama” gözaltı gerekçesi olabilir! Avrupa’da, Amerika’da, Asya ülkelerinde olmaz. Afrika ve Latin Amerika’da hiç ama hiç olmaz! Ama Türkiye’de olur. “Zıpla, zıpla. Zıplamayan Putin’dir!”, “Zıpla, zıpla. Zıplamayan Biden’dır!”, “Zıpla, zıpla. Zıplamayan Kraliçe Elizabeth’tir!” diye slogan atıldığında ya da “Merkel kaç kaç, erkekler geliyor” diye 30 bin kişi haykırdığında, Tanrı aşkına bunun karşılığı evlere baskınla kadınları toplayıp gözaltına almak mıdır? Bu sözler edildi diye hakaret davası açmak mıdır! Dünyanın herhangi bir yerinde gerçek lider olanlar buna karşı ya akıllıca yanıt verir, tartışır ya kimseye hakaret etmeden esprili bir yanıt verir ya da en fazlası, güler geçer! Bizdeki durum ise sadece ve sadece korkaklığın, yalakalığın, otoritenin poposunu yalamanın daniskası! Vazgeçtim dünyaya rezil olmaktan, kendimize de rezil oluyoruz! Suat Derviş’e saygıyla Suat Derviş’i tanımak şerefine ulaşmıştım. Ölümünden iki ya da üç yıl önceydi. Şişli’deki evinde onu ziyaret etmiş röportaj yapmıştım. (O röportaj şu anda elimde yok, bu yüzden tarihi kesin bilemiyorum.) Hâlâ güzeldi. Hâlâ akıllıydı. Ve müthiş onurlu, heyecan veren bir kadın, bir yazardı. Okuması kıt, zaten okuduğunu da anlamayan insanlar edebiyatla ilgili bir referans verdikleri vakit biraz dikkatli olmalı! Gelin görün ki fazlasıyla korktukları, fazlasıyla çekindikleri, yetersiz oldukları halde olmadıkları bir yere gelmiş olanlar, çaresizlik içinde dünyanın en abuk sabuk laflarını edebiliyor... Bahçeli, Meral Akşener’den ne kadar korkuyor olmalı ki yine “Fosforlu Meral” kampanyasını devreye soktu! Beyler, hadi politikada bir yere varınca küfr etmeyi âdet haline, alışkanlık haline getirdiniz bari adam gibi küfr edin! Namusunuzla edin! Ahlaksızlık etmeyin! Bu ülkenin onur duyduğu bir yazar, efsanevi bir kişilik, edebiyatımıza mal olmuş bir kadını kullanmayın. Onun okumak zahmetinde bile bulunmadığınız eserini pis politikalarınıza ve pis ağzınıza alet etmeyin! AYIPTIR! GÜNAHTIR! Bütün edebiyat dünyasına, bütün kadınlara karşı işlenmiş bir rezilliktir! Meral Akşener’e “Fosforlu” etiketi hiçbir şey kaybettirmez ama onu aşağılamak için bu sözü edenler, kullananlar sadece zavallılıklarını ve korkaklıklarını ortaya koymuş olur! La Diyez’den ‘Prekarya’ albümü Samsun’da 2003 yılından itibaren “Immigrant Wave Recordz” çatısı altında müzik yapan La Diyez’in “Prekarya” isimli albümü tüm dijital platformlarda yayımlandı. Sınıf hareketini konu alan bu rap albümüne Dipnot, İmpala, Sırat, Kodes Kahra ve OG Mecaz gibi isimler düetleriyle eşlik ediyor. Albümün kapak tasarımı ise aynı zamanda gitarist ve tasarımcı olan “Yasin Balmuk” tarafından üstlenildi. La Diyez, 9 şarkıdan oluşan “Prekarya” albümünün temel felsefesinin dünyanın genel politik iktisadi sorunlarına, sınıf mücadelesine, işçi sınıfı dayanışmasına, ezenezilen arasındaki ilişkiye, burjuvazi ve proletarya arasında yaşanan çatışmalara dayandığını dile getiriyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle