20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 25 ŞUBAT 2021 PERŞEMBE [email protected] olaylar ve görüşler Bugün, yarın, daima Muzaffer İlhan Erdost’u saygıyla anıyoruz Erdinç Kaygusuz Muzaffer İlhan Erdost’un Sosyalizmi Seviyorum kitabı üzerine Muzaffer İlhan Erdost... Kuşku yok ki hakkında pek çok şey söylenebilir; yayıncı, şair, çevirmen, düşünür, eleştirmen, aydın, yurtsever bunlardan bazılarıdır. Ama en çok da herkesin, hepimizin üzerinde büyük emeği olan bir usta. Erdost, Türkiye’de aydınlanma, demokratikleşme, sol, sosyalizm ve Marksizm gibi başlıkların gelişiminde, onların üzerine düşünülmesinde ve onlar hakkında yazılmasında tartışmasız biçimde rol oynamış biri. Yalnızca yayıncı kimliğiyle değil, ayaklarını bu topraklara basan büyük entelektüel kişiliğiyle de. Sosyalizmi Seviyorum, onun çok yönlü bu kişiliğinin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Okur, kimi dergi yazıları ve söyleşilerden derlenen bu eserde, Marksist klasiklerden İkinci Yeni’ye, yayıncılıktan dil ve kültürel üretim tartışmalarına, imparatorluğun çözülüşünden 12 Eylül’e, sermaye birikiminden ulus ve küreselleşme tartışmalarına dek uzanan bir gezintiye çıkar. Erdost, ayrıca kendi entelektüel kişiliğinin şekillenişinde klasik eserlerin ve düşün dünyasının etkileri üzerine de önemli ipuçları verir ve “dünyayı bütünüyle kavramanın ilk göz ağrısı”na benzettiği bu süreci anlatır. Daha önce başka kitaplarda, dergilerde ve gazetelerde yayımlanmış yazılar ile söyleşilerin derlendiği bu kitap, henüz Muzaffer İlhan Erdost ile yeterince tanış olmamış okurlar için eşsiz bir olanaktır. Dahası, Türkiye’deki aydınlanmacı damarın sürekliliğini ve gelecek perspektifini belirleyecek tartışmalar için bir kılavuz niteliğindedir. Ayrıca Erdost’un yokluğunu ancak onun düşlerini sayfa sayfa çevirmek hafifletebilir. Elvedalar saldırısı Bu eser aynı zamanda her yanı saran postmodern siyaset kavrayışına ve onun moda anlatılarına güçlü bir itirazı da temsil eder. Erdost, Gün dergisinde Sosyalizmi Seviyorum yazısını yayımlama öyküsünü anlatırken şunları dile getiriyor: “Elvedaların çoğaldığı günlerin kabarttığı duygularla, benim sosyalizm için ne yapacağımı, ne yapmam gerektiğini değil de sosyalizmin bana ne getirdiğini, ne verdiğini yazmayı denedim.” Gerçekten de Erdost’un çalışmalarının, “sınıf bitti”, “elveda proletarya”, “elveda sosyalizm” gibi kendi deyişiyle “elvedalar saldırısı” karşısında “sosyalizmi seviyorum” diyerek akıntıya karşı önemli bir kulaç görevi gördüğü söylenmelidir. ile kültürel alanda üretilen edebi ürünlerin karmaşık bir ilişkisi olduğu yönünde. Bu anlamıyla Sosyalizmi Seviyorum, hem Türkiye’nin yakın tarihine ve bu tarihteki kimi tartışmalara odaklanan hem de MarksizSOSYALİZMİ SEVİYORUM Muzaffer İlhan Erdost Onur Yayınları 2006 (Birinci Baskı) 206 sayfa min kimi büyük başlıklarıyla Türkiye’deki gelişmelerin anlaşılabileceğini örnekleyen çok yönlü bir derleme. Üç ana bölüm İki odak Kitap, üç ana bölümden oluşuyor. Sosyalizmi Seviyorum’da iki odağın olduğu söylenebilir. İlki, Türkiye’deki gelişmeleri Marksizmin kimi büyük başlıklarıyla kavramaya odaklanan metinlerden oluşuyor. 12 Eylül’ün gelişimine, sürecine, odağına ve amacına değinen bir emperyalist strateji tartışması ile köylülük, sermaye kesimi ve ilksel birikim arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi, bu metinlerin büyük çoğunluğunu oluşturuyor. Bu metinler, Türkiye siyasal tarihinin yakın geçmişine engin bir bakışı barındırıyor. Kısaca, Türkiye’deki ekonomik, siyasal ve sosyal gelişmeleri Marksizmin temel kavramlarıyla okumaya odaklanmış bir yapıya sahip. İkincisi, Türkiye’nin yakın geçmişi içinde sol, sosyalizm ve edebiyat ilişkisini odağa alan bir analizle dönem tartışmalarına ışık tutuyor. Erdost’un bu tartışmalar içerisindeki konumu, toplumsal değerler ve toplumcu anlayış “Türkiye’yi Konuşmak” başlığını taşıyan birinci bölüm, 12 Eylül darbesi başta olmak üzere can alıcı politik sorunlara eğiliyor. Erdost’un, 1987 yılında Gün dergisinde yayımlanan Sosyalizmi Seviyorum başlıklı yazısı, 2005’te Pir Sultan Abdal Dergisi’nde yayımlanmış yazı dizisi, Edebiyat ve Eleştiri, Yaba ve Ekin Sanat gibi dergilerde yayımlanan söyleşiler bu bölümü derliyor. Bölümün odak noktasında 12 Eylül darbesi ile kimlik merkezli politika arayışları gibi Türkiye’deki siyasal gelişmeler yer alıyor. Erdost, bu politik gelişmeleri emperyalizmin güncel stratejileri olarak görmektedir. Kitabın ikinci bölümü “Kırsallık ve Demokratikleşme” başlığını taşıyor. Bu bölümde Erdost, Türkiye’de kırsal alanın demokratikleştirilmesini sorunsallaştırıyor. Bu sürecin ardında yatan ideolojik gerekçeleri, siyasal gelişmeleri ve kırsalda ekonomik ve siyasal gelişmelerin ne anlama geldiğini, Marksizmin temel kavramları ışığında ele alıyor: Küçük köylülük, meta ekonomisi, üretici köylü, üretim araçları, yoksullaşma ve değer gibi kavramlar üzerinden Türkiye’nin yakın tarihi anlamlandırıyor. Erdost, demokratik devrimin kırsal alanda gerçekleşebilmesi için kırsaldaki emekçinin işlediği toprağa sahip olması gerektiğinin de altını çizmektedir. “Kitabın ve Yaşamın Koyağında” başlığını taşıyan üçüncü ve son bölüm ise Kılavuz dergisindeki bir söyleşi ile “Edebiyat ve Eleştiri”deki bir yazısının yanı sıra Erdost’un, Aziz Nesin, Dursun Akçam, Salim Şengil, Azer Yaran ve Doğan Öz için kaleme aldığı kısa mektuplarla derleniyor. Bölüm, edebiyat, İkinci Yeni, yayıncılık, Sol Yayınları, edebi üretim gibi başlıklarda derin ve keyifli sohbetler içeriyor. Kılavuz niteliğinde Daha önce başka kitaplarda, dergilerde ve gazetelerde yayımlanmış yazılar ile söyleşilerin derlendiği bu kitap, henüz Muzaffer İlhan Erdost ile yeterince tanış olmamış okurlar için eşsiz bir olanaktır. Türkiye’nin yakın geçmişindeki ekonomik ve siyasal gelişmeleri onun gözünden okumak, tüm bu gelişmeleri sosyalizmi seven birinde uyandırdığı his ve çağrıştırdığı düşüncelerle okumak, umutlu bir deneyim sunuyor. Dahası, Türkiye’deki aydınlanmacı damarın sürekliliğini ve gelecek perspektifini belirleyecek tartışmalar için bir kılavuz niteliğindedir. Ayrıca Erdost’un yokluğunu ancak onun düşlerini sayfa sayfa çevirmek hafifletebilir. Gerçek bir liderlik reçetesi Gerçek bir liderin önce insanı iyi tanıması gerekir: Şeref, haysiyet, özgürlük, bağımsızlık, adalet, dürüstlük, güvenilirlik, saygı, sevgi, merhamet, iyilik, güzellik gibi duyguların ve bunların toplamı olan vicdanın insanı var ettiğini bilmeli ama kendisi asla bu zayıflıklarla sakatlanmış olmamalıdır. Bütün bu “insani” özelliklerin sadece liderlik edeceği insanları aldatarak yönlendirmek için kullanılabilecek araçlar olduğunu unutmamalıdır. Bu çerçevede, liderliğini kendisine karşı duyulan sevgi ve saygıya değil, kendisinden duyulan korkuya dayalı olduğunu bilmeli, o korkuyu canlı tutacak zulmü, haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlikleri asla eksik etmemelidir. Gerçek bir liderin sadece vicdansız olması yetmez; empati yeteneğinden de tümüyle yoksun olmalıdır: Kendisini hiçbir zaman liderlik ettiği insanların yerine koymamalı, onların duygularını, düşüncelerini anlamaya çalışmamalıdır. Unutmamalıdır ki kendisi o insanların hizmetinde değildir; tam tersine o insanlar onun hizmetindedirler. Gerçek bir liderin, şu kişilik özelliklerine sahip olduğunu unutmamalıdır: Vicdansızdır. Zalimdir. Yalancıdır. Saygısızdır. Sevgisizdir. Merhametsizdir. Kibirlidir. Çıkarcıdır. Kendisine âşıktır. Kendisini en büyük olarak görür. Korkaktır. Gerçek bir lider, insanlık tarihini de çok iyi bilmelidir: İnsanlık tarihindeki liderlerin hayat hikâyelerini bütün ayrıntılarıyla bilmelidir. Ancak böylece, onların sahip olduğu “insani zaafların”, “duygusal güçsüzlüklerin” hepsinden arınmış ve bunlara karşı korunmuş olur. Gerçek bir liderin insanlık tarihiyle birlikte kendi toplumunun tarihini de çok iyi bilmesi gereklidir; çünkü o tarihten de sadece liderlik dersleri almakla yetinmeyecek, o tarihi yeniden yazacaktır: Liderlik ettiği toplumun tarihi onunla başlar, onunla biter. Ondan önce toplumda hiçbir doğru dürüst mal ve hizmet yoktur... Her şey onun lütfu, onun eseridir. Kendisinden sonra da hiçbir şey kalmayacaktır; bu nedenle herkes onun liderliğinin sonsuza kadar devamı için çalışmalıdır. Gerçek bir lider, liderlik gücünü her an yenilemek ve her vesileyle iktidarını herkese yeniden anımsatmak zorunda olduğunu bilir: Kendi ihtişamını, yaşam biçimiyle, saraylarıyla, yaptığı masraflarla, çok aşırı güvenlik önlemleriyle, her an halkın gözüne sokarak anımsatmak zorundadır. Gücünü kanıtlamak ve anımsatmak için topluma her konuda yasaklar koyar; ama kendisinin ve kendisine bağlı olanların bu yasaklara uymayacağını, bu yasakların kendisini ve taraftarlarını bağlamadığını, her vesileyle gösterir ve gücünü her an kanıtlar. Her hizmet, her üretim, yapanların değil, onun eseridir; bu nedenle her an her görevli ona minnet ve şükran sunmalıdır. Hiçbir yanlışlık ve başarısızlık ona mal edilemez; olumsuz olayları daima başkaları açıklar ve sorumluluk da soyut kurumlara fatura edilir. Yerini sağlamlaştırmak ve gücünü kanıtlamak için sürekli olarak düşman icat eder, sık sık kitlesel tevkifler yapar. Kendisine yönelik eleştirileri de en sert biçimde “ibreti âlem” için cezalandırır. HHH Liderlik zor sanattır sevgili okurlarım: Öyle her normal insan kolay kolay lider olamaz! BIDEN’IN JEOPOLİTİK ÖNCELİKLERİ VE TÜRKİYE Nejat Eslen Jeostratejist, Emekli Tuğgeneral “Önce Amerika” sloganını kullanarak seçilen Trump, korumacı ekonomiyi tercih eden ulusalcı bir başkandı; Trump’ın aksine Joe Biden küreselci bir başkandır; onun sloganı “Amerika geri döndü”, uygulayacağı küreselci politikaları işaret etmektedir. Biden, mevcut ittifakları güçlendirerek, yeni ittifaklar, ortaklıklar kurarak, demokrasi ve insan hakları değerlerini yayarak Amerika’yı yeniden küresel lider yapmayı ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika’nın kurduğu kurallara dayalı liberal dünya düzenini kurumları ile birlikte korumayı amaçlamaktadır. Biden dönemi Amerikan jeopolitiğinin işaretlerini onun Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmada görmekteyiz. Bu konferansta, sözlerine “Amerika geri döndü, Transatlantik ittifakı geri döndü, geriye değil, ileriye bakıyoruz” şeklinde başlayan Biden, NATO ittifakının beşinci maddesinin önemini vurgulayarak devam etti. Afganistan ve Irak’taki mevcut duruma değinen Biden’ın, Irak’tan söz ederken IŞİD ile devam eden mücadeleyi vurgulamasından, Ortadoğu’da yeniden bu örgütü öne çıkararak bu coğrafyayı şekillendirme sürecini devam ettireceği, PKKYPG’yi de bu nedenle destekleyeceği sonucuna varabiliriz. Konuşmasında demokratik değerlerin önemini vurgulayan Biden, bu değerlerin savunulması, bu değerler için savaşılması gerektiğini de ifade etti. Çin ile uzun süreli bir stratejik rekabet gerektiğini söyleyen Biden, bu kapsamda Çin’in ekonomik uygulamalarını, siber ortamı, yapay zekâyı, biyoteknolojiyi, demokrasi değerlerini ise rekabet alanları olarak işaret etti. Biden, bu konuşmasında Rusya’yı, Çin’den farklı bir şekilde, NATO ittifakını zayıflatmayı, Transatlantik birliğini yıkmayı amaçlayan “tehdit” olarak tanımladı. Buraya kadar anlattıklarımızdan şu sonuçları çıkarmamız mümkündür: l Küreselci Biden, Amerika’yı yeniden küresel lider yapmak ve mevcut dünya düzenini korumak istemektedir. l Biden, küresel jeopolitik hamlelerinde demokratik değerlerin korunmasını ve yayılmasını sinsi, keskin bir silah gibi kullanmak isteyecektir. l Biden, ittifakları güçlendirmeye, yeni ittifaklar kurmaya, ittifakları kendi jeopolitik amaçları için kullanmaya öncelik verecektir. l Amerika’nın en önemli rakibi Çin, öncelikli rakibi ise Rusya’dır. l Çin ile Amerika arasındaki jeostratejik mücadele ekonomi, teknoloji ve insan hakları alanlarında gelişecek, Amerika Kuşak Yol İnisiyatifi’ni kritik bölgelerde karıştırarak Çin’in yükselişini geciktirmek isteyecektir. l Biden’ın önündeki dünya haritasında üç kritik coğrafi bölge bulunmaktadır. Bu bölgeler önem sırasına göre AsyaPasifik, Avrupa ve Ortadoğu coğrafyalarıdır. l Amerika, dünya haritasında Atlantik’te Rusya, AsyaPasifik’te Çin ile karşı karşıyadır ve Amerika bu iki rakip güç arasında iç hat durumundadır. l Çin ile Rusya’nın birlikte hareket etmesi, Amerika’nın işini zorlaştıracaktır. l Bu iki rakip güç arasında iç hat durumunda olan Amerika’da Biden yönetiminin, Çin’in yükselişini uzun süreçli bir rekabetle tespit ederken öncelikle Rusya’yı zayıflatmaya, çökertmeye çalışacağı anlaşılmaktadır. l Ortadoğu’nun şekillendirilmesinde Biden yönetimi, demokratik değerleri yayma gayretlerini, İsrail merkezli ittifakı ve IŞİD tehdidini kullanacak, PKKYPG’yi desteklemeye devam edecektir. SON SÖZ: Biden yönetiminin jeopolitiği, Türkiye’yi nasıl etkileyecektir? Günümüzde Türkiye, ne Atlantik yapısının ne tam içinde ne de tam dışındadır. Günümüzde Türkiye’nin Atlantik ittifakına dahil olduğu Soğuk Savaş döneminin şartları bütünü ile değişmiştir; Türkiye’nin çıkarlarına ve haklarına yöneltilmiş bütün tehditler Trakya’da, Adalar denizinde, Akdeniz’de, Kıbrıs’ta, Suriye’de ve Irak’ta ve hatta sınırlarının içinde ya NATO üyesi ülkeler tarafından üretilmekte ya da desteklenmektedir. Türkiye, günümüzde ciddi bir jeopolitik tercihle karşı karşıyadır. Türkiye, ya Atlantik yapısının bir üyesi olarak ittifakın yeni şartlarına uyum sağlayacak, NATO üyesi olarak Karadeniz’de Rusya’yı çevreleme gayretlerine katılacak, Rusya’yı karşısına alacak, Amerikan dayatmalarını kabullenerek Ortadoğu’daki değişimi, PKKYPG devletinin oluşumunu kabullenecek ya da tehdit değerlendirilmesini esas alarak jeopolitik kimliğini yeniden tanımlayacaktır. Türkiye’nin NATO üyeliğinin tartışıldığı bu süreçte, Biden da Türkiye’nin vereceği bu kararı beklemekte, Türkiye’nin öncelikle S400’leri çöpe atarak ittifakın sadık bir üyesi, Amerikan yörüngesinin uydusu olduğunu kanıtlamasını istemektedir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle