08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 21 OCAK 2021 PERŞEMBE [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Dernekler özgürlüklerin öznesidir AV. SEDAT DURNA Ülkemizde dernek kurma özgürlüğü 1908 yılına II. Meşrutiyet’e ve 1909 tarihli Cemiyetler Kanunu’na dayanır. Yürürlükteki Anayasamızın 33. Maddesinin başlığı “Dernek Kurma Özgürlüğü”; ilk cümlesi “Herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma ve bunlara üye olma ya da üyelikten çıkma hürriyetine sahiptir” şeklindedir. Anayasada da belirtildiği gibi yurttaşlar dernek kurmakta özgürdür. Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. İbrahim KABOĞLU bu yönüyle dernekleri, “halkın örgütlenme özgürlüğünün öznesi” olarak tanımlar. Anayasa’nın 33. maddesinde derneklerle ilgili yaptırımlar da düzenlenmiştir. Anayasa’nın 13. maddesinde ise temel hak ve özgürlüklerin özlerine dokunulmaksızın yalnızca anayasada belirtilen nedenlere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamanın anayasanın özüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeni ve laik cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı düzenlenmiştir. Yasanın amacı Anayasanın 33. maddesi derneklerle ilgili iç hukukumuza en üst normdur ve bu temel düzenlemeyle birlikte 5253 Sayılı Dernekler Yasası, 2860 Sayılı Yardım Toplama Yasası ve yönetmeliklerde denetleyici, kısıtlayıcı ve sınırlayıcı çok ciddi düzenlemeler vardır. Dernekler mevzuatımız zaten çağın gereklerine, demokratik devlet düzenine uygun değildir. Bununla birlikte 16.12.2020 tarihinde TBMM’ye sunulan 129 sayılı Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Yasa Teklifi, üç muhalefet partisinin hayır oyuna rağmen Meclis’te kabul edilmiş ve yasalaşmıştır. Bu torba yasadaki dernekler ile hükümler, örgütlenme Hukuk ve demokrasi adına anayasaya açıkça aykırı bu yasaların iptali için Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerini ve ana muhalefet partisi grubunu Anayasa Mahkemesi’nde iptal davası açmaya davet ediyoruz. özgürlüğünün özüne dokunmak şöyle dursun bu özgürlüğü ortadan kaldıracak niteliktedir. Öncelikle, yasadaki “terörizm”, “kitle imha silahı” gibi sözcüklerle derneklerin birlikte anılması, kriminalize edilmesi ve suç süjesi olarak gösterilmesi önemli bir yanlıştır. Üstelik bu yasa teklifi çok hızlı şekilde Meclis’ten geçirilmiştir. Gerekçe olarak da BM kararları ileri sürülmüştür. Neden Meclis’e getirdiniz? Konunun özü şöyledir: Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması ve terörizmin finansmanı suçlarını önlemeyi amaçlayan ve 1989 yılında kurulan Mali Eylem Görev Gücü (FATF) ülkemizin de üyesi olduğu bir uluslararası yapılanmadır. Bu kapsamda, BM Şartı’nın VII. Bölümü uyarınca BMGK tarafından alınan zorunlu kararlar ile FATF önerileri ile uyumun sağlanması amacıyla TBMM’ye bu yasa teklifinin sunulduğu belirtilmiştir. Şüphesiz ki FATF kararları doğrultusunda çağdaş dünya devletleri gibi ülkemizde de terörizmin finansmanı suçları ile kitle imha silahlarının yayılmasına karşı yasal düzenlemeye gidilmelidir. Bununla birlikte, torba yasa yöntemiyle düzenlenen bu yasa hukuk tekniğine aykırıdır. 5253 Sayılı Dernekler Yasası’nda derneklere kayyım atanması, idari kararlarla dernek mallarına elkonulması, derneklerin faaliyetlerinin durdurulması gibi hukuka ve anayasaya açıkça aykırı değişiklikler getirilmiştir. Dernekler Yasası’nda bir değişiklik yapılacak ise bu değişikliğin üst norm olan anayasanın 33. maddesinde düzenlenen “Dernek Kurma Özgürlüğüne” ve Anayasa’nın 2. maddesinde düzenlenen “demokratik devlet” ve “hukuk devleti” ilkelerine uygun olarak yapılması gerekir. Diğer yandan, özel hukuk tüzel kişisi olan derneklerin kayyım atanması yoluyla kamu tüzel kişisine dönüştürülecek olması büyük bir çelişki ve hukuk garabetidir. Yasa, çok farklı sivil toplum örgütlerinin tepkisine rağmen iktidar blokundaki iki partinin oyları ile kabul edilmiştir. Yasa kabul edilir edilmez Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürlüğü tarafından derneklere gönderilen bilgi metninde yasa ile önemli bir değişikliğe gidilmediği ve getirilen düzenlemelerin zaten mevzuatta olduğu yönünde mesaj verilmiştir. O zaman biz yurttaşlar olarak soralım, bu getirilen değişiklikler mevzuatımızda zaten vardı da bunca tartışmaya neden olan bu yasayı Meclis’e neden getirdiniz? Mevzuatta yoktu Belirtilenin aksine dernekler hakkında idari kararlarla böyle ağır yaptırımlara gidilmesi mevzuatımızda yer almamaktaydı. Dernekler Yasası’nın 27/3 maddesinde de kayyım düzenlemesi vardı ancak yasa metninde de açıkça ifade edildiği gibi bu yaptırım valinin idari kararına değil, sulh hukuk hâkiminin kararına bağlanmıştı, yani yaptırımın uygulanabilirliği yargısal bir karar ve denetime bağlanmıştı. Ayrıca önceki durumda bu yaptırım sadece kamuya yararlı dernekler için uygulanabilmekteydi. Kabul edilen yasal değişikliklerle tüm derneklere doğrudan İçişleri Bakanlığı veya valiler tarafından kayyım atanması düzenlemesi getirilmiştir. Bu yasal değişiklik öncesi derneğin mallarına el konulabilmesi ancak kesin bir yargı kararı olması halinde mümkündü ancak artık derneğin faaliyetinin durdurulması ve malvarlığına el konulması bile idari kararla mümkün hale getirilmiştir. TBMM’ye çağrımızdır Özellikle belirtmek isteriz ki Atatürk ilke ve devrimlerinin korunması ve geleceğe taşınması için kurulan ve 31 yıldır bu amaçla toplum yararına çalışan ÇYDD, her türlü terörün, kamu düzenine ve demokratik toplum yapısına aykırı her türlü eylemin karşısındadır. Bununla birlikte, bu gerekçeler bahane edilerek yurttaşların örgütlenme hakkının ve sivil toplum faaliyetlerinin kısıtlanması kabul edilemez. Kamu erkinin elinde terörle mücadele edecek her türlü olanak ve araç zaten bulunmakta iken bu gerekçe ile derneklerin yönetimlerine kayyım atanabilmesi, malvarlıklarına el konulabilmesi ve faaliyetlerinin durdurulabilmesi anayasanın 13. maddesine ve 2. maddesinde düzenlenen demokratik devlet ve hukuk devleti ilkesine aykırıdır. Bu yasal değişiklikler, ülkemizin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne de açıkça aykırıdır. Bu düzenleme ile devlet ve toplum yapısı, anayasal hak ve özgürlükler geriletilmiştir. Sivil toplum ve halkın örgütlenme hakkı demokratik toplum düzeninin ve anayasanın demokratik devlet ilkesinin önkoşulu ve güvencesidir. Dernekler evrensel bir hak olan örgütlenme özgürlüğünün özneleridir. Sivil toplum kuruluşları çağdaş dünyada demokratik baskı unsurlarıdır, demokrasinin ve çoğulcu toplum yapısının vazgeçilmez araçlarıdır. Hukuk ve demokrasi adına anayasaya açıkça aykırı bu yasaların iptali için Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerini ve ana muhalefet partisi grubunu Anayasa Mahkemesi’nde iptal davası açmaya davet ediyoruz. Üniversite öğrencilerineistiyor? PROF. DR. İSA EŞME Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin rektör atamasıyla başlattıkları ve ardından bazı üniversite öğrencilerinin de destek verdiği eylemler neyi işaret ediyor, öğrenciler ne istiyor? Türk üniversitelerinde rektörlerin belirlenmesi, içinde bazı sorunları taşımış da olsa seçimle yapılıyordu. 09.7.2018 tarihli, 703 Sayılı OHAL Kanun Hükmündeki Kararnamesiyle YÖK Kanunu’nun 13. maddesinde yapılan değişiklikle rektör ataması doğrudan cumhurbaşkanının yetkisine verildi. Böylece, mevcudun aksak yönlerinin düzeltilmesi yerine, 12 Eylül rejiminin yaptığı düzenlemenin de gerisine gidilerek, üniversiteyi tamamen dışlayan, belli başlı ülkelerde örneği olmayan bir atama hayata geçirildi. İlk değil Yeni kurulan bazı üniversitelere bu düzenleme ile rektör atamaları yapılmışsa da bu dikkati çekmedi. Ancak sıra, kökleri 157 yıla dayanan, yerleşmiş gelenekleri ve kendine özgü kültürü olan Boğaziçi Üniversitesi’ne gelince, öğrenci ve öğretim üyeleri buna kayıtsız kalmadı. ODTÜ ve diğer Şimdi yapılacak iş, öğrencileri suçlamak değil, rektör ataması ile ilgili düzenlemeyi yeniden gözden geçirmektir. 2003’ten bu yana İhale Kanunu’nu 191 kez değiştiren siyasi irade pekâlâ, yasallığı bile tartışılan rektör ataması düzenlemesini değiştirebilir. bazı üniversite öğrencileri de bu eyleme destek vermeye başladı. Şurası unutulmamalıdır. Demokrasi çizgisinde kalındığı, şiddet ve kavga ortamına yol açılmadığı sürece, susan gençlik yerine özgür iradesiyle hakkını arayan, ülke sorunlarıyla ilgilenen ve konuşan gençlik, geleceğimiz için elbette daha umut vericidir. Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan olaylar, rektör atamasında üniversiteyi devre dışı bırakan düzenlemenin kabullenilmediğini gösteriyor. Öğrenciler; diğer ülke üniversitelerinde olduğu gibi, üniversitenin diğer paydaşlarıyla birlikte bu süreçte yer almak istediklerini ortaya koyuyor. Yapılması gereken Öğrencilerin ve akademik kadronun tepkisi ne kadar sürecek? Atanan kişi, bu üniversitede nasıl rektörlük yapacak? Bunları bilmiyoruz. Ama şunu biliyoruz: Bu atama Türkiye’nin “araştırma üniversiteleri” grubunda yer alan en prestijli bir üniversitesini “bilim üretme hedefleri” bakımından alt sıralara itecektir. Bunun örneklerinin yaşandığı diğer üniversitelerde olduğu gibi. Şimdi yapılacak iş, öğrencileri suçlamak değil, rektör ataması ile ilgili düzenlemeyi yeniden gözden geçirmektir. 2003’ten bu yana İhale Kanununu 191 kez değiştiren siyasi irade pekâlâ, yasallığı bile tartışılan rektör ataması düzenlemesini değiştirebilir. Bize model olabilecek tüm ülkelerde olduğu gibi, liyakat ve akademik ölçütlere dayalı, öğrencileri de kapsayan katılımcı, uzun ve titiz bir sürece dayalı şeffaf yeni bir rektör seçimi düzenlemesine gidilmelidir. Üniversitelerde kaybolan huzuru ve motivasyonu geriye getirecek olan böyle bir tercih, siyasi irade için geri adım değil, yanlıştan dönme ve demokratik bir yaklaşımdır. Ortak akla ve uzlaşmaya dayalı bir çözüm yerine çareyi gençliği susturmada görenler, şu sosyolojik gerçeği hatırlamalıdırlar. Yapılan her baskı, her haksızlık yeni olayları körükler, tepkiye katılanların sayısını artırır. Üniversite çağı gençliği her zaman idealisttir, gururludur, haksızlığa karşı isyankârdır. Onları korkutmak, susturmak değil; konuşturmak, dinlemek ve anlamak gerekir. Unutulmamalıdır ki onlar bizim çocuklarımız, bizim gençlerimizdir. ‘Azgın milliyetçilik’ tehlikesi “Azgın Milliyetçilik”, Alparslan Türkeş’in MHP’den AKP’ye geçen ve bir süre bakanlık da yapan oğlu Tuğrul Türkeş’in kullandığı terim. Bence, bireyin kimliklerinden birinin (öteki din), kötüye kullanılmasını ve Faşist ideolojiye yataklık etmesini çok iyi ifade eden bir tanımlama. Genellikle benim “Demokratik Milliyetçilik” veya “Atatürk Milliyetçiliği” karşıtı olarak kullandığım, “Aşırı Milliyetçilik”, “Bölücü Etnikçilik” ya da “Faşist Milliyetçilik” gibi terimlerden daha açıklayıcı: Çünkü “azgınlık” sözcüğü, milliyetçilik ideolojisinin faşizme temel teşkil eden zararlı saldırganlığını çok daha iyi betimliyor. HHH Her birey, iki kimlik ile doğar: Ailesinin milliyeti ve dini, istese de istemese de, bireyin kimliğini de oluşturur. Dolayısıyla, bütün demagog politikacılar, bireyin kimliğini oluşturan bu iki öğe üzerinden siyaset yapmaya bayılırlar: Onların Faşizme giden otoriter/totaliter anlayışına göre “Mademki kendileri toplumun çoğunluğunu oluşturan bir dini ya da milliyeti temsil etmektedirler, o halde çoğunluk adına iktidarda olmaları gerekir.” Türkiye’de demagog sağ iktidarların iktidara gelmek ve iktidarlarını sürdürmek için “Vatan, millet, Sakarya; ezan, Kuran, bayrak” edebiyatına sığınmaları ve otoriter eğilimlerini bu mukaddes değerler üzerine inşa ederek insanları aldatmaları hiç de nadir görülen olaylardan değildir. Üstelik, Kontrgerilla biçiminde örgütlenmiş olan “Derin Devlet” de Soğuk Savaş döneminde, ABD’nin güdümünde, “Komünizmle mücadele ediyoruz” diye, bu mukaddes değerler üzerinden yaptığı manipülasyonlarla, “Azgın Milliyetçiler”le işbirliği halinde, siyaseti yönlendirmiş ve emperyalizmle ortak olan askeri darbelere uygun bir ortam hazırlayarak Türkiye’deki Demokratik süreçleri engellemiştir. 12 Mart 1980 darbesine yol açan ortamı hazırlayan aydın cinayetleri, Kahramanmaraş ve Çorum katliamları, “Azgın Milliyetçiliğin” kullanılmasıyla siyaseti “dizayn eden” olaylar arasındadır. HHH “Azgın Milliyetçiliğin” kullanılması yoluyla ortamın istikrarsızlaştırılması ve otoriterliğe zemin hazırlanması, özellikle sağ iktidarların güç kaybettiği zamanlarda kullanılan bir yöntemdir. ABDABAKPCemaat işbirliği, “Derin Devleti” bütünüyle iktidarın denetimine almış ve Ergenekon, Balyoz gibi davalarla “Birinci Silivri Trajedisindeki” yargılamalarda, orduyu, medyayı ve üniversiteyi çökertmekte etkin olarak kullanmıştı. Cumhuriyet gazetesine bomba atılması, Danıştay Saldırısı, Yargıç Mustafa Yücel Özbilgin, Hrant Dink, Zirve Yayınevi, Rahip Santoro cinayetleri de bu dönemdeki olaylardır. Bu arada 7 Haziran 2015 ile 1 Kasım 2015 seçimleri arasında yaşanan, iki polisin şehit edilmesi, Suruç ve Ankara Garı katliamları sonunda AKP’nin oyunun kendi içinde yüzde 25, genelde 10 puan arttığını da not etmeliyiz. AKPCemaat ittifakı bozulunca, bu kez AKPMHP ittifakı kuruldu. HHH Son zamanlarda CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na Çubuk ilçesinde teşebbüs edilen linç, gazeteciler Sabahattin Önkibar’a, Yavuz Selim Demirağ’a, Türkiye İşçi Partisi Milletvekili Barış Atay’a ve birkaç gün önce, aynı günde Orhan Uğuroğlu’na, Afşin Hatipoğlu’na ve Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ’a yapılan saldırılar, bağlantıları ve tepkileri itibarıyla “Azgın Milliyetçi” kaynaklı görülüyor. En kaygı verici olay ise taban kaybeden AKP’yi rehin almış görünen MHP’nin ve onun uzantısı olan Ülkü Ocakları’nın, bu saldırılara ilişkin destekleyici, yargıyı tehdit edici ve hatta başka saldırıları da teşvik eden bir davranışla, ismen bazı gazetecileri hedef göstermiş olmasıdır. HHH İşte Tuğrul Türkeş’in “Azgın Milliyetçilik” yazısı tam da bu ortam içinde yayımlandı. Yazısının yol açtığı tartışmalara, bu yazıyı, Almanya’da ve ABD’de yükselen “Azgın Milliyetçilikleri” de kastederek yazdığı yanıtını veren Türkeş, makalesinde şöyle diyordu: “Azgın milliyetçilik bilime aykırıdır. Teknolojik dönüşümü kötüye kullanır. Her şeyin ötesinde bilginin, bilgi birikiminin karşısında ve muhalifidir. Azgın milliyetçiliğin mahir olduğu tek şey şiddetli yıkımdır. Oysa Türk milliyetçiliği; ‘yapmak’ üzerinedir; ‘inşa etmek’, ‘kurmak’ ve ‘çözmek’tir. Yarını düşünmek ve onu hedeflemektir.” Ayrıca “Azgın Milliyetçilik” ile “Kaba Kuvveti” de ilişkilendirerek şöyle diyordu: “Azgın milliyetçiliğin hiçbir fikrî derinliği bulunmaz. Yarının Türkiye’siyle ilgili hiçbir fikri yoktur. Sözü de hareketi de salt kaba kuvvettir. Bu nedenle de milleti temsil edemez.” HHH Sevgili okurlarım, siyasetin tıkandığı değişme dönemlerinde ortaya çıkan ve ortalığı bulandırarak, emperyalistlerle işbirliği halindeki demagog siyasetçilerin otoriter fırsatçılıklarına olanak sağlayan “Azgın Milliyetçilik” yine piyasada. İktidarı uyarıyorum: Tarih ve uluslararası örnekler gösteriyor ki, kimlikler üzerinden desteklenerek kaba kuvvet kullanan bu gruplar derhal frenlenmezlerse, yarın bu “Azgınlar” hem “Milliyetçilik” hem de “Dincilik” üzerinden bizzat iktidara ve hatta devlete karşı da büyük bir tehlike oluşturacaklardır! DAYANIŞMA Basın İlan Kurumu’nun belgel haberler neden yle Cumhur yet Gazetes ’ne uyguladığı resm lan kısıtlamasını kınıyorum. Basın özgürlüğünü yok sayan kararı protesto ed yorum. Haber alma özgürlüğümüz ç n C’ n yanındayım. Avukat NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU CHP PM ÜyesiBursa Milletvekili DAYANIŞMA Basın İlan Kurumu’nun belgel haberler neden yle Cumhur yet Gazetes ’ne uyguladığı resm lan kısıtlamasını kınıyoruz. Basın özgürlüğünü yok sayan kararı protesto ed yoruz. Haber alma özgürlüğümüz ç n C’ n yanındayız. İDMMA (YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ) İNŞAAT MÜHENDİSLİĞİ 1980 YILI GİRİŞLİLERDEN BİR GRUP DAYANIŞMA CUMHURİYET’imizin ”kuruluş felsefesine ve ilkelerine” her zamankinden daha duyarlı olmaya ve daha çok sahip çıkmaya ihtiyacımız var. İST. ÜNİV. İŞL. FAK. OİNŞLUETRMKE AİKRTİASACDAI ENSTİTÜSÜ 18. DÖCUNMEHMUR1İY9E7T5OKYUIRLUI MEZUNLARINDAN BİR GRUP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle