09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 23 EYLÜL 2020 ÇARŞAMBA [email protected] olaylar ve görüşler Türkiye, Cumhuriyetin kurucu ilkelerinden uzaklaştıkça ‘modern devlet’ kimliğinden uzaklaşıyor Modern devlet nerede? AV. Şahin mengü Önümüzdeki dönemde Türkiye'yi uluslararası ilişkilerinde zora sokacağının işareti sayılan bir gelişme, geçen günlerde oldu. Suriye'deki insan hakları ihlallerini araştıran bağımsız komisyon, 2020'nin ilk yarısını kapsayan raporunu, BM Güvenlik Konseyi'nin dikkate alması talebiyle 14 Eylül günü Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi'ne sundu. (Medyada haber yapıldığını ben görmedim, gözümden kaçmış olabilir.) Rapor, Suriye hükümetinin, terör örgütü YPG yönetimindeki Suriye Demokratik Güçleri’nin ve Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu’nun (SMO), neden oldukları insan hakları ihlallerini ayrıntılarıyla açıklıyor. Sıkıntılı rapor Raporun, Türkiye'nin kontrolündeki bölgelerden özellikle Afrin'e ilişkin bölümünde, SMO mensuplarının sistematik yağmalama eylemleri yaptığı, mala/ mülke el koyduğu, kadınlara ve çocuklara tecavüz ve cinsel şiddet fiillerinde bulunduğu, işkence yaptığı, önemli arkeolojik alanlarda kazı yaparak çıkardıkları eserleri yağmaladığı çok sayıda örnekle anlatılıyor. Raporda, bütün bu eylemlerin insancıl hukuk ve savaş hukuku gibi uluslararası hukukun çeşitli dallarını ihlal ettiği öne sürülüyor. Rapor, atıf yapılan ihlallerin belgelendiğini ve doğrulatıldığını da iddia ediyor. Türkiye bakımından sıkıntılı olacak şekilde rapor, kontrolü altındaki bölgelerde, Türkiye'nin mümkün olduğu ölçüde, kamu düzenini ve güvenliği sağlama sorumluluğu taşıdığını ve kontrolü altındaki bölgelerde yaşayan bütün bireylere karşı insan hakları antlaşmalarında yer alan yükümlülükleriyle bağlı olduğuna vurgu yapıyor. İnsan hakları ihlallerinin Türk güçlerinin bilgisi dahilinde veya mevcudiyetleri sırasında yapıldığı iddiaları doğru ise Türk güçlerinin, Türkiye'nin uluslararası yükümlülüklerini ihlal etmiş olabileceklerine dikkat çekiliyor. Raporda, ayrıca SMO ve Türk güçlerinin ne ölçüde müşterek bir komuta hiyerarşisi kurduklarının araştırılmakta olduğu, SMO unsurlarının Türk güçleBatılı politikacıların, Türkiye ile ilişkilerin artık “ortak değerler” üzerinden değil, “iş ilişkisi” şeklinde yürütüleceğini açıklamalarını hep bu kapsamda değerlendirmek gerekir. rinin etkin komuta ve kontrolü altında bulunduğu belli olursa, bu unsurların neden olduğu insan hakları ihlallerinin, bunları önlemeyen komutanlar bakımından cezai sorumluluğa neden olabileceği ifade ediliyor. Rapor, Türkiye'nin desteklediği SMO'nun neden olduğu insan hakları ihlallerini BM çerçevesinde ilk defa ayrıntılarıyla ortaya koyması ve bu ihlallerde Türkiye'nin ve sahadaki Türk güçlerinin sorumluluğuna işaret etmesi bakımından önem taşıyor. Raporlamanın ilerideki aşamalarında Türkiye'nin sorumluluğuna daha fazla vurgu yapılabileceği ve BM Güvenlik Konseyi'nin konuya el atması halinde Türkiye'nin sıkıntısının artabileceği olasılığı bulunuyor. Bilindiği gibi İngilizcede “rogue state” diye bir terim var. Bu terim, uluslararası yerleşik düzenle ve uluslararası kuruluşlarla uyum içinde olamayan, komşularına ve anlaşmazlık içinde olduğu devletlere karşı uluslararası hukukun meşru saymadığı davranışlarda bulunan, uluslararası sistem dışına düşerek yalnızlaşmış, içeride baskıcı ve keyfi bir rejimle yönetilen, çok az sayıdaki dış dostları da kendisi gibi olan devletleri tanımlamak için kullanılıyor. Türkçeye, biraz da ağırlaştırılarak “haydut devlet” olarak tercüme ediliyor. Hepsinin nedeni aynı Geçen yıllarda Saddam'ın Irak'ı için kullanılan bu terim, şimdilerde ise Kuzey Kore ve İran'ı tanımlamak için kullanılıyor. Son zamanlarda yabancı basında, ülkemizi de “haydut devlet” tanımlaması ile yan yana getirmeye yeltenenlere rastlanıyor. Oysa Türkiye'nin, örneğin özellikle Doğu Akdeniz'deki çıkarlarını savunurken çok gecikmeli de olsa aldığı tedbirlerin uluslararası hukuk bakımından tam bir meşruiyeti olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Bununla beraber, AKP iktidarının bazı dış politika uygulamalarının modern devlet olma niteliği ile bağdaşmadığını da görmemiz gerekiyor. Bu uygulamalar arasında hemen akla gelen, “casusluk” ile suçlanan ABD'li rahip Brunson'un ve Alman/Türk gazeteci Deniz Yücel'in o devletlerden gelen baskı üzerine, yargı süreci hiçe sayılarak siyasi kararla serbest bırakılmasıdır. Bu örnekler, Türkiye'nin, tıpkı “haydut devletlerin” yaptığı gibi, siyasi amaçlarına ulaşmak için, yabancı uyruklu kişileri keyfi şekilde “rehin aldığı” gibi bir izlenimin yerleşmesine neden olmuştur. Nitekim Başkan Trump, rahip Brunson'un rehin olduğunu açıkça söylemekten çekinmemiştir. Türkiye'nin son yıllarda, Avrupa Birliği ile pazarlık yaparken, başta Suriyeliler olmak üzere, ülkedeki göçmenleri Avrupa'ya salmayı bir koz olarak kullandığı görülüyor. Dış politikaya yön veren en yetkili ağızlar, bunu açıkça dile getirmekten çekinmiyor. Bu, utanç verici bir şantajdır. Hiçbir modern devlet insan hayatını siyasi pazarlık konusu yapmaz. Batılı liderlerin Türkiye'ye karşı sergiledikleri davranışlar da çağdaş bir devlete yönelik davranışlarla uyumlu değildir. Obama'nın beysbol sopası göstermesini, Trump'ın ağır ifadeler içeren mektuplarını ve Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkındaki ifadelerini, Macron'un Türkiye'nin “sopa ve havuç” politikasından anlayacağını söylemesini, Batılı politikacıların Türkiye ile ilişkilerin artık “ortak değerler” üzerinden değil, “iş ilişkisi” şeklinde yürütüleceğini açıklamalarını hep bu kapsamda değerlendirmek gerekir. Diğer ilginç bir husus, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn ile İsrail arasında imzalanan, ilişkileri normalleştirme anlaşmalarına karşı çıkan kayda değer iki devletten birisinin Türkiye, diğerinin de İran olmasıdır. Türkiye, Cumhuriyetin kurucu ilkelerinden uzaklaştıkça yani yurtta sulh cihanda sulh, Arapların iç işlerine karışmama, Araplar arası ihtilaflara taraf olmama ilkelerinden uzaklaştıkça on yıllar içinde hak ederek oluşturduğu “modern devlet” kimliğinden de hızla uzaklaşıyor! Mevcut düzenin yarattığı eşitsizliği iliklerine kadar hisseden, bu yüzden ölen insanlar Yoksulluğu ölçmek ve kır yoksulları Dr. Burak ÖZTORNACI Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi TÜİK ve çeşitli kurumlar, her ay yoksulluk sınırıyla ilgili açıklamalar yayımlar. En son Türkİş, temmuz ayında 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırının 7 bin 838 lira olduğunu açıklamıştı. Bunun gibi hesaplamalar artık hayatımızın vazgeçilmez bir parçası oldu. Hesaplamayı yapan kurumun niteliği ve siyasi iktidar ile mesafesine göre açıklanan miktar değişse bile artık herkes kendi refah düzeyini bu açıklamalara göre az çok belirleyebiliyor. Oysa bu yaklaşım bir hayli sorunlu. Bir hanenin aylık geliri, o hanenin refah düzeyine dair ipuçları verse bile aslında bir o kadar bilginin de gözden kaçmasına neden oluyor. Mevcut iktisadi anlayış paranın her şeyi ikame edebileceği gibi garip bir varsayıma sahip. Peki, hayat öyle mi? Diyelim ki bir işe başvurdunuz. Size iki alternatif sunuldu. Ya 8 bin 500 lira maaş ile Beytüşşebap’ta çalışacaksınız ya da 7 bin lira maaş ile Kuşadası’nda. Tercihiniz ne olurdu? Unutmayın, yoksulluk sınırı 7 bin 838 lira. Azımsanmayacak sayıda insan, yoksulluk sınırının altında maaş alsa bile olanakları daha fazla olan yerleşim yerlerini tercih eder. Çünkü en az alınacak ücret kadar göz önünde bulundurulan başka kriterler de var. Güvenlik, eğitim, sağlık, kültürel ve sosyal olanaklar vb. Durum daha vahim Yoksulluk ölçümünün sadece “para odaklı” yapılması dünyada 1970’lerden beri eleştiriliyor. Son yıllarda ise dünyada “para odaklı olmayan” yoksulluk ölçümleri geliştirilmeye başlandı. “Çok Boyutlu Yoksulluk Ölçümü” isimli bir yaklaşım da bu yöntemlerden biri. Bu yöntemi Türkiye’ye uyarlamaya çalışan bilim insanları mevcut. Biz de bu alanda naçizane katkı koymaya çalışanlardanız. Şimdiye kadar yapılan çalışmalar, Türkiye’de yoksulluk olgusunun sanılandan daha vahim boyutlarda olduğunu gösteriyor. TÜİK, her yıl yoksulluk verileri yayımlıyor. Tabii ki bizim “tek boyutlu” dediğimiz “para odaklı” veriler bunlar. Bu veÜlkenin, okumuş kesiminin işte bu “insanlara” borcu var. Görmezden gelinen, yok sayılan ama her gün onlar sayesinde yemek yediğimiz bu “işçilere” bir borcumuz var. rilere göre 2019 yılında Türkiye’de yoksulluk oranı yüzde 14.4. Bizim “Çok Boyutlu Yoksulluk” yaklaşımını Türkiye’ye uyarlama çalışmalarımıza göre ise yoksulluk oranı yüzde 35 dolayında. Yani yaklaşık her üç aileden biri yoksul. Araştırmamızın henüz 20062016 yılları arası sonuçlarını yayımlayabildik. Buna göre TÜİK’in 2016 yılında açıkladığı “Tek Boyutlu Yoksulluk” oranı yüzde 14.3 iken bizim “Çok Boyutlu Yoksulluk” ölçümü sonucumuz yüzde 38 (Öztornacı ve Şengül, 2019). Görünmeyen işçiler Burada ölçüm yönteminin farklılıklarına, çok boyutlu yoksulluğun nasıl ölçüldüğüne girmeyeceğiz. İlgilenenler kaynakçadaki makaleye bakabilir. Ancak şunu söyleyebiliriz ki bu yeni yöntem, hanelerin sahip oldukları eğitim, sağlık vb. imkânlara odaklanıyor. Bunun için TÜİK’in yayımladığı “Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması” mikrokesit veri seti kullanılıyor. Bu verilere göre 20062016 yılları ortalamasına baktığımızda Türkiye’deki hanelerin yaklaşık yüzde 12’sinin konutu içerisinde tuvaletinin olmadığı anlaşılıyor. Günümüz kentli insanı için bunu idrak etmesi ne kadar zor değil mi? Ama bu haneler var, gerçekler ve çoğunlukla kırsal alanda yaşıyorlar. Kırsal alan deyince akıllara çiftçiler geliyor. Arazisi olan veya kiralayan üreticiler. Ancak kırsalda küçümsenmeyecek sayıda tarım işçisi de var. Arazileri ve tarım aletleri olmayanlar. Çoğunlukla mevsimlik göçen, çadırlarını kurdukları tarla, bahçe kenarlarında yaşayan, sadece küçücük minibüslerde balık istifi gibi taşınırken ölünce haber olan, farklı etnisite ve milletlerden yüz binlerce insan. Mevcut düzenin yarattığı eşitsizliği iliklerine kadar hisseden, hatta sırf bu nedenle ölen insanlar. Banyoyu, tuvaleti geçtik, doğru düzgün bir evleri bile olmayan “sarfınazar” işçiler. Erkekse günlük 100150, kadınsa 80100 lira için 1012 saat insanlık dışı koşullarda çalışanlar. Mevcut “tek boyutlu” yani “para odaklı” yoksulluk ölçüm yöntemi bu insanların durumunu anlamıyor, anlatamıyor. Bir mevsimlik tarım işçisi ailesi düşünün. Baba, anne ve bir oğul çalışıyor olsun. Ayda 8 bin liraya yakın geliri olur kâğıt üstünde. Böylece yoksul sayılmazlar kimilerince. Halbuki hafta sonu demeden, mesai saati olmadan, güvenlik, hijyen vb. hiçbir tedbirin olmadığı koşullarda çalışmak ve yaşamak zorundalar. Ülkenin okumuş kesiminin işte bu “insanlara” borcu var. Görmezden gelinen, yok sayılan ama her gün onlar sayesinde yemek yediğimiz bu “işçilere” bir borcumuz var. Onları da görmek ve göstermek zorundayız. Adil ve eşit bir ülke kurmak, bu insanlara borcumuz. Öztornacı, B. ve Şengül, H. (2019). Türkiye’de Çok Boyutlu Kırsal Yoksulluk. Tarım Ekonomisi Dergisi, 25 (2), 201206. Turan Karakaş’tan, nsanlar ve hayvanlar tarafından hep alay ed len keç ve ona öğüt veren kayanın h kâyes ... 15 25 TL YER NE TL Fazlı Bulut, görünüşte küçük ama namı kl mler ötes ne yayılmış T mbuktu’ya yaptığı seyahat n h kâyes n bu k tapta anlatıyor. 27 45 TL YER NE TL Büyük alt üst oluşların, devr mler n, karşı devr mler n, syanların, hanetler n yaşandığı, har taların yen den ç z ld ğ zamanlardan k tleler n ç nden seç len, t pleşt r len karakterler yle; yer yer fantast k, büyülü gerçekl k b ç m nde, ron ye de başvurarak halk d l n yazınsal çerçeve ç nde sunuyor... 21 35 TL YER NE TL “Kemal st Ekonom Model ”, Atatürk dönem ekonom pol t kasını anlatırken aynı zamanda ç nde bulunduğumuz karanlığa da güçlü b r ışık tutuyor. Kurtuluş yolunu, tünel n ucunu, çıkışı göster yor... 18 30 TL YER NE TL
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle