08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 11 EYLÜL 2020 CUMA DOLAR AVRO STERLIN FAİZ [email protected] BORSA EKONOMI ALTIN CUMHURİYET ALTIN 24 AYAR 7.4290 6.1 kuruş 8.8440 1.4 kuruş 9.6740 10.3 kuruş 13.24 Sabit 1.099 0.62 puan 3163.86 2.37 lira 470.03 75 kuruş Jale Özgentürk Dünyada özelleştirme rüzgârı sona ererken mülkiyette yeni bir model önerisi Kamuhalk işbirliği YAKIN PLAN [email protected] Salgınla birlikte devletin rolü yeniden sorgulanıyor. Murat Karayalçın, 1990’larda başbakan yardımcısı iken gündeme getirdiği ancak anlaşılamayan kamuhalk işbirliği modelinin zamanının geldiğini söylüyor. “1980’lerde başlayan özelleştirme furyası ve bu yolla devleti ekonomide küçültme düşüncesi dünyada kendini tüketmiştir.” Bu sözler 18 yıllık iktidarında Petkim, Tüpraş, Türk Telekom, Erdemir gibi Türkiye’nin en değerli şirketlerini özelleştiren, geride birkaç kamu bankası dışında pek bir şey bırakmayan AKP iktidarının yeni sığınağı Türkiye Varlık Fonu’nun CEO’su Zafer Sönmez’e ait. Sönmez, özelleştirmeden vazgeçtiklerini söylediği açıklamasında Varlık Fonu’nun başrolde olacağı anlaşılan yeni modeli, “Özel sektörün ölçeğinin yetmediği alanlarda yatırım yapan ya da doğrudan yatırımcı çeken ve bu yolla hem ölçek büyüten hem de piyasa yapısını değiştiren bir rol oynayacağız” diye anlatıyor. Yani seçilen bir patronun gücünün yetmediği yerde garantili yatırımcı bulmak ya da kaynak aktarmak. Aslında bunun örnekleri bir süredir yaşanıyor. BMC’yi Ethem Sancak’a verip sonra da Katarlı ortak bulmak gibi. Sönmez’in dediği gibi özelleştirme 1980’lerde Turgut Özal’la başlayan serbest piyasa ekonomisinin en önemli ayağıydı. Özal’ın hedefi de satılmadık kamu malı bırakmamaktı. Ardından gelen iktidarların politikalarının temelinde de dünyada da tartışılmaz bir doğru olarak görünen özelleştirme oldu. 1990’larda farklı bir model ile özelleştirilen bir kamu kurumundan söz etmiştim geçen yazımda. 1936’da Mustafa Kemal Atatürk’ün büyük öngörüsü ile kurulan ve fabrika yapan fabrika olarak tanımlanan Karabük Demir Çelik’in hikâyesinden... DYPSHP koalisyonunda Başbakan Tansu Çiller’in yardımcısı ve mode lin mimarı Murat Karayalçın aradı. 1 TL’ye çalışanlara ve yöre halkına devredilen Karabük Demir Çelik’in sonradan başarısız olan hikâyesini kendi cephesinden anlattı. Özyönetim çözüm mü? “Siyasi, iktisadi, mali koşulların olağanüstü kötü olduğu, terörün olağanüstü yoğunlaştığı bir ortamdaydık” sözleriyle hatırlatıyor o günleri Karayalçın. Böyle bir dönemde kamu yönetiminin kimi yenilikleri tasarlayıp sergileyebilmesinin bunun da kamuoyunca yeterince algılanıp değerlendirilebilmesinin çok zor olduğunu anlatıyor. Karabük Demir Çelik’in kapatılması gündemdeyken SHP olarak farklı bir modeli gündeme getirdiklerini anlatan Karayalçın, o dönemde fark edilmeyen yeni bir mülkiyet yapısını denediklerini söylüyor. Bu modeli de “kamuhalk işbirliği” olarak tanımlıyor. Karabük Demir Çelik’te fabrikanın çalışanlara ve yöre halkına 1 liraya devredilmesi dönemini de şöyle anlatıyor: “Karabük fabrikasının işletme giderleri, borç yükü aşırı yüksekti. Devletin kendisi de büyük mali sorunlarla karşı karşıyaydı. Çok gerekli olan kontini kütük gibi teknolojik yatırımlarının yapılması ise imkânsızdı. DYP, kapatma ya da özelleştirilme seçeneklerini hükümetin gündemine getirdi. SHP yeni bir öneri getirdi. Devlet fabrikanın birikmiş borçlarını üstlenecek, fabrika simgesel bir bedel karşılığı işçilere devredilecektir ve işciler pay senetlerini üç yıl devredemeyecek, satamayacaklardı.” Karayalçın yeni yapının amacının mülkiyeti başta Karabük esnafı ve küçük sanayicisi olmak üzere tabana yaymak olduğunu söylüyor. “Amaç bir özyönetim modeliydi. Ancak siyasi nedenlerle iktidar Bir hikâye anlatıcısı Bülent Bey’i ve Eczacıbaşı ailesini yıllardır tanırım. Türkiye’de bir burjuva kültürü tarihi yazılacak olsa, Eczacıbaşı adı olmadan yazmak mümkün olmazdı. İKSV’nin, İstanbul Modern gibi kurumların doğumu ve yaşamasında onların kararlı, ısrarlı çabaları ve destekleri var. Bülent Bey’in, fotoğrafa ilgisine yurtdışı fabrika ziyaretlerine katıldığımda birçok kez tanık olmuştum. Fotoğraf makinesini yanından hiç ayırmayan Bülent Bey’in amcası fotoğraf sanatçısı Şakir Eczacıbaşı gibi bir “fotoğraf yolculuğuna” çıktığını ise bilmiyordum. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan basılan “Yoldan From the Road” kitabıyla öğrendim. Bülent Bey bu kitapta, yıllardır dünyanın farklı ülkelerinde ve yollarında biriktirdiği fotoğrafları bizlerle paylaşıyor. Bizi, iyi “sokak fotoğrafı” örnekleriyle, çoğunluğu insan suretlerinden oluşan keyifli ve heyecan verici bir yolculuğa çıkarıyor. Kitabı açtığınızda sizi İbn Battuta’nın şu sözü karşılıyor: “Yolculuk, insanı önce sözsüz bırakır, sonra bir hikâye anlatıcısına dönüştürür.” Bülent Bey iyi bir hikâye anlatıcısı olmuş. Ve ondan başka hikâyeler de bekliyoruz... dan ayrılınca başarısız oldu. Bu örnek maalesef çıkamadı.” Karayalçın o günlerde SHP’nin sesini pek duyuramasa da geliştirmeye çalıştığı yeni mülkiyet anlayışının bugün büyük bir önem taşıdığını düşünüyor. Şunları söylüyor: “Şimdilerde iki çok büyük dönemeçten geçiyoruz. Küresel salgın ve sanayi 4.0 diye adlandırılan üretim sistemi. Küresel salgın yeniden kamu yararı kavramını ve nitelik li kamu hizmeti üretimini öne çıkarıyor. Sanayi 4.0 ise istihdam ve artı değerin paylaşım konularının yeniden belirleneceği bir dönemi getiriyor.” Karayalçın’ın dediği gibi dünya bu kez sarsıcı bir dönemeçten geçiyor. Patlayan işsizlik, iflas tsunamisi devletleri korkutuyor. Kapitalizm çöküyor da yerine ne gelecek belli değil. Bu nedenle yeni modellerin tartışılması çok önemli! KREDİ BORÇLUSU Çiftçi bankada kendini yaktı Nevşehir’in Derinkuyu İlçesinde patates üreticisi olduğu öğrenilen A.Ş. Ziraat Bankası Şubesi içerisinde kendini yakarak intihar girişiminde bulundu. Vücudunda yanıklar oluşan A.Ş. kaldırıldığı hastanede tedaviye alındı. Derinkuyu ilçesi Yazıhüyük kasabasında yaşayan patates üreticisi A.Ş. iddiaya göre bankaya olan borcunun yapılandırılmasını istedi. Talebi reddedilen A.Ş. yanında getirdiği benzin bidonunu üzerine dökerek kendini ateşe verdi. CHP Nevşehir İl Başkanı Kamil Gülmez, “Üreticilerin borcu kartopu gibi büyüyor” dedi. l ANKA / Haber Merkezi İSPANYA’YA GİDİYOR MercedesBenz’den 95 bininci otobüs Türkiye otobüs üretiminde ilklerden biri olan MercedesBenz Türk, 95 bininci otobüsünü üretti. 1968’de kurulan ve Türkiye’nin yabancı sermayeli en büyük şirketlerinden biri olan MercedesBenz Türk, 95 bininci otobüs olan yeni Tourismo, Hoşdere Otobüs Fabrikası’ndan İspanya’ya doğru yola çıkıyor. Otobüsün öne çıkan özellikleri arasında engelli yolcular için bulundurulan lift ve 394 beygir gücündeki Euro VI motoru yer alıyor. Üretimden Sorumlu İcra Kurulu Üyesi Bülent Acicbe, “Türkiye’deki yatırımlarımıza, üretimimize ve ihracatımıza çetin koşullara rağmen devam ediyoruz” dedi. HÜKÜMETIN TEŞVIKIYLE 7 MILYON VATANDAŞ ILE 1 MILYON ESNAF KREDI ÇEKMIŞTI Ekimde taksit sancısı başlıyor Pandemide ikinci dalga endişesi yaşayan vatandaş, ekonomide iyileşme olmadan taksitleri nasıl ödeyeceğini düşünüyor. Hükümetin zor durumda kalan vatandaş, esnaf ve işletmelere doğrudan değil kredileri teşvik ederek verdiği destekte sıkıntılı süreç başlıyor. 6 ay ödemesiz alınan kredilerde taksit ödeme zamanı geldi. İkinci dalga korkusu yaşayan kredi borçluları, taksitleri nasıl ödeyeceğini düşünmeye başladı. Hükümet pandeminin ilk aylarında piyasaları canlandırmak için vatandaşları düşük faizli ve ödemesiz dönemleri bulunan kredilere yönlendirmişti. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun verilerine göre, TL kredi hacmi 8 ayda 615 milyar TL arttı. Özellikle kamu bankalarının ver Halkbank’ın önünde kuyruk olmuştu. diği temel ihtiyaç ve işletme kredisi paketlerinden nisan ayında yararlananlar için ödemesiz dönem ekim itibarıyla bitiyor. Şimdi ihtiyaç kredisi çeken 7 milyon vatandaş ile Halkbank’ın Esnaf Destek Paketi kapsamında kullandırdığı işletme kredisinden yararlanan 1 milyon es naf, ekonomide olumlu bir gelişme olmamasına rağmen taksitleri nasıl ödeyeceğini düşünmeye başladı. Üstelik bir yandan faizler artıp krediler de kısıldığı için ikinci dalganın kapıyı çaldığı bugünlerde borcu borçla ödemek de zorlaştı. l Ekonomi Servisi DÜNYA BANKASI’NDAN 250 MILYON DOLARLIK KREDI KOBİ’LER IÇIN GELDI Kadınlar ve gençler öncelikli olacak Dünya Bankası’nın verdiği 250 milyon dolarlık kredi, küçük ve orta boy işletmelere (KOBİ) kullandırılacak. Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası Genel Müdürü İbrahim Öztop, “Krediyle ekonominin bel kemiği olan KOBİ’lerimizi destekleyeceğiz” dedi. Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası’ndan yapılan açıklamada, ekonominin çarklarının dönmesine katkı sağlamak için sisteme yeni kaynaklar kazandırma çalışmalarına hız verildi. Banka, bu doğrultuda ağustos ayında Asya Altyapı Yatırım Bankası’ndan temin ettiği 300 milyon dolar tutarındaki Co vid19 kredisinin ardından, geçen günlerde Dünya Bankası ile 250 milyon dolarlık bir kredi anlaşması imzalamıştı. Dünya Bankası’ndan sağlanacak bu kredi ile Covid19’un KOBİ’ler üzerindeki ekonomik etkilerinin azaltılması amaçlanıyor. Başvurular için herhangi bir sektör ayrımı bulunmamakla birlikte; pandemiden büyük ölçüde etkilenen, 2020 yılının ikinci çeyreğinde 2019’un 2. çeyreğine göre brüt satışlarda en az yüzde 20 düşüş yaşayan, kadınların yönetimde veya ağırlıklı olduğu KOBİ’ler ile genç işletmeler ve daha azgelişmiş bölgelerdeki KO Bİ’lere öncelik verileceği belirtiliyor. Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası tarafından KOBİ’lere sağlanacak bu krediden yararlanmak isteyen işletmeler, açıklanacak ticari bankalar, finansal kiralama ve faktoring kuruluşları vasıtasıyla başvurularını yapabilecekler. Genel Müdür Öztop, yeni kredi konusunda şu açıklamayı yaptı: “250’den daha az çalışanı olan KOBİ’lerimiz bu krediden faydalanabilecek. Amacımız bu zorlu dönemde KOBİ’lerin en çok ihtiyaç duydukları işletme ve yatırım finansmanına erişimlerine imkân sağlayarak onların toparlanmalarına destek olmaktır.” Bilgiye giden yoldaki çöpleri temizlemek... “17. yüzyılda yazılan İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme adlı kitabının önsözünde John Locke, bu çalışmasıyla Newton olmayı amaçlamadığını, tutkulu bir işçi gibi bilgiye giden yoldaki çöpleri temizlemenin de yeterli ve değerli olduğunu ifade eder...” (HBT232. Sayı Dilara Çolak) Her şeyin çığırından çıktığını düşündüğüm zamanlar felsefeye sığınırım. Dilara Çolak’ın “Felsefe öldü mü?” yazısında okuduğum bu cümle içinde bulunduğumuz bu dönemde bilgiye giden çöpleri temizlemenin önemini anımsattı. Günümüzde yaşadıklarımız sürekli bizlere “insanlık öldü”, “demokrasi can çekişiyor”, “ekonomik sistem çöktü” dedirtiyorsa... Peş peşe çevre felaketleri, mülteci dramları, kadın cinayetleri ile çevrelendiysek... Sırtlarını para ve din ikilisine dayayan, iktidarın olanakları ve göz yumması ile beslenen tarikat ve cemaatlerin ördükleri örümcek ağları ile nasıl yoksulu, çaresizi, gencecik beyinleri avlayıp tuzağına düşürdüğüne seyirci kalıyorsak... Hukuksuzluk sarmalı içinde sıkışıp kalmışsak; bu sarmal içinde kuralsızlığın toplumun her katmanında yayıldığını görüyor olmamıza karşın olağan karşılamaya başlamışsak.. Tüm insanlığı esir alan bir küçük virüs karşısında gerekli en basit ve temel önlemleri almak konusundaki zafiyetimiz hâlâ süregeliyorsa... İşte o zaman biraz durup soluklanmanın zamanı... Hele hele tüm bunlar yapay zekânın, dijital teknolojilerin, bilgiye ulaşmanın en zahmetsiz ve hızlı olduğu günümüzde yaşanabiliyorsa; ülkeler bir yandan gözlerini uzaya, Mars’a, Ay’a dikmişler ve yeni koloniler, yeni yerleşim alanları kurmanın peşine takılıyorlarsa... O zaman durup iki kez düşünmenin zamanı... Ama nasıl bir düşünme? Yeni çağın yeni sorunları karşısında yeni bir düşünce biçiminin oluşması gerektiği aşikâr. Ama nasıl? Her gün biraz şekil, biraz boyut değiştirse de kişi ve mekânlar, zamanlar farklılaşsa da aslında sürekli tekrarlanan tüm bu sorunları tek gündem maddesi olmaktan çıkarmakla işe başlanabilir mi? Peki, bilgiye giden yoldaki çöpleri temizleme işlemi bir başlangıç olabilir mi? Çünkü büyük bir bilgi kirliliği ve algı yönetim mühendisliği içinde kuşatılmış durumda toplum. “Ne? Neden? Nasıl?” üçlüsünü her karşımıza çıkan olayda sormadan, sorgulamadan mümkün değil. Dilara Çolak’ın dediği gibi bu ancak doğru düşünmenin ilkelerini bilerek yapılabilen bir ayıklama işlemi olabilir. Peki, neden yapamıyoruz? Evrimsel başarımızın sırrı: Dostluk Biz Homo Sapiens’lerin yaklaşık 300 bin yıllık bir tarihimiz var. Ve bu sürecin hayli uzun bir dilimini en az dört başka insan türü ile paylaştık... Geriye dönüp baktığımızda, neden galip geldiğimiz belli: En iyi avcı, en zeki, teknolojik açıdan en becerikli bizdik.. Tabii bu bizim kendimize anlattığımız öykü. Acaba doğru mu? İşin sırrı diğer insan türlerine kıyasla bizim türümüzün en arkadaş canlısı olması. Bunu bilim insanları evrimsel süreçte “bilişsel süper güç” olarak da tanımlıyorlar. İşbirliğine dayalı iletişim en büyük gücümüz. Diğer insanlarla, hatta yabancılarla, birlikte çalışma konusunda uzmanız. Hiç tanışmadığımız biriyle ortak bir hedef hakkında iletişim kurabilir ve bunu başarmak için birlikte çalışabiliriz. İnsan doğasına ilişkin yeni güçlü bir teoriye göre arkadaşlık kurma yatkınlığı doğal seçilim ile bizi diğer primatların önüne geçirdi. Peki, eğer insan kendini evcilleştirerek içindeki “en iyiyi” yarattı ise kazandığımız bu dostluk güdüsü ile sergilediğimiz şiddet nasıl bir arada olabiliyor? Ya da başka bir deyişle dostluk biz insanların var oluşu için bu kadar önemli ise bunca şiddet, saldırganlık niye? Bu sorunun yanıtı Herkese Bilim Teknoloji dergisinin bu haftaki sayısında. Bu iç karartıcı günlerde biraz bunların üzerine düşünmeye ne dersiniz?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle