17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 6 AĞUSTOS 2020 PERŞEMBE HABER Hüsamettin Cindoruk’un 68 yıllık siyasi yaşamı ders niteliğinde Ayrıntılar Özür, yüzsüzlük, yetmez ama evet! Afşar Timuçin, “Aydın kimse geleceğe bakmak, onu kurmakla yükümlüdür” derken sorumluluğumuzun altını çiziyordu. Geçmişe özlem duyarak yaşamanın bir tür zaaf, hastalık olduğunu ekliyordu. “Tarih ne işe yarar?” tartışmasını da ileri taşıdı. Tarih, geçmişle ilgili bir disiplin sanıldıkça anlamı, önemi kavranamaz. Uygar insan, geçmiş toplumsal/bireysel yaşantılardan sonuç çıkarmayı becerir, buna göre gelecek hayali kurar, peşinden gider. Bu bilinç elbette sağlam ideolojik tutumla mümkündür. Hiçbir köke yaslanmayan karmaşık bilgiler savrulmayı engellemez. HHH Geçen gün şair Haydar Ergülen’in AKP’li yıllarda siyasal yanılgı içinde bulunanlar için çağrısını okudum. Buna göre, AKP iktidarının değirmenine su taşıyan herkes “özür dileyerek” toplumsal barış sağlanacak, geniş cepheli muhalefet hareketi başlayabilecekti. Geri kalmış toplumlarda “özür” eksiklik, zaaf olarak görülür. Güç bir eylemdir. Oysa yanlış yaptığını bilmek için eleştirel bir göz gerekir, ancak bu yolla kişi gelişir. Yanılan, yanlış yapan kimse özür dilerse iyi olur. Peki, bu eylem ne işe yarar? Özür dileyenin ruhunu sağaltması dışında da işlevi olması gerekmez mi? HHH Bundan yirmi yıl sonra bir genç, gazeteci/sanatçı/kanaat önderi dedesine şu soruyu sorsa mesela: “Dedeciğim, sen demokrasiyi gerektiğinde binilen, uygun zamanda inilen tren olarak gören siyasal İslamcı harekete inanıp anayasayı, Meclis’i ortadan kaldıran halkoylamasında ‘yetmez ama evet’ demişsin, bu kadar saf mıydın?” Nasıl yanıt alır acaba? Hadi Ergülen örneğinden gidelim, şair AKP çağrısıyla Alevi meselesine çözüm bulmak için yapılan toplantılara katılmış, şimdi “yanıldım” diyor. İyi de sadece Sivas 93’ konusunda bu siyasi hareketin takındığı tutuma baksaydı, o toplantıların amaçsızlığı ya da başka hedefe yönelik olduğunu görmez miydi? Hadi Ergülen “özür” dileyecek konumda diyelim, ya oradan vekil olan Alevileri ne yapacağız? Hem tarihçi hem zamanında sosyalist olan, Aleviler arasında gördüğü saygı ve sevgiyle öne çıkan vekil, “özür” ile sorumluluktan sıyrılabilir mi? Devamı var; bugün sosyal medyadan bas bas bağıran eskiden solcu olup AKP’ye yamanan bakan “özür” ile paçayı kurtarabilir mi? Sadece AKM yıkım süreci bile yeter ideolojik tercihi anlamaya! Diyeceğim; herkesi aynı kefeye koyamayız, kuru bir özürle durumu geçiştirmek mümkün değildir. Yıkılan; kanla, emekle kurulan Cumhuriyettir. Ülke aydınlanmadan koptu, bilim yolundan ayrıldı, hukuk ayakaltına alındı. AKP’de vekil, bakan olmuş, bu çevrelerle ahbaplık etmiş kimseler “Ya biz de FETÖ konusunda kandırıldık” diyerek kefeni yırtabilir mi? Kincilik kötü elbette, özür dilenmelidir, ancak daha önemlisi sağlam özeleştiri verilmelidir. HHH İnsanların en çok adalete susadığı günlerden geçiyoruz. Siyasallaşmış mahkemeler her alanda teraziyi bozuyor. Elbette bir de vicdan ve akıl var. Unutmuyoruz, acı çekiyoruz. Sivas yanmaya devam ediyor, Cumartesi Anneleri’nin gözyaşları kanlı akmaya devam ediyor. Ne Ali Tatar’ı unuttuk, ne Berkin’i... Yalın soru, kendini “Hrant’ın arkadaşı” olarak tarif eden biri, eğer “Babalar gibi evetçiyim” diyorsa, ona nasıl yaklaşacağız, dilemez ya kuru bir özürle her şeyi unutacak mıyız? Bugünlerde sosyal medya yasa tasarısıyla “unutulma hakkı” kavramı üstünden yürüyen tartışmalar var. İnsan geçmişin izlerini silmek isteyebilir. Ancak eğer çocuk tecavüzcüsü, kadın katili, insanlığa karşı suç işlemiş biriyseniz bu hakkınız yoktur. Bir diğer önemli tartışma da “yüzleşme” kavramı üstünden yürüyor. Eğer “1915”le, “Dersim”le, “90’lı yıllarla” yüzleşmek gerekiyorsa; Ergenekon, Balyoz gibi davalarda takınılan tutumlarla da yüzleşmek gerekir. Tarih sanılanın aksine “dün” değildir, “yarın”dır. HHH Sağlıklı “yarın” kurgulamak için tüm tarihsel süreci gözden geçirmek, eğrisiyle doğrusuyla tartmak, buna göre yön bulmak gerekir. Elbette sürekli yanılan, sorumluluk üstlenmeyen kimselerle yoldaşlık edilemeyeceği gibi, gelecek konusunda da güvenilemez. Kiminle yan yana olduğumuz, hangi düşünsel zeminde buluştuğumuz nasıl gelecek istediğimizi ifade eder. Sıkça dile getirdiğim İlhan Selçuk’un “Gardırop Atatürkçülüğü” kavramı da bu bağlamda önemlidir. Cumhuriyet mitingleri hamaseti, bol pırpırlı generallerin peşine takılmak türü zaaflar da “özür” ile aşılamaz. Hele AKP’den şan, şöhret, mevki, para edinenler hiç ağzını açamaz. Bir de dilenen özrü kim kabul edecek sorunu var. Evladını, eşini, kardeşini, yoldaşını bu süreçte yitirmiş birinden önce kimse hamle yapamaz. Toplumsal, siyasal olaylarda sabır, ölçü, düşünsel incelik önemlidir. Hâlâ bu ülkenin zindanlarında suçsuz binler yatıyor, bu işler o kadar da kolay değil. Diyeceğim; yeni bir toplumsal mutabakat şart ama önce “yüzsüzlük” sorunu aşılmalı! Yasalussal bir lider Ayrıntılar Ayrıntılar Eski TBMM Başkanı ve Yassıada duruşmalarının avukatlarından Hüsamettin K G aan Gaytancıoğlu tarafından yazılan kitapta, özetle Hüsamettin Cindoruk’un aytancıoğlu, günümüz siyasilerinin Cindoruk’un deneyimlerden faydalanarak daha kaliteli Cindoruk’un 68 yıllık siyasi hayatının anlatıldığı “Türk Siyasal Ya leyla Yassıada duruşmalarında gös siyaset yapabileceğini söyledi. Cindokılıç terdiği mücadele, Demokrat Par ruk da AKP’nin yürüttüğü siyasal İs şamında Hüsamettin Cindoruk” ti süreci ve bu süreçlerde yaşa lam ideolojisinin tartışmaya açılması isimli kitap Tekin Yayınevi’nden çıktı. dığı kırılmalara yer verildi. gerektiğini belirtti. Cindoruk ve GAYTANCIOĞLU, kitaBA ve güncel siyasete ilişkin sorularımıza yanıt verdi ‘Sürmeyeceğini ‘Hep demokrasi iktidar da anladı’ için savaştı’ n Sayın Cindoruk, yaşamınızın her evresini ve boyutunu ele alan bir kitap yazıldı. Yassıada duruşmaları dikkat çeken noktalardandı. Bu davalarda verdiğiniz mücadeleden bahseder misiniz? Yassıada Mahkemesi, bir engizisyon mahkemesidir. Bu süreç, siyaset ve adalet tarihimizde bir kara lekedir. Türkiye, bu mahkemenin verdiği kararları, acıları tartışıyor. Davanın tutanaklarını, tanıklarını, yapılan işkenceleri, kimi aydınların sapkınlığını ibret alınmak için de olsa henüz ortaya koyamadık. Benim için bu mahkeme; sanıkların değil, adil yargılamanın ve demokratik parlamenter rejimlerin hesaba çekildiği militer bir baskı aracıdır. Etkisi sürüyor. n Kaleme aldığınız önsözde “Darbeci generaller parlamenter sisteme saygı gösterdiler, başkanlık rejimine geçmeyi düşünmediler” diyorsunuz. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile işlevini yitiren Meclis’in önemine vurgu yapıyorsunuz. İktidarın, bu sistem ile dayatmak istediği nedir? Türkiye, bir Millet Meclisi devletidir. Üstelik tamamlanmış bir devlettir. Bütün kurumları, ideolojisi belli ve yerleşiktir. İlk Meclis Başkanı, ilk Başkomutan, ilk Cumhurbaşkanı Atatürk’tür. Cumhuriyetin ideolojisi laikliktir. Laikliği reddederseniz, Atatürk’ün soyadını kullanmakta cimrilik yaparsanız, devletin 79 yılını nafile ve boşa harcanmış sayarsanız, devletimizle uyum sağlayamazsınız. Uzun yaşamımda gördüğüm, Cumhuriyetin giderek yerleştiği, kökleştiği olgusudur. Günümüzde, milletle yürütme ve yasama erkleri arasındaki siyasal mesafe çok açılmıştır. Milletvekilliği, denetim ve temsil gücünü yitirmiştir. Parlamentolar; tartışma, müzakere, uzlaşma alanıdır. Yürütme ve yasama, orada bulunur. Balkon, mizah konusu Ülkenin tayin edilmiş olsa bile bakanlıklarını yönetenlerin parlamento salonunda değil, balkonunda kordiplomatik locasında oturmaları bir mizah konusu olabilir. Milli irade, devlet yönetme yetkisi ve görevi verir. AKP, bu yetkiyi, milleti yönetme ve yönlendirme, devlet rejimini değiştirme biçiminde kullandı. Yassıada Mahkemesi’nin yargıladığı ve mahkum ettiği parlamenter rejimi, hegemonyacı bir Başkanlık Sistemine dönüştürdü. Gözetim, denetim ve erkler ayrılığı güvencelerini, pamuk ipliğine bağladı. Meclis’in yasama tekeline, başkanlık kararnamelerini ortak getirmek kalıcı bir girişim olamaz. Geçicidir. Parlamentonun güvenoyu verdiği, denetlediği, icraatını tartıştığı bir başbakan, bakanlar kurulu, ülkenin ve milletin milletvekillerinin siyaset alanıdır. Cindoruk ‘YASSIADA İLE SİLİVRİ ARASINDA BENZERLİK VARDI’ n Ergenekon ve Balyoz davalarında da bulundunuz... Ergenekon ve Balyoz davalarının sürdüğü, Silivri Kampusu’na bir mukayese, gözlem yapmak için cüppemi giyip gittim. Silivri’de cezaevinin bahçesinde bir mahkeme kurulması, Marmara’da bir ıssız adada mahkeme kurulması arasında ilginç benzerlik vardı. Mahkemede, Yassıada gibi yoğun jandarma, asker, polis baskısı, disiplini görülüyordu. Bir Genelkurmay başkanı, tıpkı Yassıada’daki gibi tutuklu idi. Sevgili ve eski arkadaşım Altan Öymen ile Silivri kırsalına iki tahta iskemle atıp, çok soğuk bir havada protesto eylemi yaptık. Bence sonuç aldık. O mahkemenin kararları yırtılıp atıldı. O kararları verenler tutuklandılar. Ne var ki İstanbul’daki tabii mahkemeyi 80 kilometre yürütüp Silivri Cezaevi’ne taşıyan siyasi irade henüz hesabı vermedi. Orada hâlâ mahkeme var. Osman Kavala var. Gazeteciler, siyasi liderler var. 18 yıl tartışmaya açılmalı n İktidarın yürüttüğü politikalarda deneyiminizle eleştirdiğiniz noktalar neler? AKP, ülkemizi on sekiz yıldır yönetiyor. Siyasal İslam ideolojisinin kesintisiz iktidar olduğu bu çok uzun zaman diliminin millet ve tarih önünde sonuçları tartışmaya açılmalıdır. Bu on sekiz yıl içinde, iktidarın gerçekleştirdiği altyapı, yol, baraj, hava meydanı gibi bayındırlık hizmetleri vardır. Ne var ki bunlar bu süreçteki temel yanılgıyı örtmez. Güçlü, demokratik, laik, güvenli ve güvenilir bir devleti yeniden ters istikamete götürme gayreti ve telaşı, Cumhuriyete zarar vermiştir. Yeniden güçlü, demokratik, laik ve güvenli bir devletin tesisi gerçekliği ortadadır. n Siyasilere, siyasete atılmak isteyen gençlere tavsiyelerinizi olur mu? Ayasofya’nın müzelikten çıkarılması, bir iç siyaset yatırımıdır. Bir erken seçim için hem dini hem milli duyarlıkları bir araya getirme çabasıdır. Müftülere medeni nikâh kıyma yetkisi kadar etkisi olacak bir ayrıntıdır. Belli bir süre istismar edilecek, benzer girişimler gelecektir. Bu telaş, halkın ve devletin benimsemediği tek kişi iktidar uygulamasının üç yıl daha süremeyeceği gerçeğinin iktidar kesiminde hissedilmesinin sonucudur. Bu gibi girişimlere karşı Cumhuriyetimiz, yüz yıllık Ankara Kalesi’ni tekrar geri alacaktır. Gençler, Atatürk’ün “Nutuk”nu ve Meclis’teki açılış konuşmalarını okusunlar. Cumhuriyetin tarihi ve yükselişi bu seslenişlerde yazılıdır. Gaytancıoğlu ‘O SÜREÇTE CUMHURBAŞKANI OLABİLİRDİ’ n Dönemleri değerlendirdiğinizde Cindoruk’un hikâyelerinde sizi en çok etkileyen hangisiydi? Tabii ki, Yassıada’da 18 Demokrat Partilinin savunmalarını üstlenme cesaretini ve kararlığını göstermesi beni oldukça etkilemiştir. 27 yaşında, geleceğine dair tüm ekonomik beklentileri öteleyip inandığı değerler üzerine mücadeleye girişen genç bir hukukçu... Zaten kendisi ile yaptığım tüm mülakatlarda, en çok etkilendiği dönemin de 19501961 dönemi olduğu rahatlıkla anlaşılmaktadır. Ayrıca TBMM Başkanlığı dönemindeki tarafsız tutumu ve devlet adamı kimliği de beni derinden etkilemiş ve örnek alınması gerektiğini düşündüğüm bir özelliği olmuştur. Ancak keşke yapmasaydı dediğim açıklamaları ve izlemeseydi dediğim stratejileri de yok değildir. Örneğin, keşke ikinci dönem Meclis Başkanlığı’ndan sonra parti içi sistemli bir muhalefet yapmasaydı ve bir bilen olarak, partinin ağabeyi olarak siyasal yaşama geçici olarak veda etseydi. Çünkü 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’den sonra ülkenin yeni bir Cumhurbaşkanına ihtiyacı olacaktı ve en güçlü aday kendisi olabilirdi. n Hüsamettin Cindoruk’un siyasi yaşamında verdiği mücadeleleri dinlerken, yazarken sizi üzen, endişeye sevk eden, sevindiren noktalar oldu mu? Cindoruk hakkında ilk bilimsel eseri yayımlamam, beni çok sevindiren bir husus oldu. Kitap basılı halde kendisine 8 Haziran 2020’de yani tam da 88’inci yaş gününde ulaştı. Kısa bir telefon görüşmesi yaptık ve telefonda kitapla ilgili duygularını “Bugün aldığım en iyi doğum günü hediyesi oldu” şeklinde yorumlaması, benim için onur vericiydi. Kitabı yazarken, demokratik gelişim sürecinde yaşanan kesintiler ve bunlardan ders alınmaması konusu dikkatimi defalarca çekmiştir. Bu durum siyasilerimizin tarih, siyaset, hukuk ve diğer konulardaki birikimlerini güçlendirmeleri gerektiğini de gözler önüne sermektedir. Aslında bugün ve yarın, geçmişte elde edinilen deneyimlerle çok daha kaliteli ve işler hale getirilebilir. Ancak geçmişten dersler çıkarılmaması ve hep aynı döngü içine girilmesi beni üzmüştür. Seviye ve terbiye n Yazdığınız yaşanmışlıklarda siyasi mücadelelerin yanı sıra siyasi ahlak ve etik değerler de göze çarpıyor... O dönemin siyasi dili ile bugünü karşılaştırır mısınız? O dönemleri incelerken görülüyor ki eleştiriler daha seviyeli ve terbiye sınırlarını aşmayan sözlerle yapılıyordu. Günlük siyasal yaşamda ise magazin dili yerine siyasal ve edebi kalıplar çerçevesinde iktidarmuhalefet iletişimi kurulmaktaydı. Maalesef bugün bu kaliteyi göremiyoruz. Konuşan Türkiye arzusu n Cindoruk nasıl bir lider? Günümüz liderleri için düşünceleriniz neler? Cindoruk, yasalussal bir lider. Bunu, Max Weber’in sınıflandırmasına atfen söylüyorum. Siyasal yaşamına adım attığı ilk günden bu yana demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, anayasanın uzlaşma ile yapılmasını ve kürsü dokunulmazlığını savunan bir lider. Cumhuriyete, parlamentoya ve demokratik kurumların gücüne inanıyor. Kurumsallaşmaya güveniyor. Günlük hareket edilmemesini istiyor. Konuşan bir Türkiye arzusu var. Bunların hep beraber uzlaşılarak mümkün olacağını savunuyor, parlamentonun gücünü örseleyen ya da görmezden gelen her türlü yönetimin bu uzlaşmayı sağlamasının olanaksızlığını ileri sürüyor. Tüm mücadelesi demokratikleşen ve demokrat kalabilen bir Türkiye üzerine... Günümüz liderleri, maalesef belli bir standartta uzlaşma niyetinde değil. Belli başlıklarda ortak bir program yürütme ve bu programı geliştirme konusunda işbirliğine yatkın olmaları ve devlet adamı terbiyesiyle hareket etmemeliler. Ancak, görünen o ki halihazırda liderler, bölünmeden ve ötekileştirmeden destek alarak güç yaratma gayretindeler. Kısa vadede bu strateji başarılı gibi gözükse de uzun vadede demokratikleşmeye, kurumsallaşmaya ve dolaylı olarak da ekonomik kalkınmaya fayda getirmeyecektir. Türkiyemizin geleceğine dair beklentim; sadece kendi yandaşının değil, sıradan bir vatandaşının da geleceğini aydınlatan, demokrat ve saygın bir ülke için çalışan siyasetçilerin varlığı. Ve iktidar ile muhalefetin bir arada hareket edebildiği bir parlamentonun tesisi, ülkemizin ihtiyacıdır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle