17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 6 TEMMUZ 2020 PAZARTESİ EDİTÖR: İPEK ÖZBEY TASARIM: SERPİL ÜNAY DİZİ 13 TÜRKİYE’NİN ÖNDE GELEN HUKUKÇULARI CUMHURİYET’E VERİLEN CEZALARI DEĞERLENDİRİYOR Ayrıntılar HalkTV kapanırsa! Perşembe gecesi CNNTÜRK’te haftanın son Aykırı Sorular programını yapmıştık; konuk, Tarık Şengül’dü. Şengül’le Gezi Parkı’nı, simgesel önemini ve siyasal anlamını konuşmuştuk. Bir süredir parkta eylemciler çevre savunması yapıyorlardı. Yurdun farklı bölgelerinden insanlar, bir tür kültürel, düşünsel merkez haline gelen parka sığınıyordu. O güne dek görülmemiş bir dayanışma kendiliğinden oluşmuştu. Ben de hem meslek gereği hem yüreğim onlarla attığı için, olan biteni yakından takip ediyordum. Elbet sadece ben değil, iktidar da farklı gerekçe ile izliyordu gelişmeleri. HHH Ertesi gün sabaha karşı, olağanüstü bir şiddetle, sanki parkı bekleyenler suçluymuş gibi saldırı yapıldı. İnsanlar dövüldü, çadırlar yakıldı, park boşaltıldı. Halkın elinden, halkın parkı kurtarıldı! Doğan Medya önemli görev üstlendi, İrfan Değirmenci olanları ekrana getirdi ayrıntısıyla. Belli ki bir süreç başlıyordu. Toplum, haysiyeti için mücadele ediyordu. Yurdun dört yanında protestolar başladı. Birlikte olmak dışında hiçbir gücü olmayan insanlara, düşman hukuku uygulanıyordu. O gece park hareketli olacaktı… HHH Gün içinde iktidarın sözcüleri, tüm haber merkezlerine sopayı gösterdi. “Aklınızı başınıza alın” dediler diplomatik biçimde. Doğan yönetimi zaten türlü açılardan kıskaca alındığı için kameraları çekti. Nerdeyse görünmez hale geldi Gezi Parkı. Oysa toplumsal itiraz artıyor, insanlar ağacına, suyuna, yaşamına sahip çıkmak istiyordu. CNNTÜRK yönetimi her zaman olduğu gibi, gece belli saatten sonra sıradan akışa geçiyordu. Meşhur “Penguen Belgesi” öyküsü oradan gelir. Oysa Doğan Grubu yalnız kaldığı için buna zorlandı. NTV, Habertürk ve diğerleri geri çekilmişti. HalkTV’nin yıldızının parlaması o güne rastlar. HHH Medya üçe bölünmüştü: Yandaşlar, Fethullah ekibi, merkezde olanlar. İlk ikisi koalisyon halindeydi, diğerleri tehdit altındaydı. İşte o zaman koşullar kötü olsa da çıkan ses anlam buldu. Bir yandan dönemin muhabirleri, kameramanları emek veriyordu, öte yandan yurttaş gazeteciliği yapılmaya başlanmıştı. Halkın gözü kulağı oldu HalkTV. Cumartesi yayınım iptal edilmişti. O iki gün parka gittim. Pazartesi de yayınımı Taksim Meydanı’ndan yaptım. Esasen HalkTV’den sonra en çok haberi CNNTÜRK verdi ama uçurum o kadar büyüktü ki elbette hakkıyla bilgilendirme yapılmamıştı. Sansür, otosansür nedir hepimiz gördük. Bazımız teslim oldu, kimimiz onuruyla devam etti işine ve kovuldu. HHH Basın tarihi o günleri yazacak. Herkesin karnesi ortada. Sonradan muhalif olanlar her ne kadar yayınlarını unutturmak istese de bellek var, unutmayız. Benim kovulma sürecim Berkin Elvan’ın babası Sami Ağabey’i yayına aldığım gün başladı. Ali İsmail Vakfı kuruluş duyurusu dahil pek çok program yaptım. Sonucu biliyordum. İşte o günlerde her kim varsa (Türk, Kürt, Alevi, Sünni, dindar, dinsiz, Ermeni ve bütün ötekiler dahil olmak üzere) HalkTV’ye sığındı. Toplum sanatçıların, aydınların, gazetecilerin tutumlarına tanık oldu. Aynaydı HalkTV, herkesi gösteriyordu. Boğaziçi Köprüsü yürüyüşünden tutun, Gezi çocuklarının öldürülmelerine dek tüm haberleri yaptılar. O gün yayın yapan emekçi dostlara büyük saygım var. HHH Gezi Dirilişi sırasında Kadıköy’de CHP mitingi vardı. O gün, eğer Kılıçdaroğlu mitingi iptal edip Taksim’e gelmeseydi Gezi’ye çok başta ağır saldırı olacaktı, karar doğruydu. O gün CHP içinde “Biz bu işe karışmayalım, kendi mitingimizi yapalım” diyenleri bilen biliyor. Kılıçdaroğlu dinlemedi ya da ikna edildi ve meydana geldi. Üstelik elinde parti bayrağı olmadan, bunu da HalkTV gösterdi, halk bildi. Yayınlarımdan sonra önce Taksim’e uğruyordum çoğunlukla, sonra eve gelip HalkTV izliyordum. Elbet bir de sosyal medya büyük işlev gördü. Bu bambaşka yazı konusu… HHH Ülke acılı, ağır olaylar yaşadı. İki İslamcı yapı; biri siyasette, öteki cemaat birbirine girdi. Hâlâ tam aydınlanmış değil olaylar, ancak tarihin en aşağılık kalkışması 15 Temmuz’dur. Geziciler ne kadar onurlu, mertse, 15 Temmuz çetesi o kadar hain, alçak, pusucudur! Nitekim sonradan öğrendik ki, Gezi de olayları kışkırtan polisler, emniyet müdürü, hatta vali, tümü FETÖ’cüymüş! HHH Ekran karartma cezası alan iki kanal HalkTV ve Tele1 neden bu muameleyi görüyor. Çok açık sebebi; en son İstanbul seçimlerinde “Hiçbir şey olmadıysa da mutlaka bir şeyler olmuştur” anlayışına yol vermediler. Açık toplumun gereği yayınlar yapıldı. İmamoğlu sabaha dek bu kanallarla bilgilendirdi seçmeni, yine de seçim iptal edildi ama sonunda halk hakikati öğrendi ve adalet yerini buldu. Yani basın görevi olanı yaptı. Şimdi soluk borusu tıkanmak isteniyor. Demokrasi uzun zamandır askıda, hukuksuzluk hukuk oldu! HHH Basının sorunlarını kenara koyuyorum, HalkTV eleştirisi de yapılmalıdır elbette. Yalnız bugün kulağı üstüne yatan siyasiler (başta muhalefet) şunu unutmasın ki herkesin bir gün özgür mikrofonlara, kalemlere gereksinimi olacaktır. Bir çift sözüm de fırsatçılara; “HalkTV kapanırsa yerine biz otururuz” diyen uyanıklar, sıra size geldi farkında değil misiniz? Ucuz siyasal taklalarla güç devşirmeye çalışanlar, başka hesapları görmeye kalkışanlar kendini biliyor. Nasıl “Gezi”de kahramanlığa soyunup, sonradan şarlatan olanları gördük, bunların durumu da aynıdır! HHH Bu yazı tarihi bir görevi yerine getirmek için yazıldı. VAZGEÇİN, ÇÜNKÜ Ayrıntılar Ayrıntılar VAZGEÇİREMEZSİNİZ ÖZKAN YÜCEL İZMİR BAROSU BAŞKANI Boğaz’daki kaçak yapılar tüm yurttaşları ilgilendirmez mi? Ya da gelen bir hediye paketinin virüs riski taşıması her birimizi endişelendirmez mi? Demokratik, basının özgür olduğu bir ülkede, bütün bunlar haberdir elbette. Peki, bu haberler nedeniyle Cumhuriyet’e ceza yağdıranlar, yaptıklarıyla ülkemizi basın özgürlüğünde dünyanın son sıralarına taşıdıklarının farkında değiller mi? Cumhuriyet gazetesi, Basın İlan Kurumu’ndan gelen cezalarla mücadele ediyor. Sanki gizli bir el bir düğmeye basmış da “Cumhuriyet’i yok edin” demiş gibi. Haberler mi ararsınız cezaya çarptırılan, yoksa köşe yazıları mı; siz seçin. Toplamda ve şimdilik, 88 güne ulaşmış ceza süresi. Gerekçesi vardır mutlaka, diye düşünüyorsanız; bu nafile bir düşünce... Mevzuattan iki maddeye gönderme yap, oldu sana gerekçe. Mevzuata ne surette aykırı davranıldı, hangi söz ihlal sayıldı, hangi kusurdan dolayı cezalandırılma yapıldı; bilgi yok. Zira aynı madde birçok cezalandırma gerekçesi içeriyor. Peki, aslında hangisi bu cezanın kaynağı, belli değil. Adeta biz verdik cezayı, siz seçin bulun hangisini ihlal ettiğinizi, der gibiler. Haberlerin dayanağı Baktım gerekçelere, yalan haber yaptın diyorlar mı diye. Yok. Baktım, haberlerin dayanağı var mı? Evet. E, devlet sırrı da değil paylaşılanlar; hani bazı habercilerin devlet sırrını paylaştıkları iddia ediliyor ya.. Yani ifşa edilen bir sır da yok ortada Peki, kimi/neyi rahatsız ediyor ki bu haberler? Pelikan iddiasının yayına taşınması... Siz, biz , hepimiz zaten bilmiyor ; duymuyor muyuz bu iddiaları? Siyasi iktidar içerisindeki güç çekişmelerini, cemaat kavgalarını? Kamudan ihale alan şirketlerin isimlerinin duyulması; kimi, neden ve ni çin rahatsız eder ki ihalelerde bir hukuka aykırılık olmadıkça? Kayıtlar ve tapular açıklansın, şeffaf olsun demenin neresi yanlış olabilir ki? Gazetesine açılan bir davaya ilişkin lehe gelişmeyi gazete sütunlarına kim taşımaz ki? Boğaz’daki kaçak yapılar tüm yurttaşları ilgilendirmez mi? Ya da gelen bir hediye paketinin virüs riski taşıması her birimizi endişelendirmez mi? Demokratik, basının özgür olduğu bir ülkede bütün bunlar haberdir elbette. Peki bu haberler nedeniyle Cumhuriyet’e ceza yağdıranlar, yap tıklarıyla ülkemizi basın özgürlüğünde dünyanın son sıralarına taşıdıklarının farkında değiller mi? Daha onlarca soru sormak mümkün elbette. Ama cevabı biliyorsanız, soru sormak da anlamsızlaşıyor bir yerde. Susturmak istiyorlar Amaç belli, amaç aynı. Özgür basını susturmak, halkın haber alma hakkını engellemek, gerçeklerin önüne koydukları perdenin açılmamasını sağlamak. Ceza veriyorlar, ilan kesiyorlar, basın kartlarını iptal ediyorlar. Zaten bin bir güçlükle yayın hayatını sürdüren bağımsız gazeteleri susturmak istiyorlar. Bu konuda da ilk değiller. Tarih, benzerlerini kendi halkına, ülkelerine reva görenlerle dolu. Ama her biri silindi gitti tarihten. Geriye özgürlükleri için mücadele edenler ve özgür basın kaldı yine de. Çünkü bir şeyi unutuyorlar. Cumhuriyet özgür basının kalesidir. Halkın haber alma hakkı için, özgürlükler için, demokrasi için, laiklik için hayatını feda eden basın emekçilerinin yuvasıdır. Ve onların vazgeçmeyen mücadeleleri, Cumhuriyet’in genlerine işlemiştir. Bunu söküp almak mümkün değildir. Bu nedenle: Vazgeçin, çünkü vazgeçiremezsiniz. İktisadi sansür Cumhuriyet gazetesi, basın etik ilkelerinden ayrılmadan yürütmekte olduğu gazetecilik faaliyetinde iktidarın hoşuna gitmeyen haberler yaptığı gerekçesiyle BİK tarafından sansürün günümüz versiyonuna uğratıldı. CUMHUR UZUN MUĞLA BAROSU BAŞKANI Anayasamızın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28. maddesi, “Basın hürdür, sansür edilemez” demektedir. Klasik anlamda sansür, basın aracılığı ile halka duyurulacak haber ve yazıların önceden otorite tarafından incelenmesi ve izin verilenlerin yayımlanması, diğerlerinin kısıtlanmasının adıdır. Kişilerin haber alma özgürlüğünün engellenmesi sonucunu doğuran ve yüzyıllar boyunca verilen mücadelede kazanılan sansür yasağı, bizim anayasamızın da temel güvencelerinden birini oluşturmakta ve “ Basın hürdür, sansür edilemez” şeklindeki veciz bir söz ile ifade edilmiş bulunmaktadır. Günümüzde, siyasal iktidarı elinde bulunduranlar, anayasamızın bu açık hükmüne ve bununla korunmak istenen değerin “halkın haber alma özgürlüğü” olduğuna aldırmaksızın, yazılanların kendi düşünce ve davranışlarına uygun olup olmadığına göre tavır geliştirmekte, gerçek haberi yayımlayan gazeteleri salt işine gelmediği gerekçesiyle cezalandırma, sindirme, yıpratma ve mümkünse yok etme taktiği uygulamaktadırlar. Habercilikte temel ve evrensel kural, “Kamunun bilgi almasına yarayan gerçek olaylar haberdir” şeklindedir. Bu iki kurala, “kamunun bilgi alma yararı” ve “gerçek olma özelliğine” sahip olayları haberleştiren gazete, “kimin yararına ya da zararına bunu yapmıştır?” şeklinde bir bakış ile irdelenip değerlendirilemez. Bu haberciliğin objektif yapısına aykırıdır. Temel ve evrensel bu değerlendirme kriterinin dışına çıkılarak, elinde bulundurduğu gücü “gazete üzerinde ilan ve reklam yasaklaması” şeklinde uygulamak sansürün günümüzdeki versiyonu ve iktisadi görünümlü ola görmezden gelen ya da doğrudan hal nıdır. Zira bir gazeteyi ekonomik ola kın bir konuda yöneticiler gibi düşün rak yıldırmak, gazetenin bundan bı mesine zemin hazırlayan algı operas karak yazılarını yazmamasına yada yonlarına zemin oluşturan bir basın tümden kapanmasına yol açacağın yarattı. Böylelikle yarattığı basın ile dan, halkın haber almasına hizmet kendi amaçlarına hizmet eden, yaptık veremeyen, bu hizmeti kısıtlanan ve larına eleştiri getirmeyen bir güç oluş sonuçta sansürlenen bir gazete orta turdu. Kısaca kendi basınını kurdu. ya çıkacaktır. Ancak, aralarında Cumhuriyet gaze Hukuk devletlerinde, hukukun üs tesi gibi, iktidarın yaptıklarını eleştirel tünlüğüne inanarak ve bunu gözeterek gözle ve tam bir gazetecilik anlayışıy yönetim sergileyen iktidarların, bası la değerlendiren ve bu nedenle de ikti nı kısıtlamak şöyle dursun, darın yarattığı basın içinde yer alma basının daha özgür ol yan gazetelerin halen masını ve yaptıkları var ve halka hizmet et nı kamuya duyurmalarını istedikleri gibi, di Henüz meye, özgür gazetecilik yapmaya devam ediyor ğer yandan yapılanla kesinleşmemiş olması, iktidarın ken rı eleştirisel bir gözle görüp kendilerine yol gösterici, eksiklerini tamamlama fırsatı tanı olsa bile 88 güne ulaşmış bulunan bu yasaklamaların di basınına rağmen basından beklediği etkiyi yeterince alamamasına, özgür basın yoluy yan birer güç olmasını hukuken yerinde la halen dahi gerçeklere isterler ve buna uygun özgürlük ortamı oluştururlar. Yöneticilerin kendi olmadığına, yapılan haberin gerçekliğine ve kamunun bu olayı ulaşılabiliyor olmasının yarattığı rahatsızlığa yol açtı. Her şeye rağmen gerçekler özgür ba lerini, kendi koydukları ve herkese uygulanan kurallarla bağlı saydıkları ülke anlamı bilme ihtiyacına bakarak, yani haberin haber değerinin sın eliyle halka duyuruluyor, halktan yanlışlara büyük tepkiler yükseliyordu. Bu olmama na gelen hukuk devle olduğunu bakarak lıydı. Nasıl olur da ikti tinde, yöneticiler, kendilerinin işine gelmediği ya da keyfi davra söylemek hiç de zor olmasa gerek... dar gücü elinde olduğu halde halkın öfkesine sebep olacak ve iktida nışlar sergileyecekleri rı kaybettirecek haber zaman bunun duyulup ler yapılabiliyordu? Ol bilinmesini istemezler mamalı, yaratılan ba ve “yapsınlar ama duyulmasın” anlayı sın dışında basın ortada şına sahip olurlar.. kalmamalıydı. Bu anlayış için en büyük tehlike, Basın bizim istediğimiz kadar özgür, yaptıkları ve fakat duyulmasını iste bizi haklı çıkardığı kadar hizmet vere medikleri iş ve eylemlerin halka du bilmeliydi. Kişilerin haber alma özgür yurulması, yaptıkları nedeniyle halkın lüğü, haberin gerçek olup olmadığı ile tepkisinin onlara yönelmesidir. İşte değil, haberin bize zarar verip verme tam da bu yüzden halka bunları duyu diği ile ilgili ölçülmeli, gerçek olsa bi racak basını kontrol altına almak, iste le bize zarar veren haberleri gazeteler diklerini yazan, istemediklerini sakla yazamamalıydı. Basın özgürlüğü biz yan bir basın yaratmak isterler. den daha değerli, halkın haber alma Ülkemizde AKP yönetimi iktidara hakkı bizden ve iktidarımızdan daha geldiğinden hemen sonra, istediklerini değerli olamazdı, olmamalıydı. yazan, iktidarın istemediğini saklayan Öncelikle bu gazetelerin basın açık lamalrına vb. davet edilmemesi, bu gazetelerle bilgi paylaşılmaması denendi ama yetmedi. Daha etkili bir yol olmalıydı. En etkilisi “sansür” akla geldi ama günümüz dünyasında olmaz, anlatılamazdı. Öyleyse sansürün günümüz sürümüversiyonu olan “iktisadi sansür” devreye sokulmalıydı. Buna ilişkin güç ve oluşum vardı. Öyle de oldu; Yayın hayatı neredeyse 100 yıla yaklaşmış Cumhuriyet gazetesi, basınımızın ulu bir çınarı olarak basın etik ilkelerinden ayrılmadan yürütmekte olduğu gazetecilik faaliyetinde iktidarın hoşuna gitmeyen haberler yaptığı gerekçesiyle Basın İlan Kurumu tarafından ilan yasaklamasına çarpıtılarak sansürün günümüz versiyonuna uğratıldı. Henüz kesinleşmemiş olsa bile 88 güne ulaşmış bulunan bu yasaklamaların hukuken yerinde olmadığını, yapılan haberin gerçekliğine ve kamunun bu olayı bilme ihtiyacına bakarak, yani haberin haber değerinin olduğunu bakarak söylemek hiç de zor olmasa gerek. Haber sansürlemek ya da sansürleme anlamına gelecek ekonomik sansür uygulamak yerine bu haberlerde hoşa gitmeyenlerden ders çıkarmak ve davranışlarını buna göre hukuka uygun hale getirmektir doğru ve erdemli olan... Öte yandan kamu gücünü elinde bulunduran bu gücü iyi niyet ve kamu yararı ilkelerine göre, eşit ve adil olarak uygulamakla yükümlüdür. Bazı gazetelerin etik kurallara aykırı tutum ve davranışlarını görmezden gelerek yaptırıma tabi tutmazken, Cumhuriyet gazetesinin ahlak ve etik ilkelere aykırılığı bulunmayan ama iktidar tarafından yazılmasından hoşlanılmadığı için yaptırım uygulanan yazıları, toplumun adalet duygularını da incitmekte, bu kurulun kararlarına olan güveni ortadan kaldırmaktadır. Hiç kimse, hiç kimseye haksızlık yapmamalıdır. Haksızlıklar da dahi eşitsizlik ise hiç yapmamalıdır. BİTTİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle