21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 [email protected] 6 TEMMUZ 2020 PAZARTESİ EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: SERHAN EREN OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Avukatlık Kanunu üzerindeki tartışmalar PROF. DR. KORKUT KANADOĞLU ANAYASA HUKUKU PROFESÖRÜ Avukatlık Kanunu’na ilişkin Cumhurbaşkanı’nın sözleriyle başlayan tartışmalar TBMM’ye sunulan değişiklik teklifiyle yeni bir aşamaya geçmiştir. Bu tartışmalara ilişkin anayasal değerlendirmeler ana hatlarıyla iki başlık altında toplanabilir: I Anayasanın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin “demokratik... bir hukuk Devleti” olduğu belirtilmiş, 10. maddesinde ise “kanun önünde eşitlik” ilkesine yer verilmiştir. Anayasanın 67. maddesinin ikinci fıkrasında da seçme hakkının hangi esaslar çerçevesinde kullanılacağı gösterilmiştir. Buna göre, “Seçimler ve halkoylaması serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi altında yapılır.” Bu maddenin altıncı fıkrasında ise, “Seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenlenir” kuralı yer almaktadır. Eşit ağırlık olmalı Demokratik hukuk devleti ilkesi gereği Türkiye Barolar Birliği (TBB) Genel Kurul oluşumu, her bir avukatın genel kurul kararlarına katılım hakkını güvence altına almalıdır. Bunun için de seçilecek toplam delege sayısı içinde her bir baroya düşen delegenin belirlenmesinde, kural olarak her bir baronun üye sayısının göz önünde bulundurulması zorunlu tutulmalıdır. Aksi takdirde genel kurulun alacağı kararlar ve yapacağı seçimlerin, her bir il barosunun üyelerince eşit ölçüde meşrulaştırılması mümkün olmayacaktır. TBB’nin kendisini ifade edebilmesi, ancak organları eliyle mümkündür. TBB, yalnızca üyelerinin temsil edildiği organları sayesinde var olabilir. Bu noktada genel kurulda temsil edilen üyeler ile devlet organları ve bu organların aktif vatandaşlarca meşrulaştırılması arasında bir paralellik ortaya çıkmaktadır. Bu paralellik gereği, delegelerin temsilci olarak yer aldığı heyet halindeki organları oluşturacak seçimlerde, temsil edilecek üyelerin oylarının eşit ağırlığa sahip olması aranmalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesi içtihatları da bu gereği doğrulamaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre de demokrasi ilkesinin içerdiği bir işlev olarak, her bir bireye seçim hakkı ile demokratik siyasi süreçlerin merkezi unsuru olma konusunda öznel bir hak tanınmaktadır (Ek Protokol 1 md. 3). Burada Av Barolarda kullanılan oylar ile seçilecek delege sayıları arasında adil bir denge kurmayan her öneri, başarı değerinin eşitliğini ihlal ettiği için Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olacaktır. rupa insan hakları düzeninin temel bir değeri söz konusudur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, seçimin eşitliğini, seçim hukukunun yazılı olmayan temel ilkesi olarak kabul etmektedir. Bu ilkeyi Mahkeme, sayısal değerin eşitliği (bir kişi, bir oy) ve başarı değerinin eşitliği (oyların seçim sonucuna eşit etkisi) olarak anlamaktadır. Yürürlükteki Avukatlık Kanunu’nda yer alan düzenleme (md. 114), yukarıda belirtildiği biçimde her bir baronun üye sayısını göz önünde bulundurmakta ve başarı değerinin eşitliğini korumaktadır. Ancak Avukatlık Kanunu’nda değişiklik öngören son teklifte dile getirilen alternatif düzenleme, anayasanın 2., 10., 67. ve 135. maddelerine aykırılık oluşturmaktadır. Şöyle ki; Her baronun iki olan delege sayısının üçe çıkarılması ve her beş bin üye için ayrıca bir delege seçimine imkân tanıyan düzenleme, çok sayıda avukatın kayıtlı olduğu baroların, genel kurulda üye sayıları oranında değil, sınırlı sayıda delege ile temsil edilmelerine yol açacaktır. Bu yöndeki olası bir düzenleme, üye sayısı fazla olan baroların genel kurula katılımlarını ölçüsüz biçimde sınırlandırmış olacak ve böylece TBB’nin en önemli organının oluşumunda temsilde adaleti önleyen ve demokrasi ilkesiyle çelişen bir durum ortaya çıkacaktır. Anayasaya ve AİHM’e aykırı Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin görüşü de bu yöndedir: “Demokrasinin olmazsa olmaz kuralı seçimdir. Demokratik seçimin en önemli niteliği ise adil bir temsil ilkesine dayalı serbest, eşit ve geneloy esasını içermesidir. Hukuk devletinin bir gereği olarak adaletli bir hukuk düzeninin kurulabilmesi de, diğer seçimler yanında kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütlerinin seçimlerinde de seçime katılacakların adil bir biçimde temsil edilmesine bağlıdır. Temsilde adaletin sağlanamadığı bir seçimin demokratik olmasından ve hukuk devleti ilkesine uygunluğundan söz edilemez.” Sonuç olarak, barolarda kullanılan oylar ile seçilecek delege sayıları arasında adil bir denge kurmayan her öneri, başarı değerinin eşitliğini ihlal ettiği için anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olacaktır. II Yasa teklifindeki en ikinci önem li değişiklik, beş binden fazla avukat bulunan illerde asgari iki bin avukatla yeni bir baronun kurulabilmesine imkân tanınmasıdır. Teklifin bu maddesi de baroların anayasal statüleriyle bağdaşmadığı gibi tekil devlet modelinin yönetim alanındaki temel ilkesi olan idarenin bütünlüğü ilkesini de ihlal etmektedir. Anayasanın 123. maddesine göre idari yapı içinde yer alan kurumların bütünlük içinde çalışması gerekmektedir. Baronun birden fazla olmasının, Anayasanın 135. maddesinde belirtilen, belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlara uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak şeklindeki görevlerin yerine getirilmesi bakımından bir engel olduğu kuşkusuzdur. Avukatlık Kanunu’nda barolar, mesleki faaliyete izin vermekten disiplin cezası vermeye kadar çok geniş bir alanda görevlendirilmiştir. Aynı ilde birden çok baronun, bu görevleri bir bütünlük içinde yerine getirmesi beklenemez. Tarih örnekleriyle dolu III Avukat, yargının bağımsız bir organıdır. Bu kısa cümle, avukatın hukuk devletindeki özel konumunu en mükemmel biçimde tanımlamaktadır. Avukatlık diğer mesleklerden farklıdır; özel haklara ve özel yükümlülüklere dayanır. Barolar, devlet etkisine karşı avukatların özgürlüğü ve demokratik hukuk devletinde avukatlığın bağımsız konumu için çalışır. Nitekim AİHM’a göre, insan haklarının korunmasında çok önemli bir rol oynayan avukat birlikleri bağımsız kalabilmeyi başarmalıdırlar. Avukatlık mesleğinin genel hukuki çerçevesinin belirlenmesine katılım, baroların öz görevidir. Tarih, diktatörlerin en hızlı ve acımasız biçimde avukatlığı nasıl güçsüzleştirdiğinin örnekleriyle doludur (Nazi diktatörlüğü dönemi gibi). Birey olmaya ve insan onuruna saygı göstermeyen, vatandaşlarının hak taleplerine karşı çıkan bir iktidar hiçbir zaman bağımsız avukatlığa izin vermek istemez. Ancak bu yöndeki çabalar, salt kaba bir güç üzerinde kurulmuş olan siyasi iktidarın sürdürülebilmesini sağlayamaz. Felsefenin ve filozofların kenti DR. HALUK BOZDOĞAN TARSUS BELEDİYE BAŞKANI Tarsus Anadolu’nun en eski kentlerinden biridir. Tarsus’u yansıtan pek çok özellikten söz edilebilir. Hiç kuşkusuz bunların başında Tarsus’un antik TSAIYRVASESUEST çağda bir felsefe kenti olması gelir. Tar sus antikçağda sahip olduğu felsefe okul ları ve buralarda yetişen filozoflarıyla ün lüdür. Matematikçi ve gökbilimci Aratos, stoa felsefesinin Zenon’dan sonraki kurucusu Khri sippos ve Roma İmparatoru Agustus’un hocası Athenedoros en bilinen Tarsuslu filozoflardır. Dolayısıyla, Tarsus’ta siyasetin de izleri, Gezgin Strabon’un aktarımına göre, Tarsus Belediye Başkanı Boethos, zeytinyağı alımında yolsuzluğa bulaştığı için İmparator Agustus, Boethos’u görevden alır ve hocası Tarsuslu filozof Athenedoros’a “Tarsus Kentini siz yönetin,’’ talimatı verir. Buradan da anlaşıldığı gibi Tarsus, tarihte bir kentin üniversite tarafından yönetildiğine ilk örnektir. Kente dair; siyaset, yerel yönetim ve yolsuzluk üçgeninde ilk örneklerin, zeytinyağı işinde yaptığı yolsuzluklarla anılan Boethos’tan filozof Athenedoros’a uzanan serüvenle başladığı bilinir... Türkiye’nin en büyük ilçelerinden biri olan Tarsus, özellikle 19. yüzyılda pamuk ekimiy mevcut partilerin birçoğunun gerçek anlamda bir halk siyaseti ya da halktan yana bir siyaset yapmadığının da altını çizmek gerekir. Yukarıda anılan durum Tarsus’ta da pek farklı değildi haliyle. Tarsus’ta da özellikle parlamentodaki siyasi partilerin çoğunluğu ve her yerde olduğu gibi halkı siyasete bulaştırmadan ve “halk” adına siyasetin yürütüldüğü iddia edilen bir atmosfer yaşanmaktaydı. Tarsus, kapanan fabrikalar, artan işsizlik, yoksulluk gibi pek çok başlıkla birlikte anıldığında kentin sadece ekonomik değil, sosyal ve kültürel açıdan da geriye gittiğini saptamak mümkün. Dahası Tarsus, gericileşmeye başlamış bir kent görüntüsü vermekteydi. le başlayan ve sanayileşme adımlarının atıldığı ve yörede tarımdaki yeni uygulamalarla ekonomik ve sosyal açıdan gelişmiş bir kent modeli olmuştur. Siyasi felsefeyi toplumcu bir bakış açısı belirler Bir dönem “aydınlığın kenti” olan Tarsus, Tarsus’ta siyaset Cumhuriyet dönemi sonrasında ise Tarsus’un her açıdan dinamik bir kent olduğunu görürüz. Kentin Sosyal ve kültürel açıdan da canlı bu kentin yetiştirdiği Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil, Ümit Yaşar Oğuzcan, Haşmet Zeybek gibi çok değerli aydınlardan söz edilebilir. Bugün, Tarsus’ta da siyaset, geçmişte ve bugün ülkenin her yerinde olduğu gibi çıkarlar ve buna bağlı ilişkiler etrafında şekille çeyrek asırlık bir dönemde ise ekonomi, sanat, felsefe ve sosyalleşmeden uzak bir kent olmakla yüz yüze geldi ve yalnızca “siyasetle” baş başa bırakıldı... İşte bu dönemde Tarsus’ta ilkesiz, amaçsız, hedefsiz ve halktan kopuk siyasetin konuşulmaya başlandığı dönemin de temelleri atılmış oldu. Mevcut irade ekonomi, sanat, felsefe ve sosyalleşme tercihini; tıpkı Boethos’un tercih ettiği gibi “ekonomi üzerine temellendirilmiş siyaset”e bırakmış ve kentin ana damarlarını keserek niyor. Ama baştan söylemek ve bugün, buna kenti nefessiz bırakmış oldu. neden olabilecek ölçüde belirtmek gerekirse, Tarsus farklı etnik yapıların bir arada bu lunduğu kozmopolit bir yapıya sahiptir. Bu yüzden, belediyecilik ve halka hizmet götürme anlayışında hassasiyet oldukça önemlidir. Kent yurttaşlarına eşit hizmet sunulması, temel belediyecilik hizmetlerinin doğru şekilde ve zamanında yapılması ile kültürel gelişmenin önceliği de önemlidir. Günümüz kentlerinde belediyeler normal görevlerini yapıp, bunun da ötesinde sosyal ve kültürel hizmet ürettiğinde gerçek anlamda belediyecilik yapmış olurlar. Yani kentin fiziki altyapısından kültürel altyapıyı onarma gayretine geçtiklerinde ve pozitif sonuçlar almaya başladıklarında gerçek bir belediye olmuş olurlar. Önemli olan, siyaseten; belediyecilik algısını toplumcu bir bakış açısıyla kurmak ve Tarsus’u çeyrek yüzyıl öncesinden başlayarak yeni nesil belediyeciliğin olanaklarıyla geleceğe taşımaktır. Temiz siyaset, ilkeli, tutarlı ve aydın insanlarla yapılacağı gibi, Tarsus’ta siyaseti de “zeytinyağı yolsuzluğu”ndan; bilimin, sanatın, felsefenin, ekonomi ve siyasetin “yeniden” konuşulduğu bir aydınlanma mevsimine yelken açarak taşımak, bizlerin asli görevi olacaktır. Böylece, bilime, sanata, şiire ve felsefeye, ekonomi ve siyasete zeytin dalı taşıyan kuşların Tarsus semalarında kanat çırptığını müjdelemek, geleceğin kapılarının ardına kadar güvenle açıldığını hissettirecektir. Tunç Soyer’e ‘kayyım’ı sordum... Cumartesi sabahı Türkiye’nin aydınlık yüzü İzmir’deydik... Bir süredir yandaş medyanın ve iktidarın hedefinde olan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’le buluştuk... İzmir’in havası “siyasi gündem” kadar sıcak... Sığacık’taki Yazarlar Evi’nin bahçesinde insanı serinleten bir rüzgâr var... Arkadaşımız Hazal Ocak’ın röportajını dün Cumhuriyet’in manşetinden, “Kurtuluş yolculuğu” başlığıyla duyurmuştuk... Soyer, İzmir’in kurtuluşunun 100. yılı için projelerini şöyle sıralamıştı: 1 Görkemli 100. Yıl Anıtı... 2 100. Yıl Kurtuluş Müzesi... 3 100. Yıl Marşı... 4 26 Ağustos 2022’de Afyon Kocatepe’den başlayacak ve 14 gün sürecek “zaman yolculuğu”... İzmir’in kurtuluşuna giden yolda 100 yıl önce 14 gün boyunca ne yaşandıysa bire bir canlandırılacak ve yürüyüş 9 Eylül 2022’de İzmir’de Hükümet Konağı’na Türk bayrağının çekildiği o tarihi görüntüyle sonlandırılacak. Yürüyüşe CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da katılacak... HHH 100. yıl projelerinin heyecanını yaşayan Tunç Soyer’e, linç kampanyasının hemen ardından savcılığa yapılan “İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne kayyım atansın” başvurusunu soruyorum... “Bu başvuruya ne yanıt verilir?” diyorum, Soyer yanıtlıyor: “Dünyadan haberi yok, denir. İzmir’den haberi yok, denir. İzmir’de bizim uyguladığımız politikalar çok büyük bir teveccühle ve anlayışla karşılaşıyor. İzmirliler bizi biliyor. Bize sahip çıkıyor. Dolayısıyla bu tür çırpınışlar, bu tür saldırıların hepsi İzmirlinin duvarına toslar. Bundan hiçbir şey çıkmaz. O yüzden zerre kadar bir kıymeti harbiyesi de yoktur. Bu tür insanlar çıkıyor, çıkacak. Olabilir, ama bunların bir karşılığı yok. Bunları ciddiye alıp vereceğim bir cevap yok. İzmirliler tokat gibi o cevabı veriyorlar. Daha da vermeye devam ederler. Beni durdurmakla engelleyeceklerini zannediyorlar, öyle bir şey yok. Bizi gömmeye çalışıyorlar ama unuttukları şey, biz tohumuz. Biz gömüldükçe daha çok çıkıyoruz. Onu bilmiyorlar. Bu kentin damarlarında böyle bir ateş var, böyle bir demokrasi var, böyle bir kültür var; bu genetik bir şey. Bu, dün ortaya çıkmadı. Bu kentin binlerce yıllık tarihinden süzüle süzüle bugüne geldi. O yüzden de 10 yılda, 18 yılda değiştirilemez bir şey. Bu doğayı, bu toplumu hiç anlamamak demek. Öyle bastırarak, başındaki adamı linç ederek... Oh ne âlâ memleket. Var mı öyle bir şey! Yok öyle bir duygu.” HHH İki saate yakın süren sohbetimizde Tunç Soyer, üzerine basa basa birkaç kez “Korku toplumu çürütür” diyor... Soyer, 17. yüzyılda yaşayan İngiliz siyaset felsefecisi Thomas Hobbes’un düşüncelerini anımsatıyor... “Hobbes demiş ki: ‘Otoriter yönetimlerde korku egemendir... Ama bu korku 2 yanlı bir korkudur. İktidarın gazabına uğramaktan korkanların korkusu ve iktidarını kaybetmekten korkanların korkusu. Bu iki korku birbirini besler, büyütür ve sonunda toplum çürür...’ Korku toplumu çürütür. Çürüyen toplumlarda ne ahlak kalır ne de özgürlük. Şimdi içinde bulunduğumuz ortam biraz böyle bir ortam. Korkunun karşılıklı olarak büyüdüğü, büyüdüğü için de toplumun çürüdüğü, erdemlerin, özgürlüklerin yok olduğu böyle bir zaman dilimi içinden geçiyoruz. Bütün bu saldırılar… Barolarla ilgili yaşanan gerçeği biliyoruz, basına uygulanan yaptırımları biliyoruz. Türkiye hiçbir zaman bu kadar özgürlüklerin azaldığı, demokrasinin daraltıldığı bir dönem yaşamadı. Hakikaten yaşamadı...” Evet... Korku dağlarının büyüttüğü toplumsal çürümeyi durdurabiliriz... Basınıyla, siyasetçisiyle, barosuyla, kadınıyla, işçisiyle, bilim insanıyla... Yeter ki yönümüz 100 yıl önce Anadolu’da yakılan bağımsızlık ateşi, ilkemiz Atatürk’ün “Aydınlanma Devrimleri” olsun!..
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle