17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 DİZİ 24 TEMMUZ 2020 CUMA LOZAN’IN 97. YILI YERELİN SORUNLARINI EN İYİ YEREL YÖNETİMLER BİLİR Bakanlığın plan yetkisi kaldırılmalı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na verilen plan yapmak, ruhsat vermek ve benzeri imar uygulamaları, ilgili belediyelerin görüşü alınmadan yapılmakta ve plan bütünlüğünü bozmaktadır. Her ölçekte plan yapma yetkisi belediyelere bırakılmalıdır. ESKİŞEHİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI PROF. DR. YILMAZ BÜYÜKERŞEN YAZDI: BÜYÜKŞEHİR BELEDİYELERİ YASA TASARISI İÇİN ÖNERİLER 2 3 Görev ve yetki alanları 1 Şehir içi trafik hizmetleri, Belediye Kanunu ile belediyele rin görevi olarak düzenlenmiş ol masına rağmen Emniyet ve Karayol ları ile yetki karmaşası yaşanmakta dır. Şehir içi trafik hizmetlerinin alt yapısını oluşturmak belediyelere ve rilmişken yönetimi ve denetimi (di ğer bir deyişle yaptırım gücü) veril memiştir. Örneğin yaptırım gücü tra fik polisindedir. Tüm bu hizmetlerin bir bütün olarak görülmesi ve siste mi kurma, işletme, denetleme, gerektiğinde ceza kesme yetkileri tek elde toplanmalı, bu yetkiler ya belediyelere ya da trafik polisine verilmelidir. 2 “Atık Su Altyapı ve Evsel Katı Atık Bertaraf Tesisleri Tarifele 4 İmar ve kentsel dönüşüm K rinin Belirlenmesinde Uyulacak Usul ve Esaslara İlişkin Yönetmelik” üreselleşmeyle birlikte hızlanan l Planlı Alanlar İmar Yönetmelikentleşme olgusunun yanı sıra ği (tip yönetmelik) doğrultusunda hükümlerine göre atık ücretinin su köylerin de büyükşehir belediyele şehirlerin kendi hazırladıkları imar ve kanalizasyon idareleri tarafından rine “mahalle olarak” bağlanmasıy yönetmeliklerinin yürürlüğe girme su faturası üzerinden tahsili öngö la, günümüzde, bu kurumların yöne si yerelin şehir kimliğini ortaya koy rülmektedir. Su ve kanalizasyon ida timlerini giderek büyüyen sıkıntılar ması açısından önemlidir. relerinin görevi olmayan ve büyük ile karşı karşıya bırakmaktadır. Bir l 5393 sayılı kanunun 73. madde oranda ilçe belediyeleri için yapaca taraftan mevcut hizmetler iyileştiri si, kapsamındaki kentsel dönüşüm ğı tahsildarlık görevi nedeniyle tahsi lip il bütününde sunulmaya çalışılır ve gelişme projeleri için uzlaşma lat, toplam fatura bedeli içinde yer al ken diğer taraftan giderek artan ve ya dayalı imar uygulama yönetmeli dığından kent halkı tarafından su fi çeşitlenen hizmet taleplerine, maa ği çıkarılmalı, bu alanlarda yürütü yatı artışı gibi algılanmaktadır. Böyle lesef giderek azalan kaynaklarla, ce len bürokratik işlemleri (tapu işlem bir uygulama, vatandaşta “suyu daha vap verilmeye çalışılmaktadır. leri, tebligat, kamulaştırma vb.) azal pahalı alıyorum” düşüncesine yol aç Yerel yönetimlerin, yerelin sorun tacak düzenlemeler yapılmalıdır. maktadır. Yönetmeliğin değiştirilme larını, taleplerini, ihtiyaçlarını en l 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Var si, 2011 yılından beri ertelenmekte yakından bilen kamu kuruluşları ol lıkları Koruma Kanunu ve alt mev dir. Bu nedenle, ilçe belediyeleri, bu duğu şiar edinilerek yapılacak her zuatı arasındaki çelişkilerin ortadan alacaklarını emlak vergileri ile bera türlü uygulama, yerelin kimliğini kaldırılması gerekmektedir. ber tahsil etmelidir. Büyükşehir bele koruyarak gelişmesini sağlayacak l KUDEB Yönetmeliği’nin büyük diyelerinin su ve kanalizasyon idare tır. Bu kapsamda; şehir belediyeleri yetki ve sorumlu leri, bu vergilerin tahsilinde tahsildar l Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na lukları dahilinde güncellenmesi ge olarak kullanılmamalıdır. verilen plan yapmak, ruhsat vermek rekmektedir. 3 İlçe belediyeleri tarafından tah ve benzeri imar uygulamaları, ilgili sil edilen otopark ücretlerinin, belediyelerin görüşü alınmadan ya 5216 sayılı kanunun 27. madde pılmakta ve plan bütünlüğünü boz sine göre belirlenen sürede büyükşe maktadır. Bakanlıkların bu yetkile hir belediyesi hesabına aktarılması ri kaldırılmalı veya sınırlandırılma gerekmektedir. Bu madde uygulama lıdır. Her ölçekte plan yapma yetkisi da pek çok zorluğa yol açmaktadır. münhasıran yerel yönetimlere, bele Örneğin ilçe belediyesinin hesabın diyelere bırakılmalıdır. da haciz bulunduğunda, haciz veya l 5216 sayılı Büyükşehir Beledi tedbir kalkmadan paranın transferi ye Kanunu ile 5393 sayılı Belediye sağlanamamaktadır. Bu nedenle, oto Kanunu’na ilişkin yeni düzenlemele park ile ilgili ücretin ilgilisi tarafın rin yapılması; sonrasında ise uygu dan doğrudan büyükşehir belediye lama yönetmeliklerinin hazırlanma sine yatırmasını sağlayacak hukuki sının belediye meclislerine bırakıl düzenleme yapılmalıdır. ması büyük önem arz etmektedir. 5 DİĞER SORUNLAR l Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı Payı dağılımları valilikler tarafından yürütülen bir işlem olup kamu kurumları arasında adil olarak paylaştırılmamaktadır. Kültür varlıklarının korunmasına ve yaşatılmasına yönelik en büyük yatırımları yapan büyükşehir belediyeleri kaynak sıkıntısı yaşamakta olup katkı paylarına dair adil paylaşımın zorunlu olacağı yasal bir düzenleme veya katkı payının dağıtılması görevinin büyükşehir belediyelerine devir işlemi yapılmalıdır. 1 2464 sayılı kanunun 86. maddesine göre yol harcamalarına katılma payının alınması meclis kararına bağlanmıştır. Bu düzenleme, vergide kanunilik ilkesine aykırı olup belediyeler arasında siyasi popülizm amacıyla keyfi ve farklı uygulamalara yol açabilmektedir. Bu düzenleme kaldırılarak belediye meclislerine bu konuda herhangi bir yetki verilmemeli, yol harcamalarına katılım payının belediyelerce alınması kanunla zorunlu hale getirilmelidir. 2 Toplu ulaşımda 65 yaş ve üzeri vatandaşların ulaşım hizmetlerinden ücretsiz yararlanması, toplu ulaşım araçlarındaki doluluğu artırmakta ve özellikle işeokula gidiş ve dönüş saatlerinde araçlarda büyük sıkışıklıklar yaratmaktadır. Bu sebeple ücretsiz yararlanma hakkı, doluluğun nispeten az olduğu örneğin 10.0016.00 saatleri gibi belli saatlere özgülenmeli ya da günde ancak iki defa kullanım gibi kısıtlanmalıdır. Bunun mümkün olmaması halinde, beledi yelerin ücretsiz toplu taşımadan kaynaklı maddi zararlarının, aynen özel halk otobüslerinde olduğu gibi, bakanlık tarafından finanse edilmesi gerekmektedir. 3 Pazarlık usulünün düzenlendiği 2886 sayılı kanunun 51/g maddesinin belediye taşınmazlarında uygulanmayacağına ilişkin Sayıştay ve Danıştay kararları bulunmaktadır. 2886 sayılı kanun kapsamında olan belediye taşınmazlarında bu usulün uygulanamayışı büyük sorunlara sebebiyet vermektedir. Bu nedenle anılan kanunun 51/g maddesinin belediyelerde de uygulanmasını sağlayacak yasal düzenleme yapılmalıdır. 4 Büyükşehir belediyelerinde, ilçe belediyelerinde olduğu gibi, meclis üyeleri arasından başkan yardımcısı atama yetkisi verilmemiştir. Buna gerekçe olarak büyükşehirlerde, genel sekreterlik makamının mevcudiyeti ileri sürülmektedir. Bu anlayış sakattır. Çünkü genel sekreterlik ve yardımcıları kurum içi bürokrasiyi yönetmektedir. Bu nedenle büyükşehir belediye başkanına, meclis üyeleri içinden, siyasi erk yetkisi olan en az üç tane başkan yardımcısı atama yetkisi verilmelidir. 5 Belediye Kanunu’nun 70. maddesi, belediyelerin görev ve hizmet alanlarında şirket kurabileceklerini düzenlemiştir. Büyükşehir Belediye Kanununun 26. maddesinde ise hafriyat sahası, toplu ulaşım hizmetleri, sosyal tesisler, büfe, otopark ve çay bahçelerinin işletmesini ihale mevzuatına tabi olmaksızın meclis kararıyla belediye şirketlerine devredebileceği düzenlenmiştir. İki madde birbiriyle çelişmektedir. Belediye hizmet ve görevlerine giren tüm alanlarda şirket kurulabilmesi olanaklı olduğuna göre, belediye şirketlerinin tümü 26. maddede tanınan imkândan sınırlama olmaksızın yararlanabilmelidir. BİTTİ l CUMHURIYET’IN NOTU: Bu yazıda, 1999’dan beri aralıksız olarak, Eskişehirliler tarafından büyükşehir belediye başkanı seçilen, sorunlarla boğuşarak hizmet vermeye çalışan Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’in, hükümetçe hazırlanmakta olan “Yerel Yönetimler Yasa Tasarısı” için “sıkıntılardan ve çözümlerden” oluşan önerilerini okudunuz. Büyükerşen’in bu önerilerinin ne ölçüde dikkate alınıp alınmayacağını tasarı Meclis’e geldiğinde göreceğiz. Lozan’ı anlamak için Sevr’e bakmak yeter ÜNAL ÇEVİKÖZ EMEKLI BÜYÜKELÇI CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI 24Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması’nın bugün 97. yıldönümünü kutluyoruz. Cumhuriyetimizin ilanından üç ay öncesine gelen bu tarihte imzalanan Antlaşma egemen, bağımsız, çağdaş ve modern Türkiye’nin en büyük habercisiydi. Kurtuluş Mücadelesi büyük bir zaferle bitmiş, Birinci Dünya Savaşı ise çoktan sona ermiş, ancak emperyalist işgal kuvvetlerinin Türkiye toprakları üzerindeki açgözlü hesapları bir türlü son bulmamıştı. Bütün savaşan taraflar yorgundu, ama Türkiye’yi Lozan’da temsil eden heyet, kurulacak yeni bağımsız devletin sınırları ile ilgili olarak en ufak bir tereddüt ve kuşkuya fırsat vermeyecek kadar kararlıydı ve gerekirse diplomasi masasını yeniden muharebe meydanlarına taşımaya da hazırdı. Bu tutum, Lozan Barış Konferansı’na katılan tüm heyetlerin Türkiye’nin temel öncelikli gördüğü isteklerini kabul etmelerinde ikna edici ve belirleyici bir unsur olmuştur. Günümüzde Türkiye’nin Lozan Barış Antlaşması ile elde ettiği zaferi küçümseme hoyratlığı pek göz ardı edilemeyecek bir düzeye vardı. Cumhuriyetin temel değerleri ile uyum sağlayamayan ve hazımsızlıklarını her fırsatta dışavuran kimi bedhahlar, bugün rahat koltuklarında ayaklarını uzatarak oturup geçmişe bakarken Lozan Barış Antlaşması’nın hangi koşullarda müzakere edildiğini anlama yeteneğinden yoksun olduklarını da gösteriyorlar. Oysa bir asır önce Türkiye’yi laik ve demokratik Cumhuriyet rejimi ile yönetmeye hazırlanan kadrolar, cepheden cepheye koşmanın bütün yorgunluğuna, ülkenin içinde bulunduğu imkânsızlık ve yoksunluğa rağmen ulusal sınırları belirlenmiş, geçmişle hesaplarını kapatmış ve bölgesinde yeniden kendi ayakları üzerinde doğrulmayı hedeflemiş bir devlet kurmanın kararlılığı içindeydiler. Lozan ruhu denilen kavram bu şekilde tarif edilebilir. GERÇEK EGEMENLİK Lozan Barış Antlaşması, üç ay sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu senedini ve imar belgesini oluşturur. Bununla birlikte, bağımsız Türkiye’nin tüm sorunlarını çözüme bağlayamadığı da tarihi gerçeklerden biridir. Türkiye’nin o dönemde istediği gibi çözüme kavuşturulamayan meselelerin en önemlisi Boğazlar rejimidir. Lozan’ın kurduğu Boğazlar rejimi Türk Boğazlarından geçişin yönetimi ve denetimi için uluslararası bir komisyonu görevlendirmişti. Bu da Türkiye’nin egemenliğine bir müdahale anlamına geliyordu. Bugün egemenlik kavramını sosyal medya düzenlemesine dahi gerekçe olarak gösterenlerin, gerçek egemenliğin ne olduğunu anlamaları için bir kez daha Lozan’ı incelemeleri gerekir. Atatürk, Birinci Dünya Savaşı bitmiş olsa dahi, 1912’den beri İtalyan hâkimiyetinde olan On İki Ada’nın sürekli olarak silahlandırılması nedeniyle ve tüm Avrupa’da yeniden savaşa doğru evrilmesi muhtemel gelişmeler karşısında Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliği açısından Boğazların mutlaka kendi kontrolümüzde olmasını elzem görüyordu. Türkiye, 1933 yılından itibaren Lozan’ın kurduğu Boğazlar rejiminin değişmesi için gayret göstermiştir. Bazı kaynaklar, 1934 yılında bir Bakanlar Kurulu kararı ile Ayasofya’nın müze olarak kabul edilmesinin de bir diplomasi hamlesi olarak planlandığını, böylelikle Ortodoks dünyasının ve özellikle iki önemli komşu olan Sovyetler Birliği ve Yunanistan’ın Türkiye’ye destek olmalarının hesaplandığını belirtirler. 20 Temmuz 1936’da imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin müzakereleri sırasında bu iki ülkenin heyetlerinin, Türkiye’nin görüşlerini desteklemelerinin de bu kararla bağlantılı olduğunu ileri sürerler. Ne ilginç bir tesadüftür ki bu hafta Lozan’ın 97. yıldönümü ile birlikte Montrö Sözleşmesi’nin de 84. yıldönümünü kutladık. Ayasofya’yı ise Danıştay’ın vermiş olduğu kararla yeniden cami yaptık. VAZGEÇILMEZ TEMINAT Montrö Sözleşmesi, Türkiye’ye Türk Boğazları üzerinde tam egemenlik hakkı vermiş, silahlı kuvvetlerimizin de orada konuşlanması sonucunu doğurarak Türkiye’nin ulusal güvenlik ve savunma stratejisini güçlendirmiştir. Lozan ve Montrö, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin iki önemli ve vazgeçilmez uluslararası teminat belgeleridir. Bu yazının konusu esas itibarıyla Lozan olmakla beraber Montrö’nün, kamu yararından yoksun ve bütünüyle çevre katliamına neden olacak “Kanal İstanbul” ucubesiyle tehdit altında olduğunu söylemek ve bu uyarıyı şimdilik buraya bırakmakla yetinmek yerinde olacaktır. Cumhuriyeti kuran kadrolar Lozan’a giden yolda da önemli diplomatik hamlelerde bulunmuşlardır. Birinci Dünya Savaşı 1918 yılında sona ermiş olsa da savaş ertesi barışı kuran anlaşmaların imza lanmaları süreci zaman almıştır. Örneğin, Versay Antlaşması Almanya’ya 28 Haziran 1919’da imzalattırılmış, Bulgaristan 27 Kasım 1919’da Neuilly’de, Avusturya 10 Eylül 1919’da St. Germain’de, Macaristan da 4 Haziran 1920’de Trianon’da imzaladıkları anlaşmalarla teslim olmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğu’na ise 10 Ağustos 1920’de Sevr Antlaşması imzalattırılmıştır. TBMM Hükümeti Sevr Antlaşması’nı tanımamış, Kurtuluş Mücadelesi’ne devam etmiş, düşmanlarını kendi koşullarını kabul ettirecek bir barış anlaşması imzalamaya zorlamıştır. Lozan Barış Antlaşması işte bu anlaşmadır. ZAFERE GİDEN YOL İşgal kuvvetleri Sevr Antlaşması’nı Osmanlı’ya imzalatmalarına rağmen Kurtuluş Savaşımızın devamı nedeniyle ister istemez TBMM Hükümeti’ni bir muhatap olarak kabul etmek zorunda kalmışlardır. Başka bir ifadeyle, halkımızın Mustafa Kemal’in önderliğindeki kararlı mücadelesi, işgal kuvvetlerini TBMM Hükümeti’ni tanımaya mecbur bırakmıştır. Bu kabule giden yol da Büyük Taarruz ile başlar, İzmir’in kurtarılması ile devam eder ve işgal kuvvetlerinin ateşkes çağrıları ile 11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Ateşkes Antlaşması ile son bulur. İki hafta sonra da TBMM Hükümeti Lozan’da başlayan barış görüşmelerine davet edilir. Bu barış görüşmelerinin asıl hedefi TBMM Hükümeti’ne Sevr Antlaşması’nın hükümlerini kabul ettirmekti. Bunun için TBMM Hükümeti’ni baskı altına almak, dolayısıyla barış görüşmelerine İstanbul Hükümeti’ni de davet etmek gerekiyordu. Bu oyuna gelmeyen TBMM Hükümeti, 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması kararını aldı. Lozan barış görüşmeleri de 20 Kasım 1922’de başladı. ÖNEMLİ KAZANIMLAR Bugün Lozan ile ilgili olarak tartışma konusu yapılmak istenen başlıklar arasında Ege’deki adalar konusu öne çıkarılıyor. Ege’de Kuzeydoğu Ege adaları Yunanistan tarafından, On İki Ada İtalya tarafından Balkan Savaşları sırasında işgal edilmiştir. Bir daha da geri alınamamıştır. Bununla beraber, Lozan’da Boğaz önü adalarından olan Bozcaada, Gökçeada ve Tavşan Adası’nın geri alınması önemli bir kazanımdır. Lozan’ın 6. ve 12. maddelerine göre o dönemde karasuları sınırı için ölçüt alınan uzaklık üç mil olarak görünmektedir. Bu nedenle de Türkiye kıyılarına üç mile kadar olan uzaklıktaki ada ve adacıklar da Türkiye’ye ait olarak tanınmışlardır. Ege’de hâlâ çözümlenmemiş bir durumun söz konusu olduğunu da vurgulamadan geçmemek gerekir. Türkiye’ye üç milden uzak olan ancak hakkında herhangi bir karar bulunmayan kara parçacıklarının aidiyeti konusunda Türkiye ile Yunanistan arasında yıllar önce başlayan görüşmelerin sürdürülmesi konusunda ısrarcı olunmalı ve Ege’nin bir tansiyon kaynağından barış denizine dönmesi sağlanmalıdır. Aksi takdirde, bugün dahi bu belirsizlik iki ülke arasında dönem dönem gerginliklere yol açmaya devam edecektir. Böyle bir durumun ortaya çıkmasının nedeni Ege coğrafyasının özelliklerinden kaynaklanmaktadır ve deniz hukukunun lafzına uygun şekilde yorumlanmasıyla da çözümlenmesi mümkün değildir. Bugün Türkiye’nin karasuları 6 mil olarak belirlenmiş olsa da Lozan’daki hukuki bağıt anlaşmanın hükümlerini değiştirmeye yönelik bir tasarrufu engellemektedir. MÜZAKERE EDİLMELİ Günümüzde Ege adaları konusunda karşı karşıya olduğumuz en önemli sorun ise, gerek Yunanistan’a ait olan Kuzeydoğu Ege adalarının, gerek On iki Ada’nın silahlandırılmış olmalarıdır. On İki Ada, Uşi Antlaşması ile İtalya’nın kontrolüne geçtiğinden itibaren silahsızlandırılmış statüde tutulması gerekirken, İtalya Birinci Dünya Savaşı sırasında ve savaş ertesinde bu yükümlülüğünü ihlal etmiştir. 1947 yılında Paris Antlaşması ile On İki Ada’nın İtalya tarafından Yunanistan’a devredilmesi ertesinde de bu durum değişmemiş, Yunanistan da On İki Ada’nın silahsızlandırılmış olmaları şartına uymamıştır. Yunanistan, Balkan Savaşları sırasında işgal ettiği Kuzeydoğu Ege adalarını da silahlandırmıştır. Dolayısıyla, bugün Lozan’ın kurmuş olduğu düzenin ihlalini oluşturan bu durumun güçlü bir şekilde gündeme getirilmesi ve Yunanistan ile bu konunun da mutlaka müzakere edilmesi gerekir. Bugün 97. yıldönümünü kutladığımız Lozan Barış Antlaşması, parçalanmış bir imparatorluktan çağdaş bir devlet yaratan ve bu devletin kuruluşunun temelini oluşturan bir belgedir. Lozan sadece Ege adaları konusu üzerinden yorumlanmaya çalışılarak değeri düşürülemeyecek bir uluslararası antlaşmadır. Bir zafer olduğunu anlamak için ise TBMM Hükümeti’nin kabul etmediği, ancak İstanbul Hükümeti’nin imzaladığı Sevr Antlaşması’na bakmak yeterli olacaktır. Bu vesileyle, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, İsmet İnönü’yü, Kurtuluş Savaşımızın şehit ve gazilerini bir kez daha şükran ve saygıyla anıyoruz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle