23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
HABER 5 24 TEMMUZ 2020 CUMA CUMHURIYET HALK PARTISI’NDE YENI DÖNEMIN ŞIFRELERI Sosyal devlet mesajı EMERITUS PROF. DR. ERSIN KALAYCIOĞLU SABANCI ÜNIVERSITESI Çok önemli bir adım Bu yönteme “iyi yönetişim” deniyor. İlk kez Türkiye’nin dikkatine 1995’teki Habitat Zirvesi’nde geldi. “Good gover nance” karşılığı olarak ‘iyi yönetişim’ tabirini de Prof. İlhan Tekeli üretti. CHP Genel Başkanı’nın yazdıkları hayata geçirilebilirse çok önemli bir adım olur. Bu, aynı zamanda 21. yüzyıl için Birleşmiş Milletler’in kabul ettiği yönetişim ilkeleriyle de örtüşüyor. Şeffaflık, katılım, kamunun toplanmış gelirin hesabını vermesine dayalı uygulama bu metinde de vurgulanıyor. İkinci olarak devletin kamu politikalarının piyasayı güçlü tutacak şekilde piyasa içinde yer alması, özel sektörün belli standartlarda çalışması, kamu yararını gözeten uygulamalarda kamunun sürece dahil olması vurgusu da var. 1980’lerin başında Özal, Reagan ve Thatcher’ın uyguladığı serbest piyasa koşullarının bir hayli sıkıntılı sonuç doğurduğu, özellikle koronavirüs salgınında tüm dünyada fark edildi. Bu sistem dünya çapında büyük bir servet üretti ama o servet çok az insanın kontrolünde bulunuyor. Gelir dağılımında adaletsizlik ve onun sonucu olarak yaygın ve yer yer aşırı yoksulluk ortaya çıkmıştır. Sanayi Devriminin ilerlemesiyle eski meslek türleri yok olmaya yüz tuttu, yeni işler, üretim teknolojileri gelişmeye başladı. Bu değişimin sonucunda birçok kişi erken emekli oldu, işini kaybetti. Ortaya çıkan tablo daha da ağırlaştı. Salgın, bunu iyice gün yüzüne çıkardı. İşsizlik ve yoksulluk hızla arttı. Şimdi bütün devletler, serbest piyasa ekonomisinin merkezleri olan ABD ve İngiltere de dahil, 1929 buhranında olduğu gibi bu sorunlara acil ve kalıcı önlemler almaya çalışıyor. Bu süreçte Türkiye’nin de yeni gelişen sosyoekonomik koşullar içinde yerini alması ve oradaki gelişmelere uyumlu adım atmasını önermek uygundur. Vatandaşlık geliri veya aile sigortası gibi insanların her koşulda yaşamını sürdürmek için bir gelire sahip olması sosyal refah devleti olmanın gereğidir. Bu amaçla atılacak adımları CHP, kapsamlı olarak öneren ilk siyasal parti oluyor. Elbette bunları uygulamak için yapısal değişiklikler gerekiyor. Onları da nasıl yapacaklarını tartışarak anlaşılır hale zaman içinde getireceklerdir, biz de göreceğiz. EMERITUS PROF. DR. İLTER TURANİSTANBUL BILGI ÜNIVERSITESI Gençler heyecanlanmayabilir Sayın Kılıçdaroğlu mesajını devletçiliğin yeniden inşası üzerine oturtmuş ve sık sık ülkemizde geçmişte devletçi lik aracılığıyla gerçekleştirilen başarılı projelere atıfta bulunmuş. Bu yazıyı okuyanlar, öyle amaçlanmamış olsa bile, adeta geçmişin yeniden inşa edilmesine çalışılacağı izlenimi edinebilirler; hatta önerdiği yolun ülkeyi orta gelir tuzağına mahkum edeceği endişesine dahi kapılabilirler. Sayın Genel Başkan mesajını günümüzün gelişmelerine, örneğin bilgi toplumuna geçişe atıfta bulunarak, sosyal demokrasinin yeniden inşası üzerine bina etseydi, sanıyorum daha güçlü bir gelecek vizyonu çizebilirdi. Mesajının özellikle gençleri yeterince heyecanlandıramayacağından endişe ederim. S. SELVIN KORKMAZ (İSTANBUL POLITIK ARAŞTIRMALAR ENSTITÜSÜ DIREKTÖRÜ) CHP’nin gelecek ideali Kemal Kılıçdaroğlu, yazısında CHP ve Türkiye için öngördükleri yeni bir sosyal ve ekonomik programın hatlarını ulusal ve küresel tarih ile bağ kurarak anlatıyor. Devletçilik ilkesine getirilmek istenen bu güncellemeyi bir gereklilik ve gerçekçilik olarak okuyorum. Son yıllarda dünyada yükselen popülizm, her coğrafyada ortaya çıkan sosyal patlamalar ve toplumsal bunalımların ardındaki en önemli nedenlerden biri de gelir ve servet eşitsiz CHP, yarın kurultaya gidiyor. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, pazar günü Cumhuriyet için kaleme aldığı yazıda yeni dönemin şifrelerini açıklamıştı. Türkiye’nin önde gelen siyaset İPEK bilimi, ekonomi profesörleri, siyaset iletişimcileri ÖZBEY CHP’nin yeni yol haritasını değerlendirdi. KILIÇDAROĞLU NE YAZMIŞTI? 4 Özgürlüğü, şeffaflığı, denetlenebilir olmayı, hukukun üstünlüğünü temel ilke olarak belirleyen, seçim sistemini en geniş temsil esasıyla düzenleyen parlamenter demokrasiyi merkeze alan yeni bir anayasaya ihtiyacımız var. 4 Üretimi, verimliliği, katma değeri yüksek ürün üretmeyi hedefleyen yeni bir büyüme stratejisine ihtiyacımız var. 4 Özel sektörün hakkaniyetli, çalışanlarının tüm haklarını gözeten, şeffaf bir istihdam politikasını sağlayacak yeni bir toplumsal mutabakata ihtiyacımız var. 4 Buyurgan, baskıcı devlete değil, danışan, ürettiği çözümleri tartışan, sosyal adaleti sağlamak için çaba harcayan, vatandaşın ödediği vergilerin hesabını vatandaşına vermenin onurunu yaşayan bir devlet anlayışına ihtiyacımız var. 4 Genel Sağlık Sigortası pirimi, katılım payı ve ilave ücret uygulamalarının kaldırıldığı, temel sağlık hizmetlerinden eşit şekilde herkesin yararlanmasını sağlayan bir sağlık sistemine, konut ve gıdaya ulaşım hakkının güvence altına alınmasına ihtiyacımız var. 4 İşsiz bir bireyin, ailesiyle birlikte, iş bulana kadarki geçimi kamu tarafından güvence altına alınmalıdır. “Aile Destekleri Sigortası” bu güvencenin ilk ve kalıcı adımı olarak “mümkün olduğu kadar kısa zaman içinde” yaşama geçirilmelidir. likleri oldu. Yoksulların, güvencesizlerin yaşam hakkı, sağlığı, temel ihtiyaçları kolaylıkla göz ardı edilebildi. “Evde kal” çağrılarına uyamayanlar da yine bu kesimlerdi. Kılıçdaroğlu’nun “yeni devletçilik” formülünü bu gerçeklikle bir bağ kurma arayışı olarak okuyabiliriz. Bunu yaparken de Atatürk’e ve bugünün krizine benzetilen 1929 Buhranı sonrasında ortaya çıkan devletçilik anlayışına geniş yer ayırıyor. Bu da yenilenen CHP’nin köklerinden kopmadığı ve ülkeyi bunalımdan çıkarabilecek lokomotif olduğu mesajını veriyor. Öte yandan “iktidar” olmak isteyen CHP’nin topluma sunacağı gelecek idealini kurguluyor. CHP’nin sağda ortaya çıkan yeni partilerle genişleyen muhalefet blokunda kendisini ayrıştırmasının da bir yolu bu ilkesel yaklaşımdan geçecektir. Kılıçdaroğlu’nun yaklaşımı bir süredir kendini merkezde konumlayan ve hem partiler düzeyinde hem de toplumsal düzeyde geniş bir mutabakatın parçası olmayı hedefleyen CHP ile de tutarlı gözüküyor. Türkiye’deki hâkim devletçilik anlayışı, solun “sosyal devlet” ilkesi ile pekiştiriliyor. Bu “yeni devletçiliğin” kâğıt üzerinde kalmaması için, işsizlik, emeklilik, sağlık politikası, eğitim politikası, eğitim, vergi konusunda CHP’nin politikaları ve halkı uygulanabilirliğine ikna edecek söylemleri geliştirmesi gerekiyor. PROF. DR. HAYRI KOZANOĞLUALTINBAŞ ÜNIVERSITESI ÖĞRETIM ÜYESI Umut veriyor CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun makalesi açıkçası umut veriyor. Kendi adıma “kamuculuk” ifadesini yeğlemekle birlikte, CHP’nin kuruluş ilkeleri arasında bulunan devletçilik anlayışının canlandırılmasına yönelik çabayı partinin sola yönelme iradesinin bir belirtisi, CHP sözcülerinin diline yansıyan “piyasacı” söylemden arınma çabası kabul ediyorum. Sadece AKP değil, 1980 sonrası neoliberal zihniyeti benimseyen tüm sağ iktidarlar “kamusal” olanın kötüyü “özelin” ise iyiyi, verimliyi ve dinamiği temsil ettiğine ilişkin bir kara propaganda yürüttüler. 2002’den beri devlet aygıtının tarikat, cemaat, yandaşlık ilişkileri temelinde zapt edilmesiyle birlikte, AKP rejiminden sıtkı sıyrılanların “kamunun güçlendirilmesi” fikrinden uzak durduğu gözleniyor. CHP’nin sosyal devlet, adil bir gelir ve servet dağılımı doğrultusunda ısrarlı ve tutarlı bir açılım yapmasının geniş halk kesimlerinde heyecan yaratacağına gerçekten inanıyorum. Ancak bu hamle; laikliğe, aydınlanmaya, bilime dayalı bir “kültür savaşı” eşliğinde yürütüldüğü takdirde tutarlı olabilir, şimdiki haliyle devlete şüpheyle bakan kesimlerin de desteğini alabilir. Çünkü Kılıçdaroğlu’nun dik kat çektiği liyakatin kaybolması, yüksek katma değerli üretimin gerçekleştirilememesi gibi olguların altında hep, gerici ve mezhepçi eğitim sistemi, İslami kadrolaşmayla devleti ele geçirme stratejisi vardır. “Hazine garantili işletmeler kamulaştırılacak” ifadesinin yanında, “gıda, enerji, sanayi ve sağlıkta” ulusal egemenliğin sağlanması cesaretle savunulmalıdır. Kılıçdaroğlu’nun makalesinde egemen güç ve mülkiyet ilişkilerine yeterince ilişilmediği söylenebilir. Bu noktada, CHP sosyal devlete, kamuculuğa sahip çıkan sahici bir rotaya girsin de, o alanlara el atmak da biz sosyalistlerin farkı olsun denebilir. SINAN ÜLGEN EDAM YÖNETIM KURULU BAŞKANI Birçok açıdan olumlu Sayın Kılıçdaroğlu’nun “devletçilik” ilkesinin yeniden tanımlanması gereğini dile getirerek, bu amaç doğrultusunda yeni bir kuramsal çerçeveyi gün deme getirmiş olması kuşkusuz birçok açıdan olumludur. CHP’nin yeni siyasetinin bu düzleme kaydırılması, Türkiye’nin gittikçe büyüyen sorunlarına çözüm üretmek adına faydalı olacaktır. Örneğin dünyada “negative income tax” olarak bilinen Aile Destekleri Sigortası’nı bu nitelikte, üzerinde ısrarla durulması halinde gündem yaratacak bir öneri olarak mütalaa ediyorum. Hal böyle olmakla birlikte, getirdiği önerilerde ana muhalefet partisi liderinin biraz daha iddialı olması ve özellikle son 10 yılda dünyada gelişen tartışma ve politika önerilerine daha fazla yer vermesi gerektiğini de bir yandan düşünmekteyim. Yazıda isabetle yeni bir büyüme stratejisine olan ihtiyaç vurgulanmakla beraber buna dair bir yol haritası oluşturulmamıştır. Oysa ki aslında diğer önerileri de hayata geçirebilmek için Türkiye’nin daha fazla refah yaratan ve sonrasında da bu refahı daha adil paylaşan bir ekonomik büyüme modeline geçmesinde büyük zaruret vardır. Türk ekonomisinin en büyük sorunu verimlilik sorunudur. Bakış açısının odağına verimlilik arayışı alınıp, buradan hareketle “yeni devletçiliğin” yol haritası çıkarılabilir. Bu bakış açısının da tabiatıyla kapsayıcı olması gerekecektir. Değişim programının siyasi yönetişimden, eğitim sisteminin reformuna, hukuk devletinin yeniden tesisinden yatırım ortamının iyileştirilmesine, üretimteknoloji ilişkisinden, kadın ve gençlerin istihdama katılımını kolaylaştıracak emek piyasası reformlarına kadar geniş bir yelpazeyi kapsamı elzemdir. Hedef ulusal düzeyde verimlilik artışına odaklandığı ölçüde, Türkiye müreffeh toplum hedefine daha hızlı ulaşırken, “devlet” sosyal paydaşlar ile daha dayanışmacı bir rol üstlenebilecektir. Açıkçası Sayın Kılıçdaroğlu’nun yeni devletçiliği anlatırken böylesi, bir yandan basitçe ifade edilebilen diğer yandan da reformist programın insicamını sağlayacak bir üst hedefi tanımlamasına ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. GÜLFEM SAYDAM SANVER SIYASET İLETIŞIM DANIŞMANI Yeni devletçilik tanımı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “İktidara Yürüyüş” kurultayı öncesi Cumhuriyet Gazetesi için yazdığı yazıda yeni bir devletçilik tanımı getirilmesi gerektiğini ve bu tanımın güçlü bir sosyal devlet olarak düzenlenmesi gerektiğini tarihi birikimden yola çıkarak anlatıyor. Bilindiği gibi COVID19 pandemisi dünyada tüm kurumların, siyasal sistemlerin ve özellikle devletbirey ilişkilerinin tartışılmaya başladığı bir süreç olarak karşımıza çıktı. Bu süreçte bir yandan gözetleme politikalarının yoğunlaşması ile otoriter rejimlerin ve popülist liderlerin gücünü artıracağı mı yoksa devlet müdahalesinin öneminin anlaşılması üzerine sosyal devlet politikalarının öneminin mi artacağı siyaset bilimciler tarafından tartışılırken Kılıçdaroğlu’nun yazısı, bu tartışmada kendisinin nerede durduğunu açıkça göstermiş olması bakımından son derece değerli buluyorum. Fakat, kurultayda bu sosyal devlet anlayışının sadece ekonomi politik olarak değil eşitlik, özgürlük, demokrasi gibi farklı boyutlarının da kapsamının genişletmesi gerektiğini düşünüyorum. Kılıçdaroğlu, yazıda eksik kalan, yeni bir kamusal alan yaratılması, insanı merkeze koyan eşit, adil, demokratik bir toplum vaadinin somut yol haritasını kurultayda dile getirmeli. İktidar yürüyüşü yapan bir partinin toplumun farklı kesimlerini yakalayacak somut söylemler ve çözümlerle halka güven vererek kendini farklılaştırması gerekiyor. Kılıçdaroğlu kurultayı CHP’nin bu duruşunu anlatabilmesi için bir fırsat olarak kullanabilirse büyük bir avantaj yakalamış olur. İBRAHIM USLU, ARAŞTIRMACI Alternatif model iddiası 2008 küresel ekonomik krizinin özel sektör ve ulusal ekonomiler üzerindeki olumsuz etkileri atlatılamamışken başlayan koronavirüs salgını yeni ekonomik modelleri ve yenilenmiş bir sosyal devlet anlayışını zorunlu hale getirmiştir. Önümüzdeki seçimlerde siyasal alanda Başkanlık Sistemi/Parlamenter Sistem, ekonomik alanda ise AKP tipi kuralsız ve keyfi devlet kapitalizmi ile sosyal demokrasi rekabeti yaşanacak. Bu ikisinin dışında liberal ekonomi politikalarını önerecek siyasi partiler de mutlaka olacaktır. Ama ekonomik olarak iyice hırpalanmış bir ülke ve toplumda liberal politikaların seçmen tarafından tercih edilme olasılığı oldukça düşük. Kılıçdaroğlu’nun alternatif bir model olma iddiası taşıyan çıkışı bu açıdan önemli ve etkili olma potansiyeli taşıyor. Ancak, Atatürk’ün devletçi ekonomi modelini yahut Ecevit’in 1970’lerde seçmenleri etkilemeyi başarmış sosyal adaletçi yaklaşımını artık kimse hatırlamıyor. Ayrıca her iki model de zaten toplumsal hafızada iz bırakacak kadar uzun bir süre uygulanma şansı bulamadı. Dolayısıyla o iki modele yapılan referanslarla seçmeni etkilemek çok mümkün görünmüyor. Yazının bir diğer önemli handikapı da bilinçli bir biçimde “sosyal demokrasi” kavramından uzak durması. Belli ki “muhafazakâr seçmenler sosyal demokrasi kavramına alerji duyar” kaygısı ile bu kavramdan uzak durulmuş. Ama ben bu varsayımın doğru olduğunu düşünüyorum. 1970’li yıllarda Ecevit’in sosyal demokrasi anlayışı muhafazakâr seçmenleri rahatsız etmemişti. Ayrıca Avrupa’da yaşayan muhafazakâr seçmenlerin büyük çoğunlukla yaşadıkları ülkelerdeki sosyal demokrat partilere oy verdiğini de biliyoruz. Özetle CHP’nin öncelikle kendisinin “sosyal demokrasi” anlayışını içselleştirmesi ve günümüz koşullarında zenginleştirip seçmene sunabilmesi gerekiyor. Haydin namaza! Bugün fiilen cami olarak ibadete açılan ve Cumhurbaşkanı’nın binlerce kişiyle birlikte sanki bir imparatorluk yıkıp bir imparatorluk kuruyormuşçasına, Cumhuriyete meydan okurcasına kıldığı namaza mekân olan Ayasofya’yla ilgili politikalara bakıp düşünmemiz gereken en önemli şey, aklımızın bu dini gösterişe, bu laiklik düşmanı siyasete nasıl yattığıdır. Anaokulları dahil tüm okullardaki kız öğrenciler başlarını örtmeye özendirildiğinde bu ülkenin hukukçuları, tarihçileri, aydınları, eğitimcileri, politikacıları ve halkı, olan biteni seyretmekle kaldığında mı ikna olduk bunlara? Okul binaları mescitlerle donatılırken, idarecilerin neredeyse tamamı imam hatip kökenli öğretmenlerden atanırken, üniversite şenlikleri teker teker yasaklanırken, bilimsel eğitim dogmatik değerlerle gölgelenirken, akademilerin içi dışı boşaltılırken... Kimsenin sesi çıkmadığında mı yoksa? Sağlık sistemi cemaatlere teslim edildiğinde? Ya da devlet hastanelerinde, yasalarda yeri olmasa bile, fiilen kürtaj yapılmamaya başlandığını kanıksadığımızda olabilir mi? Cumhurbaşkan’ı kadınların kaç çocuk doğurması gerektiği konusunda söylevler verdiğinde mi acaba? İslam hukukunu referans alan zihniyet, çalınan sınav sorularıyla, kapı arkasındaki gizli ve sinsi anlaşmalarla olmadık insanları hâkim ve savcı yaparken susmamız; Devletin en üstündekiler Allah’ın emirlerinin her şeyden önce geldiğini açık açık söylerken buna itiraz etmememiz; Hukuk kitapları rafa kalkıp, dini kitaplar raftan indiğinde ve kararlar laiklikle hiç işi olmayan muktedirlerin iki dudağı arasına kaldığında umursamamamız neden olabilir mi bugün olanlara? Seçim sonuçlarıyla rahatça oynandığını gözlerimizle görmedik mi? Birden patlamaya başlayan bombaların ne anlama geldiğini hiç mi anlamadık? Cuma namazı saatlerinde dükkânını kapatıp herkesle birlikte camiye gitmeyen esnafın işinde tutunamaz olmasından... Başını kapatmayan kadının, karısı kapanmayan adamın devlet dairesinde iş bulamaz olmasından... Uluslararası ticaretin pusulasının Müslüman ülkelere çevrilmesinden... Ortadoğu’daki savaştan ekonomik medet umulmasından... Dağın taşın İslami sermayeye satılmasından... Nasıl oldu da doğru sonuçlar çıkaramadık? Türkiye Büyük Millet Meclisi dualarla açılıp dualarla kapanmaya başlandığında... Cemaatler ülke yönetiminde açıkça söz sahibi olduğunda... Hilafetin geri getirilmesinden bahsedilmeye başlandığında... 2023 hedefleri konulduğunda bile sesini çıkarmayan bu ülkede; Cumhuriyetin tüm kazanımlarını tek tek yok etmeye ant içen bir iktidarın şatafatlı namaz eylemine, o namazın davetine iştirak edenlere, etmeyenlere, eski bir katedralde kılınacak olan bir namaz üzerinden yürütülen ülke siyasetine bakıp 20 yıl önce yeterince düşünmediğimiz temel şeyleri şimdi bir daha düşünmemiz gerekiyor. İslami yaşam tarzı isteyenlere eğitim hakkı verilmesinin eğitimi İslamileştirebileceği gerçeği ne kadar önemsizdi? Siyasal İslama karşı olmanın gerçekten antidemokratik bir yaklaşım olduğuna kolayca ikna olmak ne kadar doğruydu? Yıllar boyu siyasi İslamın tehlikelerinden bahsedenlerin... Bu yüzden öldürülenlerin... Hapislere atılanların... İtibarsızlaştırılanların... Susturulanların “cumhuriyet faşisti” olarak etiketlenmesine göz yummak nelere mal oldu. Ve İslamın siyasallaşmasını masum görmek... Bunun siyasetin İslamlaşmasına varacak olmasını önemsememek bu ülkeye ne bedeller ödetti. Ayasofya’daki namaza bakın ve bu soruları bir daha sorun. Çünkü: Ayasofya’nın ibadete açılması, içinde namaz kılınması mesele değil. Mesele bizim algımızın ibadete açılması ve laikliğe kapanmış olması. TÜRK GENÇLİĞİNE HİZMET VAKFI LOZAN KONFERANSININ 97. YIL DÖNÜMÜNÜ KUTLUYORUZ. Emperyalist dış güçlerle işbirlikçi iktidara karşı isyanlar, ihanetler ve güçlükler göğüslenerek verilen ölüm kalım savaşlarıyla yoktan var edilen Türkiye Cumhuriyeti’ni tüm dünyaya benimseten Lozan Barış Antlaşması’nın 97. yıldönümünü kutluyoruz. Bağımsızlığımızı sağlayan Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın siyasal alandaki zaferi de Lozan Barış Antlaşması’dır. Türk Mucizesi önünde bozguna uğrayan yayılmacı güçler, yenilemek ve uygulatmak hırsıyla Serv’i dayatmak isterken Lozan’da tanımak zorunda kaldıkları gerçeklerle Atatürk Türkiye’si önünde eğilmişlerdi. Yabancılara tanınan imtiyazlarla öncelikleri kaldırırken tam bağımsız hukuk devletini de gerçekleştiren Antlaşma, barışçı anlayışın desteğiyle geçerliğini korumuştur. Kazanımlarımızı yitirmek tehlikesiyle karşı karşıya bıraksa bile Türk Ulusu Atatürk ve arkadaşlarının armağanlarını ve emanetlerini savsaklanmaz bir duyarlılıkla koruyacaktır. Ulusal sınırlarımızı kesinleştiren Antlaşmanın özenle uygulanmasını ve geçersiz kılınması önleyecek her girişimin karşısına çıkacak ve sürekli kalmasını sağlayacak her çabayı savsaklamadan yerine getireceğiz. Çünkü Cumhuriyetin ve uygarlığın kapılarını bu antlaşma açmış ve Devletimizin bağımsızlığının evrensel belgesi olmuştur. Sonuca ulaştıran Atatürk’ü ve Antlaşmayı imzalayan İnönü ve arkadaşlarını en içten duygularla anıyor, yürekten bağlılıklarımızı bir kez daha sunuyoruz. Prof. Dr. Güngör ŞATIROĞLU Türk Gençliğine Hizmet Vakfı Başkanı
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle