17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 10 TEMMUZ 2020 CUMA [email protected] EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: SERPİL ÜNAY OLAYLAR VE GÖRÜŞLER HALKIN SESI Bağımsız barolar ve bağımsız medya YÜKSEL MANSUR KILINÇ CHP İSTANBUL MILLETVEKILI YÖN RADYO KURUCUSU Saray’ın “yetkisiz ve sorumsuz” kurullarında hazırlanan ve “çoklu baro” olarak adlandırılan kanun teklifinin TBMM’ye getirilmesi ile eşzamanlı olarak bağımsız medyaya verilen cezalar da giderek ağırlaşmaktadır. Kamu tüzel kişiliğine sahip olan barolar, toplumun savunma sistemini ayakta tutup nefes almasını sağlarken kamu yayıncılığı yapan bağımsız medya ise halkın sesinin yankılanmasını sağlamaktadır. Saray’ın, kamu adına görev yapan bağımsız barolar ile bağımsız medyaya eşzamanlı olarak operasyon yapmasının nedeni, örgütlü toplumun ses vermesine tahammül edememesidir. Halk adına görev yapan kurumlar hedefte Mevcut Avukatlık Yasası’nın 76. maddesi barolarımızı şöyle tanımlamaktadır: “Barolar, avukatlık mesleğini geliştirmek, meslek mensuplarının birbirleri ve iş sahipleri ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni sağlamak; meslek düzenini, ahlakını, saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak, avukatların ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tüm çalışmaları yürüten, tüzel kişiliği bulunan, çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdüren kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarıdır.” Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde medya mensubunun sorumluluğu ise şöyle vurgulanmaktadır: “Önce halka ve gerçeğe karşı sorumludur. Bu sorumluluk kamu otoriteleri ve işverenine olan sorumluluklarından önce gelir. Bilgi ve haber ile özgür düşünce, herhangi bir ticari mal ve hizmetten farklı olarak toplumsal nitelik taşır.” Baroların ve bağımsız medyanın temel ilkeleri olan bu belirlemelerde de vurgu Bağımsız barolar olmazsa toplum savunmasız kalır. Bağımsız medya olmazsa toplum nefessiz kalır. Bu nedenle Saray iktidarı, bir yandan bağımsız baroları yok edip yerine bölünmüş, parçalanmış, kutuplaşmış etkisiz barolar yaratmaya çalışırken öte yandan ba ğımsız medya kurumlarına ceza üzerine ceza yağdırmaktadır. landığı gibi hem barolar hem de bağımsız medya kuruluşları esasen kamu kurumlarıdır. Yani halk adına görev yapmaktadırlar. Bağımsız barolar olmazsa toplum savunmasız kalır. Bağımsız medya olmazsa toplum nefessiz kalır. Bu nedenle Saray iktidarı, bir yandan bağımsız baroları yok edip yerine bölünmüş, parçalanmış, kutuplaşmış etkisiz barolar yaratmaya çalışırken öte yandan bağımsız medya kurumlarına ceza üzerine ceza yağdırmaktadır. Saray’ın hayali: Savunmasız halk İsteniyor ki bağımsız gazeteciler hukuksuz yere tutuklandığında onların hakkını hukukunu savunacak avukatlar, barolar olmasın... İsteniyor ki Cumhuriyet’e ve diğer gazete ve televizyonlara tamamen keyfi şekilde ağır cezalar verilirken on binlerce avukatı temsil eden barolar bağımsız medya ile dayanışma içinde olmasın... İsteniyor ki Sakarya’da havai fişek fabri kasındaki patlamada can veren, yaralanan işçilerin ailelerini savunacak barolar, sesini duyuracak medya kurumları olmasın. İsteniyor ki “halkın avukatı”, “halkın medyası” olmasın. Pandemi ortamında bile bu teklifi dayatma ile gündeme getiren Saray iktidarı, toplumu savunmasız, sessiz, nefessiz bırakarak teslim almak istemektedir. Sadece kendi sesinin yankılanacağı ıssız bir ülke Baroların etkisizleştirilmesiyle ülkemizin hukuk zemininin ortadan kaldırılması, bağımsız medyanın etkisizleştirilmesiyle de toplumun sesinin kısılması hedeflenmektedir. Saray, bu hedefleri ülkemizin “yeni normali” haline getirmek istemektedir. Böylece toplumun bütün dinamik kesimlerini “suskunluk sarmalı”nın içine hapsedip halkın sesi yerine sadece kendi sesinin yankısını duyacağı ıssız bir ülke hayal etmektedir. Bu ıssızlık içinde aşama aşama sıra, kamu yararına görev yapan diğer kurumlara gelecektir. Ülkemizin doğal kaynaklarının, tarihi değerlerinin, kültürel mirasının korunması, ülkenin sanatsal ve teknik kalkınması hedefi ile görev yapan Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, (TMMOB) halkın sağlığını önceleyen Türk Tabipleri Birliği (TTB), kamu yayıncılığı anlayışı ile görev yapan medya mensuplarının meslek örgütleri, Saray’ın “yeni normali”nin dışına itilecektir. Kısacası halkın hak arama özgürlüğünün en önemli kurumları olan barolar ile medya kurumlarının eşzamanlı olarak hedefe konulması, Saray iktidarının örgütsüz toplum yaratma projesinin önemli adımlarıdır. FETÖ’nün Silivri mahkemelerinde direnen kurumlar Kamu vicdanının oluşmasında son derece etkili olan hukuk, devletlerin ve toplumların varlığını sürdürmesi için gerekli olan toplumsal düzenlemeleri sağlamaktadır. Bu noktada, FETÖ’nün Ergenekon adı altında yürüttüğü kumpas davalarını hatırlatmak isteriz. FETÖ’nün hâkim ve savcılarının her türlü hukuksuzluğu yaptığı Silivri mahkemelerinde, bugün yok edilmek istenen ülkemizin bağımsız baroları, yılmadan, çekinmeden hakkı, hukuku, adaleti savunmuşlardır. FETÖ kumpaslarının operasyon araçlarına dönüşmüş olan dönemin malum medya kuruluşlarına karşı ülkemizin bağımsız medya mensupları halkın gerçekleri öğrenme hakkını haykırmışlardır. Terör örgütünün ülkemizi tümüyle teslim almayı hedeflediği kumpaslara karşı, hukuk zeminini koruyan ve halkın gerçekleri öğrenme hakkına hizmet eden kurumların hayati rolünün toplumumuz için hayati olduğunu yaşayarak görmüş olduk. Her şeye rağmen ülkemizin hukuk kurumları da medya kurumları da kolay kolay boyun eğmeyecek tarihsel birikime sahiptir. Bu bilinçle toplumumuzun örgütlü gücünü oluşturan bağımsız meslek birliklerinin, halkın sesi olan bağımsız medya kuruluşlarının ve özgür sosyal medya mecralarının bastırılmasına, etkisizleştirilmesine izin verilmeyeceğine inancımız tamdır. Her ezilen kesim, devrimci veya özgürlükçü değildir! Sevgili okurlarım, ben küçükken sanırdım ki dayak yiyerek büyüyen insanlar, kendi çocuklarını dövmezler. Sonradan insan ve toplumbilimleri eğitimi alınca, gerçeğin bunun tam tersi olduğunu, dayak yiyerek büyüyen insanların genellikle, kendi çocuklarını da döverek büyüttüklerini, hatta şiddet ve baskıyı bütün hayatları boyunca, insan ilişkilerinde sürekli kullandıkları bir yöntem olarak benimsediklerini öğrendim. Çünkü aile içinde zulümle, baskıyla, şiddetle büyüyenler, zulüm, baskı ve şiddeti, insan ilişkilerinde, hem ailede hem de iş yaşamı ve siyasette, bir etkileşim yöntemi olarak benimsemiş biçimde hayata atılıyorlar. HHH Türkiye’deki özgürlükçü ve demokrasi savunucusu olan aydınların en büyük trajedisi, Din Tarım Toplumu yapısının koşullandırmalarından kurtulamamış olan geniş halk kitleleri tarafından, yeterince anlaşılmamış ve onlarla bütünleşememiş olmaktır. Bunun nedeni, İsmet İnönü’nün, Türkiye’nin gelişmesi, sınıfsal oluşumu ve çağdaş eğitimi, henüz yeterli düzeye erişmemişken, Cumhuriyeti Demokrasi ile taçlandırmak istemesidir. İsmet Paşa, tarihte eşi görülmedik bir biçimde, Tek Adam Yönetimi’nden Çok Partili Düzen’e geçince, Cumhuriyet rejimi Toprak Reformu yapamadığı için, henüz tasfiye edilememiş olan DinTarım Toplumu temsilcileri iktidar oldu. Aydın kesim, özellikle de Demokrat ve Solcu Aydınlar, Demokrasi sayesinde iktidar olanların Demokratik Rejimi tahrip etmelerini engelleyememenin trajedisini yaşadılar, hayatlarını zindan eden sürekli eleştiri ve baskılarından da bunaldılar.. Sonunda İdris Küçükömer gibi bazı aydınlar, hem dinin siyasette istismar edilen rolünü, hem de oy verme gücüne sahip olan geniş halk kitlelerinin siyasal tercihlerini kabullenerek, Cumhuriyet’in Devrimci atılımlarından vazgeçtiler ve mevcut yapının geri kalmışlığına uygun teoriler üretmeye çalıştılar. Marxist Asya Üretim Ti pi (Tarzı) modeli de bu amaçla kullanılan kuramsal çıkış noktalarından biriydi. Bu modelde, ezilen, sömürülen geniş köylü kitleleri “Sol” sayılıyor, İmparatorluğu kurtarmak için Demokratik reformlar yapan Saray, köylüleri ezdiği ve sömürdüğü için “Sağ” diye niteleniyordu. Ama köylülerin temel hak ve özgürlüklere yönelik her türlü yeniliğe, “Şeriat İsterük” diye ayaklanan Yeniçerilerle ve ulemanın gerici takımıyla işbirliği halinde karşı çıktığı göz ardı ediliyordu. “Sömüren” ve “Sömürülen” nitelemeleri elbette doğruydu ama sömürülmek, köylüleri özgürlükçü, devrimci yapmıyordu. Baş kısımları doğru olan bu önermeler “Özgürlükçülük ve Devrimcilik” kavramları açısından, dinin siyasette kullanılmasına boyun eğen ve cehaleti kutsayan bu tür aydınları, en sonunda Siyasal İslamın Demokrasiyi tahrip eden iktidarını destekleme yanlışının kucağına atıyordu. Dün gazetemizde yayımlanan Ergin Yıldızoğlu’nun makalesi, iktidarın baskı ve zulmünden bunalanlar tarafından, “Z Kuşağı” denilen “Yeni Gençlik” kesiminde siyasal bir umut vehmedenlerin de aynı tür bir yanlış içinde olduklarına işaret ediyordu: Hiç kuşkusuz, sorgulayıcı ve başkaldırıcı gençlik her zaman bir umuttur ve “Gezi Direnişi” gibi olayların içinde önemli bir rol de oynayabilir, ama genellikle yaşa bağlı özellikler sergilediğinden, zaman içinde sistemle bütünleşir ve sönümlenir. Elbette öncülük ettiği olaylar siyasal, toplumsal ve hatta ekonomik bazı geçici sonuçlar bile doğurabilir ama bu sonuçların kalıcı olabilmesi ancak, siyaset, sınıfsal yapı, üretim ilişkileri ve özellikle de ekonomik sistem içindeki yapısal değişikliklerle olanaklı olur. KAHROLSUN HER TÜRLÜ İNSAN VE HAYVAN SÖMÜRÜSÜ... YAŞASIN SORGULAYICI, ÖZGÜRLÜKÇÜ VE DEVRİMCİ GENÇLİK... YAŞASIN ÖZGÜRLÜKÇÜ VE DEMOKRATİK CUMHURİYET!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle