21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KÜLTÜR EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN 13 10 TEMMUZ 2020 CUMA ‘Muzır neşriyat kararlarını önleyin’ ORHUN ATMIŞ Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’nun aldığı sansür kararına tepkiler büyüyor. Türkiye Yayıncılar Birliği, bir açıklama yayımlayarak yetkilileri, alınan “muzır neşriyat” kararlarını önleyecek somut adımlar atmaya çağırdı. Açıklamada, “Eserin, türüne göre ayrı ayrı uzmanlıklar gerektiren ve anayasal bir hakkı kısıtlayıp engelleyen bir kararın, bakanlık tarafından atanmış 5 birim amiri tarafından verilebilmesi, ifade, bilim ve sanat ile açıklama ve yayımlama özgürlüklerinin ihlal edilmesidir. Demokratik toplum ilkesinin esas Türkiye Yayıncılar Birliği, “ahlakçı ve yasakçı zihniyetle” yapılanların uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu bildiren bir açıklama yayımladı. alındığı bir sistemde bunun kabulü mümkün değildir” denildi. ‘Özgürlüklere aykırı’ Türkiye Yayıncılar Birliği önceki gün, TÜBİTAK Yayınları’ndan çıkan Anna Milbourne’nun “Bebekler Nereden Gelir?” kitabının muzır neşriyat ilan edildiğini bildirmişti. Daha sonra bakanlık açıklama yaparak TÜBİTAK’ın kitabının değil, Mikado Yayınları’ndan yayımlanan Doris Rübel’in aynı isimli kitabının “sakınca lı bulunduğunu” açıkladı. Bunun üzerine konuştuğumuz Türki ye Yayıncılar Birliği Başkanı Kenan Kocatürk, kararın her şekilde düşünce ve ifade özgürlüğüne aykırı olduğunu ifade etti. Kocatürk’ün açıklamaları şöyle: “Bu karar her halükârda düşünce ve ifade özgürlüğüne aykırı. Yetkilileri, acilen, Türkiye’de ifade ve yayınlama özgürlüğünü engelleyen ve tarafı bulunduğumuz uluslararası sözleşmelere aykırı düşen ahlakçı ve yasakçı zihniyetle alınan ‘mu zır neşriyat’ kararlarını önleyecek somut adımlar atmaya çağırıyoruz. Kimse sansür kurulu gibi hareket edemez. Ne olursa olsun Küçükleri Neşriyattan Koruma Kurulu’nun böyle kararlar vermemesi lazım. Bugüne kadar verdikleri kararlar da zaten tartışmalı. Doğru bulmuyoruz. 19. yüzyıla mı döneceğiz? Ülkenin geldiği yer itibarıyla, miadı dolmuş şeylerin tekrar hortlamasının anlamı yok.” Mikado Yayınları’ndan ulaştığımız yetkililer, kitabın Almanya’dan geldiğini, burada sadece Türkçeleştirildiğini belirtti. Yetkililer, yayınevinden çıkan kitapların bilim kurulu ve pedagog kontrollerinden geçtiğini de ifade etti. Propagandanın Sanata müdahale ve “ruh mühendisliği” insanlığın yararına da yapılmak istense, adı “Toplumcu Gerçekçilik” iyisi olabilir mi? de olsa, her rüya gibi bitiyor, hatta kaba saba afişler, sonunda kâbusa bile dönüşüyor Açıkça belirtmeliyim ki sanat akımları içinde en sevmediğim ve zaten devrini tamamla mış olan kültür sanat akımı, “Toplum cu Gerçekçilik” diye kibarca adlandı rılan ama temeli iyi niyetle de olsa ye ni bir insan modeli inşa sı için propaganda mal zemesi yaratmak olan akım. Otuzlu yıllarda ön YAZGÜLÜ ALDOĞAN ce edebiyat dergilerinde dillendirilip ardından Sovyet Yazarlar Birliği Kongresi’nde teorik bir sistem olarak resmen kabul edildikten sonra sade ce Rusya’da değil, bütün peyk ülkele rinde uygulamaya konulan, edebiyat ve sanatın devletin ve partinin amaç larını yücelten, destekleyen “prole ter devrim ideolojisinin hizmetinde” olmasına adanması ekolü. Stalin’in “Ruh üretimi, tank üretiminden da ha önemli, sanatçılar ruh mühendi sidir” anlayışı ve yeni rejimin inşası nın “ruh mühendisliği” yani beyin yı kamadan geçtiği için kültür ve sanata büyük önem verilerek müdahale edil diği dönem. İşçi sınıfının ideolojik dö nüşümünün ve eğitimin gerçekleşti rilmesinin kültür ve sanata müdaha leyle yaptırılması, Stalin döneminin komünist ütopyayı rayından çıkarma sıyla birlikte yok oldu gitti. Rejim için propaganda Her rejim kendi ideolojisini yaymak için kültür ve sanatı, eğitimin yanında kullanmak istemiştir ve kullanıyor. AKP iktidarı da başa geldiğinde “kindar ve dindar bir gençlik yaratma” iddiasını hayata geçirmek için bütün bir eğitim sistemini sil baştan yazdı. Ama sanata müdahalede başarılı olamadı, hiçbir rejim başarılı olamıyor. Sanat, ancak özgür bırakıldığında yaratıcı olabiliyor ve toplumda karşılığını buluyor. Uzun bir giriş yaptım ama Pera Müzesi’nde, pandemi aylarından sonra ilk kez kısıtlı da olsa canlı bir basın buluşmasıyla açılışını yapıp gezdiğimiz “Bir rüyanın İnşası; Arnavutluk Sanatında Toplumcu Gerçekçilik” sergisinin benim için sanat değerinden çok siyasi değeri var. Bir buçuk yıllık bir çalışma sonucu Artan Shabani’nin küratörlüğünde hazırlanan sergide 20’den fazla sanatçının yüzü aşkın Halk ressamı diye tanınan Guri Madhi’nin belki de deflerini desteklediği için partizan.” Ve yaratılan her sanat ese mahalledeki tek televizyonda toplanıp maç seyreden gençlerin heyecanını yansıtan “Stadyuma Gitmediğimiz Zaman” ri de bu ilkelere uyup uymadığının kontrolü için katı bir denetimden geçiriliyor! İşte en kabul ve yine Robert Permeti’nin edilemez olan da bu! kadın voleybolcuları devre Toplumcu Gerçekçilik akımı, arasında koçlarından taktik Sovyetler’in dağılması ve siyasal alırken resmeden “Kazanmak sistemin değişmesinden sonra Zef Shoshi’nin “İşe Gitmek” adlı yapıtı. (1970) Zorundayız” başlıklı eserleri günlük hayattan enstantaneler sergilediği için günümüzde daha sempatik bulunabilir. Bildiğim kadarıyla Arnavutluk voleybol takımı da hayli başarılıydı! 80’li yıllarda sona eriyor ve hatta reddedilmekle kalmayıp aşağılanıyor, şeytanlaştırılıyor. Ama bir dönemi ve özellikle totaliter sanat gerçeğini anlamak için de tarihe tanıklık eden eserler kalıyor geri eseri yer alıyor. Serginin en göze çarpan resimleri Robert Termeti’nin büyük boy çalışmaları. Akademi mezunu ve asker kökenli sanatçı Termeti, Arnavutluk’a uzun bir dönem damgasını vurmuş lideri Enver Hoca ve Necmiye Hoca’yı da resmetme hakkına sahip sanatçılardan. Çünkü o dönem, her sanatçının buna hakkı yok! Resimlerde, buram buram siyaset kokmalarının dışında, çarpıcı olan işçi, köylü ve askerlerin yüceltilmesi, simge olarak sıkça bayrak olması ve eşit olarak gösterilen kadınlar! Afişlerin de neredeyse tümünde sert bakışlı, kendini devrime adamış mücadele eden kadınlar var! Resimlerde en dikkatimi çeken özelliklerden biri de orantısız de. Ben her şeye rağmen sergide ki resimlerde kadını eşit ve güçlü gören ve gösteren ifadeden mem nun kalıyorum! Figüratif resim sevmeme karşın ilgim daha çok empresyonistler, naifler ve hatta Magritte, Miro gibi sürrealistler. Dolayısıyla bu biraz Balaban’ın resimlerini andıran, kaba saba, iri elli ayaklı, çileli suratlı, abar tılı işçi köylü sınıfı resimleri be Robert Përmeti’nin nim için ilginç ama zevk alına “Varşova Paktı’ndan Ayrılma” adlı çalışması. cak değil, düşündürecek bir ser ran Güzel Sanatlar Akademisi öğretim üyesi Emir Hoca, toplumcu gerçekliği şöyle açıklıyor: “İşçilerin hayatlarına temas etmesi açısından proleter, halkın gündelik yaşantısını yansıttığı için gi. Tarih, günümüzü anlamaya da yararlı olabiliyor. Coğrafi olarak çok yakın ama siyasi olarak bize çok uzak komşumuzun deneyimi otoriter rejimlerin, iyi niyetli bile olsa ne kadar itici olduğu konusunda yol gösterici olduğunu lık, eller, omuzlar, ayaklar çok büyük. tipik, imgeye sadık temsiller üretti düşünüyorum. Sergi Pera Müzesi’nde Sergi kataloğu için bir giriş yazan Ti ği için gerçekçi, devlet ve partinin he 15 Kasım’a kadar gezilebilir. RESSAM SACHA JAFRI DÜNYA REKORUNA KOŞUYOR Dünyaca ünlü sanatçı Sacha Jafri, şu sıralar “Birlikteyiz İnsanlıktan ilham aldık” isimli bir sanat eseri yaratarak kariyerinde zorlu bir görev üstleniyor. Yardım kuruluşları için para toplayacak olan Jafri, aynı zamanda sanat alanında 5 dünya rekorunu kırma yolunda ilerliyor. Jafri’nin iki futbol sahası büyüklüğündeki resmi, tuval üzerine yapılan en büyük tablo rekorunun sahibi olacak. Dubai’de yaşayan İngiliz sanatçı, eseri yaparken bir yandan da Covid19 nedeniyle kentteki bir otelde kendini izole ediyor. Jafri, projenin bir parçası olarak dünyanın dört bir yanından çocukları, kendi izolasyon ve bağlantı temalı sanat eserlerini sunmaya davet ediyor. Eser tamamlandığında açık artırmaya çıkacak ve kampanya ile çocukların eğitim kaynaklarını, hastaneleri ve sağlık çalışanlarını desteklemek için 20 milyon Avro’nun üzerinde bağış toplanması umuluyor. AÇIKHAVADA KONSER KEYFİ... İstanbul Devlet Opera ve Balesi, tedbir gun, J. Offenbach ve G. Verdi’nin eserleri din lere dikkat edilerek yecilerle buluşturacak. yapacağı “Açıkha Oleksandr Samoylen va Yaz Konserleri”ne başladı. İDOB solistleri Arkeoloji Önceki gün ilki ger Müzesi’nde konser verdi. ko, Ezgi Karasu, Verda Gül, Şafak Erişkin ve Ecesu Sertesen’in sah çekleşen, Arkeolo nede olacağı “Oda Mü ji Müzesi’ndeki konserde İDOB solistle ziği Konserleri” ise 17 Temmuz’da Büyük ri Evren Ekşi, Barbora Hitay, Bülent Külek yalı Fişekhane’de saat 20.30’da ve 18 çi, Kenan Dağaşan ve piyanist Fügen Yi Temmuz’da Arkeoloji Müzesi’nde ücret ğitgil, seyircilerle buluştu. Konser, yeni bir siz saat 14.00’te yapılacak. Konserde A. mekân olan Büyükyalı Fişekhane’de 18 Vivaldi, J.S. Bach, O. Respighi, J. Brahms, Temmuz’da tekrarlanacak. Konser prog C.M. von Weber, B. Bartok, C. Saint ramınında besteciler; W.A Mozart, G. Bi Saëns, Santuri Ethem Efendi (S.Yalçın zet, G. Puccini, C. SaintSaëns, A. A. Say düzenlemesi) eserleri yer alacak. Paris’te yüzen sinema... Fransa’nın başkenti Paris’te “yüzen sinema” dönemi başlıyor. 18 Temmuz’da başlayacak etkinlik kapsamında sinemaseverler elektrikli botlarda oturarak film izleme keyfi yaşayacaklar. Bu film gecesi etkinliği, yaz aylarında Paris’te geçici plajlar yaratan, şehir tarafından işletilen yıllık bir program olan Paris Plages’in dönüşünü kutlamak için düzenleniyor. ParisPlages, Paris Belediyesi tarafından işletilen ve 2007’den bu yana her yaz şehrin merkezindeki Seine Nehri boyunca geçici yapay plajlar oluşturan bir plan. İlk yüzen sinema etkinliğinde, her biri altı kişi kapasiteli olan 38 elektrikli bot kullanılacak. Nehir boyunca 150 kadar bank da kıyıdan film seyretmek isteyenler için kurulacak. Ağaçlara kıymayın! Ardahan’ın Ölçek köyünden Dursun Akçam... Yetiştiği yerlerin havasından, suyundan, toprağından beslenerek yaşanan gerçekleri gün yüzüne çıkardı. Anlatımı yalın mı yalın! Atatürk aydınlığının “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür, nesiller” yetiştiren Gazi Eğitim Enstitüsü’nün Edebiyat Bölümü’nde sıra arkadaşım. Lanetli bir beynin canına kıydığı Abdi İpekçi’nin başyazarı olduğu Milliyet gazetesinin 1964 yılında açtığı röportaj yarışmasında “Analarımız” adlı öyküsüyle, onlarca yazarın arasında büyük ödülün sahibi Akçam oldu. Ardında, bilincini beğeniye dönüştürerek yazdığı öyküler, romanlar bırakarak erdi sonsuzluğa: Ölü Ekmeği, Maral, Dağların Sultanı, Kanlıdere’nin Kurtları, Kafdağı’nın Ardı, Sevdam Ürktü, Haley, Deutsches Heim Glück allein (Alaman Ekmeği)... Kızılçam Yıl dediğin geçip gidiyor! O bölgelerin ilk anlatıcısı Dede Korkut’un deyimiyle, çok erken, “ecel aldı, yer gizledi” dostumu. Ölen bedendir, sonsuz olan sözdür. Yerin gizi, insanınsa sonsuzluğa erdirme gücü vardır. Burada da o ozanlar ozanı Dede Korkut giriyor söze: “Oğul babanın sırrıdır, iki gözünün biridir.” Oğul Dr. Alper Akçam, babası gibi yazar, dirençli bir eylemci. Anasıyla “tek can” olup, her yıl, doğup büyüdüğü yerleri yazan babasının roman, öykü kişilerini bir araya getiriyor. Onu anma günlerinden birinde ben de aralarındaydım. Öğleden önce yazar anıldı. Öykülerinden yararlanılarak oyunlar sunuldu. Öğle sonrası adını taşıyan ormanda ağaç dikimine gidildi. Ardahan’ın her yanı kızılçam ağaçlarıyla çevrilidir. Kızılçam adı, güneş vurunca incecik yaprakların kızıla boyanmış gibi görünmesinden dolayı verilmiş olmalı... Ağaç dikimi Her şey, insanda doğayı koruma bilinci yaratmaya bağlı. Çağrılılar o gün bir tarlada toplanmıştı. Herkes kendi adına bir fidan dikip Dursun Akçam Çamlığı’nın temelini atacaktı. Gazetelerde şu haberi okuyunca, TEMA Vakfı’nın etkinlikleri ışığında, o ağaç dikimi günümüzü anımsayarak, toprağın değerlendirilmesinin somut bir örneğiyle daha karşılaştım: “Hayata geçirdiği hatıra ormanlarındaki 60 bin fidanla gelecek nesillere büyük ve güzel bir miras bırakmayı amaçlayan Özdilek Holding, bu yıl İzmir Bademli’de oluşturduğu 10 bin fidanlık hatıra ormanını hayata geçirdi.” Gün geçmiyor, yerine beton yığınakları dikmek için binlerce ağacın kökünden söküldüğü ya da yangında yok olduğu yansıyor ekranlara. Bilim insanları, MarmaraKaradeniz arasında açılacak kanalın, İstanbul depremiyle kalmayıp tsunamilere de yol açacağını yazıyor. Öte yandan da işgalci para babaları topraklara el koyuyor. Dağ, toprak, su Depremlerin yarattığı tsunamilerin denizler taşırıp vapurları, koca kamyonları, önüne çıkan her şeyi çocuk oyuncağı gibi sürükleyişi karşısında insanın çaresiz kaldığına tanık olup ah vah ediyoruz. Nice dağlar kelleşti, topraklar kıraçlaştı, yalnız kaynak suları değil, ırmaklar da kurudu. Kuzeye yakın ülkelerde kışı diz boyu karlar arasında geçirenler, karın avuç kadarına bile rastlamaz oldu. Son elli yılda, dünya nice iklim değişikliklerine uğradı. Buzullar çözülüp denize karıştı. Yıkıp yakıcı fırtınalar koca binaları kibrit kutusu gibi önüne katıp sürükledi. Yalnız bu mu, altı ay önce dünyaya yayılan Covid19 salgınını önlemede bilim insanlarını bile çaresiz kıldı. Bunlar, üzerinde enine boyuna düşünülsün taşınılsın diye doğanın son uyarılarıdır. Yalnız kendi ülkemizin değil, dünya yurttaşı olduğumuzu da anımsayarak ayrı bir sorumluluk taşıdığımızı unutmayalım! Cepkin’in ‘epik’ senfoni konseri YouTube’da Hayko Cepkin’in 31 Ocak’ta verdiği “An Epic Symphony” isimli konserin tamamı Hayko Cepkin’in YouTube kanalında yayımlandı. Konser, Tuluğ Tırpan ve Hayko Cepkin’in kompozisyonlarını yazdığı ve Turhan Yükseler’in yönettiği 60 kişilik senfoni orkestrası ile verilmişti. Post prodüksiyonunu Ba’ndo Creative Studio’nun yaptığı, Göksel Balaban yönetmenliğinde 10 kişilik bir ekip ve 6 kamera ile kayda alınan gecenin montajının 5 ay sürdüğü belirtildi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle