22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KÜLTÜR EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK TASARIM: BAHADIR AKTAŞ 13 30 HAZİRAN 2020 SALI Gidenler ve geride kalanların hikâyesi... “Ah Smyrna’m, Güzel İzmir’im” 2012'de Tiyatro Pera'da Nesrin Kazankaya'nın rejisiyle sahnelendi. Şimdi ise tiyatronun YouTube kanalında izlenebiliyor. ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK Tarih, 1923: İzmir’deyiz... Geride bırakılan sadece bir ev, belki bir dükkân ya da birkaç zeytin ağacı mı? Ya da bütün bir ömür, çocukluğu, hüzünleri, aşkları, kocaman bir aile olduğu komşuları mı? Geçmişleri mi? Tüm hayatlarını gözyaşlarıyla bırakıp gittiler. Savaş bitmiş, Rum ve Türk topluluklarının karşılıklı göç etmesini zorunlu kılan “Mübadele Yasası” çıkarılmış. Bu bahsettiğim belgesel değil ama belgesel niteliğinde, tarihe ışık tutan bir oyun. Yaşanmış ve yarım kalmış hayatların öyküsü. “Ah Smyrna’m, Güzel İzmir’im” 2012’de Tiyatro Pera’da Nesrin Kazankaya’nın rejisiyle sahnelendi. Şimdi ise tiyatronun YouTube kanalında izlenebiliyor. Oyunu ilk sahnelendiğinde seyretmiş ve çok duygulanmıştım. Şimdi de online’da tekrar seyrettim; beni yine etkilediği için Tiyatro Pera’da yeni mevsimde tekrar ara ara sahnelenmesini çok isterim. Gerçek gibi görünen sahne dekoru dikkat çekici. Bir evin içinde geçen oyunda, sokaktaki sahneler köşelere yerleştirilmiş. Şarkılar ve oyuncuların ara ara Rumca konuşmaları ise başarılı. Oyunun konusu kısaca şöyle: Köklü bir geleneğe ve kültüre sahip, zengin Rum ailesi Vlasto’lar, İzmirBornova’daki konaklarında göç hazırlığı içindedir. Yıllardır Vlastolar’la bir aile gibi bir arada yaşayan Türk yardımcıları da bu göçün hüzünlü tanıklarıdır. Savaşın travmatik izleri ve zorunlu göç, Türk ve Rum aile bireylerini de karşı karşıya getirir ve bir arada yaşamanın imkânsızlığını derinleştirir. Kendilerini bir çatışma içinde bulan figürler, derin acılar içinde, çaresiz yarınlara, umutsuz hasretlere, imkansız aşklara boyun eğmek zorunda kalır. Feci bir yangınla yanıp harabeye dönen, farklı toplumların, dinlerin ve kültürlerin yüzyıllardır bir arada yaşadığı, efsanevi dünya kenti, güzel İzmirSmyrna değildir yalnızca; koskoca bir geç miş, gelecek, hayaller ve umutlar da küle dönmüştür. Oyunun dramaturgu Şafak Eruyar oyunu şöyle anlatıyor: “Kıyıya vuran bebek ölüleri, batan botlar, insanlığın utanç verici en büyük acısı: Zorunlu göç. Deja vu gibi, sürekli kendini yineliyor. 1923 Kurtuluş Savaşı sonrası mübadele yasasıyla köklerinden koparılan Rum ve Türk aile; Ege’nin iki yakasının ortak mirası bir kez daha bölünüyor. Bu iki ailenin son gününe tanıklık ediyoruz. Gidenler ve geride kalanların hikâyesi...” Oyunda, Ele ni: Aysan Sümercan, Konstandinos: Muhammet Uzuner, Ioanna: Nesrin Kazankaya, Polyxeni: Defne Halman/ Başak Meşe, İlias: Emre Çakman, Mehmet: Doğan Akdoğan, Müzeyyen: Linda Çandır, Theodopulos: İlker Yiğen, Lefkothea: Selin Sevdar, Ali Rıza: Asır Akkaya rol alıyor. https://youtube/ bbB6nKM7Pfs ikinci perde https:// youtu.be/pUMCODLJrQY linklerinden izlenebilir. İyi seyirler! Ordu’nun duvarlarında resimler yaşıyor gMüuzrealllesşaennaşteıhyilra Kod adı: “Ordu Fikir Bandosu”! Aklınıza hemen ordu, bando derken askeri bir kurum gelmesin; “Ordu Fikir Bandosu’nun “Ordu”su, yaşadıkları ilin adından, Fi kir Bandosu’ndan kasıtları ise her ka fadan ayrı bir ses çıkarıp ahenkli bir KONUK YAZAR bütün yaratarak kentlerini görsel anlamda güzelleştirmek, sa ŞERMİN TOPÇU natsal dokunuşlar katmak, kent kimliğini tamamlamak ve böylece Ordu’yu cazibe merkezi haline getirmek. Bu bandonun fikir ba balarından Ordu sevdalısı grafik tasa rımcıreklamcı Uğurcan Ataoğlu uzun yıllardır İstanbul’da yaşamasına rağ men Ordu’yu güzelleştirme hedefin den hiç vazgeçmemiş. Bir zamanların efsane Vosvos şenliklerinin fikir baba sı, Ordu’nun Argonotu Enis Ayar ile de bir araya gelip aralarına başka Or du âşıkları da katılınca şehrin değişimi ve güzelleşmesine katkıları kaçınılmaz olmuş. İlk icraat duvarda Duvarlara resimler yaparak kenti güzelleştirebilecekleri fikrini ise Ordu Büyükşehir Belediye Başka Bir sanat dalı olan mural, dev duvarlara yapılan resimler demek. Fransa’nın Lyon kentinde de örnekleri bulunan MURAL’lar örnek alınarak işe başlanıyor. Pandemi döneminde olunmasına rağmen Ordu’da 3 duvar azimle tamamlanıyor. Küratörlüğünü Uğurcan Ataoğlu üstleniyor. nı seçildikten sonra Dr. Hilmi Güler ortaya atıyor. Enis Ayar ile bir toplantı yaparak Ordu’da çarpık kentleşme nedeniyle ortaya çıkan boş duvarların değerlendirilmesini öneriyor ve belediye olarak projenin finansmanını üstleniyor. Bir sanat dalı olan MURAL, dev duvarla RESSAMLAR SARI DUVAR Ressam: Turgay Sarıgöl En az 100 yıllık kullanılmayan bir bina. Bütün cepheleri bakımsız. Yan cepheye çok kötü reklamlar asılıyor. Bu binayı gündeme getirmek için reklam duvarını cephe haline getirdik. Pencere ve balkonlar koyduk. Farklı zamanlarda yaşamış kadın, erkek ve çocuk fotoğraflarını bugünkü evin sakinleri haline getirdik. AKORDİYON ÇALAN KIZ Ressam: Emir Aktunç / Max on Duty İlkokul bahçesine bakan bir duvar. 1960 ve 70’li yılların resmi bayramlarında çocuklardan oluşan okul bandoları. Akordeon, mandolin,flüt, trompet, davul ve zil çalıp bu alanda prova yapıyorlar. YAYLADAKİ ADAM Ressam: Emrullah Örünklü / Reach Geblo Yayla, kuzu, fındık var. Turistik figürler. ra yapılan resimler demek. Fransa’nın Lyon kentinde de örnekleri bulunan MURAL’lar örnek alınarak işe başlanıyor. Pandemi döneminde olunmasına rağmen 3 duvar azimle tamamlanıyor. Küratörlüğünü Uğurcan Ataoğlu üstleniyor. İlk hedef yaz sonuna kadar 20 duvarın resimlendirilmesini tamamlamak. Ordu kent merkezindeki duvar boyama çalışmaları sürerken Ordu’nun köylerinde de çocuklarla duvar boyamak, Fikir Bandosu’nun bir başka etkinliği. Bu sayede köy çocuklarının ufkunu genişletmek ve resim yeteneklerinin gelişmesine yardımcı olmayı hedefliyorlar. Uluslararası Mural Festivali Uzun vadede ise Ordu’da uluslararası bir MURAL Festivali düzenlenmesi planlanıyor. Başkan Güler, ne kadar çok duvar resimlenmiş olursa o kadar çok ilgi çekeceğine ve ziyaretçi geleceğine inanıyor; bunu bir turizm kapısı haline getirmeyi hedef liyor. Güler, “Ordu’nun kültürel dokularını şehrimizin duvarlarında sergiliyoruz. Dünyada popüler olan mural çalışmaları bize nostalji yaşatırken turistlerin de ilgisini çekiyor” diyor. Arıcılığı ve dolayısıyla balı meşhur olan Ordu’nun duvarlarından birisinde dev bir arı olacak. Duvarın dibine konulacak QR kodu ile Ordu’daki arıcılık ve bal hikâyesi anlatılacak. Yine Ordu’nun yerel sanatçılarından klarnetçi Ahmet Usta da duvarda klarinet yaptığı Wo ody Allen’la yer alacak. Bundan yıllar önce ünlü bir duvar ressamı İstanbul Haliç kıyılarında kendi insiyatifi ile portreler çizmiş ve bunlar şehre müdahale sayılarak sildirilmişti! Yıllar sonra grafitti sanatçıları Galata’dan başlayıp Karaköy ve Perşembe Pazarı’nın en ulaşılmayacak duvarlarını boyamaya başladı. Bugün bu grafitiler Galata’nın kuleden sonra en ilgi çeken fotoğraf çekim yerleri. Ordu’nun duvarlarının da böyle olacağına hiç şüphe yok. ! Mario Levi ile Hatıralara Yolculuk Sinemacılar kadınları kızdırdı Şişli Belediyesi tarafından düzenlenen Faruk Şüyün’ün hazırlayıp sunduğu “Hatıralara Yolculuk” programının bu pa zarki konuğu yazar Mario Le vi oldu. Mario Levi’nin hayat kesitlerine yer verilen prog Mario Levi ramda, Levi, son bir iki yıl da verimli bir dönemine girdiğini belirterek İstanbul’un 7 ayrı semtinde ve haftanın 7 günü gerçekleşen 7 romanlık bir proje üzerinde ça lıştığını söyledi. Şu ana kadar Kadıköy ve Şişli kitaplarını yayınlayan yazarın ekim ayında Emi nönü kitabı raflarda olacak. Her pazar saat 14.00’te Şişli Belediyesi sos yal medya hesaplarından canlı yayımlanan “Hatıralara Yolculuk” programının sonraki ko nuğu Zeynep Oral olacak. Pandemi nedeniyle sokaklardan eve girmek zorunda kalan kedi, oturup bol bol film izledi. Haberlere de kulak kabarttı tabii. Mesela her yıl sinemadaki erkek egemen bakışa ve cinsiyetçiliğe tepki olarak dağıtılan Altın Bamya Ödülleri, bu yıl bir ya da iki filme değil, film endüstrisinin tamamına verildi! 12 yıl sonra kadınları bu kadar kızdıran ne olmuştu? Bütün başrollerin erkeklere verilmesi mi, bütün öykülerin erkekleri anlatması mı, dramlarda kadınların dayak yemesi mi, ne? Altın Bamya Akademisi adına Alin Taşçıyan’ın açıklamasına kulak vermek gerekiyor o zaman: “2019 yılında gösterime giren 146 fil me bakıldığında 2018 yılında gösterime giren 173 filme oranla nicelikte bir azalma var. Ancak nitelikte de bir gelişme kaydedilemedi!” Ve devam ediyor: “Sa dece erkeklerin cinsliklerini, cinliklerini, yalanlarını dolanlarını, şuursuzluklarını, serseriliklerini, mucizelerini, organize işlerini, borçlarını, harçlarını, gerilimlerini gerginliklerini, Kore’den ithal gözyaşlarını, öte dünyadan sızan iblislerini an latabilen bir film endüstrisi var!” Öyle mi? Maalesef öyle. Öte yandan ikinci 15 günlük seçkisi de biten İKSV İstanbul Film Festivali çevirimiçi gösterimlerinde özellikle ikinci bölümde kadın filmleri çoğunlukta mıydı ne? Bu kez, birbirlerini seven kadınlar, (İkimiz ve Azize Frances gibi) erkekleri baştan çıkarıp mahveden kadınlar (Sarmaşık) rol model kadınlar (Mükemmel Aday), boks yapan kadınlar ( Çingene Kraliçesi) öne çıkmadı mı? Gerçi ilk bölümde de acı çeken kadınlar, hasta olan kadınlar, fedakâr kadınlar, Şaman olan kadınlar yok değildi! O zaman “kadın dostu” olarak İKSV’yi seçiyoruz ve Kerem Bey’e kocaman bir teşekkür ediyoruz, bu çöl ortamında bize kadınları da konu edinen filmler seçtiği için! Altın Bamya Akademisi’ne de bir küçük öneri; acaba ödülün adını Acı Biber mi koymalı ve kadınları kızdıranların ağzına sürmeli? Ve günümüze seslenen oyunlar T üm dünya gibi Türkiye de koronavirüs ile mücadele ediyor. Ama salt koronavirüs mü mücadelemizin merkezi? Yasaklar, şiddet, işsizlik, adaletsizlik, hukuksuzluk… Öncesinde de iç içe yaşadığımız bu gerçekler günümüzde daha hızlı tırmanıyor. Bulandırıyor zihinleri… Sağlam bir toplumsal düzenin temelleri olan eğitimden ekonomiye, hukuka uzanan yapıların geliştirilmediği toplumlarda bu süreçleri yaşamak kaçınılmaz oluyor. Eğitim sisteminin çöküşü, cehaletin tepe yapması, iletişim kopukluğu, uyumsuzluk, sevgisizlik, saygısızlık... Her alanda ve her anlamda yaşanan kırılmalar, parçalanmalar. Bir de son günlerde hakhukukadalet nosyonlarını hepten sıfırlayan olaylarla yüzleşiyoruz. Baro başkanlarına uygulanan şiddet, tutuklanan gazeteciler, tutukluluk süreleri ısrarla uzatılan insanlar, Cumhuriyet’e verilen cezalar… Sadece birkaç örnek… İşte bu durumlar, bu yaşananlar bana insan haklarını, adalet mekanizmasını irdeleyen oyunları düşündürüyor. O kadar çok ki zihinlere özgür düşünce tohumlarını eken oyunlar… Tiyatro böyle bir şey işte. Ben de bu yazımda iki oyuna selam etmek istedim gerilere giderek, ileriye bakarak. ‘Fikir suçlusu yoktur’ David Rintels’in yazdığı “Savunma için Clarence Darrow” 1983’te Kenter Tiyatrosu’nda Müşfik Kenter’den izlediğim unutulmaz bir oyundu. Rintels, Irving Stone’un 1941’de yazdığı aynı adlı kitabından yola çıkarak kaleme almış. Yapıtı böylesine önemli kılan sadece sağlam içeriği değil, Müşfik Kenter’in güçlü yorumuydu. Sıklıkla anarım… Clarence Darrow, işçi haklarının önde gelen savunucularından biri olarak isim yapmış bir savunma avukatıdır. Dolayısıyla, oyun işçi hareketlerinden kaynaklanan davalar üzerine odaklanır. Demiryolları sendikası başkanı, madenciler sendikası başkanı, demir işçileri sendikası başkanı aleyhine büyük sermaye tarafından açılan akıl almaz davalar ve güçlü savunmalar. Hepsinde de emekçinin yanında yer alır Clarence Darrow. “Fikir suçlusu yoktur” der. İnsanın düşüncelerinden ötürü cezalandırılmasına karşıdır... Bilindiği gibi, Darrow ile köktendinci avukat W. Jenning Bryan arasındaki “Maymun Davası” da, ayrı bir oyun ve film konusudur. Mahkeme, Tennessee’de bir okulun biyoloji hocası John Scopes’un Darwin’in Evrim Teorisi’ni öğrencileriyle paylaşması çevresinde döner. Zafer yine Darrow’undur. Tutucu bir Amerikan kasabasında dün yaşanmış bu olayın bugüne de, hele de bize söyleyecek çok sözü olduğu kesin. ‘Sivas 93’ İki gün sonra 2 Temmuz 2020! Nasıl unutabiliriz bundan 27 yıl önce, 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta yaşananları? Genco Erkal’ın 2007 yılında yazıp yönettiği belgesel oyun “Sivas 93” bir Dostlar Tiyatrosu yapımı. İçinde yaşadığımız toplumun tarihiyle, belleğiyle ciddi bir hesaplaşma. O gün, köktendincilerin, yobazların Sivas’ta Madımak Oteli’nde başlattıkları şiddetin nasıl bir histeriye, vahşete dönüştüğünü adım adım inşa ediyor Genco Erkal bu oyunda. Pir Sultan Abdal Şenlikleri nedeniyle gittikleri Sivas’ta gözü dönmüş yobazlar tarafından “yak, yak, yak” çığlıkları arasında öldürülür 33 aydın insan ve 2 otel görevlisi. Belleksiz bir toplumuz ama üstünden bunca yıl geçmiş olmasına karşın asla üstünün bir sis perdesiyle örtülmemesi gereken bir olay bu. Genco Erkal’ın tamamen belgelere dayanan metni, Fazıl Say’ın müzikleri, Nurdan Arca’nın yine belgelerden hazırladığı filmi, o temmuz günü ve akşamında yaşananları bir tokat gibi çarpıyor suratlarımıza. Dışarıda, otel çevresinde kümelenmiş gözü dönmüş cahil insanlar, din adına, iman adına saldırıyorlar... İçerde, sıkışıp kalmış olanlar ise pırıl pırıl gençler, tiyatrocular, dansçılar, kalem ustaları, saz ustaları, şairler... “Neden” diye sormadan edemiyorum. Neden, bu olayın hesabı sorulmadı Ankara’dan başlayarak Sivas’a uzanan zincirin halkalarına tek tek? Adaletsizliğin, hukuksuzluğun, din istismarının işaretleriydi yaşananlar. Susuldu. Ankara’dan Sivas’a susuldu! Oyunda Aziz Nesin, Ataol Behramoğlu, Behçet Aysan, Metin Altıok, Nâzım Hikmet, Uğur Kaynar dizeleri insanın içinde kopan fırtınaları, acıyı, burukluğu daha da pekiştiriyor… Evet, “Hiç bir şey eyleme geçen cehalet kadar korkutucu olamaz!” İzleyin “Sivas 93”ü YouTube’dan bir kez daha 2 Temmuz’da…
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle