27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KÜLTÜR EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN 17 17 HAZİRAN 2020 ÇARŞAMBA Yaz Gazeteci Yaz: Devletten alacaklıyım Selda Bağcan’ın 40 yıldır söylediği şarkılardan 40’ını bir araya getirip çıkardığı albümün ilk baskısı 15 günde bitti, ikinci baskı geliyor; korona yüzünden iptal olunan konserler ise bir başka bahara kaldı YAZGÜLÜ ALDOĞAN Selda Bağcan’la buluştuğumuz gün tam da Müyesser tutuklanmış. Yazdığı için. Gazetecilik yaptığı için. Selda Bağcan’ın evinde sanatçının hazırlanmasını beklerken duvarda sinema perdesi büyüklüğündeki ekranda sürekli Tele1 açık. Müyesser Yıldız’ın tutuklandığı haberleri bitiyor; Selda Bağcan’ın yeni çıkan LP’in teaser’ı dönüyor, “Yaz Gazeteci Yaz” parçasıyla! Selda Bağcan’ın kendisinin bile dinlerken tüylerini diken diken eden sesinden çığlık çığlığa “Yaz Gazeteci Yaz!” çalıyor. Yaz da gör başına gelecekleri. İlker Başbuğ ifade vermeye çağrılmış. “Hüküm giydiğim zaman idam cezası olsaydı şimdi aranızda olmayacaktım” diyor. En çok ondan korkmuştum kumpas davalarında leblebi çekirdek gibi müebbet dağıtılırken; idam cezası yürürlükte olsaydı şimdi onlarca sehpa dikiyorlardı diye! Yanlıştan dönüşü de yok. 40 yılda 40 şarkı Aman, nereden nereye getiriyor beni düşüncelerim, neyse ki Selda Bağcan salona geliyor, demin seyrettiğim teasır’ın habere fon olsun diye değil, kendisinin verdiği bildiğin reklam olduğunu anlayıp bir oh çekiyorum! Ama bu ülke böyle, Selda Bağcan da meslek hayatının 40 yılda 40 şarkı LP’ini yapmış ama o şarkıların sözlerinden ötürü de başına gelmedik kalmamış! Birkaç kez gözaltına alındığını, üç kez cezaevine girdiğini, az da olsa yattığını biliyorum ama hepsi de mi şarkı sözünden olur? Şarkı yahu, şarkı! “Bu devletin bana çok borcu var!” diyor gülerek. 198087 arasında pasaportuna el konulmuş, yurtdışına çıkamıyor! Önemli, çünkü Selda Bağcan, ilginç bir biçimde dünyada da çok tanınıyor, seviliyor ve çok konser teklifi alıyor, pasaporta el konulunca gidemiyor. Hatta 80 darbesinde evde otururken “yurda dön” çağrısı alıyor da gülüp geçiyor, “MİT de iyi çalışmıyor, ben zaten buradayım” diye. Cem Karaca, Şanar Yurdatapan, Melike Demirağ konser için gittikleri yerlerden dönmemiş, ama Selda burada kal denmesine karşın aylar önce yurda dönmüş bile! Deniz’in nişanlısı dediler “Hiç mi yurtdışında yaşamayı düşünmediniz” soruma “Buranın müziğini burada yapabilirsiniz, ayağınızın kesilmemesi lazım. Hapse girdim, sıkıntı çektim ama olsun, bunlar besliyor müziği” diyor. Hapse girersin de gerçekten turpun büyüğü heybendedir, anlarım. Selda Bağcan’ın sadece şarkı sözleri başa bela. “Üç karanfil vereceğim” sözlerini Deniz Gezmiş’lere ithaf ettiğini düşünüyorlar. “Mahpuslara güneş doğmuyor” sözlerini de yine Deniz Gezmiş’e, onlar hapiste diye. Hatta bu şehir efsanesi o kadar yayılıyor ki Deniz Gezmiş’in nişanlısı olduğuna dair dedikodu çıkıyor. “Ben bırak nişanı, tanışmıyorum bile, o İstanbul’da, ben Ankara’da okuyo rum o dönem; hiç karşılaşmadık, hiç görmedim kendisini” diyor. İlk toplatılan plağı “Vurulduk Ey Halkım, Unutma Bizi” sözleri yüzünden. Şiiri ilk duyduğunda o da sözlerine vurulmuş, hemen bestelemiş ve söylemiş. Yazanın Zülfü Livaneli olduğunu da bilmiyor, anonim yazmış sözün karşısına. Yıllar sonra Zülfü Livaneli’yle işin esprisini yapmış. İyi ki senin yazdığını bilmiyordum, adını yazmadım, yoksa sen de yargılanacaktın, bana teşekkür borçlusun” diye! Koçero şarkısının sözleri yüzünden de yargılanmış! Hem de 40 gün Metris’te gözaltında kaldıktan sonra. Devletin bana çok borcu var derken haklı. “Ama yine de o dönem, hiç olmazsa suç uydurmuyor, iftira atmıyorlardı, şarkı sözü diyorlardı, casusluk demiyorlardı diye bir tarafı da var işin.” Patron... Selda Bağcan’la korona günlerinde herkes kararmış evinde izole otururken çalışıp çıkardığı “40 yılda 40 şarkı” albümü için buluşmuş konuşuyoruz. Tabii ki pandemi başladığı anons edildiğinde herkes gibi büyük şok yaşamışlar, Bodrum’a tatile gideceklermiş, korkup bileti iptal etmişler, ardından da kısıtlamalar başlayınca kalmışlar mı İstanbul’da. Bari çalışayım, demiş. Selda Hanım, sadece müzisyen değil, aynı zamanda yapımcı, hem de İMÇ gibi yerde, hem de muhasebesini bile kendi tutan bir patron, Cenk Eren’e yeni çıkardığı plağı gösteriyor. Gitmiş faturaları almış ofisten, evde önce hesap kitap işlerini bitirmiş. Sonra yeni LP’yi hazırlamış ve 15 gün önce de piyasaya vermişler ki küçük bir reklamla ilk parti bitmiş bile, ikinciyi basıyorlar! Tabii bu, bütün işler yürüyor demek değil. O da bütün müzisyenler gibi anlaşmasını yaptığı bütün konserlerin ertelenmesinden üzgün, işlerin tekrar ne zaman açılacağını da pek bilemiyor. Bir dünya turnesi anlaşması varmış 2021’e kalmış. ABD’de on şehir gezilecekmiş, bu koşullarda ne kadar neresi gezilir meçhul. Avrupa turnesi varmış o da kalmış. Ağus AKTROLLER, KÜRTTROLLER Aslında fen fakültesi fizik bölümü mezunu; kimya, matematik sevi yor. Müzik eğitimi daha çok kulak tan dolma. Bestelerini kendisi yapı yor ama aranjeler ağabeyden. Zaten ailede müzik yapmayan yok. Herke sin sesi şahane! Kızların adı bile Se renat, Sonat diye gidiyor! Serenat, başta Fazıl Say’ın, hepimizin sevdiği şarkıcımız! 2021’de meslekte 50. yılını kut layacak. Toplam 260 şarkılık bir al büm çıkarma, bir de kutlama konse ri hayallerini kuruyor. “Bunca yıl si zinle çok uğraşan devlet, herkesle uğraştığı bu son yıllarda sizin peşini zi bıraktı galiba, bir sıkıntı yok mu” diye soruyorum. Daha çok toplumsal linçlerden şikâyetçi. Ve provokas Selda Bağcan ile evinde buluştuk. Koronavirus karantinasındayken boş durmayıp çalışanlar var: 40 yılda 40 şarkı adıyla söylediği şarkıları toplayan iki long play çıkaran sanatçı, geçmişini değerlendirdi. yonlardan. Geçenlerde İzmir’de camii hoparlöründen “Yuh Yuh” şarkısının çalınmasına çok sıkılmış. Besbelli kışkırtma. Menajeri ve fan grup ları tarafından yönetilen sosyal medya hesaplarında en ufak bir paylaşımda linç edilmekten yo rulmuş. “Instagramımda sadece konser ve müzik etkinliklerimiz var; Twitter’dan uzak duruyoruz, ne yazsak suç. Aktroller, solt roller, Kürttroller saldırıyor, vaz geçtik artık bir şey yazmıyoruz” diye yakınıyor. Bravo, zaten istenilen de bu. Ne güzel söyledi; bundan ön ce de çok baskı gördük, gözal tılar, mahkemeler, ama hiç ol mazsa saçma bile olsa suçlama belliydi, şimdi o bile değil! İste niyor ki herkes deliğine girsin, kafasını içeri çekip sussun. Sel da ise haykırıyor; Yaz Gazeteci Yaz! Konserlerinizde en çok is tenen şarkınız hangisi diye so ruyorum. Yanıt anlamlı “Yuh! Yuh! Yuh!” Boşuna bunu seçme mişler minareden çalmak için! Fahrettin’in konserlerine niye Eğitimini aldığı fizik kimya bilgilerini ailenin çocuklarına öğretmek için kullanmış bir tek; müzik ise bir tek gitar derslerinden. mi çıkmıyor? Ne seyircisi orada, ne de gerçek müzisyenler, ne işi var orada? tostaki İngiltere konseri de meçhul. Eylül ayı için bir Neşet Ertaş konseri teklifi almış, bir de İzmir’den davet. Neyse ki belediyeler aramaya başlamış bile. Geçen yıl hepsi aynı hafta, farklı şehirlerde 4 konsere çıktığı oluyormuş çok kısa aralıklarla. Bu sene hepsi iptal. Yine de hayat çalışmaktan ibaret değil, şimdi Bodrum’a gidiliyor, denizle buluşma var ufukta. Biraz da yeme içme. Evde kalındığı sırada dışarıdan hiç yemek getirtilmemiş, kebaplar, balıklar çok özlenmiş! Maşallah iştah da var! Konserler çok meşakkatli Konserleri seviyor mu? Seyirciyle birlikte olmayı seviyor ama çıkana kadar çok heyecan, çok gerginlik yaşıyor, “çok meşakkatli” diyor. Bu üç buçuk ay çok dinlenmiş ama belli ki sonbahardan sonra başta avans aldığı iş leri, konserleri yapmaya da başlamak istiyor. “Çalışmaya başlarım” diye yineliyor. Alışık olunca boş oturmak zor. Kolay değil, bütün bir hayat, çala söyleye geçmiş. Selda Bağcan, ortaokul yıllarında başlamış şarkı söylemeye. Önceleri klasik gitar dersi almış, çalıyor, o yıllarda rock söylüyor, Beatles, Fransızca şarkılar, yabancı hep. Hiç Türkçe pop söylememiş, sonra bir ortamda türküleri keşfediyor, çok etkileniyor. Onları gitarla aranje edip söylemeye başlıyor. Anadolu Rock olayı böyle başlıyor. Daha sonra “Olcay Poyraz’ın annesi Türkan Poyraz elimden tuttu” diye anlatıyor, Amalia Rodriguez’den fado bile söylüyor ve bir gün ünlü Times dergisinin sıralamasında dünyanın en iyi 81 kadın vokali arasında Amalia ile kendisini aynı listede görünce çok mutlu oluyor. Marmara Asil Güney Ünal, 9 Yaş, İstanbul Çocuklar resim yaptı, kazandı Geleceğin sanatçılarını teşvik etmek amacıyla bu yıl 39.’su düzenlenen Uluslararası Pınar Çocuk Resim Yarışması’nı kazanan minik ressamlar belli oldu. “Her şey çocuklarımız için” sloganıyla, “Serbest” temada yapılan yarışmaya Türkiye’nin 7 bölgesi, özel eğitim ve uygulama okulları, sosyal medya ve Almanya’daki 614 yaş aralığındaki tüm çocuklar katılma fırsatı yakaladı. Yarışma sonucunda Türkiye’nin her bölgesinden, Almanya’dan, sosyal medya üzerinden ve özel eğitim uygulama okullarından toplam 10 geleceğin ressamı tablet ve profesyonel resim çantası hediyesi kazandı. Doğu Anadolu Asil Ali Olgun, 13 Yaş, Bingöl Metin Aydoğan’ı yitirdik “Türkiye Üzerine Notlar”, “Atatürk ve Türk Devrimi”, “Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye” kitaplarının yazarı, yaşamını Atatürk ilkeleri ve Cumhuriyet devrimini anlatmaya adayan Türk aydını, yazar Metin Aydoğan yaşamını yitirdi. “Olaylar ve Görüşler” sayfamızın yazarlarından olan Aydoğan, geçirdiği ani kalp krizi nedeniyle dün aramızdan ayrıldı. Aydoğan’ın cenazesi, yarın İzmir Bostanlı Beşikçioğlu Camii’nden ikindi namazının ardından kaldırılarak, Karşıyaka Doğançay Mezarlığı’na defnedilecek. Aydoğan’ın yaşamını yitirdiği öğrenen yazarlar, öğrencileri, dostları ve okurları onu “sürekli ve üretken bir eylemlilik içinde olan bir antiemperyalistti” diye anarken, “Türk ulusu çok büyük bir aydınını kaybetti” mesajları yayımladı. Gazetemiz yazarı Doç. Dr. Barış Doster, “Metin Aydoğan, Kemalist, Cumhuriyetçi, ulusalcı dünya görüşünün çok yetkin, çok üretken, çok başarılı, aydın ve araştırmacıların Metin Aydoğan dandı. Kitaplarından elde edebileceği geliri para olarak almaz, yayınevlerinden kitap olarak alırdı. Telifi karşılığında aldığı bu kitapları da kitap alacak gücü olmayan okurlara, gençlere, posta bedelini de kendisi ödeyerek ulaştırırdı. Bu şekilde on binlerce gence kitap ulaştırmıştır. Bütün Cumhuriyetçilerin, Kuvayi Milliyecilerin başı sağ olsun” dedi. l ANKARA/Cumhuriyet Ölürken şarkı söylemek mi? Opera nedir sorusu, operayı bilmeyenler için, “sahnede insanların ölürken şarkı söylediği sanattır”. Bir şeyi yeterince tanımıyorsanız ve tanımak için de çaba harcamıyorsanız, onu alay konusu yapmak en kolayıdır. Opera kocaman bir ekip sanatıdır. Tiyatroyu, müziği, dekorları ve giysileriyle resim sanatını; librettosundaki şiirsel öykü ile edebiyatı, danslarıyla bale sanatını barındıran; rejisörüyle orkestra şefinin işbirliği yaptığı müthiş zengin bir sanat dalıdır. Opera sanatçısı en ağır sanat dallarından birini seçmiş demektir. Mitoloji, edebiyat, sosyal tarih, opera tarihi, genel müzik tarihi yanı sıra, tiyatroculuk, müzisyenlik, dans sanatı, mim sanatı bilgilerine sahip olması gerekir. Her şeyden önemlisi de çalgısını kendi bedeninde taşımasıdır. Çalgısı sesidir. Sesini korumakla, ona iyi bakmakla yalnız kendi sorumludur. Sesine ifade katarken, söylediği aryanın bestelendiği çağdaki üslubu iyi bilmek zorundadır. Ayrıca sahne ve salon akustiğini de iyi tanımalıdır. Son kitabım Leyla Gencer’i yazarken beni en çok etkileyen, bir operacının yaşam disiplini oldu. Kitabın sonundaki Epilog’da Leyla Hanım’ın genç bir operacıya öğütlerini hayal ettim: “Önce bestecinin üslubunu çok iyi tanımalısın. Eserin içindeki teksti çok iyi bilmelisin. Su gibi İtalyanca ve birkaç lisan öğrenmelisin. İyi bir operacı, müzik kadar tiyatroya da hâkim olmalı. Şarkıyı söylerken içindeki hikâyeyi teatral olarak yaşatmalısın. Seni seyretmeseler de sesinle dramatik ortamı duyurmalısın. Kendine intizamlı bir sistem kurmalısın. Sahne, aile, çevre arasında bir muvazene bulmalısın. Yalnız kendi branşına değil, hayatta her şeye alaka duymalısın: Politika, edebiyat, dans, moda… Biz öyle bir devirde yaşadık ki, bütün meslektaşlarımız birbiriyle yarış halindeydi. Kültürümüzü geliştirerek ve aklımızı kullanarak fark yarattık. Sahneye çıkana kadar yaşadığın tedirginlik senin en yakın arkadaşındır. O seni bir sonrası için kamçılayacaktır. Bir sonrası ise sahneye attığın adımdır. Sahnenin korkulacak bir yer olmadığını her temsilde yeniden öğreneceksin. Başın hep dik olacak. Gün gelip seni yakan hadiselerde gözyaşlarını içine akıtmasını bileceksin. Sahne senin iyileşmeni beklemez. Orada şahsi hüznünü arkaya atıp, yine sahnedeki kimliğinle teselli bulacaksın. Temsil sonrası alkışlar, bravolar duyacaksın, sevineceksin ama biraz sonra hepsi havaya karışacaktır; o gece seninle eve kadar bile gelmezler, onlara kapılmayacaksın. Rakiplerini tanıyacaksın. Diğer kastların oyununu da gidip seyredeceksin. Sahnenle, seyircinle arana kimse giremez. Sahnedeki büyülü havayı teneffüs edip seyirciyi peşinden sürükleyeceksin. Sahneye çıktığında güncel teferruatlar artık bir sis bulutu gibi uçmuştur: Parasızlık, yalnızlık, aşk acısı, hırslar, öfkeler, rekabet hepsi geride kalmıştır. Sen şimdi Lady Mackbeth veya Norma’sın. Bellini’yi söylerken Chopin’in piyano noktürnlerindeki melodi akışını dinlemelisin. Donizetti operalarındaki psikolojik derinliklere vâkıf olmalısın. Dostların arasında yalnız operacılar değil, renkli insanlar da olmalı: Ressamlar, tiyatrocular, şairler, politikacılar. Odalara kapanıp, sahneev arasında bir düzen kuramazsın. Kılık kıyafetin ehemmiyeti yalnız sahnede değildir. Sokakta, arkadaşlarının arasında temayüz edeceksin. Primadonna olmadan önce o davranışı öğreneceksin. Sahnede makyajla, ihtişamlı kıyafetle donatılırsın. Gündelik hayatında giyiminle, zarafetinle dikkat çekecek, kendi hayatının primadonnası olacaksın. Daima vakur ve kendine güvenli bir imaj yaratacaksın. Norma gibi kendini ateşe atmaya, Butterfly gibi hançerinle harakiri yapmaya hazır mısın? Aida gibi sevgilinin yanı sıra kendini o soğuk mezara gömebilecek misin? Yalnız rolünle değil, sesinle de bu hissiyatı yaşatabilecek misin? Kendine güveniyorsun değil mi? Hadi bakalım, yolun açık olsun.” Şimdi de siz okurlarıma ben soruyorum: En son hangi opera temsilini gördünüz? Hayatınızda sizi en çok etkileyen temsil aklınızda mı? AKM’yi özlüyor musunuz? Ben 1997’de, Aya İrini’de izlediğim Bertoni’nin Orfeo operasını unutamam. Şef C. Scimone, I Solisti Veneti’yi yönetiyordu. San Magno Korosu ve solistleri icra ediyordu. Sahne ileri doğru büyütülmüştü. Aya İrini’nin atmosferine bu kadar güzel uyarlanmış olması da ayrı bir sanatçılıktı. İşte opera böyle bir şeydir: Her yönüyle izleyenin dikkatini çekmelidir. İlk gençliğimden beri AKM’deki bütün operaları izledim. Önce konusunu okuyup bestecileri tanır, sonra program notlarına bakıp o gece hangi kast oynuyor diye heyecanla perdenin açılmasını beklerdim. Oscarlar da ertelendi Sinema dünyasının en prestijli ödüllerinin verildiği Oscar Ödül Töreni’nin, koronavirüs salgını nedeniyle ertelendiği bildirildi. Ödül gecesini organize eden Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi’nden yapılan açıklamada, 28 Şubat 2021’de düzenlenmesi planlanan 93. Oscar ödülleri gecesinin 25 Nisan 2021’e ertelendiği belirtildi. Açıklamada, “Ödül tarihini uzatmakla, film yapımcılarına, filmlerini bitirip gösterime sokmaları için gerekli esnekliği sağladığımızı ümid ediyoruz” ifadesi kullanıldı. Oscar’a aday gösterilecek filmler için başvuru tarihi de 28 Şubat 2021’e kadar uzatıldı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle