19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
DİZİ TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN 9 11 HAZİRAN 2020 PERŞEMBE TOPRAĞIN ALTINDA ONCA ZORLUĞU ALT ETTI AMA KORONAVIRÜSE DIRENEMEDI ‘Çocuklara sahip çık’ RAKAM DEĞİL İNSAN 1 İPEK ÖZBEY MUSTAFA K. ERDEMOL İlk hafta sonu sokağa çıkma yasağı duyurulurken “30 il ve Zonguldak’ta” ifadesi dikkat çekmişti. “Neden Zonguldak’ı da katarak 31 il dememişlerdi” diye düşünen çok olmuştur. Oysa çok basit bir nedeni vardı bunun. 30 büyük il kadar nüfusu yok Zonguldak’ın. Böyle olmasına rağmen o iller kadar salgın merkezi olma potansiyeline sahip. Çünkü, yıllardan bu yana akciğer hastalıklarının merkezi durumunda bir il Zonguldak. Uzun zaman da böyle kalacağı tahmin ediliyor. Bağışıklık sisteminin zayıflığını çok sevdiği bilinen koronavirüsün bulaşma hızının Zonguldak için ciddi bir risk taşıması bu nedenle şaşırtıcı değil. Bir emekçi kenti olarak Zonguldak çevre kirliliği açısından da “ligin üst” sıralarında yer alıyor. Acımasız endüstrileşmenin insan sağlığını dikkate almayışı Zonguldak özelinde çok iyi görülebilir. Barış Doğru’nun (https://www.iklimhaber. org/temizkomurmasallari30buyukilvenedenzonguldak/) verdiği bilgilere göre, Zonguldak Merkez ve Çatalağzı ilçesinde taş kömürü kullanan 3.090 MW kurulu güce sahip dört adet santral faal durumda. Doğru, “Çevre Mühendisleri Odası’nın 2018 yılında yaptığı saha çalışmasında, bölgedeki hava kirliliği yükünün Türkiye, AB mevzuatı ve Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) belirlediği değerlerin üzerinde olduğu, mevcut termik santralların tam kapasite ile çalışmaması durumunda bile mevzuatlarla belirlenen tüm sınır değerlerin aşıldığı belirlenmiş durumda” diye özetliyor kentin durumunu. Nüfusun yüzde 60’ı hasta Yani şu koronavirüsü alt etmede çok önemli olan güçlü bağışıklık konusunda hayli zayıf durumda bir kent Zonguldak. 1.5 kilometre karelik alanda kömür tozu püskürten 7 termik santral nedeniyle şehirde yaşayanların yüzde 60’ı akciğer hastalıklarıyla boğuşuyor. Salgın kaynaklı ölüm oranında İstanbul’u geride bırakmış, vaka yoğunluğu açısından da üst sıralarda yer almış durumda. Koronavirüs solunum yolu rahatsızlıkları yaşayanları çok daha fazla etkiliyor. O nedenle 30 büyük ilin yanı sıra Zonguldak’ın da eklenmesi anlaşılır bir durum. Zonguldak’da 160’a yakın vaka, 15’e yakın da ölüm vardı. Koronavirüsten yaşamını yitirenlerden biri de Türkiye Taş Kömürü Kurumu Üzülmez Müessese Müdürlüğü Asma İşletmesi’nde elektrik teknikeri olarak çalışan 28 yıllık maden işçisi, iki çocuk babası, 52 yaşındaki Kemal Soytürk’tü. 29 Mart’ta kaldırıldığı Atatürk Devlet Hastanesi’nde tam 9 gün tedavi görmüş, ama ne yazık ki kurtulamamıştı. Hastanede tedavisi sırasında ailesini ve arkadaşlarını uyararak “evde kal” çağrısı yaptığı anlatılıyor. Zaten ağır bir emekçi yaşamına sahip olan Soytürk’ün yıllarca yeraltı koşullarına dayanan bedeni bu kez dayanamamıştı. Hastalığın öğrenilmesi, tedavi süreci, kaybından sonra koronavirüsün “psikolojik kurbanı” olmuş ailesi elbette çok acılı bir süreç yaşadı. Onların yaşadıkları aslında Zonguldak’ta koronavirüse kurban giden başta madenci yakınları olmak üzere tüm emekçilerin ortak trajedisi. O nedenle ondan söz edecek oluşumuz, aslında tüm Zonguldak emekçilerinden söz etmek olacak. “Kimseyle görüşmeyin” Gazeteci arkadaşım, meslektaşım Ali Ayaroğlu Zonguldak’ta Soytürk’ün eşi Ebru Soytürk’le konuştu. Acılı eş yaşadıklarının tam bir dram olduğunu söylüyor. Başlangıç artık bildiğimiz gibi. Hemen tüm vakalarda önce bunu duyduk çünkü. “Kemal evde rahatsızlandı. Doktora getirdik, koronavirüs başlangıcı olduğunu söylediler. Bizi eve göndererek ‘kendinizi karantinaya alın, kimseyle görüşmeyin’ dediler” diyor Ebru Soytürk. Birkaç gün evde kalan, verilen ilaçlara devam eden Soytürk’ün ateşi düşmeyince yeniden hastaneye götürülür. Yapılan iki tomografi karşılaştırıldığında ciğerindeki lekenin daha da büyüdüğü görüldü. Kemal Soytürk’ün hastaneye kabul edilerek yatırılması o gün gerçekleşir. Tabii eşi ve çocukları da karantinaya girer evlerinde. YARIN: TÜRKİYE’NİN İŞKUR ÖNÜNDE ÇAY SATARKEN TANIDIĞI YUSUF DEMİR... Dünyayı kasıp kavuran koronavirüs Türkiye’de de can almayı sürdürüyor. Nicedir 83 milyon, her akşam 7 sularında ekran başına geçip, Sağlık Bakanı’nın vereceği “rakam”ları bekliyor. Kaç kişi hastalanmış, kaç kişi hayatını kaybetmiş, kaç kişi entübe olmuş... Rakam biraz düşünce, bir rahatlama geliyor ama ateş düştüğü yeri yakıyor elbet... “Rakam Değil İnsan” yazı dizisi için koronavirüsten hayatını kaybedenlerin yakınlarına ulaştık, hikâyelerini, gerçekleşememiş hayallerini dinledik. İlk durağımız Zonguldak... Hayatını kaybeden 52 yaşındaki maden “işçisi” Kemal Soytürk’ün evindeyiz... Kemal Soytürk ‘Yatak yok’ dediler eve yolladılar Soytürk, hastanede arkadaşıyla yazışmış, “Aklın varsa çıkma” demişti. Soytürk’ün eşi ve iki kızı, aile olarak büyük travma yaşadık larını söylüyor... Sağlık sorunları konusunda uzun bir geçmişe sahip Zonguldak’ta, buna rağmen yatak yetersizliği gibi bir sorunun olmasına inanamıyor insan. Birdenbire karşılaştığımız şu salgın nedeniyle, ne kadar hazırlıklı olunsa da kimi yetersizlikler yaşanacağı öngörülmüştü ama yine de ilk öneri olarak koronavirüs kapmış olanları evlerine göndermek başka risklere de kapı açıyor. Önlemleri konusunda henüz ne yapılacağına ilişkin onca bilgi eksiğinin olduğu ilk dönemler özellikle çok acı sonuçlara yol açtı. Kemal Soytürk’ün dramı sadece bir örnek. “O gün beni aradı hastaneden Kemal” diyor Ebru Soytürk: “Ebru, gel beni al. Beni hastaneden çıkarıyorlar dedi. Ben de kendisine hasta olduğunu, nasıl çıkarılacağını sordum. Yatak olmadığını ifade etmişler. Ben gidip Kemal’i alıp eve geldim. Evde nefes alamamaya başladı. Ateşi gittikçe yükseldi. Hemen ambulans çağırdım. 3 gün serviste kaldı. onun ardından Kemal’i yoğun bakıma aldılar”. “Babanı kaybettik!” Yoğun bakıma girmeden önce eşine telefon ederek çocuklara sahip çıkmasını söylediğini öğreniyoruz Kemal Soytürk’ün. Sonunun ne olacağını fark ettiğini anlıyoruz bundan. O yoğun bakımda yatarken eşi Ebru ile kızı Aybüke de koronavirüse yakalanır. Anne kızı hastanede aynı odada tedaviye alırlar. “Artık hastanede yaşamaya başlamıştık” diyor Ebru Soytürk. Henüz kendinde olduğu sıralarda Kemal Soytürk görüntülü mesajlar yoluyla hastalık konusunda uyarılar yapar. Durumun ciddi olduğunu, önlemlerin ihmal edilmemesi gerektiğini söyler sürekli. Kendi deneyimlerinden söz eder, geç kalınmaması konusunda uyarır dostlarını ve herkesi. Aynı hastanede aynı sorunla bo ğuşurken babalarına ilişkin haberleri “dışarıdan” duyar anne kız. “Artık hepimiz hastanede yaşar olmuştuk. Kemal ile ilgili haberleri ortak arkadaşlarımız aracılığı ile alıyorduk. Bir gün kızıma Kemal’in arkadaşlarından bir mesaj geldi” diyor Ebru Soytürk. Mesajda “Babanı kaybettik. Hepimizin başı sağ olsun” yazıyordu. “Bizim dışımızdaki insanlar bizden önce haber almışlardı” diyor Ebru hanım. Koronavirüs hayallerimizi çaldı Bunun doğal bir durum olduğunu kimse söyleyemez. Aile bireylerinin birbirleri hakkında bilgilendirilmeleri hasta ve hasta yakınlarının hakları arasında oysa. Sağlıkçılar, kuşkusuz moral açıdan olumsuz olacağını düşünerek anne kızın tedavilerinin gidişatını etkileyeceğini hesaba katarak bu tür bilgilendirme yapmamış olabilirler. Ancak acı haberin başkaları tarafından verilmiş olmasının yaratacağı acı ve travma da herhalde yabana atılamaz. Aybüke işte tüm bunları yaşadı. Anne Ebru Soytürk “Kızım yakasını, bağrını parçalamaya başladı. Birbirimize sarılıp acımızı bile paylaşamadık. Son görüşmemiz yoğun bakıma girerken vedalaşma oldu. Hala inanılır gibi değil” diyerek anlatıyor o anı. Aile olarak büyük travma yaşadıklarını, hâlâ kendilerine gelemediklerini de vurgulayarak “Sanki Kemal bir gün çıkıp gelecekmiş gibi bekliyoruz. En büyük darbeyi bize vurdu” diyor. Kemal Soytürk, yaşıyor olsaydı emekli olacak, yeni bir yaşam kuracaktı kendisine ve ailesine. “Hayallerimiz koronayla birlikte gitti. Şimdi bana düşen görev çocuklarıma hem anne hem baba olmaktır” diyor Ebru Soytürk. Onun da tıpkı kaybettiği eşi gibi herkese bir mesajı var: “Herkese sesleniyorum. Bilim adamlarının söylediklerine kesinlikle uymalı, ona göre hareket etmelidir. Bu virüsün hiç şakası yok. Vurduğu gibi alıp götürüyor”. Hayat sürüyor ama nasıl? Yaşam kimileri için ders verici bir anlam taşımıyor demek ki. Bazıları için salgın öncesi sonrası diye bir ayrım yok. Davranışları gözden geçirmek, faydacı tutumlar almayı bırakmak yok. Fırsatçılık aslında bu tür kriz, kaos ortamlarında zirve yapar. Arsızın, uğursuzun aradığı anlardır bu anlar. Ebru Soytürk onca acı içerisindeyken bir de dolandırıcılarla uğraşmak zorunda kalır. “Acılarımızı yaşarken kimliği belirsiz kişiler tarafından tehdit edilmeye başlandık” diyor. Sözüm ona eşi Kemal’in o kişilere borcu varmış. “Benden habersiz alışveriş yapmazdı” diyor Ebru hanım: “Trafo aldığını söylediler. Avukatımızla birlikte gerekli yerlere suç duyurusunda bulunduk, verilen IBAN numarası Adana’dan, arayan telefonun birisi de Karabük’ten çıktı. Dolandırıcılarla başımız dertte”. Zaten çok ağır bir işçilikten sonra, hayalini kurduğu emekliliği yaşamadan hayatını kaybetti Soytürk. Eşi artık hem kendisi hem de kızı için zorlu bir yaşam mücadelesi verecek. Hepsini göğüslemeye hazır. Ama kabul edemediği, tahammül edemediği tek bir şey var; başkalarının acısını fırsat bilerek dolaylı gasp peşinde koşuluyor olması. Virüsü elbette yeneceğiz ama sosyal açıdan virüsten daha tehlikeli olan “insan bencilliğini” yenmek pek o kadar kolay olmayacak. TÜİK’te atama Enflasyonu! Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Osmanlı döneminde 1891’de kurulan Merkezi İstatistik Encümeni’ne dayanıyor. Cumhuriyet’le birlikte Merkezi İstatistik Dairesi, İstatistik Umum Müdürlüğü, Devlet İstatistik Enstitüsü adları altında hizmet verdi. AKP iktidarında bugünkü adını aldı. TÜİK için şöyle bir benzetme yapabiliriz: İnsanlar için kan sayımı ne ise TÜİK’in verileri de devlet için odur. Kan tahlilinde onlarca veriden birkaçının yanlış yazılması, vahim sonuçlar doğurabilir. Enflasyon, nüfus sayımı, tarım verileri, sanayi ve işyeri sayımları, ölümdoğum oranları, ölüm nedenleri, hanehalkı durumu başta olmak üzere devletin gereksinim duyduğu bütün verileri üretiyor. Böyle bir kurumun birinci derecede özen göstermesi gereken değeri, “güven”dir. Güven, bir kullanımlıktır! Bir kez güveni yitirdiniz mi; o eksik, gölgeniz olur. En çarpıcı rakamı üretseniz bile “acaba” sorusu silinmez! HHH TÜİK ne yazık ki bu güveni kaybedeli çok oldu. İnsanlar artık TÜİK verileri doğruyanlış diye bakmıyor. Örneğin, “TÜİK’in enflasyonu bu ama mutfak enflasyonu öyle değil” diyor. Son birkaç yıldır TÜİK’in üst düzey yönetiminde değişim enflasyonu var. Neredeyse patlama düzeyinde. Ekim 2018 enflasyonu son 15 yılın rekoru olunca AKP hemen önlem aldı. Nasıl olur? Enflasyon bu kadar artmaz, demek ki hesaplama hatası var! Büyüklerin sabrı taştı, bardak taştı... Derken bu hesaplardan sorumlu Başkan Yardımcısı Enver Taştı görevden alındı. Mayıs ayından bu yana yaşananları da arkadaşımız Mustafa Çakır dünkü Cumhuriyet’te aktardı. 18 Nisan 2019’da Başkanvekili Mehmet Aktaş Merkez Bankası’na atanınca yerine Yinal Yağan atandı. 13 ay sonra 22 Mayıs 2020’de Yağan da buradan Sümer Holding’e gönderildi. Yerine Başkan Yardımcısı Muhammet Cahit Şirin atandı. Yağan gibi Şirin de vekâleten! Şirin göreve geldikten iki hafta sonra 26 bölge müdüründen 10’unu aldı. Enflasyon hesabına vurunca yüzde 35 değişiklik! Gelenler de gidenler de AKP’nin öz kadrosundan. Otuziki imbikten geçirip o göreve getiriyorlar, rakamlar istenildiği gibi olmayınca alınıyorlar! HHH Son TÜİK başkanvekilinin bu göreve ne kadar layık olduğunun önemli bir kabulü var; Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın Özel Kalem Müdürü Elif Hanım’ın eşi. Şirin, uzun yıllardır TÜİK bünyesinde olur, bu alanda eğitim almıştır, kurumu ve işlevini iyi bilmektedir; böyle bir durumda kimin eşi olursa olsun, anlatılabilir bir yanı olur. Ancak Sayın Şirin bu kurumda daha iki yıllık! Önceki başkanvekili, damat Berat Albayrak’ın Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı döneminde maden işleri bölümünde görevliydi. Sözü uzatmanın gereği yok; en büyük işsiz kesimin yüzde 35’le üniversite mezunlarının olduğu ülkemizde asıl mezun olunması gereken yerleri sıralayalım: Hemşeri Meslek Yüksek Okulu’ndan mezunsanız iyi kötü, az maaş çok maaş mutlaka bir işe yerleşirsiniz. Akraba Bilimleri Fakültesi’nden mezunsanız, işinizi siz seçersiniz. Genel müdürlük mü yapsam, yoksa daire başkanlığı mı? Bakanlık ne güne duruyor... Karar sizin! Biat Yüksek Mühendisliği Fakültesi mezunu iseniz işiniz garanti olduğu gibi sürekli yükselirsiniz. Arada açığa çıkmış gibi olursunuz ama sakın üzülmeyin, mutlaka yükselecek bir yer bulursunuz. Bütün bu yüksekokul mezuniyetlerinin üstüne Muhalefete Saldırı Bilimleri Enstitüsü’nde doktora yaptınız mı, sizi hiçbir güç bulunduğunuz koltuktan indiremez. Diyelim ki, saldırının dozu çok yüksek oldu, yüksektekiler göğüsleyemedi. Görevden alınırsanız sakın üzülmeyin. Mutlaka daha üst bir yere atamak için bu yapılmıştır. Devleti yönetenlerin eğitim seviyesi bir yüksek bir yüksek ki, sormayın! TBMM’de virüs alarmı TBMM’de geçen hafta mesainin başlamasından birkaç gün sonra Genel Sekreterlik katında görev yapan temizlik işçisinde virüs tespit edildi. Şüphe üzerine katta görev yapan tüm personele test yapıldı, testler negatif çıktı, personelden kendilerini 14 gün gözetim altında tutmaları istendi. Kattaki personel değiştirildi. l ANKARA/Cumhuriyet CHP’li Üstün yaşamını yitirdi CHP Afyonkarahisar Bayat İlçe Başkanı Mehmet Ali Üstün (64) böbrek rahatsızlığı nedeniyle tedavi gördüğü Ankara’da hayatını kaybetti. Üstün, tedavi için 28 Mayıs’ta Ankara’daki kızının yanına gitti. Buradaki bir hastanede tedavi olan Üstün, bu süreçte koronavirüse yakalanarak yaşamını yitirdi. Üstün’ün eşi ve kızı, karantinaya alındı. Üstün’ün cenazesi dün ilçeye bağlı Doğlat köyünde, 1.5 yıl önce yaşamını yitiren kızının yanında defnedildi. l DHA
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle