22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KÜLTÜR EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN 13 11 HAZİRAN 2020 PERŞEMBE ARKADAŞIM JAMES BALDWIN 53 YIL ÖNCE SÖYLEMIŞTI: Nefes alamıyorum! İlk karşılaşmamızdı. Ben çiçeği burnunda mesleğe yeni başlamış bir gazeteci, o ünlü bir yazar... Tarih 1967. Yer İstanbul. Mevsim sonbahar. Kapkara gözlerini kocaman açmış, “Buradayım çünkü kendi ülkemde nefes alamıyorum” demişti. “Burada rahat nefes alabiliyorum” dediği İstanbul’a yeni romanını bitirebilmek için gelmişti. Ah benim canım arkadaşım James Baldwin... Gel gör ki bugün “burada” da kimse rahat nefes alamıyor! Irkçılık illeti, artık kılık değiştirdi. Buna ayrımcılık diyoruz! Ötekileştirme diyoruz! Dünyanın birçok yerinde vahşi kapitalizmden beslenen totaliter rejimlerin yükselişiyle ayrımcılık, şiddetle, öfkeyle, kinle bütünleşti. Bugün artık elinde kırbaçla, zincir vurduğu ırgat ve ameleyi çalıştıran yok belki ama sabaha karşı evine baskın yapılıp hapsedilen gazeteciler, sırtından vurulan sokaktaki adam, biat etmediği için hapse tıkılanlar, ekmek almaya giden çocuğu öldüren polis, bir emirle görevden alınan seçilmişler ve ötekileştirdiklerimiz var... Yargının, siyasetin emrinde olması var! Tehdit ve gözdağı var! Olmayan tek şey hak, hukuk ve adalet! Yine o söylemişti: “Güç ve cehalet birleştiği anda, adaletin en büyük düşmanı olur!” Ben de ekledim: “Vicdanın da”... Kavgayla başlayan dostluk James Baldwin’le Aşiyan’da, Ahmet Vefik Paşa Kütüphanesi’ndeki buluşmamızın yıllar boyu sürecek bir dostlu James Baldwin ile Zeynep Oral bir arada... ğa dönüşeceğini bilmiyordum elbet. İlk karşılaşmada çok heyecanlıydım. Nasıl olmam ki! 1962’de yazdığı “The Fire Next Time” (Bir Daha Sefere Ateş) adlı kitabı Paris’teki üniversite yıllarımda, tüm gençler gibi benim de elkitabımdı. Bu kitap ırkçılığa karşı bir manifestoydu... (Bizde 2006’da “Bundan Sonrası Ateş” adıyla Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı.) Rastlantı bu ya: Aynı günün akşamı, ona Boğaz’da bir gece kulübünde rastladım. Sevgili dostları Engin Cezzar ve Gülriz Sururi’yle birlikteydi. Masalarına katıldık. Bir ara sohbet olsun diye “müzik ne güzel” diyecek oldum. Ve kıyamet koptu! Sabah benimle güzel güzel konuşan adam yumruğunu masaya vurmuş, üzerime yürüyordu: “Bu... Bu, benim müziğim! Atalarımın müziği! Adam, müziğimi katlediyor! Rezil ediyor!..” Çevremizdekiler onu yatıştırmaya, beni avutmaya çalışırken arkamdan şöyle bağırıyordu: “Sana hiç güvenim yok! Seni men ederim. Benimle ilgili tek satır yazamazsın!” Eyvah! Gazete çoktan baskıya girmişti! Ertesi gün 24 kırmızı gül ve binlerce özürle gönlümü alacaktı. Bitmedi: Engin ve Gülriz’in tiyatrosunda sahneye koyacağı “Düşenin Dostu” oyunu için beni asistanı olmaya ikna etti. Engin Cezzar, Ali Poyrazoğlu, Bülent Erbaşar, Erden Alkan ve Aydemir Akbaş’ın rolleri paylaştığı muhteşem ekip çalışması aylar sürdü... O süreçte çok kavga ettik, çok anlaştık. Kâh başını omzuma koyup ağladı, onun yoldaşı, sırdaşı oldum kâh çocuklar gibi gülüp eğlendik. ‘Bundan Sonrası Ateş’ Minneapolis’te nefesi kesilerek öldürülen George Floyd’un “Nefes alamıyorum” çığlığı dünyayı sarınca, dijital dünya yeniden James Baldwin’i anımsadı... Oysa, önce kendisiyle, sonra ülkesi ve dünyayla hesaplaştığı “Bundan Sonrası Ateş” kitabında ileride olacakları öngörmüştü. “Doğduğun ve kimliğini taşıdığın ül kede sana yer olmadığını öğrenmek hele genç yaşlarda insanda şok etkisi yapar... Ben büyürken bana Afrika’nın tarihi yoktur diye öğretildi. Ben bir vahşiydim ve Avrupalılar tarafından kurtarılmış, Amerika’ya getirilmiştim. Buna inanarak büyüdüm...” Oysa topraktan pamuğu toplayan, demiryollarını kuran oydu, ülkeyi kuranlardandı ve şimdi varlığı sorgulanıyordu... “Düşenin Dostu” oyunu İstanbul’da yasaklanırken, burada yazdığı “Tren Gideli Ne Kadar Oldu” ABD’de yasaklanıyordu... (Ayrıntılar “Büyülü İnsanlar” kitabımdaAlfa Yayınları) 1987’de ölümüne dek dostluğumuz sürdü. Siyahtı, eşcinseldi Baldwin, siyahların hakları, insan hakları için savaştığı aynı zamanda kendi kendiyle de hesaplaşıyordu. Siyahtı. Eşcinseldi. “Kişinin kim olduğu, ne olduğuyla ilgili imgesiyle gerçek kişiliği arasında hep bir çatışma vardır. Bu çatışmayı yok saymak sizi boğup yok edecek bir fantezidir. Çatışmayı göğüslemek, üstüne üstüne gitmek ise sizi gerçek kimliğinize kavuşturabilir” diyordu. Kendisiyle yüzleştikten sonra toplumsal mücadelesini sürdürmeye hız verdi. 1965’te Cambridge’de söylemişti: “Tarihimizi kabul edin. Birbirimize ihtiyacımız var... Varlığımız yok sayılıyorsa, varlığımız bir tehdit gibi görülüyorsa bu devlet baki kalamaz. Yıkılır...” Tüm konuşmalarını içeren “Ben Senin Zencin Değilim” Sevin Okyay’ın çevirisiyle çok yakında Kırmızı Kedi’den çıkıyor. Sabırsızlıkla bekliyorum. Dünyada hiçbir ülke kendi “ırkçılığıyla” yüzleşmedikçe ayakta kalamaz! Bu böyle biline! 70 yıl sonra Pink Floyd’un müziğiyle fırtına gibi esen animasyon filmi Rembrandt’ın otoportresi satışa çıkıyor Londra’daki Sotheby’s Müzayede Evi, önümüzdeki ay karantinadan bu yana düzenleyeceği ilk büyük akşam satışında Rembrandt Van Rijn’in otoportresini açık artırmaya sunacak. Eserin 15 milyon ile 20 milyon dolar arasında alıcı bulacağı tahmin ediliyor. Müzayede evi yetkilileri, eserde ressamın üst sınıf görünmesi için beyaz yaka ve siyah keçe bir şapka takmış olabileceğini belirtiyor. Yetkililerin başka bir teorisine göre gelecekteki eşi Saskia van Uykenburgh’un akrabalarını etkilemek için bu yapıtı yapmış olabilir. Yapıt, 28 Temmuz’da düzenlenecek akşam satışı kapsamında online olarak satışa sunulacak. Biri Amerikalı diğeri Avrupalı iki yetenekli ve yaratıcı insan 1945 yılında birbirini buluyor ve bir animasyon filmi için işbirliği kararı alıyor. KONUK İki kişiden Walt Disney, YAZAR diğeri sürrealist İspanyol GILA BENMAYOR le Salvador Dali. İkisinin nasıl karşılaştı ğına dair rivayet muhte lif. Bu iddialardan birine göre, ikisi Hollywood’un ünlü yapımcısı Jack Warner’in evindeki bir parti sırasın da karşılaşmış. Dali o sırada Alfred Hitchcock’un Spellbound filmi için bir rüya dizisi ta sarlıyor. Ressam Disney hayranı ve hatta ona bü yük Amerikalı sürrealist gözüyle bakıyor. Dali ve Disney Destino (Kader) diye adlandırdıkları kısa bir film yapmaya ka rar veriyorlar. 1946 yılında Dali film üzerinde çalış maya başlıyor, 22 tane tablo ile 135’ten fazla storyboard hazırlıyor. Altı dakika ve 40 saniye süren bu ani masyon filmini tamamlamak 50 yıl filan sürüyor. 2. Dünya Savaşı’nın finansal sı Pink Floyd’un müziğiyle yine ve yeniden gündemde olan “Destino” 2003 yılında New York Film Festivali sırasında gösteriliyor ve aynı yıl “En İyi Kısa Animasyon” filmi dalında Oscar kazanmıştı. kıntıları nedeniyle Disney stüdyosu filmi rafa kaldırıyor. 1999 yılında yeğen Roy E Disney, “Fantasia 2000”in yapımı sırasında animasyon filmini tekrar ele alıyor. Walt Disney ve Dali görememiş olsa da “Destino” 2003 yılında New York Film Festivali sırasında gösteriliyor ve aynı yıl “En İyi Kısa Animasyon” filmi dalında Oscar kazanıyor. Hikâyenin ilginç bir noktası daha var. 1940’lardaki animasyon filmiyle 1999’daki versiyonunu Disney Stüdyoları’nın en yetenekli animasyon sanatçısı John Hench yapıyor. 65 yıl Disney’de çalışan ve emekliye ayrılmış olan Hench 90’lı yaşlarda “Destino” için tekrar stüdyoya dönüyor. “Destino” şimdi Pink Floyd’un müziğiyle yine ve yeniden gündemde. Galeriler Anna Laudel ve Galeri Nev Dünyanın ilk sanal Baskıresim Bienali yapılıyor Engvarist.art, 54 ülke, 600’ü aşkın sanatçı ve 7 sanal galerinin katılımıyla 12 Haziran’da dünyanın ilk sanal bienali olma özelliği taşıyan, Uluslararası Engravist Sanal Baskıresim Bienali’ni dijital ortamda ziyaretçilerine açıyor. Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Lütfü Kaplanoğlu’nun 2016’da kurduğu Engvarist, dünyanın her yerinde yaşayan sanatçılar arasında bir köprü olmayı ve baskıresim sanatının farkındalığını artırmayı hedefliyor. Bir sanatçının tasarımını çizme ve oyma yöntemleriyle kalıba aktardıktan sonra, kalıba verdiği boyayı kâğıt ya da benzeri yüzeylere transfer etme işleminin adlandırılması olan baskıresim üzerine Engvarist, kurulduğu yıldan bu yana uluslararası nitelikte 1 sempozyum, çok sayıda workshop ve sergi düzenlemiştir. Projenin Kreatif Direktörlüğünü Derya Aydoğan’ın yaptığı Sanal Baskıresim Bienali, 12 Haziran 14 Eylül tarihleri arasında www.engravist.art sayfasından ücretsiz olarak ziyaret edilebilir. açılıyor Danny Lebern Glover Sandy Powell Göç Filmleri Me? hmet Sinan Kuran’ı?n “Posthumous” kişisel sergisi 29 Ağustos’a kadar açık kalacak. Koronavirüs salgını nedeniyle bir süredir ziyarete kapalı olan An? na Laudel kapılarını dün yeni bir sergiyle açtı.?Çağdaş minyatür sanatçısı M?ehmet Sinan Kuran’?ın “?Posthumous” başlıklı kişisel sergisi 29 Ağustos’a kadar açık kalacak. Sanatçının farklı davranmamız ve düşünmemiz gerektiği fikrinden yola çıkarak tasarladığı sergi, “birliktelik” kavramı etrafında şekilleniyor. Sergiye adını veren Latince kelime p? osthumous “öldükten sonra gerçekleşen” anlamına geliyor ve Kuran bununla ziyaretçile re, hâlâ hayattayken birlikte olmayı, eskisinden daha duyarlı olmayı ve yeni şeyler öğrenmemiz gerektiğini hatırlatıyor. Galeri Nev de kapılarını bugünden itibaren açıyor. İnci Eviner’in “Kalanlar, Geri Dönenler ve İmalar” adlı kişisel sergisi 19 Eylül’e kadar görülebilecek. Galeri Nev, yaptığı açıklamada galeriye aynı anda en fazla 5 ziyaretçi kabul edeceklerini belirtti. Galeri, ziyaretçilerinden maske takmalarını ve mesafe kurallarına dikkat etmelerini de rica etti. BEKSAV’ın festivali yasaklandı Bilim Eğitim Estetik Kültür Sanat Vakfı (BEKSAV), ‘Sanatta ve Hayatta Direniş’ başlığıyla bu yıl beşincisini düzenlemek istediği ‘1516 Haziran’dan Gezi’ye Direniş Günleri Festivali’nin Kadıköy Kaymakamlığı kararıyla yasaklandığını açıkladı. Festival kapsamında, Kadıköy’de bulunan BEKSAV Baha Bahça ile Süreyya Operası’nda, 16 Haziran’a kadar belgesel, tiyatro gösterileri ve müzik dinletileri gibi birçok etkinlik yapılması planlanıyordu. Yasağa ilişkin BEKSAV, AVM, fabrikalar, madenler, ofisler açıkken etkinliğin yasaklanmasının kabul edilemeyeceğini belirtti. l Haber Merkezi Festivali’nde ödüllü jüri Uluslararası Göç Filmleri Festivali’nde başkanlığını Nuri Bilge Ceylan’ın yapacağı Uzun Metraj Film Yarışması’nın diğer jüri üyeleri de açıklandı. Jüride görev alacak diğer isimler, ABD’li oyuncuyönetmen Danny Lebern Glover, Bosna’nın en iyi oyuncularından Emir Hadzihafizbegovic, Çin asıllı ABD’li oyuncu Joan Chen, Avrupa’nın bilinen ödüllü kadın yönetmenlerinden Danimarkalı Lone Scherfig, üç Oscar ödüllü İngiliz kostüm tasarımcısı Sandy Powell, İran’ın Cannes Ödüllü oyuncusu Seyyid Şahap Hüseyni oldu. Festival, 14 Haziran’da başlayacak. 50’den fazla filmin gösterileceği Uluslararası Göç Filmleri Festivali’nde kazananlar 21 Haziran’da festivalin kapanış ve ödül töreninde açıklanacak. (www.migrationff.com) ‘Lüküs Hayat’tan maskeli hayata Yaşadığımız günlerin maskeli hayatı, bana Lüküs Hayat’ı çağrıştırdı. Çok şeyler geçti kafamdan... Lüküs Hayat, Muhsin Ertuğrul’un Cumhuriyetin 10. yılı için Ekrem Reşit ReyCemal Reşit Rey kardeşlere yazdırdığı, bestesini yaptırdığı müzikli oyun. 1933’ten beri oynanıyor. Görmeyen var mı? Şimdilerde Ankara Devlet Tiyatrosu Çayyolu Cüneyt Gökçer Sahnesi programında yer alıyor. Rey kardeşlere operetin ısmarlanma sonrası, yazılması gecikince, denen o ki Nâzım Hikmet katkıda bulunuyor. Oyunda geçen “Şişli’de bir apartıman” şarkısının sözlerini yazıyor. Nâzım’ın katkısı bununla da kalmamış ki, Vikipedi’de yer alan Rasih Nuri İleri’nin savına göre, yapıtı Nâzım Hikmet yazmış! Öyle mi? Lüküs Hayat, Cumhuriyetin 10. yılıyla sahneye çıktı. Sahne yaşamının büyük bir bölümü İBB Şehir Tiyatroları’nda geçti. En çok da Zihni Göktay’ın başrol oyunculuğuyla... Zihni Göktay, Ahmet İsvan, 1974’te İstanbul Belediye Başkanı seçilince “yevmiyeli” sanatçılıktan kurtulup “kadrolu sanatçı”lığa geçiyor. 28 yıl Lüküs Hayat’ı oynuyor, bu arada kadroda 134 kişi değişiyor, o hep başrolde kalıyor. Dile kolay. Bir oyun ki kendi ve başrol oyuncusu birer efsaneye dönüşüyor... Ne güzel! Bu arada Lüküs Hayat, 1950’de Lütfi Akad’ca filme alınıyor, 1973’te Haldun Dormen’ce televizyona dizi film yapılıyor, çeşitli tiyatrolar tarafından da defalarca oynanıyor. Kısacası Lüküs Hayat, dünya tiyatro tarihinde oynanış rekoru kırıyor. Bu rekor Dünya Guienness Rekorlar Kitabı’na geçmeli diye düşünenlerden Prof. Dr. Orhan Ural ise gereken başvuruda bulunuyor. Lüküs Hayat’ın kişileri Şarkıda dile getirildiği gibi, oyunun kişileri lüks içinde, ama kültür farklılığı yüzünden komik bir yaşam sürüyorlar. Başkişiler Rıza ve Fıstık, Atıfet Hanım’ın Mısır’dan getirttiği elmasları çalmak için girdikleri köşkte, kendilerini maskeli balonun içinde bulurlar. Bu nedenle kendilerinden kuşkulanan olmuyor. Çünkü herkes maskelidir. Kim köşk sahibi, kim zengin, kim hırsız belli değildir. İşte maskeli hayatın Lüküs Hayat’a bağlanan noktası burası olmalı. Günümüzde de herkes maskeli! Kim virüslü, kim virüssüz, belli değil! Kim gülüyor, kim üzülüyor net değil! Maske Fransızca kökenli mask “masqué” sözcüğünden geliyor. İlk anlamı “kişinin yüzüne uygulanarak elde edilen yüz kalıbı”. Kimi dilbilimcilere göre de kavram, İngilizce “mask” sözünden türemiş, o da Latinceden gelmiş. “Maskus” ve “masqa” kelimelerinin anlamı “kâbus” kökeni ile aynı. Olasılıkla da bu sözün Arapçadan Avrupa dillerine geçtiği ileri sürülüyor. Belki bundan Araplar soytarıya, karnavalda yer alan karakterlere “maskqara” (maskara) diyorlar. Maskeli bakış Maskeler insanlığın tarihi kadar eskidir. Üzerine yapılan tezlerde 3 büyük grupta toplanıyor: 1. Oyun (tiyatro, karnaval) maskeleri; 2. Ritüel (tören, ayin, düğün, matem) maskeleri; 3. Üretim (işlevsel, profesyonel, savunma) maskeleridir. Oyun maskeleri Eski Yunan’dan günümüze dek kullanılagelmektedir. Bu maskeler dışında da maske nesne ve kavram olarak toplumla iç içedir. Örneğin yüz ve boyun güzelliği için cilde sürülen krem ve macunlara da maske deniyor. Ama genel kültür diline girmesiyle, maskeli hayatın başlaması yenidir! Yani günümüzde virüsten, mikroptan korunmak için küresel olarak tıp maskesi kullanımı yenidir. Toplumsal eylemlerde polisin sıktığı biber gazından korunmak için gaz maskesi kullanımı yeni değildir! Son iki anlamı daha var ki bunlara da değinelim. Gerçek duyguları gizleyerek aldatıcı görünüş, davranış. Bundan yola çıkarak kişinin oynadığı rol veya hem kendisine hem de çevresine karşı takındığı davranış. Konuya bir de bu açıdan bakınca, ister istemez kötü politikacılar akla geliyor. Çünkü kötü politikacılar, kendilerini ele vermiyorlar, bir anlamda maske kullanıyorlar. Yani Mevlana’nın “Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol” yolu dışında kalıp çokyüzlülüğü seçiyorlar. Belki de politika sözcüğünün “çokyüzlü”lüğüne sığınıyorlar!? Maskenin bir tanımı da kişide yüz ve duyguların mecazi olarak değiştirilmesi demektir. Örneğin demokrat olmayan birinin demokrasiyi övmesi gibi... En çok maskeyi tiyatro kullanır. Ama aynı tiyatro maske kullananların da maskesini düşürür. Lüküs Hayat ve maskeli hayat derken bunlar geçti kafamdan...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle