19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 11 HAZİRAN 2020 PERŞEMBE [email protected] EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: ECE KURTULUŞ DURSUN OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Cumhuriyetin etrafında ÇELIKTEN BIR KALE(*) AYDIN ÖNCEL İfade özgürlüğü ile demokrasi arasında doğrudan bir bağ vardır. Bireyin dilediğini düşünme ve düşündüğünü konuşma özgürlüğü demokrasilerin vazgeçilmez unsurudur. Aynı zamanda insanların çeşitli kaynaklardan bilgi edinmeleri de en temel hakları arasındadır. İnsanlar ancak bu bilgiler ışığında gerçeğe ulaşabilir ve yaşamlarında daha etkin roller üstlenebilir. Bu anlamda, bireysel ifade özgürlüğü ile birlikte basın özgürlüğü bir kat daha önem kazanmaktadır... Basın özgürlüğü liginde Türkiye Norveç, Finlandiya, Danimarka gibi ülkelerin ilk sıralarda yer aldığı Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye 180 ülke içinde Eritre, Djibuti, Vietnam, Suriye, Laos, Yemen, Somali, Brundi, Sudan, Ruanda gibi ülkelerin hemen üstünde, 154. sırada yer almaktadır.(1) Bu tablo, dünyanın birçok geri kalmış ülkesiyle birlikte Türkiye’nin de gazeteciler için adeta cehennem haline getirildiğinin belgesi niteliğindedir. Birçok medya kuruluşunun ortadan kaldırılması ve Türkiye'nin büyük medya kuruluşlarının hükümet yanlısı holdingler tarafından devralınmasıyla sansürde benzeri görülmemiş seviyelere ulaşıldı. Bırakın iç ve dış politikadan konuşmayı, finans piyasalarında meydana gelen dalgalanmalardan bile söz edilmesinin önüne geçilmeye çalışıldığı bugünlerde Türkiye, dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi durumuna getirildi. Bu topraklarda geçen yüzyıl içinde onlarca gazeteci ve yazar çeşitli suikast ve saldırılar sonucu yaşamını yitirdi. Yakın tarihimizde A.İpekçi, Ü.Kaftancıoğlu, Ç.Emeç, T.Dursun, M.Anter, U.Mumcu, O.Kutlar, M.Göktepe, A.T.Kışlalı, H.Dink Şimdi Müyesser Yıldız, İsmail Dükel, Barışlar ve arkadaşları Cumhuriyetin etrafında çelikten bir kale yapmaya devam ediyorlar, Artin Kemal’lere inat! Uygulanan tüm baskı, ceza ve saldırıya rağmen bitmedi, bu şartlar devam ettiği sürece de bitmez, bitmeyecektir bu kavga!.. cinayetleri belleklerimizde yer etmiş kayıplarımızdan sadece birkaçıdır... Sonuç 2019 yılında Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) tarafından toplanan Avrupa Gazeteciler Federasyonu (EFJ), Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ), PEN International, Norveç PEN, Avrupa Basın ve Medya Merkezi (ECPMF) ve Sınır Tanımayan Muhabirler (RSF) gibi kuruluşların temsilcilerinden oluşan Basın Özgürlüğü Delegasyonu, Türk hükümeti tarafından adalet sistemindeki kusurları ele almak üzere Mayıs 2019'da ilan edilen “Yargı Reformu Stratejisi”nin, hem yasada hem de uygulamada yargı bağımsızlığını garanti etmediği ve gazetecilere zulmü sona erdirmediği sürece güvenilir olmayacağını söylemişti. Delegasyonun şüphesi hiç de haksız çıkmadı. Basın ve medyadaki sansürün Türkiye'de her zamankinden daha yaygın olduğu bugünlerde, yaşamakta olduğumuz COVID19 salgınının yaratacağı otoriter atmosferin gazeteciler üzerindeki baskıları artıracağı konusunda hemen herkes aynı görüşe sahip. Tıpkı darbelerde olduğu gibi, tıpkı Gezi Direnişi’nde olduğu gibi, tıpkı savaş ortamlarında Irak, Suriye ve Libya konularında olduğu gibi... Temelsiz iddianameler, siyasi yönelimli yargılamalar ve adil yargılanma hakkının ciddi ihlalleri ile karakterize edilen gazetecilerin keyfi kovuşturmasına son vermek için artık acil adımlar atılmalıdır. Türkiye, uluslararası insan hakları hu kuku kapsamındaki taahhütleri doğrultusunda, eleştirel basını susturmak için defalarca kötüye kullanılan terörle mücadele ve karalama yasalarını acilen gözden geçirmelidir. (2) Bağımsız gazetecileri gözdağı vermek suretiyle kontrol etmeye çalışmaktan vazgeçilmeli, tutuklanan gazeteciler derhal serbest bırakılmalıdır. Her şartta uygulanan baskıların sonuç vermeyeceği artık anlaşılmalıdır. Geçmişte İlhan Selçuk, Ziverbey Köşkü’nden akrostişle duyurdu sesini, her sabah çocuklarını bindirmeden aracını çalıştıran sakıncalı piyade çok iyi biliyordu suikasta uğrayacağını, bunların hepsinin canlı tanığı Balbay, acıyı bal eyledi daha dün yıllarca taş yatağında! Şimdi Müyesser Yıldız, İsmail Dükel, Barışlar ve arkadaşları Cumhuriyetin etrafında çelikten bir kale yapmaya devam ediyorlar, Artin Kemal’lere inat! Uygulanan tüm baskı, ceza ve saldırıya rağmen bitmedi, bu şartlar devam ettiği sürece de bitmez, bitmeyecektir bu kavga!.. (*) “Milletin gerçek ses ve iradesinin doğduğu yer olan Cumhuriyetin etrafında çelikten bir kale oluşturacak olan yazılı ve görsel basın çalışanlarımıza işlerinde kolaylıklar diliyorum.” (M. Kemal Atatürk) (1) 2020 World Press Freedom Index | RSFrsf.org ı ranking (2) https://rsf.org/en/news/pressfreedomturkeyremainscrisisdespitesomeroomverycautiousoptimism Küreselleşmede reformize hareketler YAŞAR SERT ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE SİYASET BİLİMİ UZMANI AB’nin oluşum sürecine bakarsak I. ve II. Dünya savaşlarının mutlak belirleyici etkilerini görürüz. I. Dünya Savaşı sonunda öylesine ağır maliyetler oluşmuştu ki galip devletler eski çağlardan beri gelen bir alışkanlıkla tüm sorumluluğu mağlup devletlerin üzerine yükleyerek kendi halklarını yatıştırmaya çalıştı. Emperyalist çekişmelerin ve tekelci kapitalizmin açtığı yarayı, milyonlarca insanın canına mal olmasının (yaklaşık 10 milyon insan) gerçeğinin üstünü örtmek için böyle yaptılar. 19191920 Paris Barış Antlaşması ile bir barışı kurmayı değil, yeni ve daha feci bir savaşın nedenini oluşturacak kadar ağır ve ezici şartlar içeriyordu. Buna rağmen bu düzen en fazla 19291930 Ekonomik Buhranı’nın etkileri radikal ve revizyonist güçleri öne çıkarıncaya kadar sürebildi. Böyle bir faşist dönüşüme uğrayan devletlerle bile pazarlığa oturabilen İngiliz ve Fransız yöneticilerinin esas amaçları sömürge imparatorluklarını korumaktı. Fakat bu taviz politikaları ne Nazi Almanyası’nı, ne de faşist İtalya’yı durdurabildi. Her ne olursa olsun çıkan antlaşma sonuçları Almanya'yı hiç mutlu etmedi. Ve başlayan II. Dünya Savaşı, halefine göre çok daha büyük yıkım ve insan kaybını (yaklaşık 50 milyon) getirdi. AB’nin kurgusu Avrupa Birliği düşüncesi tüm bu olaylara tepki olarak ortaya çıktı. Çünkü kendi ülkeleri içerisinde sol kanattan yükselen haklı eleştiriler kendilerini zorda bırakıyordu. Bu eleştirilere karşı mutlak bir çözümle halkın nabzını tutmaları gerekiyordu. Yapılan hataların üstünü örtmeleri veya unutturmaları şarttı. 1949’da kurulan Avrupa Konseyi ve NATO, Sovyet tehdidine karşı bir yanıt niteliğindeydi. Avrupa Konseyi, kıtayı diktatörlüklerden koruyacak bir demokrasi ve insan hakları söylemi geliştirerek o zamana kadar olmayan bir “Liberal Batı İdeolojisi” kurgularken, NATO da kurulan bu “özgür kıta”yı koruma misyonu üstleniyordu. Avrupa Birliği tasarımı, bu güvenlik ortamında yıkımı onarmayı ve halkları birbirine yaklaştırarak Avrupalılık fikrini, Amerikan rüyası tasarımına benzer şekilde oluşturmayı hedefleyen bir proje oldu. Sovyet tehdidine yönelik abartılmış algılamaların getirdiği kolaycılık ve ABD’ye yüklenen savunma yükü Avrupalıların işini kolaylaştırdı. Günümüzde Koronavirüs tehdidi nedeniyle yaşananları 192930 Buhranı ile kıyaslayanlar, radikal güçlerin yeniden dirilebileceğini ve AB’yi bunun yıkabileceğini öne sürüyor. Son zamanlarda Avrupalıların mültecilere ve göçmenlere karşı vicdansız ve insafsızca davranması, AB'nin aşırı sağcılaşmaya ve fanatik ırkçılığa doğru kaymaya başladığını doğrular nitelikteydi. Avrupa’da ırkçılık yeni bir olgu değildir ve uzun tarihlerinin farklı dönemlerinde mutasyona uğrayarak bugünlere ulaşmış bir geçmişleridir. Daha net bir ifade ile Avrupalılar sadece “kendilerine hümanist ve kendilerine demokrattır”. Geri kalmışlık olgusunu sömürü ve kukla diktatörlerle değil, ırksal, kültürel ve zihinsel yetersizliklerle açıklamaya kalkarlar. Kendilerinin dışındaki dünyaya karşı bir tasarımları vardır ve Türkiye de bu dünyanın içindedir. Ölçüp biçtikleri bir rol modeli dayatırlar ve bunun dışında geliştirilen politikalardan hoşlanmazlar. Sadece AB değil, ABD' de bir küreselleşme karşıtlığı ve rahatsızlığı son yıllarda öne çıkmıştır. Küreselleşme yaklaşık otuz yıla yakın bir sürede oluşmuştur. Ve belli başlı kurumlar sayesinde güçlenmiş, ayakta kalmıştır. Bu kurumların başında gelen en önemlilerinden birisi ise Dünya Ticaret Örgütü (WTO) gibi bağımsız örgütlerdir. Son zamanlarda bu kurumların bağımsız ve otonom oluşu başta ABD olmak üzere birçok dengeleri rahatsız ediyordu. Son yıllarda Trump öncesi de bu kurumlarla ABD arasında gerginlikler çıkmaya başladı. Dünya Ticaret Örgütü bilindiği gibi devletlerden daha bağımsız bir odak olarak ortaya çıktı. Ve devletlerarası çıkan anlaşmazlıkları çözen bir hâkimler kurulu ortaya çıkardı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra özellikle dünya siyaseti üzerinde çok etkin olan ABD, bu tür özerk ve küreselleşmede aktör kuruluşları hazzetmemeye başladı. Bunun en açık örneği de Trump'ın Dünya Ticaret Örgütü’ne bağlı hâkimlerin kuruluna doğrudan müdahale etmesidir. Bunun dışında serbest ticaret antlaşmasına karşı çıkarak vergileri artırma yoluna başvurmasıdır. Çünkü Dünya Ticaret Örgütü küreselleşme açısından büyük önem taşımaktadır. AB ise ABD'nin bu tutumundan rahatsız oldu. ABD'yi dışarıda bırakarak Çin'de dahil olmak üzere 15 ülke ile beraber çalışmasına devam etme kararı aldı. Çin son zamanlarda küreselleşmeyi isterken ABD, Rusya ve Hindistan gibi ülkeler ise Merkantilist bir yaklaşımı daha çok önemsiyordu. Küreselleşme bu tür otoriter yapılı devletler için her zaman bir tehlike arz ediyordu. Özellikle mülteci ve göçmen konusundaki giriş çıkışlar ülkenin hem işsizliğe yol açtığını, hem de ülke içi huzuru bozduğunu savunuyordu. AB için esas tehdit Sonuç olarak baktığımızda, bazı Avrupa ülkelerinin pandemi nedeniyle büyük sağlık sorunları yaşamasının AB’nin sonunu getirebileceği öngörüsü aşırı kötümser bir yaklaşımdır. Ne İtalya ne de İspanya AB’yi terk etmeye hazır değildir, zira ekonomik anlamda AB’nin yerini alacak bir seçenekleri yoktur. En basit örnekle şu an can çekişmekte olan turizm sektörünün dirilebilmesi bile Kuzey Avrupa pazarına bağlıdır. AB sistemi 1919 Versay Düzeni değildir ki, o adaletsiz barış düzenini yıkmak için revizyonizm güç kazansın! 192930 Krizi’nde müdahale mekanizmaları olmadığından kriz bir anda koronavirüs gibi dünyayı sarmıştı. 1944 kurulan Bretton Woods sisteminin, IMF, Dünya Bankası, WTO gibi mekanizmalar ve bizzat AB’nin kendisini bir düzenleyici müdahale sistemi olarak görmek gerekir. AB’nin “ortak politika” olarak tanımlanan pek çok düzenleyici mekanizması vardır: Ortak ticaret, tarım, gümrük, ulaştırma, savunma ve güvenlik, enerji, para ve maliye politikaları gibi. Son dönem krizleri ortak göç politikası ve ortak sağlık ve koruma politikası olmadığından yaşandı. Bunlar oluşturulup AB sistemine katılacaktır ve bazı inatçı devletlerin direniş imkânı da kalmayacaktır. Kimse bu krizden dolayı AB'nin dağılacağını ya da Türkiye'nin böyle bir krizi fırsata çevirip AB'ye gireceğini hayal bile etmesin. Çünkü eksiklerine rağmen AB hiçbir zaman hukukun üstünlüğü ve bağımsızlığı konusunda taviz vermemektedir. AB’yi bekleyen esas tehlike; De Gaulle, Adenauer, Willy Brandt, Mitterand, Giscard D’estaing, Helmut Kohl ayarında lider ve siyasetçilerin artık çıkmaması ve meydanın Macron gibi “pinokyolara” kalmış olmasıdır. Gazetecilere terörle ve casuslukla ilgili suçlamalar Yazıya tarihten ve siyaset biliminden öğrendiğimiz bazı genel ve evrensel ilkelerle başlamak istiyorum: 1) Her otoriter eğilimli iktidar, destek kaybettikçe baskıyı artırır, baskıyı artırdıkça destek kaybeder, bu süreç böylece iktidardan düşene kadar sürer. 2) Her otoriter eğilimli iktidar, siyaseti, demokratik kurum ve kuralların dışına taşımaya çalışır. 3) Her otoriter eğilimli iktidar, muhaliflerini de antidemokratik zemine çekmeye çalışır; çünkü amacı şiddet ve zor kullanarak muhalefeti yok etmektir. 4) Her otoriter eğilimli iktidar, geniş kitlelerin duygularını okşayacak dinci, mezhepçi, ırkçı, milliyetçi ideolojiler kullanarak destek arar, yani demagoji yapar. 5) Her otoriter eğilimli iktidar, suçlayıcı, dışlayıcı bir strateji uygular ve muhaliflerini, “hain” olarak niteler ki, kendisine destek verenler tüm muhalifleri “hain” diye damgalasın, dışlasın ve onlara düşman muamelesi yaparak hiçbir sözlerini dinlemesin, hiçbir haklarını (hatta insan olduklarını) kabul etmesin. 6) Her otoriter iktidar, iletişimi, bilimi, sanatı, edebiyatı denetim altına almak ister. Bu bağlamda, medyayı, üniversiteleri, tiyatro, sinema ve benzeri kurumları baskı altına almak ister. 7) Her otoriter eğilimli iktidar, orduyu, polisi, yargıyı, devletin koruyuculuğundan çıkarıp kendi partisinin veya doğrudan liderinin emrine almaya çalışır. 8) Her otoriter eğilimli iktidar, bir yandan destekçilerini ödüllendirirken öte yandan tarafsızları ve muhalifleri korkutmaya, kendisine biat ettirmeye çalışır. 9) Her otoriter eğilimli iktidar da, bütün iktidarlar gibi, bir gün mutlaka iktidardan düşer. 10) Her otoriter eğilimli iktidar, iktidardan düştükten sonra, hem ülkesi hem de tarih tarafından nesnel olarak değerlendirilir. 11) Şimdiye kadar hiçbir otoriter eğilimli iktidar, iktidardan düştükten sonra, (kendi uzantıları olan öteki otoriter eğilim li siyasal hareketler dışında) ülkesi ve tarih tarafından olumlu olarak değerlendirilmemiştir. HHH Olaylara Türkiye açısından bakarsak: Son günlerde, OdaTV Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan, OdaTV Haber Müdürü Barış Terkoğlu, muhabir Hülya Kılıç, Yeniçağ Gazetesi yazarı Murat Ağırel, Yeni Yaşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Ferhat Çelik ve Sorumlu Yazıişleri Müdürü Aydın Keser’in “İstihbarat faaliyeti ile ilgili bilgi ve belgeleri ifşa etmek” suçlamasıyla tutuklanmaları... İstanbul Boğazı’nın en güzel yerlerinden birinde, vakıflardan çok ucuza kiralanmış bir arsa üzerinde, kurallara aykırı olarak yapılan bir şömine ve bir çardağı belediyenin yıkma olayını saptayan, haber veren, haberi yayımlayan, İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, Cumhuriyet gazetesinin Yazıişleri Müdürü İpek Özbey, Sorumlu Yazıişleri Müdürü Olcay Büyüktaş, muhabir Hazal Ocak ve foto muhabiri Vedat Arık’a “terör örgütlerine hedef göstermek” suçlamasının yöneltilmesi... OdaTV Ankara Temsilcisi Müyesser Yıldız ve TELE 1 Ankara Temsilcisi İsmail Dükel’in gözaltına alınması, suçlamaların avukatlara bile söylenmemesi ama yandaş bir gazetede “Askeri casusluk” suçlamasının yayımlanması... Bu kadar ciddi suçlamaların hem gazeteciler için hem de bir kısmı asılsız, bir kısmı ise ilgisiz olaylar bahane edilerek kullanılması: 1) Sadece siyasal iktidarın yıpranmışlığının... 2) Medya üzerindeki baskıların çok yoğunlaştığının değil... 3) Aynı zamanda yargı erkinin de kötüye kullanıldığının... Göstergesi olarak düşünülebilir. HHH İktidarın bütün söylem ve eylemlerini de denetleyen bağımsız yargı, hem Devletin hem de Demokrasinin temelidir! YAŞASIN DEMOKRATİK VE LAİK HUKUK DEVLETİ! :ÑÅÌu?uu¨?uáD??¾??æ?Åu¨¦?Å·?Ô?Ô® uÁ¦u?uȨ???®uD?·¨??Å?®??uÚ?Ì???á´Á???
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle