29 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 MAYIS 2020 19 Çevrimiçi EKMORLUAKHISA u 39. İstanbul Film Festivali sürüyor K oronavirüs salgını yüzünde yapılamayan 39. İstanbul Film Festivali’nin 15 filmlik online seçkisini kaçırmadınız. Ek seanslar var ve festival gösterimleri 29 Mayıs’a kadar sürecek. u Bayramda #Müzikle Kal P OPSAV, YouTube işbirliğiyle Ramazan Bayramı’nda 70’e yakın sanatçının desteğiyle #EvdeKal Müzikle Kal etkinliğini hayata geçiriyor. Konserler 20.0022.00 arası canlı izlenebilir. u Dostlar Tiyatrosu online M ax Frisch’in yazdığı Genco Erkal’ın uyarlayıp yönettiği “Aymazoğlu ile Kundakçılar” YouTuba’da tiyatroseverlerin ilgisini bekliyor. u Dizi: Karanlık Kadrolar Başrolünü futbolun asi yıldızı Eric Cantona’nın üstlendiği “Karanlık Kadrolar” adlı Fransız yapımı dizi kapitalist sistemin ezdiği işsiz bir adamın karşısına çıkan bir fırsat sonucu akıl almaz bir maceraya atılışını anlatıyor. Dizi Netflix’te. 10u Altan Gürman sergisi . kuruluş yıldönümünü kutlayan Arter, Dünya Müzeler Günü’nde Altan Gürman: Türki ye Çağdaş Sanatında Bir Öncü başlıklı çevrimiçi sergiyi, 160’tan fazla yapıtla Google Arts & Culture üzerinden kullanıcılarla buluşturdu. u Başka Sinema’dan Soluk S oluk, Özkan Yılmaz’ın ilk uzun metrajlı filmi. Başrollerini Uğur Polat, Aslı İnandık ve Emrullah Çakay’ın paylaştığı film ölümcül hastalığının son dönemlerindeki huysuz bir adamla etrafındaki küçük topluluğu anlatıyor. BlueTv’de izlenebilir. DEVAMLILIK HATASI Gözlerinizin önüne bir sahne getirmeye çalışayım... 1998 yılının mayıs ayında Indiana’da In diana Pacers ile Chica go Bulls arasında oyna nan Doğu Konferansı finalinin dördüncü maçındayız ve Bulls 9493 ön EMRAH KOLUKISA de. Maçın bitimine sade ce 2.9 saniye var ve top Pacers’da. Pacers’ın eski bir oyuncu ve NBA ef sanesi olan koçu Larry Bird aldıkları kısa molada topun takımın yıldızı ve skoreri Reggie Miller’a verilmesi talimatını veriyor ve takım topu yandan oyuna sokuyor. Michael Jordan’ın savunmasın dan hafif bir itme sonucu kurtulup kendine alan açan Miller son şutu kullanıyor ve takımını öne geçiren basketi atıyor: 9594. Tüm salon o anda yıkılıyor, herkes havalara sıçrıyor, bağrış kıyamet bir bayram yerine dönüyor ortalık. Tüm bu cüm büşün ortasında hiç kılını bile kıpırdatmadan du ran tek kişiyse Larry Bird. Çünkü, yıllarca o sa halarda top sektirmiş ve başta Magic Johnson ol mak üzere dönemin bütün büyükleriyle göğüs gö ğüse mücadele etmiş Bird’ün bildiği çok iyi bir şey var: Maç saatinde hâlâ 0.7 saniye var ve karşı takımda topu Michael Jordan kullanacak. EN DRAMATIK BELGESELLERDEN İşte efsane olmak, bırakın şimdi sıfatları, Michael Jordan olmak böyle bir şey. Yukarıda anlatmaya çalıştığım sahnenin hakkını sözcüklerle vermek pek mümkün değil; o yüzden şu sıralar tüm bölümler Netflix’te yayında olan 10 bölümlük ESPN belgeseli “The Last Dance”de tüm ayrıntılarıyla ve heyecanıyla izleyebilirsiniz; özellikle sonrasında neler olduğunu merak ediyorsanız. 19971998 sezonunda, Chicago Bulls ve Michael Jordan son 7 yılda 5 NBA şampiyonluğu kazanıp da tuhaf bir şekilde takımın yeniden yapılandırılacağı konuşulmaya başladığında bir film ekibi takımı ve oyuncuları adım adım takip etmek için izin alır ve yıllar sonra o görüntülerin de yardımıyla ortaya “The Last Dance” çıkar. Belgesele adını veren “son dans” işte o takımın o sezon yapacağı son danstır. Bir yanda altıncı şampiyonluk için diş bileyen Jordan ve takım arkadaşları, bir yandaysa dağıtılacağı söylenen bir hanedan ve o hanedana gönül vermiş Chicago Bulls taraftarları... Muhtemelen son yıllarda izlediğimiz en dramatik spor belgesellerinden birinin geri planında bunlar var işte. BAŞROL MJ’NIN Elbette “The Last Dance” her şeyden ve herkesten önce Michael Jordan’ın hikâyesi. Yani bu filmin esas oğlanı, başrolü Michael Jordan. Üstelik başrolü oynuyor diye her sadece olumlu bir açıdan ele alınmamış ve zaman zaman hırsının onun nasıl karanlık yanını da ortaya çıkardığını görüyorsunuz. Yeri geldiğinde saha içinde nasıl pisleştiğini, takım arkadaşları tarafından bile nefret edilen bir karaktere dönüştüğünü görmek onu neredeyse putlaştıran bazı basketbol tutkunları için sürpriz olabilir ama açıkçası Jordan’ı sadece olumlu taraflarıyla gösteren ama bu yüzden de onu tek boyutlu sıkıcı bir karaktere indirgeyen bir anlatı yerine bunu tercih ederim. Michael Jordan’ı Michael Jordan yapan şey de sadece atletik yetenekleri değil elbette; her sezon başka bir şekilde ortaya çıkan inanılmaz hırsı ve azmi. Bu üç özellik nadiren aynı kişide bulunur, bulunduğunda da tarih yazılır. İşte Michael Jordan’ı tüm zamanların en büyük basketbol oyuncusu yapan özelliği ki gazetecilerden biri onu Muhammed Ali ve Babe Ruth ile çok küçük bir listeye dahil ederek tüm sporlar için bir çerçeve çiziyor bu üç unsuru bünyesinde toplaması ve en zor anlarda bile takımına liderlik etme becerisini göste Basketbol tutkunlarına öneri: The Last Dance Kahramanın son dansı Netflix’te yayımlanan “The Last Dance” adlı spor belgeseli 90’lı yıllara damgasını vuran ve 8 yılda 6 şampiyonluk kazanan Michael Jordan ile Chicago Bull basketbol takımının öyküsünü anlatıyor. 19971998 sezonunu odağa alan yapım Jordan’ın NBA’e geldiği 1984 yılından Bulls ile sahaya çıktığı son sene olan 1998’e kadar olan dönemi zamanda atlamalarla ve yeni yapılmış söyleşilerle ele alıyor. rebilmesidir. “The Last Dance” tüm bunları ayrıntılarıyla ve farklı ağızlardan, farklı bakış açılarıyla anlatıyor. KÖTÜ ADAMLAR Her iyi filmde bir ya da birkaç kötü adam olması gerekir. Kahramanın yolculuğu tek başına yetmez, ona bir de çatışma(lar) lazımdır. Kötü adamlar da burada devreye girer. “The Last Dance”in ilk sahnelerinden itibaren takımın menajeri Jerry Krause baş kötü adam olarak çıkıyor karşımıza ve “Şampiyonluğu oyuncular değil kurumlar kazanır” diyerek başta MJ’nin, sonra da hemen herkesin nefretini kazanıyor (her ne kadar sonradan “Hayır öyle demedim, sadece oyuncular ve teknik adam kazanmaz, bir bütün olarak kurumlar kazanır dedim” dese de). Krause’un dışında dönem dönem başka kö tü adamlar da çıkıyor MJ’nin ve Bulls’un karşısına. Mesela finalde kaybettikleri maçtan sonra rakiplerinin ellerini bile sıkmadan soyunma odasına giden Detroit Pistons’ın sahadaki lideri Isiah Thomas ile bugün bile dargın olduğunu öğreniyoruz Jordan’ın. Ya da takımın ikinci şampiyonluk serisinde Doğu Konferansı’nda sık sık kafa kafaya geldikleri Indiana Pacers’ın yıldızı Reggie Miller... Liste irili ufaklı isimlerle uzayıp gidiyor. Mesele şu ki, Jordan sahaya çıkıp da kazanmak için kendine böyle meydan okumalar arıyor zaten ve gözüne birini ya da bir takımı kestirip hırslanıyor, oyununu büyütüyor. KAHRAMANIN TAKIMI “The Last Dance” sadece Jordan’a odaklanmıyor neyse ki. Gerçekten de bu bir takım oyunu ve Jordan’ın yanında örneğin tüm zamanların en iyi 2 numaralarından biri olan Scottie Pippen olmasaydı ki belgeselde onun ligde en az ücret alan süper yıldız olduğu gerçeğini de öğreniyoruz onca şampiyonluk kolay kolay kazanılamazdı. İnanılmaz bir yeteneğe ve enerjiye sahip Dennis Rodman ya da John Paxon ve Steve Kerr gibi oyuncular... Ve tabii koç Phil Jackson. Hepsi de kendi parladıkları anlarla çıkıyorlar karşımıza. Hadi Steve Kerr’ün sözleriyle tamamlayalım. Kerr “Bu takımı benzersiz kılan şey bence...” diyor ve bir iki saniye düşünüyor, belli ki aklına başka bir şey gelmiyor, pes ediyor: “Michael’ın bizde olması.” Uyuşturulmuş zihinler çağı! 1 Eduardo Leve’nin şu sözü tam da beni anlatıyor; “Sinemanın aptalca olduğunu düşünmüyo rum, ama ondan bir bek lentim yok. Majör bile olsa sine madansa, minör bile olsa yazına inanırım.” Geçen gün herkes gibi ben de dizilerden birine bakayım, de dim. Amerika’nın ElKaide ile savaşını anlatıyordu. Yeni plat formlar var, oradan. Anladım ki, bir kez o dünyaya kapıldın mı, hakikat kayboluyor. O kurmaca dünya her yönden ele geçiri Elitis yor insanı. Devam edebilmiş değilim diziye. İnsanlar neden roman okusun ki? Edebiyat la, felsefeyle ilgilensin ki? Her şeyi hazır ve riyor diziler. Nasıl hissedeceğinize kadar ta sarlıyorlar. Bir kimsenin okumaya, üstelik incelikle/ yoğun emekle, zaman vermesi hiç kolay de ğil. O görsel, aşırılık dünyasından sıyrılıp, yalın hakikat ardına düşmek için sağlam ge rekçe bulmak gerek. 2 Berlin Filarmoni bu ay televizyonda yayımlanmak üzere konser kaydı yaptı. Nefesliler iki metre, diğer çalgılar bir buçuk olmak üzere mesafe ayarlamasıyla oturma düzeni sağlandı. Koltuk lar boştu. Konser nedir? Bir eserin çalınma sı mıdır yalnızca? Dinleyicinin soluğu hisse dilmeden, gözlerinin varlığı olmadan ve so nunda alkışlar yoksa o eyleme konser dene bilir mi? Şimdi uydurulan sanal konserler, dans gösterileri, tiyatro izlenceleri sanaldır sahiden. İnsan sıcağı olmadan bu etkinlikler tamamlanamaz. Neden plak kayıtları kusursuz olduğu halde sanatçıları canlı izlemek istiyoruz? Neden sinema ne yaparsa yapsın, tiyatronun büyüsüne erişemiyor? İşin özü “hep birlikte” bu eylemi gerçekleştirmektir. Çalanın/oynayanın da, dinleyenin/izleyenin de buna gereksinimi var! 3 “Sesli kitap” diye bir şey uyduruldu, bir hayli de peşinden giden var. “Sesli Kitap”, dinlemeyle ilgili, yani kulakla gerçekleşiyor. Oysa okumak gözle ilgili. Arasında uçurum var. Okumak katmanlı uğraştır. Soyutlama yapma yetisi ister. Kavramlar arasında ilişki kurmak gereklidir. En önemlisi yazarın sesini, kendi içinizde hissetmenizle oluşan estetik duygu/düşünce doğmasıdır. Oysa sesli kitabı biri okumuştur adınıza ve size ait biricik duyguyu ihlal eder bu yolla. Düşünceyi, hayal gücünü çalar. Karamazov Kardeşler’i, işiterek anlayamazsınız. O eser okumak için yaratılmıştır. Kimse kendini işe giderken kitap dinleyerek edebi haz duyuyorum diye kandırmasın. Yalan çünkü. Eser hakkında kanaatiniz olur, hepsi bu. Okumak ona uygun zamanı, koşulları yaratmakla başlar. 4 K orona günlerinde “canlı yayın” modası başladı. Keşke buna heves edenler azıcık gereğini yerine getirecek olsalar. Yayıncılık ciddi iştir. Dil bilinci ister, düşünce tutarlılığı, bilgi, kültürel derinlik ayrıca. Kuşkusuz şimdi ekranlarda cehaletin iktidarı egemen olduğu için, rahatlıkla biri çıkıp: “Ya milyonların izlediklerine ne söyleyeceksin” diye sorabilir. O bayağı örnekler içinden geçtiğimiz sürecin ibretlik ürünleridir. Evde oturunca yurdumda “Kuaförüm Sensin”, “Gelinim Mutfakta” diye yayınlar yapıldığını da öğrendim. Her koşulda gerdan kıranların olması hakkında düşünmek gerekir. Ramazan ayında, Diyanet fetva vererek doğrudan eşcinselleri hedef alıyor, aynı dönemde cinsel yönelimi saldırı altında olan sunucu karşısında muhafazakâr teyzeler göbek atıyor! Geceleri de Hatipoğlugillerin berbat gösterileri. Vazgeçtim kim ne isterse yapsın, bundan kötüsü ne ola ki? 5 Elitis’in ne güzel şiiridir Çılgın Nar Ağacı. Gece düştü aklıma, okudum. Sabaha dek Ritsos, Kavafis, Elitis arasında gezindim. Sonra, artık uykunun ağırlığı hissettirdi iyiden kendini. Aldım kalem elime, özlemle yazdım: hınzır nar ağacı bekler bizi dallarında çocuk salıncağı tarifi güç köpürür deniz öpüşsek sır saklar göğümüz tekeri döner zamanın yalnız, sevgililer için 6 Diziler insanları büyülemek için hazırlanıyor. İnsanlar her zaman hikâye dinleme ihtiyacındadır ve elbette oynama arzusundadır. Bu aşırılık çağında, rengârenk, uçmalı kaçmalı, vurma lı kırmalı ortamdan esrimeye başlıyor zihin ve beden. Özel hazırlanmış efektler, arkada uyuşturan ritimli müzikler içinde kayboluyor izleyen. Öylesine ustaca tasarlanmış oluyor ki bu yapılar, ne zaman sevişme olacak, han gi an cinayet işlenecek saniyesine dek hesap lanıyor. Elbette çok tehlikeli bağımlılık yapı yor. Zaman duygusu yitiyor önce, sonra haki kat kayboluyor. Kişi yavaş yavaş ele geçirili yor, benlik yitiyor. Üstelik sanatsal haz ihti yacı da ortadan kalkıyor. Çok tehlikeli! 7 “İ fade Özgürlüğü” sınırsız olmalı. Canlı yayın yapmaya bayılanlar bunu kullanıyor ve elbette birçoğu fena çuvallıyor. Şarlatanlık ifa de özgürlüğü içindedir ama nihayetin de bizim onların sıfatını dile getirmemiz de öyledir. Ofansif mizah diye yutturulan bayağılık karşısında şaşıyor insan. Herhangi bir değere sahip olmaksızın mizah yapılabilir mi? Hele de en küçük toplumsal, siyasal sorumluluk al madan yapılan güldürüye saygı duyulur mu? Gücün yanında konumlanıp, en küçük itiraz olmadan sanal şöhret edinenler üstüne iyice düşünmek lazım. Hangi ihtiyacı karşılıyorlar? Diziler, canlı yayın saldırısı derken; her hangi bir fikri olmaksızın, kendini bilgi sahi bi sayan ve haklı/emin kalabalıklar yaratıldı. Dikkat bu salgından daha tehlikeli! ENVER AYSEVER KURŞUNKALEM “Sesli kitap” diye bir şey uyduruldu, bir hayli de peşinden giden var. “Sesli Kitap”, dinlemeyle ilgili, yani kulakla gerçekleşiyor. Oysa okumak gözle ilgili. Arasında uçurum var. Okumak katmanlı uğraştır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle