23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 28 NİSAN 2020 SALI EDİTÖR:ÖZGÜR ÖZKÜ HABER Etkisinin azalmaya başlamasıyla birlikte, ekonomide “salgından çıkış senaryoları” konuşulmaya başladı. Turizm, havacılık, lokantacılık başta olmak üzere bazı sektörlerde krizden çıkışın uzayacağı tahminleri yapılırken otomotiv gibi bazı sektörler için iyimser senaryolar pompalanmaya başladı. Çıkış konuşulmaya başlasa da artık salgınla mücadelede kamunun vermesi gereken destek ihtiyacının sona ereceği beklenmemeli. Önümüzdeki dönem bazı sektörlere verilen desteklerin uzatılması söz konusu olabileceği gibi, salgında normalleşmenin ekonomiye etkisinin aşamalı olacağı da hesaba katılmalı. Türkiye’de de bazı sektörlere verilen desteklerin devam etmesi, özellikle işsiz kalanlara ve geliri olmayan kesimlere ise ek destek ihtiyacının ortaya çıkması beklenebilir. Politikacıların tavrı tedirgin edici Piyasaların çıkışı düşünmek için aceleci davranması normal, ancak ülkeyi yönetenlerin temkinli davranması gerektiği de ortada. Bazı hükümet üyelerinin AVM’lerin hemen açılması konusunda, AVM sahiplerinden bile daha aceleci davrandığına dönük haberler, yöneticilere bunu anımsatmak gereğini ortaya koyuyor. Bilim Kurulu’nun normalleşme adımları konusunda daha temkinli tavsiyelerde bulunduğu haberleri ise sevindirici. Umarız bu kez Bilim Kurulu’nun tavsiyelerine tam olarak uyulur da aceleci davranarak her şeyden önce halkın Çıkış senaryoları başladı ama destek ihtiyacı sürecek sağlığı yeniden tehlikeye atılmaz. Tüm dünyada politikacıların krizden çıkışta normalleşme adımlarını, mümkün olabildiğince öne almaya çalıştıklarını görüyoruz. Politikacıların bu tavrı, salgının çok kısa sürede tüm ülkelere yayıldığı gerçeği göz önüne alındığında tüm dünyayı tedirgin eden bir durum. Politikacıların aceleci davranmasının en önemli nedeni ise ekonomilerin bir an önce toparlanmaya başlaması, büyümeye yeniden ivme kazandırılıp, işsizlik gibi etkisi büyük sonuçların yumuşatılmasını istemeleri. Bunlar doğal istekler ama temkinli ve planlı bir çıkış planı hazırlanması, halkın sağlığı ve ekonominin kalıcı olarak iyileşmesini sağlaması açısından daha önemli. Bu, tüm ülkeler için geçerli ama iyi yönetilmediği için çok kırılgan hale gelen Türkiye gibi ülkelerin ekonomileri için çok daha önemli. Ülkelerin ekonomik yapısı, krizden etkilenecek sektörlerin ekonomideki ağırlıkları, çıkacak faturada önemli rol oy nayacak gibi gözüküyor. Türkiye açısından bakıldığında turizm ve havayolu taşımacılığı, lokantacılık gibi hizmet sektörleri bu konudaki en önemli handikapı oluşturuyor. Bir an önce uçuşların başlaması hem teknik hem ekonomik açıdan havayolu şirketlerinin geleceğini belirleyecek. Bu nedenle yurtiçi uçuşların öne alınacağı anlaşılıyor. Yine de THY başta olmak üzere kamu kaynaklarından havayolu şirketlerine ciddi katkılar sağlanması gerekeceğini, katkıların yıl içerisine dağıtılmasına çalışılacağını tahmin ediyoruz. Turizmciler: 2020’yi kaybettik Türkiye için özellikle döviz geliri açısından, son dönemde önemi artan turizm sektörünün durumu ağır görünüyor. Turizm Bakanı, özellikle yabancı turist çekmek için yeni sağlık kriterleri getirirken, buna rağmen bu yıl yabancı turist sayısının çok az olması bekleniyor. Alınacak tedbirlerle otellerin masraflarının artacağı, kapasitelerinin düşürülmesi gerekeceği buna rağmen yabancı turist sayısının çok az olacağı tahmin ediliyor. Ekonomik olarak turizmcilere verilen desteklerin uzatılması hatta daha da artırılmasının gündeme gelmesi bekleniyor. Bununla birlikte otellerin gelecek turistler için avans aldıkları acentelere bu parayı ödeyemeyecekleri, kısa süre içinde bu konudaki sıkıntıların gündeme geleceği, devletin ek destekler vererek bu konuya el atması gerekeceği de ko nuşulanlar arasında. Konuştuğumuz turizmciler, haziran ayı başında açılması planlanan iç turizm konusunda da artacak maliyetleri nedeniyle fiyat, ekonomideki genel sıkıntılar ve güvenirlik sorunları yaşanmasını bekliyor ve bu konuda da fazla umutlu olamadıklarını söylüyorlar. Özetle turizmciler, “2020 kayıp görünüyor, 2021 için hazırlıklar yapmamız gerekiyor” noktasına gelmiş durumda. Sadece turizm değil lokanta, yiyecek içecek ve eğlence sektörlerinin de bu yıl içinde toparlanamayacağı, dolayısıyla destek ihtiyaçlarının büyüyeceği tahmin ediliyor. Buna karşılık otomotiv gibi bazı sektörlerde ise iyimser senaryoların pompalandığı gözüküyor. Hükümet yetkilileri, insanların özel araç tercih edeceklerini bu nedenle otomobil satışlarının artacağını söylüyor. Ancak yaşanan ve daha da ağırlaşma ihtimali bulunan genel ekonomik sıkıntılar, kurlardaki yüksek artış gibi unsurlar bence o kadar iyimser davranmayı engelliyor. Özetle, salgınla ilgili veriler olumlu sinyaller vermeye başladı ama daha normalleşmenin başlaması için uzun bir yol gerektiği de ortada. Bununla birlikte salgından bunalan piyasalar, yöneticilerin de körüklemesiyle, bir an önce çıkışı konuşmaya başladılar. Bunun önümüzdeki kısa sürede iyimserlik yaratması beklenebilir ama daha sonra ayakların yere basmasını sağlayacak verilerin gelmesiyle, piyasalarda yeni iniş çıkışlar yaşanabilir. Umarız, hasretini çektiğimiz rasyonel yönetimi, hiç olmazsa bu çıkış döneminde görebiliriz. DİSK Genel Sekreteri Serdaroğlu, üretime başlayan işverenleri ‘önlemler’ için uyardı: Kısmi çalışma uygulansın DİSK Genel Sekreteri, Birleşik Metalİş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu, fabrikaların kısmen çalışması gerektiğini belirtip çalışma koşullarında koronavirüs güncellemesi istedi. Otomotiv başta olmak üzere büyük fabrikalarda salgınla birlikte duran üretim yeni den başlıyor. DİSK Genel Sekrete ri, Birleşik Metalİş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu, iş verenlere uyarıda bulu narak fabrikaların tam kapasite ile değil kıs MUSTAFA ÇAKIR men çalışmasından yana olduklarını söyledi. Serdaroğlu, büyük oto motiv şirketlerinin yeniden üretime geçmeye başladıklarına dikkat çeke rek “Geçen sürede gerekli önlemleri alarak çalışan fabrikalar da var. Ya vaş yavaş sanayi canlanmaya başla yacak ama zaten hükümet ‘çarklar dönecek’ diyerek işçileri başından beri yangının içine atmış durumda. Bizim araştırmalarımıza göre işçiler de vaka sayısı diğer kesimlerden 3 kat daha fazla. Genç işçiler oldukla rı için daha dirençliler. Ölüm vakala rı çok yaşanmasa da pozitif vakalar fabrikalarda yaygınlaşıyor. Tabii bu ralar sendikalı yer ler. Sendikasız yerle ri düşünün bir de... Ayrıca birbirine biti şik şantiyelerde, ma denlerde, bazı fabri kalarda salgın koşul larına uygun olma yan çalışma da de Serdaroğlu vam ediyor” ifadelerini kullandı. Serdaroğlu, bu süreçte bazı sendi kaların ise fabrikalardaki yaşananla rı kamuoyuyla paylaşmaktan, acil ve zorunlu olmayan işlerin durdurulma sından çekindiklerini söyledi. DİSK olarak “çalışmaktan kaçınma” hakkı nı kullandıklarını, bir tane bile vaka çıksa kamuoyuna rapor yayımladık larını anlatan Serdaroğlu, “Çarklar dönsün demek yetmiyor. Önlem alın mazsa önüne geçemezsiniz” dedi. Yemekhanelerde o kadar insan nasıl duracak? Fabrikaların yeniden faaliyete geçmesi konusunda da Serdaroğlu, şu uyarılarda bulundu: “Bin kişilik, iki bin kişilik fabrikalarda tam kapasite ile çalışmaya geçilirse salgınla ilgili fiziksel kuralları altüst etmiş olursunuz. Yemekhanelerde o kadar insan nasıl duracak? Servisler 23 katına çıkarılmalı. Çalışma alanları yeniden düzenlenmeli. Tezgâhlar arası mesafeler genişletilmeli. Yüzde yüz kapasite ile üretime dönerlerse kurallara uygun davranmazlar. Ben fabrikaların tamamen çalışmasından yana değilim. Önce kısmen çalışma olmalı. Virüsün yayılım sürecinin yavaşlaması ve gerilemesinden sonra normal üretime geçilmeli. Yeni bir dalganın ortaya çıkması işçiler açısından riskli olur. Biz örgütlü olduğumuz fabrikalarda gelişmeleri yakından takip ediyoruz.” l ANKARA Ziya Selçuk Milli Eğitim Bakanlığı’nca (MEB) Türkiye genelinde 69 kente 79 alanda 20 bin sözleşmeli öğretmenin ataması 18 Mart’ta yapıldı. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, sözleşmeli öğretmen ataması için bakanlığın Başöğretmen Salonu’nda düzenlenen törenine katılmıştı. 20 BIN SÖZLEŞMELİ ÖĞRETMEN GÖREVE BAŞLAMAYI BEKLIYOR Boşuna mı atandılar? LEYLA KILIÇ Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 18 Mart tarihinde 20 bin öğretmenin ataması yapıldı. Aradan geçen yaklaşık 1.5 aylık sürede Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkmadığı için öğretmenler resmi olarak görevlerine başlayamadı. Bu süre içerisinde çalıştıkları işyerlerinden de çıkan öğretmenler, özlük hakları ve maaşları ödenmediği için ekonomik sıkıntıya girdi. Türkçe öğretmeni C.G., 18 Mart’taki atamayla öğretmen olmaya hak kazandığını belirterek “Atanmamız ‘istihdamın durmadığına’ kanıt olarak müjdelendi. Oysa biz istih ‘KARNIMIZI DOYURMUYOR’ Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkmadığı için göreve başlayamayan eğitimcilerden biri olan fen bilimleri öğretmeni H.K., ailesinde çalışabilecek kimsenin olmadığını söyledi. H.K., “Ailemde korona salgını nedeniyle çalışabilen kimse yok. Tek umudumuz atanmış olmamdı ama kararnamelerimiz gönderilmediği için bekliyoruz. Atanmış olmamız tek başına karnımızı doyurmuyor. Yetkililerden sesimizi duymasını bekliyoruz” diye konuştu. dam edilmedik. Kılavuzda yazan ‘atama sonucunu takiben 15 gün içinde belgeler teslim edilmelidir’ ifadesine rağmen bekletiliyoruz. Hiçbir sosyal güvencemiz yok ve geçinemiyoruz. Okulların tatil olduğunu söylüyorlar, oysa biz uzaktan eğitime dahil edilebiliriz. Ne zaman biteceği belli olmayan bu sürecin kurbanı biz olmamalıyız” dedi. Sınıf öğretmeni D.Y. de “Mevzuatın aksine atamamızın yapıldığı günden 15 gün geçmesine rağmen kararnamelerimiz gönderilmedi. Özlük haklarımız, sigortamız, maaşımız yani kısaca öğretmen olduğumuza dair hiçbir şey yok elimizde. Atandığım için işimden de çıktım. Benim gibi birçok arkadaşım var. Atanmışız ama işsiziz. Kiramızı, faturalarımızı nasıl ödeyeceğimizi bilmiyoruz. Bakanlık bize okul lar açılana kadar bekleyin diyor. Kararnamelerimizin bir an önce elektronik ortamda verilmesini ve uzaktan eğitim sürecine dahil edilmeyi istiyoruz” ifadelerini kullandı. Din kültürü ve ahlak ilgisi öğretmeni G.S. ise “Atamanın ardından çalıştığım işyerinden ‘zaten işin garanti’ denilerek çıkarıldım. Ücretli öğretmen, kadrolu öğretmen, kurs öğretmenleri dahil herkese bir çözüm bulundu ama bizim için hâlâ bir adım atılmadı. Evliyim, çocuklarım var ve nasıl geçineceğimi kara kara düşünüyorum. Yetkililerden bu sorunun çözülmesi için acil adım atılmasını bekliyoruz” dedi. l İSTANBUL İSTANBUL BAROSU’NDAN AÇIKLAMA ‘Avukat aldığı davayla özdeşleştirilemez’ İstanbul Barosu gazetemiz yazarı Mine Kırıkkanat’ın “Hayaller baro başkanlığı, gerçekler mafya avukatlığı” başlıklı yazısı hakkında yazılı bir açıklama yaptı. Açıklamada, Kırıkkanat’ın söz konusu yazısında eski İstanbul Barosu Başkanı Prof. Dr. Ümit Kocasakal ve avukat Uğur Poyraz’a haksız ithamlarda bulunduğu belirtilerek şöyle denildi: “Meslek ilkelerimizin özünde yer alan ‘özdeşleşmemek’ kuralı, meslektaşlarımız tarafından ne denli özenle gözetilse de, avukatlığın anlamını ve yargılamadaki rolünü kavrayamayanlar tarafından da o denli gözlemden uzak tutulur... Avukat dilediği davayı alıp savunmanlık yapabilece ği gibi, onu reddetme hakkına da sahiptir. Kimsenin avukatın aldığı davayla da, reddettiği dosya ve/veya kişiyle ilgili olarak da, onun erdemini sorgulama hakkı ve haddi olamaz. Bu konu, sadece avukatın kendisi ile ilgilidir.” ‘Sehven kaydedildi’ Yazılı açıklama yapan avukat Uğur Poyraz da, Adnan Oktar’ın avukatlığını yapmadığını, vekâletnameden noter aracılığıyla istifa etmesine karşın mahkeme tarafından adının sehven vekil olarak kaydedildiğini belirtti. Poyraz, Silivri Cezaevi kayıtlarında kimi ziyaret ettiğinin görülebileceğini belirterek “Avukat müvekkiliyle özdeşleştirilemez” dedi. BAŞSAĞLIĞI Çalışma arkaşımız Mine Şekeroğlu’nun sevgili babası AHMET AYRANCI’NIN vefatını üzüntüyle öğrendik. Merhuma Allah’tan rahmet sevenlerine ve ailesine başsağlığı dileriz. C ÇALIŞANLARI Ankara Üniversitesi diplomamı kaybettim. Hükümsüzdür. BURCU SALMAN İktidar, gücünü kötüye kullanarak tarihsel tanımları doğruluyor Cumhuriyet gazetemize ve habercilerimize yönelen iktidar suçlamaları, açılan tazminat ve ceza davaları, ilanlarını kesme kararları, anayasadaki “Basın hürdür, sansür edilemez” maddesinin çöpe atılmasıdır. İktidar bunu şöyle uyguluyor: “Seni kapatmıyorum, tamam sansür de etmiyorum gazeteyi hazırlar ve basarken, ama sonrasında canına okuyorum.” Zaten anayasadaki madde, fiili olarak çeşitli yasalar ve uygulamalarla canının yarısını kaybetmişken iktidarın tecavüzleri ile yargıyı harekete geçirmesiyle resmen ruhunu teslim etmekte. İktidarın medyadaki uşakları gazetecilik oyunu oynarken bunların bir kısmı da fiili olarak saldırı halindeler Cumhuriyet’e. Bu alçaklıklarının sona ereceği zamanlar şüphesiz ki gelecek ve hepsi silinip gidecekler, ama geçmişleri yakalarını hiç bırakmayacak. Cumhuriyet sizin gibi olamaz, kanı uyuşmaz! Aman iktidara dokunan bir şey olmasın, Amiral Battı’nın tüm varakaları dahil, havuzlanmış ve milletin hazinesinden salınan paralarla ayakta duran medya, kendilerinden farklı olan Cumhuriyet’e “sen de bizim gibi ol” diye saldırıyor. Bunlar Hazine’den, iktidar da ranttan besleniyor. Müthiş bir parasal karanlık ağın içinde birbirlerini ağırlayıp duruyorlar. Havuz medyasına verilen ana görev, iktidar adamlarının rant ve yasalara aykırı faaliyetlerini görmemek. Ve görenlere de saldırmak! Havuz medyasının ekranlara çıkarılanları da ani bir durum olay geliştiği takdirde, cep telefonlarıyla bağlı oldukları veya dikkate almak zorunda oldukları sosyal medya hesaplarına bakarak nasıl tavır alacaklarını belirlemektedir. O kadar yani! İktidar gücü zehirleyicidir Yaşadıklarımız, çok bilinen tarihsel bir olguyu adeta her gün yeniden kanıtlıyor: Güç zehirler. İster parasal olsun ister ekonomik ister siyasal. Hele siyasi iktidar gücü, baş zehirleyicidir! İktidar sahipleri, bizim gibi ülkelerde, ellerindeki gücü durmadan kötüye kullanma eğilimindedir. Üstelik gücü mutlaklaştırarak! Bu nedenledir ki, mutlak güce ulaşmak ve iktidarda mutlak güç kurmak, organların birbirini denetlemeleri ve iktidarın diğer anayasal güçlerce dengelenerek engellenmektedir. Bu tarihsel bir olgudur ve bizim Türkiye’deki rejim her zaman bu olgunun ne kadar doğru olduğunu kanıtlama davranışı içindedir. Hele demokratik siyasal kültür, ülkece ve siyasetçe içselleştirilmediği ve herkesin benimsediği bir norm haline gelmediği ülkelerde... Türkiye bu açıdan tipik bir olgu sunuyor dünyaya. Türkiye şüphesiz ki bu çıkmazdan demokratik bir yönetim biçimi kurarak kurtulacaktır. Türkiye, medya özgürlüklerinde dünyanın en kötülerinden biridir.. Bu bile başlı başına iktidarın medya karnesini oluşturur. Bakanların toplu hareketi İlginç olan bir başka olgu da şu sıralarda Diyanet İşleri’nin başında olan zata yöneltilen eleştirilere, bakanların toplu savunma açıklamalarıyla karşı çıkmalarıdır. Belli ki bir merkezden harekete geçirilmişlerdir. Eleştiri, muhalefetin, sivil toplumun iktidarı başlıca denetleme aracıdır. Fakat karşılarına siyasal iktidar topluca ret hareketi ile çıkıyor, bu dünyada pek de görülmüş değildir. Topu topu bir bürokratın, laik devlet kurallarına aykırı, ülkede şeriat rejimi varmış gibi haddini bilmez açıklamalarıdır söz konusu olan. Hedef aldığı veya dışladığı toplum kesimi, burada Ankara Barosu, harekete geçmiş ve bu bürokratın söylediklerinin yanlışlığı vurgulanmıştır. Türkiye bir fetva devleti olmaktan çıkalı çok oldu. Bugün Türkiye’nin kuruluş ilkelerini ayaklar altına alanlar, bilmelidirler ki yarın vitrinlerinden inecek ve ülke yine kuruluş ilkeleri doğrultusunda yönetilmeye devam edecektir. Ara rejimin tadını çıkarıyorlar, keyfini sürüyorlar!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle