25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 31 MART 2020 SALI EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: MEHMET AMAN HABER ATATÜRK TÜRKIYESI, EKONOMIDE F. RIFKI ATAY’IN TABIRIYLE ‘İHTILALCI METOT’ UYGULAMASINA GEÇIYORDU PLANLI EKONOMİYE GİRİŞ ALEV COŞKUN Türkiye’nin planlı ekonomi dönemine geçişini belgelere dayanarak incelemeye devam ediyoruz. Dünkü yazımızda 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı karşısında Türkiye’deki arayışlar üzerinde durulmuş, Türkiye’nin devletçilik politikasına giriş nedenleri irdelenmişti. Özellikle 1930 Sanayi Kongresi raporları üzerinde durulmuştu. Bugünkü yazımızda “Planlama kavramı”, Atatürk’ün tanımını yaptığı “mutedil devletçilik” ve ekonomik alanda Sovyetler’le başlatılan ilişkiler üzerinde duracağız. Atatürk’ün uzun bir yurt gezisine çıktığı ve tüm gerçekleri tespit ettiğini vurgulamıştık. Oradan devam edelim. Planlama kavramı Bu uzun yurt gezisi dönüşü ertesinde, genellikle Atatürk’ün görüşlerini yansıttığı bilinen Muğla Milletvekili ve Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı Yunus Nadi’nin, bir başyazısı yayımlandı. Yunus Nadi, yeni bir sanayileşme politikasından, planlama kavramı ve düşüncesinden söz ediyor ve şöyle yazıyordu: “Her şeyden evvel yapılacak işlerin sınıflandırılmasına ihtiyaç vardır. Bu sınıflandırma sonucunda ilk yapılabilecek işler daha ziyade dikkat ve yatırımlarımızı kendi üzerlerinde toplamak üzere ortaya mesela üç sene için, beş sene için bir program çıkarıp ve bu süre içinde de bu programın gerçekleştirilmesine çalışılacaktır. İlk üç veya beş senelik programın uygulaması gerçekleştikten sonra ikinci bir program, ikinci bir aşamaya geçilir ve böylece memleketin ekonomik yenilik ve gelişme evrelerini sürdürmesi sağlanmış olunur.” (Cumhuriyet, Yunus Nadi, 1931; Yahya S. Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, age, s.243. Sadeleştirilmiştir.) 1931 yılında mart ayında Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bu başyazının genel düşünce sisteminde şu unsurlar göze çarpıyordu: İşlerin sınıflandırılması, yani öncelik sırasına göre düzenlenmesine gereksinme vardır. Bu öncelikler çerçevesinde, ilk yapılacak işler için üç ya da beş yıl süreli bir program yapılması gerekmektedir. Bu programın uygulanmasından sonra ikinci bir program aşamasına geçilmelidir. Önerilen bu düşünce aslında planlı ekonominin tanımlanmasından başka bir şey değildi. Artık Atatürk’ün planlama ve sanayileşme konularında yepyeni bir yöneliş içinde olduğu ortaya çıkıyordu. Bu düşünce, hiç duraksama olmadan cesur ve yürekli adımlarla gerçekleştirildi, “devletçilik” düşüncesiyle sanayileşmeye yönelindi. ‘Mutedil devletçilik’ Aslında “mutedil devletçilik” deyimi Atatürk tarafından “Vatandaş için Medeni Bilgiler” kitabında kullanılmıştır. Medeni bilgiler kitabının “Va Planlı ekonomi modeliyle Atatürk’ün planlama ve sanayileşme konularında yepyeni bir yöneliş içinde olduğu ortaya çıkıyordu. Bu düşünce, hiç duraksama olmadan cesur ve yürekli adımlarla gerçekleştirildi, “devletçilik” düşüncesiyle sanayileşmeye yönelindi. tandaşa Karşı Devletin Vazifeleri” başlığını taşıyan bölümde, devletçilik tanımı yapılmıştır, aynen şöyle deniliyor: “Cumhuriyetimiz henüz gençtir. Geçmişten kendisine miras kalan bütün hayati işler, zamanın zorunluluklarını karşılayacak derecede değildir. Siyasi ve düşünsel yaşamda olduğu gibi ekonomik işlerde de kişilerin girişimlerinin sonucunu beklemek doğru olmaz. Önemli ve büyük işleri, ancak ulusun genel zenginliğine ve devletin bütün teşkilat ve gücüne dayanarak, milli egemenliğin uygulama ve yürütmesini düzenlemekle görevli olan hükümetin mümkün olduğu kadar üzerine alıp başarması tercih edilmelidir. Diğer bazı devletlerin ikinci derecede görebileceği ve kişilerin girişimlerine bırakılmasında sakınca görülmeyen işlerin birçoğu bizim için yaşamsaldır ve birinci derecede devlet görevleri arasında sayılmalıdır. Özetle Türkiye Cumhuriyeti’ni idare edenlerin, demokrasi esaslarından ayrılmamakla birlikte, “mutedil devletçilik” ilkesine uygun yürümeleri, bugün içinde bulunduğumuz durumlara, koşullara ve zorunluluklara uygun olur.” Atatürk bu anlatımıyla, koşullar gereği ‘ılımlı devletçilik’ olarak tanımladığı ilkenin uygulamasını zorunlu görüyordu. Ayrıca bu kavrama açıklık da getirmiştir. Şöyle ki: Atatürk’ün devletçilik tanımı “Bizim yürütülmesini uygun gördüğümüz ‘mutedil (ılımlı) devletçilik’ ilkesi, bütün üretim ve dağıtım araçlarını kişilerden alarak, milleti büsbütün başka temeller çerçevesinde düzenlemek gayesini izleyen sosyalizm prensibine dayalı kolektivizm ya da komünizm gibi özel ve kişisel, ekonomik girişim ve çalışmalara yer bırakmayan bir sistem değildir.” Atatürk gerek Millî Mücadele sürerken gerekse sonrası, hep ekonomik ve mali bağımsızlıktan söz etmiştir. Süngü değil ekonomi Zaferden hemen 4.5 ay sonra, 2526 Ocak 1923’te Alaşehir’de halka yaptığı konuşmada, ordunun kazandığı askeri zaferden daha önemlisinin “ilim ve ekonomi zaferi” olduğunu belirtmiştir. Şöyle ki: “Bundan sonra pek mühim zaferlere kavuşacağız. Fakat bu zafer süngü zaferi değil, iktisat, ilim ve irfan zaferleri olacaktır. Ordumuzun şimdiye kadar elde ettiği zaferler memleketimizi gerçek kurtuluşa yönlendirmiş sayılamaz. Bu zaferler ancak gelecekteki zaferimiz için kıymetli bir temel hazırlamıştır. Askeri zaferimizle mağrur olmayalım. Yeni ilim ve ekonomi zaferlerine hazırlanalım.” (Atatürk’ün Söylev Demeçleri C.2 s.123124) Atatürk, Türk ulusunun elde ettiği bağımsızlığı sürdürme aşamasında ekonominin belirleyici olduğuna da şöyle dikkat çekmiştir: “Türk milleti bütün tarihinde savaş meydanlarında birçok zafer taçları giymiştir. Bununla övünür, dai Mustafa Kemal Atatürk, CHP’nin 4’üncü büyük kurultayında konuşma yaparken 9 Mayıs 1935, Ankara ma övünecektir. Ancak bu övünç tacını daha çok süsleyerek milletin başında tutabilmek için diğer bir sahada da mutlaka başarılı olması lazımdır. O da ekonomidir.” (U. Kocatürk, Atatürk, s.195) 1923’te Cumhuriyet ilan edilince Atatürk ve etrafındaki devrimci kadronun önünde, uygulayabilecekleri belirgin bir model de yoktu. Boratav’ın da dediği gibi 19231930, “açık ekonomi koşullarında yeniden yapılanma ve inşa” dönemidir. “Korunmacılık” ve “devletçilik” belirgin olarak 1930’da ortaya çıkmıştır. (K. Boratav, Devletçilik, s.51) 19231929 dönemi, 1930 sonrası devletçilik programı için bir hazırlık dönemidir. 19231929 döneminde özellikle demiryolu politikası ciddi bir kamulaştırma ve millîleştirme politikasını da içinde taşımaktadır. Demiryolu politikası başlı başına bir başarı öyküsüdür. 1923’te 3bin 716 km. demiryolu varken, bu rakam 1949’da 7 bin 381 km’ye ulaşmıştır. Devletçiliğin doğuşunda Sovyet Rusya’nın etkisi Devletçilik politikasının doğuşunda önemli bir etken Rusya’nın 1927 yılında başlayan, ilk beş yıllık planıyla gerçekleştirmekte olduğu büyük sanayileşme hamlesiydi. Sovyet Rusya ile genç Türkiye Cumhuriyeti arasında ilişkiler çok iyi düzeyde sürüyordu, oradaki gelişmeler Türk devlet adam ları ve aydınlar tarafından yakından izleniyordu. Sovyet Rusya’nın uyguladığı ilk beş yıllık planın deneyimlerinden dersler çıkarılıp Türkiye’nin koşullarına uygulanamaz mıydı? Bu düşünceler, genç ve devrimci Kemalist kadronun tartışma ve düşün gündeminde bulunuyordu. Sovyet Rusya ile ilişki Sovyet Rusya’nın planlı ekonomi uygulamasında sağladığı başarılar Türkiye’de bu konuya ilgiyi artırmıştı. 1930 yılı sonlarında Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras, Sovyetler Birliği’ne resmi bir ziyarette bulundu. Dışişleri Bakanının bu gezisine katılan Ulus gazetesi başyazarı Falih Rıfkı Atay, Dr. Aras’ın yurda dönmesinden sonra, bir süre daha Moskova’da kalarak incelemelerini sürdürdü. Dönüşünde Yeni Rusya adıyla bir kitap yayımladı. Atay, bu kitabında, Sovyetler’de gördüklerini, Sovyet Rusya’nın deneyimlerini aktarıyor, günün koşullarında ekonomi alanında “ihtilalci metot”lar aramanın zorunluluğuna işaret ediyordu. Atay, Sovyet deneyimini “İlkel bir ulusu ve ülkeyi, büyük bir hızla, Batı düzeyine çıkarmak için aranmış ve bulunmuş ihtilalci metotların” bir sentezi olarak görüyordu. Türkiye’nin “ekonomik bir inşa planına” şiddetle ihtiyacı vardı diyordu. SÜRECEK Bundan sonra pek mühim zaferlere kavuşacağız. Fakat bu zafer süngü zaferi değil, iktisat, ilim ve irfan zaferleri olacaktır. Ordumuzun şimdiye kadar elde ettiği zaferler memleketimizi gerçek kurtuluşa yönlendirmiş sayılamaz. Bu zaferler ancak gelecekteki zaferimiz için kıymetli bir temel hazırlamıştır. Askeri zaferimizle mağrur olmayalım. Yeni ilim ve ekonomi zaferlerine hazırlanalım. Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras ve Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk (Ankara, 1933) Siyaset, ekonomi, toplum... En zor günde her şey bilime emanet: Büyük kurtarıcı! Bilim ve araştırma, şüphesiz ülkelerde ve dünyada yarattığı büyük toplumsal dönüşüm ile, büyük ekonomik değerler ile, mesela uzay gibi insanlığın önünde açtığı büyük ufuklar ile, oldukça dağınık insanlığı koca dünyada küçük bir köyde yaşar hale getirmesi ile, sağlıkta inanılmaz başarıları ile, aslında salt bu yüzyılın değil son iki yüzyılın ana aracı veya insanlığın an kaldıracıdır. Arşimet demişti ki: Bana bir dayanak noktası gösterin dünyayı yerinden oynatayım. Şüphesiz bu imkânsızdı. Dünya uzayda boşluktaydı ve öyle bir dayanak noktası yoktu. Ama Arşimet’in bu büyük düşüncesi, bilimin merakını ve hayalini yansıttığı için büyük önem taşır. Zaten Arşimet de bilimin gücünü, yapabileceklerini, gerçekleştirebileceklerini dile getiriyordu! Bu düşünce, dünyayı yerinden oynatamadı ama dünya ahalisini ve sistemini yerinden oynattı. Buluşları, geliştirdikleri ve yarattığı büyük toplumsal ve ekonomik değerlerle dinamiğin yöneticisi oldu... Bilimin belki değiştiremediği veya gerçekleştiremediği, siyasete eşdeğer ağırlığını koymaması... Ülkelerin yönetimi seçim sistemlerine bağlı olduğu için, sandıktan bir şekilde bilimin de çıkması şüphesiz ki söz konusu değildi. Belki burada, bilimin, toplumsal değişimin tetikçisi olmasına rağmen, ülkeyi yöneten siyaseti dönüştürmekte aciz kaldığı söylenebilir. Sadece siyaset değil, toplum katında da güçlü, büyük taraftar kitlesi olduğunu söylemek güçtür. Toplumda bilim okuryazarlığı, bilimsel düşüncenin yaygınlığı azdır. Bunun yerine, her türlü safsata, inanç, falcılık, ayrıca bilim ile din çatışması nedeniyle bilime reddiye toplum katmanlarında oldukça yaygın.. Ama karşımıza, ne siyasetin ne toplumun ne ekonominin baş edebileceği büyük bir biyolojik evrimsel olay ortaya çıkınca herkes, siyasetçisi dahil bilime sarıldı, tüm gözler bilime döndü: Büyük Kurtarıcı! COVID19’un yönetimi esas olarak bilimsel güçlerin elinde! Toplumun ekonominin önüne soru korsanız, bu süreci kim yönetsin, siyaset mi bilim mi diye.. Kimse siyaset demeyecek, bilim yönetsin diyecek.. Bilim sorumluluğunun farkında. Bugüne kadarki büyük birikimiyle görülmemiş bir hızla işe sarıldı. Bilime göre yaşıyoruz Bugün virüsten korunmak için alınan tüm önlemler, bilimin araştırmalarına ve bulgularına dayanıyor. Korunuyorsak, elimizi nasıl ve ne kadar süre ile yıkayacağımızdan tutun, nasıl ve hangi araçlarla tedavi edilebileceğine ve kaç günde virüsten temizlenebileceğimize, neden sosyal olarak birbirimizden uzak kalmamız gerektiğine kadar, alınan tüm önlemler bilimin önümüze koyduğu bilgilere dayanıyor. Ekranda birkaçı dışında gerçek bilim insanları görünüyor. Komplocular çoğunlukla artık sosyal medyada dönen videoların alay konusu oldular. Tüm dünya gözünü geliştirilebilecek bir ilaca ve aşıya dikti: Bilimden gelecek müjdeli ve umut verici haberlerde kulaklar. Dün aşıya karşı olanların, bir aşı geliştirilebilirse ilk önce, koşa koşa aşı olmaya gidecekleri kesin. Virüsün varlığı ve geleceği konusunda da kesin bir bilgi yok. Yok olması mümkün değil diyenlerden tutun, tamamen yok olabileceği veya ortadan kaybolur görünse bile geri dönebileceği görüşleri varsayımlar arasında. Bu bakımdan, COVID19 için kesin çözüm bilimin ilaç veya aşı geliştirmesinde. Bırakalım hayatları, ülke ve dünya ekonomisinin geleceği de tamamen, ilaç veya aşıya bağlı hale geldi. Her şey bilime emanet! Bu süreç bilimsel iletişimi de değiştirdi: Önümdeki habere bakıyorum: 12 Mart’a kadar COVID 19 üzerine İngilizce 900’den fazla araştırma makalesi yayımlanmış. Başka yerel dillerde yayımlananlar bunların dışında.. Bu görülmemiş bir hız.. Aradan geçen sürede İngilizce makale sayısı 1000’i aşmıştır. Araştırmalar çok geniş bir alanı kapsıyor: Virüs yapısı, nasıl yayıldığı, hastalığın klinik özellikleri; potansiyel ilaç hedefleri, karantina önlemlerinin etkinliği, sağlık çalışanları üzerindeki psikolojik etkiler, sosyal izolasyonun yararları ve psikolojik zararları, ekonomiler ve çalışanlar üzerinde etkileri, zihinsel sağlık, çevre koruma ve küresel çeşitlilik... Pek çok üniversitede laboratuvarlar kapandı. Aziz Sancar’ın ve Gökhan Hotamışlıgil’inki dahil. Ama araştırma motoru öte yandan son hızla çalışıyor. Müthiş bir bilimsel işbirliği dünya çapında yürüyor. Makaleler artık son hızla yayımlanıyor ve bilgiler paylaşılıyor. Toplum, siyaset ve geleceği, ekonomi hemen her şey bilime emanet! MAL ALIMI İÇİN İHALE İLANI Genel Sera Enerji Yatırım A.Ş, Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından uygulanmakta olan Kırsal Kalkınma Yatırımlarının Desteklenmesi Programı (13. Etap) kapsamında Manisa İli, Ahmetli İlçesi, Canbazlı Mahallesi’nde gerçekleştirilecek Genel Seracılık Yeni Tesis Yatırımı kapsamında mal alım ihalesi yapmaktadır. İhaleye katılım koşulları, isteklilerde aranacak teknik ve mali bilgileri de içeren ihale dosyası www.genelseracilik.com internet adresinden görülebilir. Ancak, ihale dosyası Canbazlı Mahallesi, Ahmetli, Manisa adresinden temin edilebilir. Teklif teslimi için son tarih ve saat: 15/04/2020 10:00 Gerekli ek bilgi ve açıklamalar www.genelseracilik.com adresinde yayınlanacaktır. Teklifler 15/04/2020 tarihinde saat 10:00 ’da ve Canbazlı Mahallesi, Ahmetli, Manisa adresinde yapılacak oturumda açıklanacaktır. Resmi ilanlar: www.ilan.gov.tr’de (Basın: 1156105)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle