17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 31 MART 2020 SALI EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: MEHMET AMAN olaylar ve görüşler SALGIN, DEVLET VE TEKNOLOJİ PROF. DR. RABİA KARAKAYA Koronavirüs hem bir kamu sağlığı krizi olarak hem de ekonomi ve toplumsal hayata yansımaları açısından tüm dünyanın başlıca gündemi haline geldi. Salgının yavaşlatılması amacıyla dünyanın her yerinde devletlerin aldığı sosyal mesafelendirme tedbirleri kapsamında okullar kapandı, seyahatlere ciddi kısıtlamalar getirildi, ekonomik hayat özellikle bazı sektörlerde durma noktasına geldi. Daha önce benzeri görülmemiş bu kriz karşısında devletler teknolojik kapasitelerini kullanarak krizin etkisini en aza indirmeye çalışıyor. Teknoloji, hem doğrudan virüsün yaygınlaşmasını engellemek için hem de kamu hizmetleri ve ekonomik hayatın mümkün olduğu kadar devam ettirilmesi için kullanılıyor. Distopik bir film gibi Virüsün yaygınlaşmasını önlemek isteyen devletler, çeşitli izleme ve gözetleme teknolojilerini devreye soktu. Teknolojiyi otoriter rejiminin önemli bir aracı olarak kullandığı bilinen Çin, bu konudaki tecrübesini salgını takip etmek için etkili bir şekilde kullanıyor. Akıllı telefonlara yüklenen uygulamalar ve GPS takip sistemleri ile virüsün yayılmasına ilişkin modellemeler yapılıyor. Cep telefonu bilgileri karantina altında olması gereken kişilerin yerlerini takip etmek için kullanılıyor. Dronlar üzerine yerleştirilen plaka okuma sistemleri şehirlerarası seyahatte uyulması gereken kısıtlamaları takip ediyor. Çin’de bir süredir kullanılan yüz tanıma teknolojileri maskesiz sokağa çıkanları tespit etmek için kullanılıyor. Distopik bir filmden bir sahne gibi Çin vatandaşları, cep telefonlarına indirdikleri uygulama ile taşıdıkları riske göre yeşil, sarı, turuncu renkler ile kodlanıyor. Öte yandan, dijital teknoloji, salgın yüzünden fiziksel olarak yapamadığımız birçok şeyi sanal ortamda yapa Koronavirüs salgını, dijital teknolojilerin hayatımızdaki yerini daha da artırıyor. Bu teknolojilerin kullanımı, bir yandan ekonomik hayatın, kamu hizmetlerinin ve eğitim süreçlerinin mümkün olduğu kadar devamını sağlarken bir yandan da iki önemli risk barındırıyor. bilmemize olanak sağlıyor. Özellikle kamu hizmetlerinin sağlanması, uzaktan eğitim ve evden çalışma biçimleriyle salgının hayatımıza etkisi mümkün olduğu kadar sınırlandırılıyor. Sosyal bağları kopuyor TÜİK verilerine göre, Türkiye’de 2019 yılı hane halkı internet erişimi yüzde 88. Resmi istatistiklere göre internet kullanan her iki kişiden birisi edevlet hizmetlerinden faydalanıyor. Bu veriler Türkiye’de internete ve online kamu hizmetlerine erişim konusunda belli bir altyapı olduğunu gösteriyor. Koronavirüsün Türkiye’ye gelmesinden sonra hızlı bir şekilde okulların kapatılması ve mümkün olduğu kadar evden çalışmanın teşvik edilmesi, karar vericilerin bu altyapıya güvendiğini gösteriyor. Ancak dijital teknolojilere erişim konusunda toplumun bütün kesimleri aynı durumda değil. Bu salgından en çok etkilenmesi beklenen yaşlılar ve yoksullar, bu teknolojilere erişimi en az olan gruplar. Örneğin yaşlılar, hem hizmetlere erişim için hem de sosyalleşmek için büyük oranda fiziksel ortamları kullanıyor. Sosyal mesafe tedbirleri nedeniyle evde kalmak zorunda olmaları demek hem bu hizmetlere erişememeleri hem de sosyal bağlarından kopmaları anlamına geliyor. Türkiye, koronavirüse karşı okulları kapatma kararını en hızlı alan ülkelerden biri oldu ve eğitimin tüm kademelerini online platformlara taşıdığını duyurdu. Evinde bilgisayar ve internet erişimi olmayan aileler için ise televizyon üzerinden eğitim programları başlatıldı. Ancak uzaktan eğitimin başarılı olması için teknolojik altyapı yanında dijital içerik üretilmesi ve çocukların ebeveynler tarafından desteklenmesi de çok önemli. Eğitimli, teknoloji okuryazarlığı yüksek, kaliteli internet bağlantısı olan ve çocuklarına vakit ayırma ayrıcalığına sahip ailelerin çocukları uzaktan eğitim sürecini daha verimli geçirebilecek. Eğitim alanında var olan toplumsal eşitsizlikler bu salgın ile daha da pekişmiş olacak. Teknolojinin önemi Görünen o ki koronavirüs salgını, dijital teknolojilerin hayatımızdaki yerini daha da artırıyor. Bu teknolojilerin kullanımı bir yandan ekonomik hayatın, kamu hizmetlerinin ve eğitim süreçlerinin mümkün olduğu kadar devamını sağlarken bir yandan da iki önemli risk barındırıyor. İki önemli risk Birincisi salgınla mücadele için uygulanan gözetleme ve denetleme teknolojilerinin, 11 Eylül saldırısı sonucunda devreye sokulan güvenlikçi politikalar gibi kalıcılaşması. Salgını kontrol etme gerekçesiyle dijital teknolojileri kullanarak bireyler hakkında her türlü veriyi toplayan devletler bu verileri başka ne için kullanacak? Olağanüstü koşullarda ellerine geçirdikleri bu güçlerden kolay vazgeçebilecekler mi? İkinci risk ise dijital teknolojilerin toplumda kullanımının eşit dağılmamasıyla ilgili. Dijital eşitsizlik toplumda var olan sosyoekonomik eşitsizliklerden bağımsız düşünülemez. Türkiye’de son yıllarda internet erişiminde gerçekleşen artış, herkesin internetten eşit bir şekilde faydalandığı şeklinde bir yanılsamaya yol açmamalı. Salgın sırasında ve sonrasında hizmetler ve olanaklar internet ortamına taşındıkça geride kalanların dışlanmışlıkları daha da artacak. Şimdi kendimize şu soruyu sormanın tam zamanı: Biz dijital platformlara taşınırken kimleri geride bırakıyoruz? COVID19 postmodernizmi yendi 1 Postmodernizm, esas olarak “Toplumsal ve nesnel gerçek önemli değildir, asıl gerçek insanın inandığı şeydir” ilkesine dayanıyor. Yaklaşım olarak pozitivizme, deneyselciliğe ve materyalizme karşı, inancı ve dogmatizmi destekliyor. Böylece bilim karşıtlığına, tarikatcemaat yapısını kullanan dinci politikacılara da destek veriyor. HHH Postmodernizm, Soğuk Savaş döneminde Marksizm (Diyalektik Materyalizm) ile pozitivizmi birbirine karıştıran cahil Amerikalıların, Sovyetler Birliği’ne karşı ideolojik mücadele stratejilerinden biri olarak ortaya çıktı. Kadını ikinci sınıf vatandaş olarak simgeleyen türbanın özgürlük adına, dinci diktatörlüklerin demokrasi adına savunulabilmesi gibi gariplikler işte bu postmodernist yaklaşımın ürünleridir. Türkiye’de dinci politikacılara yaranmak için dalkavukluk yapan, kötü bir şair, sözde bir felsefeci olan konuşmacının televizyonda bir canlı yayında postmodernizmi savunmak için söylediği şu sözleri kulaklarımla duymasam, onun bunları söylediğine inanamazdım: “Bir dışımızdaki gerçek var, bir de içimizdeki hakikat. Elbette esas olan içimizdeki hakikattir” diyerek cemaatlerin ve dinci politikacıların bilim karşıtlıklarına ve cehalete övgülerine destek vermeye çalışıyordu. HHH COVID19, dışımızdaki bir salgın hastalık gerçeğidir: İnsanın postmodern yaklaşımla bu salgını reddetmesi sadece kendisini değil, içinde yaşadığı toplumu da hasta edecek ve belki de ölüme kadar sürükleyecek büyük bir yanlıştır. Bu nedenle, seçmenini cahil bırakarak iktidarlarını sürdürmek isteyen iktidarlar da dahil olmak üzere, bütün yöneticiler, COVID19’la savaşta bilimsel önerileri ve bulguları kullanmaya başladılar. Ama bir yandan kurban kesmekten, öte yandan birlikte cuma namazı kılmaktan hastalığa karşı medet umanlar, dinci politikacıların bazılarının bugün de hâlâ sürdürdükleri yanlış destekle, cahil direnişlerini sürdürüyorlar. Özdemir İnce de pazar günkü yazısında bu noktaya işaret ediyordu: “Postmodernizmi icat edenler ve Türkiye’ye ithal edenler, 1923’ün kamucu ve toplumcu Cumhuriyeti karşısında bozguna uğradılar. Akıl ve bilim, akılsız ‘ortak akıl’ı, dinsel hurafeleri, dinci rejimi yendi. Ama bunlar da korona kadar yedi canlıdır.” HHH Cehalet de aynen terör ve diktatörlük gibidir: Sonunda döner dolaşır, kendisini kullananı, besleyeni de vurur! YAŞASIN BİLİM… YAŞASIN SAĞLIKLI YAŞAM… YAŞASIN HUKUK DEVLETİ… YAŞASIN DEMOKRASİ! HÜNER TUNCER Doç. Dr. Hüner Tuncer, bu kitabıyla Atatürk’ün tarihimizdeki eşsiz yerini bir kez daha gözler önüne sermekle, Atatürk adının tarihi gerçeklere dayandırılarak anımsanmasına hatırı sayılır bir katkı sağlamaktadır. ÇIKTI ‘BİZİ VİRÜS DEĞİL BU DÜZEN ÖLDÜRECEK’ EVDE KALMANIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI VELİ AĞBABA CUMHURİYET HALK PARTİSİ GENEL BAŞKAN YARDIMCISI Cumhurbaşkanı, koronavirüs salgını ile mücadele etmek için daha fazla fedakârlık çağrısında bulunuyor, yurttaşlara evde kal çağrıları yapılıyor. Peki, sıvası dökülmüş, yoksulluğun ve sefaletin kol gezdiği, borç yükü altında ezilen emekçi hanelerinden hangi fedakârlıklar bekleniyor? Milyonlarca emekçiden, emekliden, işsizden daha ne yapması bekleniyor? Gündelik yevmiyeler ile geçimini sağlayan milyonların ve açlık sınırı altında yaşam savaşı veren asgari ücretlilerin 1 gün evde kalmalarının faturası nedir? Evde kalmaları hayatlarını nasıl etkiliyor? Kanal İstanbul ihalesine giren iş insanlarını evde tutamayanların, fakir fukaraya “evde kal” demesi kolay. Virüsten korunmak için “evde kalın” demek milyonlarca vatandaşımızın içerisinde bulunduğu gerçeklerle örtüşmüyor. Ne derseniz deyin, evde kalamayacak olan milyonlar var. Bu insanların içerisinde bulundukları durum, ülkenin acı gerçeğini bir kez daha gün yüzüne çıkartıyor. Bu şartlarda emekçiler nasıl evde kalabilir? Ülkemizde 6 milyon kişi ekmeğini sokaktan kazanıyor. Kimi tezgâhında simit, mendil, kestane veya çiçek satıyor, kimi ayakkabı boyuyor. Sokakta geçimini sağlamaktan Yıllardır yoksulluk virüsünden illallah eden milyonlar, şimdi de evde kalmaya mahkum edilerek açlık ve sefalete terk edildi. başka hiçbir güvencesi olmayan 6 milyon kişi, şimdi yaşamını devam ettirmek için ne yapacağını kara kara düşünüyor. 1.2 milyon inşaat işçisinden fedakârlık beklemek ve “evde kal” demek için günde sadece birkaç saatliğine bir inşaat işçisinin nasıl bir yaşam sürdürdüğüne bakmak yeter de artar. Sabahın erken saatlerinde yola düşen veya yıkık dökük şantiye barakalarında kalan, en sağlıksız koşullarda, yüzlerce işçiyle bir arada en kötü yemeği yiyen, iş cinayetlerinde yaşamını yitiren inşaat işçileri, kusura bakmayın ama fedakârlık yapamıyor. Her gün evine ekmek götürmek için amele pazarında iş sırası bekleyen, gün boyunca sırtında dünyanın yükünü taşısa da “of” demeyen ama geçim sıkıntısının ağırlığında ezilen hamallar evlerinde kalamıyor. “Toz bezi değil, ev emekçisiyiz” diyen, sayıları 1 milyona ulaşan ve gündelik yevmiyeler ile geçimini sağlayan kadın temizlik işçileri ne yazık ki aç kalmamak için virüse yakalanmayı da göze alarak sokağa çıkmak zorunda kalıyor. Gün yüzü görmeyen AVM işçileri, yerin yedi kat dibinde çalışan maden işçileri, evde kaldığımız şu günlerde her gün binler ce paketi bizleri ulaştırmaya çalışan kurye ve kargo işçileri, çağrı merkezi çalışanları, market kasiyerleri ve daha nice milyonlarca ücretli ve gündelik yevmiye ile çalışan işçi, ne yazık ki salgına karşı “ben de evimde kalayım” diyemiyor. Kısacası 19 milyon ücretli veya yevmiyeli işçi, 4 milyon 469 bin işsiz, geçinemediği için çalışmak zorunda kalan 65 yaş ve üstü 142 bin emekçi, asgari ücretle yaşam mücadelesi veren 7 milyondan fazla işçi ve devletin resmi rakamlarına yansıyan 16 milyon yoksulun kafasında “evde kalayım, ama nasıl?” sorusu var. Kolonya, maske ve dua politikası Hükümet ise bu soruya bedava kolonya ve maske dağıtacağını açıklayarak “Bol bol dua edin” diyerek cevap veriyor. Tabii iktidarın hakkını yememek lazım ayrıca, elektrik faturalarına 3 ay zam yapılmayacağını açıklarken çalışana başka jestler yapmayı da ihmal etmiyor. Milyonlarca ücretli emekçi, işsiz ve emekli şayet salgından kurtulur da bir de açlıktan ölmemeyi başarabilirlerse artık otellerden ve uçak seyahatlerinden indirimli bir şekilde yararlanabilecek. Unutmadan geçmeyelim: İktidar emekçilere bir de nasihatte bulunuyor, “Bu süreçte paraya sıkıştığınız anda bankalar sizlere ucuz krediler vermeye hazır” diyor. 2 mil yon yoksula bin lira yardım yapılacağı açıklanırken bile diğer 14 milyon yoksul yurttaş unutuluyor. Akp, ölümü gösterip sıtmaya razı etmek istiyor Açıklanan ekonomik istikrar kalkanı paketi, AKP’nin emeğe ve emekçiye bakışını bir kez daha göstermiş oldu. İktidar, yoksulun derdi olan ne kiradan bahsetti ne de faturaların adını andı. Yurttaşlara “evde kalın” dedi, ama onların tenceresinde kaynayan aşı, sofrasındaki bir dilim ekmeği ve çocuğuna içirdiği sütü görmezden geldi. Ne gıda fiyatlarında KDV oranlarını düşürmeyi ne de borçlu hanelerin borcunu ertelemeyi aklının ucuna dahi getirmedi. AKP, 100 milyar liralık pakette yurttaşlara ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışıyor. Yıllardır yoksulluk virüsünden illallah eden milyonlar, şimdi de evde kalmaya mahkum edilerek açlık ve sefalete terk edildi. Evde kalmaya zorlanan milyonlarca yurttaşımız, sağlığı ve geçim derdi arasında tercih yapmaya maruz bırakıldı. İktidar göz göre göre milyonlarca vatandaşa ya virüsten ya da açlıktan ölmeyi bir tercih olarak sunarken, yani “kırk katır mı kırk satır mı” diye sorarken, akıllara adeta milyonların sesi olan tır şoförünün sözleri geliyor: “Ha senin lafınla açlıktan ölmüşüm, ha virüsten ölmüşüm. Ama beni bu virüs öldürmez, beni senin bu düzenin öldürür.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle