25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
söyleşi TASARIM: EMİNE BİLGET 9 30 MART 2020 PAZARTESİ NEDEN DR. GÜLCAN ÖZER? Erişkin psikiyatr ve psikoterapist Özer, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde uzmanlığını aldı. Yurtiçinde ve yurtdışında makaleleri yayımlandı. Terapi İstanbul Psikiyatri Merkezi’ni kurdu. “Herkes Kendi Hayatının Kahramanı” isimli kitabı 2016’da, Terapi İstanbul’daki uzmanlarla birlikte hazırladığı “İnsan Halleri” kitabı 2017’de yayımlandı. TED konferanslarında yaptığı ‘ilişki’ temalı konuşmalar büyük ilgiyle izlendi. Evlere tıkıldığımız bugünlerde birbirimizle ve dünyayla ilişkimizin nasıl olacağını sorduk. Direnmenin kitabını yazan ahali yine direnecek Koronavirüs can derdine düşen insanoğlunu evlere mahkum etti. Tüm sosyal ve sportif etkinlikler ertelendi, dükkânlar kepenk indirdi, bomboş caddelere, sokaklara, parklara ürkütücü bir sessizlik çöktü. Yarın kaygıları, geleceği öngörememek, yanıtsız sorular psikolojimizi derinden sarsıyor. Eve kapanan ailelerde huzur olacak mı, bireylerin birbirine karşı tutumu, yeni durumun çocuklara izahı nasıl olacak? Salgının dizayn ettiği yeni dünyanın bizlere başka hangi sürprizleri var? Sonuçta, “ilişkisel, sosyal, siyasal ve felsefi dönüşümler”e ne kadar hazırız, Dr. Gülcan Özer’le konuştuk. n Bugünlerde iki görüş yaygın: Kimi kaygının sesiyle “Ne olacak bizim halimiz!”, kimi de daha sakin bir bakış açısıyla “Dünya bize bir şey anlatıyor” diyor. Hangisi doğru, bunu sormadan önce, siz bir psikiyatr olarak bugünleri hangi duyguyla yaşıyorsunuz?   Ben, “Ne olacak bizim halimiz” tadında değilim. Dünyanın bize anlatacakları olduğunu, asırlardır anlatmak için didinip durduğunu ve bizim istikrarlı şekilde anlamayışımızın devam ettiğini düşünenlerdenim. Ancak şu vakit “nasıl az hasarla atlatılırız”ı düşünmek öncelikli olan. Yaşadıklarımızın niye yaşandığı ve o müthiş unutma kasını kullanıp kullanmayacağı mühim sorular elbet. İlişkisel, sosyal, siyasal ve felsefi dönüşümler olacak diye ummaktayım. Ancak filmin daha başındayız. Ev ahalisi olarak öncelikle günlük hayatımızda yeni bir düzen kurmaya çalışıyoruz. Kaygıya şerbetliyiz n Peki, hangi düşünce daha sağlıklı? Her iki sorunun da yeri yurdu var bu süreçte. Sorulardan ilkinin, yani “Ne olacak bizim halimiz”in, eğer işlevsel soruluyorsa anlamı ve gündelik cevapları önemli. Bizim dünyaca halimiz evlerin sınırları içinde ve önerilen tedbirleri ciddiye alarak, yeni bir gündelik hayat normalizasyonu yaratarak şafak sayma halidir derim. Yok bu soru “Ne olacak bizim kalan ömrümüz, mahvolduk, bitti” ise bilgimiz yaşadığımız sürecin sonlanacağı ve hayatın devam edeceği yönünde... Sorulacak soruyu; “Önümüzdeki günleri bedensel ve ruhsal olarak nasıl yöneteceğiz” haline döndürmek gerek diye düşünürüm. Gelelim “Dünya bize bir şey anlatıyor” görüşüne... Elbet ve daima anlatıyor. Açlıkla, sel ile, deprem ile, nefes alamadığımız şehirler, tıkandığımız hayatlar ile, kaybolup gitmiş durumdayız. Buradaki soru şu: Mesaj alınabilecek mi? Yoksa unutarak hayatta kalan insan, o müthiş unutabilme performansını yineleyecek mi? Bunun kişisel, ülkesel ve muhtemel global yansımaları olacak ve hep birlikte göreceğiz. n Böyle süreçlerden ne gibi duygularla çıkılır? Farklı kişilikler farklı çıkarımlar mı yapar? Belirsizliğin belirgin olduğu hallerde daima şampiyon duygu kaygıdır. Kaygı, endişe, anksiyete; her an kötü bir şey olacak duygusudur. Bu sıklıkla odağı belli olmayan yahut odak değiştirebilen yüzergezer bir duygudur. Kendinize, yakınlarınıza zarar gelebilir, hastalanılabilir, kaza geçirilebilir... Bizim memleket kaygılı olma mevzuunda zaten üst perdeden gider, ebeveynden bulaşan kaygı da, memleketteki hakiki kaygı da çoktur. Bunun faydası kaygıya şerbetli olmamız, zararı ise bu mevzudan yorgun olmamız. Böyle bir süreçte kaygılı olmanın kaçınılmaz, hatta koruyucu olduğunu biliyoruz. Ancak zaten kaygıdan çokça mustarip olanların bazısının işlevselliği bozuluyor hatta dehşete kapılıyor. Bazısı ise gerçek, belirlenmiş bir endişe kaynağı karşısında o yaygın endişesini rafa kaldırıp duruma odaklanıyor. Kaygı hissetmek içinde bulunduğumuz süreç fethi karaduman te koruyucudur. Yeter ki işlevsellik bozulmasın. Zannımca asıl büyük sıkıntı “bana bir şey olmazcılar”da... Onlar kendileri ve etrafları için tehlike saçarlar. Yaşadığımız süreçle yok sayarak baş etmeye çalışırlar ki asıl tehlike budur. Hayat illa ki anlam ister n Pek çok danışanınız, kitaplarınız var, sürekli Türkiye’nin çeşitli yerlerinde okurlarınızla buluşup sohbet ediyorsunuz. “Ölüm” ya da sevdiklerini kaybetme korkusu yaşayanlara tavsiyeleriniz olur mu? Bu dönemi bölüm bölüm yaşayalım, önce güvenliğimizi sağlayalım, sonra evlerin sınırları içinde yeni bir gündelik rutin oluşturalım. Yani “niye” sorusundan önce “nasıl” sorusuna odaklanalım. Niye insanlık bunları yaşamaktadır mühim sorudur ancak ilk soru değildir. Önce yeni bir normalizasyon oluşturmak gerektiğini mutlak fark etmeliyiz. n Bazen de insanın kafasından “Bir gün bir şey olacak ve insanoğluna dur diyecekti” düşüncesi geçmiyor değil. Hayat bize “Yavaşla” mı diyor? Mutlak... Biz kapitalizmin çocuklarıyız. Durmak, yavaşlamak literatürümüzde yok. Tüketmeye, mutlak şekilde ih tiyaç fazlası tüketmeye kodlandık. Bu oyunu kimimiz üretmenin erdemi üzerinden, kimimiz damarlarında hissederek yaşıyor ve fakat hepimiz aynı gemide koşup duruyoruz. “Çıkış yok, hayat gailesi bu” deyip yaşayıp gidiyorduk. Ne kendimizi ne etrafımızı görüyorduk. Şimdi durduk, isteğimiz dışında mola verdik hayata. Bu hayat gailesi meselesi benim son yıllarda fena halde kafamı meşgul etmekte. Ben hayat gailesinin, gönüllü köleliğin, çok çalış, çok tüket, az düşün, söyleneni yap, illa kuracaksan tatilde nereye gideceğin ile ilgili kur, onu da illaki bütçenin ötesinde yap, illaki borçlan ezberi olduğunu ve kaybolup gittiğimizi düşünüyorum.   n Pandemiden kurtulduğumuzda muhtemelen hepimiz hayatı yeniden okuyacağız, o noktada ne göreceğiz?   Hayatı yeniden okuyabilirsek ile başlayan ne çok şey söylenir. Gökyüzünü görürüz misal, kuşları, çiçekleri, sevdiğimizin gözlerini, başarmak ile mutlu olmanın akraba olmadığını başarmaktan anladığımız para kazanma, çok para kazanmanın kifayetsiz kaldığını, hayatın illaki anlam istediğini, insanın insana muhtaç olduğunu... n Bu süreçten sağ salim çıkarsak “mutluluk” tanımımız değişir mi? Bu süreç bir yandan bizim için önemli olan, kaybetmekten kaygılandığımız insanların tekrar tarifini sağladı, eşimiz, çocuklarımız, ana babalarımız, ahbaplarımız ve onların/hepimizin ölümlüğü hakikati ile yüzleştik. Bu önemli, fakat insan, kayıpları sonrası hayatın hakikati ile yüzleşir ve unutur. İnsan yaşayabilmek için ölümü yok sayar. Oysaki hayatın en mühim bilgisi, iki kapılı bir han oluşu ve hayatın bize verilmiş bir hediye olduğudur. An, gün, yıl hepsi önemli ve fena halde hovarda kullanmaktayız. Bu sürecin sonrasında başarı ve mutluluk tariflerimizin değişmesini illaki dilerim. Çağların ve toplumların başarı tarifleri var. Yakın ve derin ilişkiler n Bizim başarı tarifimiz? Bizim denk geldiğimiz vakitler insan oğlunun dünyaya hükmetme hevesinin arttığı, hayat gailesi kandırmacası içinde durmanın oyundan düşmek olduğu, düşünmenin romantik bir eyleme dönüştüğü vakitler. İnsanın hayalleri, hevesleri, kendini tariflediği, kendini arayıp bulduğu yahut bulamadığı var oluş alanlarına ihtiyacı var. Bir vakitler okuduğum bir biyografi vardı. Suna Kıraç ALS hastalığı süresinde göz hareketleriyle yazmış. İsmi, “Ömrümden Uzun Hayallerim Vardı”. Hayaller, hevesler yahut amaçlar adına ne derseniz deyin mühim ve irisi ufağı yok, bize ait olanı var mühim olan bu. Harvard Üniversitesi’nin 75 yıl süren süren bir mutluluk çalışması var, yakın zamanda yayımlandı. Katılımcılara mutluluğun tarifinin sorulduğu başlangıçta başarılı olmak, iktidarlı olmak, tanınır olmak, varlıklı olmak ilk sıralarda iken yıllar içinde mutluluk iyi bir aile, sıkı dostluklar, yakın ve derin ilişki kurabilme kapasitesi olarak tariflendi. Yakın ve derin ilişkiler; sihirli tarif bu diye düşünürüm. Bireysellik irtifa kaybedebilir n Bu dönemde yardımlaşma duygusu mu öne çıkar, yoksa bireysellik mi? İki ayrı görüş var ve önümüzdeki yıllarda nasıl evrileceğimizi bu sürecin nasıl yaşanacağı belirleyecek. İnsanı makro sistemden ayrıksı düşünmek kabil değil. Makro sistemde hikâyenin bir siyasi erk tarafı var, dünyanın bu mevzuyu sosyolojik okuması, kapanması yahut virüslerin sınır tanımazlığı ile yüzleşmesi gelecekte nasıl bir dünyaya uyanacağımızı belirleyecek. Bunu an itibarıyla bilemeyiz. Temenni etmek, ders almak, doğru okuma yapmak dileğimiz. Bir de mikro sistem var. İnsan, geniş yahut çekirdek aile... Buradaki temenni yine doğru okuma yapıp, insanın insana muhtaciyetini, yalnızlığın lezzetsizliğini, farketmek. An itibarıyla yardımlaşma duygusu cılız, bireysellik önde, fakat film yeni başladı, beklentim uzunlamasına bireyselliğin irtifa kaybetmesidir. Ben toplumsal ve kişisel yansımaların 10’lu, 20’li yıllar sonra görüleceğini ve gelecek nesillerin bu sürecin epey ekmeğini yiyeceğini umuyor ve diliyorum. Yol arkadaşlığı yapacağız n Şimdi küçücük evlerde, dip dibe yaşıyoruz. Kalabalık bir aile yapımız olduğu düşünüldüğünde herkesten büyük fedakârlık beklenir... Nasıl davranmalı? Yeni bir normalizasyon yaratmak ve öncelikler sıralamasını elden geçirmek mühim. “Yan baktın, aslında bunu söylemek istedin, senin annen” ile başlayan replikler önemini kaybetmiştir. Evlerimizin sınırları içinde ve bir arada yaşayacağız, gerçeklik bu. Hepimiz bu gerçekliği elden geçirip önce ahbaplık sonra yol arkadaşlığı yapacağız. Ötesine sonra bakılır. n Boşanmalar artar mı, yoksa yeniden dört elle aile kavramına mı sarılırız? Zor soru. Cevap bu sürecin nasıl okunup nasıl yaşanacağı ile ilgili. Bildiğim şudur ne vakit insan kendisine torpil geçmenin ayarını kaçırıyor o vakit yol alamıyor. Adı ister evlilik, ister ahbaplık olsun kendimize dair bilgimiz arttıkça iyileşiyoruz, güzelleşiyoruz. Bu vakti kendine de bakarak geçiren, karşısında yıllardır var olan insanın gözüne gönlüne bakan yol alır. Fakat evliliğini muhtemel dolgu malzemeleriyle götürenlerin işi zor. Bu malzeme bazen ortak arkadaşlar, bazen seyahat hevesi bazen ise finansal ortaklıktır. Öyle kendi kendilerine kalınca büyük beyaz boşluk ortalığı kaplar. n Aileler evlatlarına nasıl yaklaşmalı? Çocuklar yeteri kadar bilgilendirilecek, ancak burada ayar tutturmalıyız. Bunun birkaç hafta sürecek ev içi bir dönem olduğunu, evde kalarak korunduğumuzu, temizlikle ilgili uymaları gerekenleri anlatacağız. Gündelik rutin oluşturacağız. Sabah kalktıkları ve gece yattıkları vakit arasında rutinleri, saatleri olsun, oyun oynadıkları ders çalıştıkları, arkadaşlarıyla konuştukları... Bu süreç çocuklardan çok ebeveyn için öğretiler barındırıyor. Çocuklarımıza kaygıyı temkinli aktarmalıyız. Kadına şiddetin artması muhtemel bir tehlike n Şiddet vakalarının artacağından endişe ediliyor, başına bir iş gelen kadının başvuracağı merci neresi? Bu çok fena ve muhtemel beklenen bir tehlike. Şu dönemde STK’ler tıkanmış durumda, izolasyon ile ilgili gerekçeler sebebiyle şiddet mağdurlarına destek olmak, güvenlikli mekânlara yerleştirilmelerini sağlamak konusunda büyük sıkıntı var. Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Aile İçi Şiddet Acil Yardım Hattı için bir uygula ma başlattı. Yanı sıra İçişleri Bakanlığı’nın KADES “kadına destek” uygulaması var. Bunlardan yardım almaya çalışmak gerek. n Ailesinde alkol ve uyuşturucu problemi olanlar ne yapacak? Alkol ve uyuşturucu bağımlılığı her dönemin derdi. Şiddete temayülü artırır, ayar kaçar. Kullanan insanların dilerim bir kısmı bu süreci fırsata çevirir, korkar, endişelenir, temin edemez ve kullanmaz olur. Ancak alkol yahut madde bağımlısının bırakma sürecinde yoksunluk sebebiyle psikiyatrik bulgular olabilir, ilaç desteği veya hastane yatışı gerekebilir, yahut iyi senaryo bağımlılık maddesini temin edemeyen bağımlı yoksunluk dönemini yumuşak bir geçiş ile tamamlar. Mutlaka hekimleri var ise bağlantı kurmalılar. Yüksek ihtimal ile ilaç tedavisi gerekli olabilir. GÜÇ İLE ilişkiMİZ DEĞİŞİR Mİ? n Dünyaya bakıyoruz; Veliaht Prenss Charles, İngiltere Başbakanı Boris Johnson bile virüs kaptı. Paranın, şöhretin, gücün insanın çaresizliğine yetmediği zamanlar… Buradan bir ders çıkarır mıyız? Asırlardır insan olmanın asgari varoluşsal hakları ile ilgili yazıldı, çizildi, konuşuldu; fakat ağır eşitsizlik dünyanın en mühim hakikati olmaya devam etmekte. Kimi dedi ki insan doğarken ve ölürken eşittir, nihayetinde kim olursanız olun ölürsünüz. Kimi dedi ki aslolan öte dünyadır, burası fragman. Bunlar beni aşar. Naçizane bilgim şudur: Elbet kendini korumak, izole olmak varsıl ahali için göreceli olarak daha mümkündür. Ancak aradaki mesafe azalmıştır. İnsan varsıllaştıkça kendi gündelik ihtiyaçlarını karşılamakta güdükleşiyor. Evini temizlemek, yemeğini yapmak, arabasını kullanmak hepsi ihale ediliyor. İhaleyi kazananlar ise kendilerine, patronlarına virüs transferi yapıyor. Gözüken bu. Hakkaniyetsiz olduğunu söylemek zor. Parasızlığın mutsuz ettiğini çokça şahit olmuşluğum var, lakin paranın mutluluk getirdiğini hiç görmedim. Para ile ilişkinin değişmesi dünyanın değişmesi demek ve üst model bir fantezi diye düşünürüm. Önce doymak ve barınmak gerek n Günlük kazandığıyla geçinmek zorunda olan, temizliğe giden, bulaşıkçılık yapan, tamirci, taksici birçok insan var. Sürecin sonunda ciddi ciddi ekonomik kriz yaşanacak, birçoğu işsiz kalacak. Bu insanların psikolojisini sağlam tutacak bir formül var mı? Katiyen yok. Bu ahali yok sayılan, bu süreç içinde ihmal edilen, adaletsizliğin dibine vurulan ve yaşamsal olarak hayatta kalmayı düşünemeyecek kadar geçim derdinde olan ahali. “Batsın bu dünya” şarkısını söyleseler hakları vardır diye düşünürüm. Maslov’un ihtiyaçlar hiyerarşisi vardır ve en alt sırada fiziksel olarak hayatta?kalmak, barınmak, yemekiçmek gibi yaşamsal gereklilikler vardır. Yukarıya doğru gittikçe duygusal ihtiyaçlar güncellenir; güvenlik, ilişki kurmak, kendini gerçekleştirmek. Burada en alttaki insani basamakta takılıp kalıyoruz. Daha psikolojiye gelmeden önce doymak ve barınmak gerek, psikoloji buralarda epey lüks bir ihtiyaç tadında. Enikonu direnmenin kitabını yazmış olan ahali yine direnecek, umut etmekten vazgeçmeyeceğiz, çare yok. n Bir de stokçuları gördük. Gerisini düşünmeyenleri, market boşaltanları... Kim bunlar, anlatır mısınız, kimler böyle davranır? Valla bu gruba “Ayıp yahu!” demekten başka bir refleksim yok. Bilgisizlik mi, şuursuzluk mu yoksa açlıktan ölme deneyimi mi yaşadılar bilmem. Ancak ayıp yahu, mecbur paylaşa paylaşa yaşayacağız, fark edin. BİLGİ KAYNAĞINI ELDEN GEÇİR n Sizce salgınla ilgili açıklanan rakamlara güven var mı? Yönetenlerin nasıl davranması gerekiyor? Malum memleket siyaseten ayrışmanın damgasını vurduğu, hatta ayrışmanın bir siyaset yapma biçimi haline geldiği yılları yaşamakta. Siyaset taraftar olma hatta fanatik taraftar olma yüzeyselliğinde ve içerikten yoksun. Bir grup elbet güveniyor; hatta iman edercesine güveniyor, bir grup ise iman edercesine güvenmiyor. Gelelim bugünlere, mevzu siyaset dışı ve siyaset üstü, hepimizin bilgi kaynağı ve güvenlik ihtiyacı şu andaki siyasi erk. Ve bu mevzuda hırpalanmış, yorulmuş bir toplumuz. Kişisel görüşüm; bize aktarılan bilginin, her gün takip ettiğimiz sayıların doğruluğu bilmek kabil değil, ancak korunma tedbirleriyle ilgili kısmı dikkate almalıyız. Ve bilgi kaynağı olarak sosyal medyanın da güvenilirliğini elden geçirmeliyiz. Bence bu alanda, Dünya Sağlık Örgütü, Tabip Odası, Türkiye Enfeksiyon Hastalıkları Derneği’ni takip etmek doğrudur.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle