28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
DİZİ EDİTÖR: MÜNEVVER OSKAY TASARIM: SERPİL ÜNAY 9 19 MART 2020 PERŞEMBE Tüm darbe kalıntılarının temizlendiği demokratik bir anayasayı yaşama geçireceğiz Cumhuriyeti demokrasiyle taçlandıracağız, sol budur! Kemal Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı Monarşileri yıkan ve egemenliği, “devredilemez” şartıyla ulusa ait kılan 1789 Fransız Devrimi’yle ortaya çıkan kavramlar olarak kabul edilir “sol/ sağ.” Bu politik / siyasi ayrışmaya dair popüler anlatının kökeninde ise Fransa Ulusal Meclisi’ndeki oturum düzeni vardır. Şöyle ki: Meclis’in yarım ay şeklindeki oturum düzenin solunda, yeni anayasal düzenin “eşitlik, özgürlük ve kardeşlik” değerleri doğrultusunda kurulmasını savunan “Burjuva Devrimcileri” oturur. Eski düzenin savunucuları ise meclisin sağındadır. Ancak bir siyasi mit olarak, yüzyıllardır anlatılagelen bu oturum düzeninin taşıdığı anlamı da aşan bir gerçek vardır ki Fransız Devrimi’nin, “feodalizm” başta olmak üzere, devrim öncesine ait olanları hızla yok ettiği gerçeğidir; haliyle insanlık tarihinin en önemli sıçramalarından biridir. Bu sıçramanın dayanağını, ilk cümlede de vurguladığım üzere “egemenliğin devredilemeyeceği şartıyla ulusa ait kılınması” oluşturur. Bu kısa girişin ardından söyleyebiliriz ki okuduğunuz yazının konusu “sol ve sağ”ın yani bu iki kavramın tarihsel anlamlarının, günümüz Türkiyesi’ndeki karşılıklarını tartışma çabası olarak görülebilir. I Atatürk’ün halkçılığı demokrasinin TEMELİ Cumhuriyet Halk Partisi, sol bir parti olarak kurulmadı. Ancak partimizin kurucusu, ilk genel başkanımız Mustafa Kemal Atatürk, CHP’nin temellerine tereddütsüz demokrasiyi yerleştirdi; yaşamı boyunca da demokrasiyi Türkiye Cumhuriyeti’nin ulaşacağı nihai hedef olarak savundu. “Hâkimiyet bilakaydu şart milletindir” ilkesine duyduğu inançtan ömrü boyunca vazgeçmedi. Bu tutarlılığının vücut bulduğu iki kavramdan biri “Halkçılık” diğeri “Cumhuriyetçilik” ilkeleridir. Amasya Genelgesi, Erzurum ve Sivas Kongresi kararları, 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılması, 20 Ocak 1921 ve 20 Nisan 1924 anayasaları “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi çerçevesinde oluşmuş tarihsel dönemeçlerdir. Andığım bu tarihsel dönemeçleri birlikte ele aldığımızda ulu önder Atatürk’ün “Halkçılık” düşüncesi, “Özgürlükçü bir siyasi parlamenter demokrasiye” er ya da geç ulaşma isteğinin / hedefinin kaynağıdır. Bilindiği üzere 1920’lerin Avrupası, demokrasi alanında önemli gerilemelerin yaşandığı bir coğrafyaydı. Kıtanın neredeyse tüm ülkelerinde faşizmin yükselişe geçtiği bir dönemde, Atatürk’ün genç Türkiye Cumhuriyeti’ni çok partili siyasi hayata geçirme çabaları, milletin egemenlik hakkına duyduğu inançtan güç almaktaydı. Bu inanç, o yılların uluslararası siyasi ikliminde faşizme karşı tüm demokratların temsil ettiği değerlerle örtüşmekteydi. Dahası, halkın egemenliğini “ancak fakat ama lakin”siz savunan kurucu bir lider olarak Avrupa siyasasına örnek teşkil ediyordu. Partimizin II. Genel Başkanı, II. Cumhurbaşkanımız ve ulu önderimiz Mustafa Kemal’in yol arkadaşı İsmet İnönü de “Halkçılık ile Demokrasi” arasındaki anlamlı ilişkiye bağlı bir isim olarak eşsiz sorumluluklar üstlendi. Bilineceği üzere, çok partili siyasi hayata İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde geçildi ve CHP’nin 1950 seçimlerini Demokrat Parti’ye karşı kaybetmesini, bizzat İnönü’nün kendisi “Bu bir yenilgi değil, benim en büyük zaferimdir” sözleriyle değerlendirdi. Ortanın solundakiler halkçıdır Parlamenter demokrasiye geçilmesi ve seçim sonuçlarına duyulan saygı, İnönü’nün yıllar sonra CHP’yi nasıl bir siyasi çizgide kalıcılaştıracağının da işaretiydi. CHP’yi, 1965 seçimlerine “Ortanın Solu” söylemiyle sokan İnönü, 13 Ağustos 1966 tarihli Kim Dergisi’ndeki demecinde şöyle der: “Halkçı isen ortanın solunda olursun.” Partimizin III. Genel Başkanı Bülent Ecevit de ilk baskısı 14 Ekim 1966’da yayımlanan “Ortanın Solu” adlı eserinde “Ortanın solundakiler halkçıdırlar. Geniş halk topluluklarının yararını, dar zümrelerin çıkarlarına üstün tutarlar” diyerek CHP’nin o günü ile geçmişi arasındaki ilişkiyi kayda geçirir. II BEŞ temel sorun Peki, günümüz itibarıyla CHP’nin, Atatürk’ün “Halkçılık” ilkesiyle ilişkili sol parti kimliğinin anlamı nedir? Yazının giriş bölümünde de aktardığım üzere, yaklaşık 230 yıl önce beşeri bilimlerin kavramları arasına girmiş olan “sol sağ” büyük bir hızla tüm dünya siyasetini şekillendiren temel ayrım olarak kalıcılaşmıştır. Haliyle, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de uzun yıllar siyaset “sol sağ” ayrımı üzerinden kendini var etti. Bu ayrımda Cumhuriyet Halk Partisi, kendini “sol” bir parti olarak konumlandırdı: “Ortanın Solu, Sosyal Demokrat, Merkez Sol, Demokratik Sol” vb. tanımlar bu konumlanışın farklı adlandırmaları oldu. 4 Mustafa Kemal Atatürk, CHP’nin temellerine tereddütsüz demokrasiyi yerleştirdi; yaşamı boyunca da demokrasiyi Türkiye Cumhuriyeti’nin ulaşacağı nihai hedef olarak savundu. “Hâkimiyet bilakaydu şart milletindir” ilkesine duyduğu inançtan ömrü boyunca vazgeçmedi. 4 Üreten ve hakça bölüşen bir Türkiye’yi, özgürlükler konusunda ödünsüzlüğü, kuvvetler ayrılığını, denetimi, örgütlenme hakkının önündeki tüm engellerin kaldırılmasını, liyakati, şeffaflığı, laikliği, eğitimde bilimselliği ve demokratik değerleri savunuyoruz. “Gezi Hareketi’nden anayasa referandumuna, Adalet Yürüyüşü’nden 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerine kadar pek çok önemli dönemeçte, Türkiye’ye dayatılan baskıcı popülist ‘tek adam rejimine’ karşı güçlenen demokratik birlikteliği büyütmeyi ve zenginleştirmeyi başardık.” Türkiye’nin temel sorunlarına biz, bu konumlanış üzerinden bakıyor ve çözüm önerilerinde bulunuyoruz. Bu bağlamda, bugün Türkiye’nin temel problemlerini, “Demokrasi, eğitim, dış politika, ekonomi ve toplumsal barış” başlıkları altında sıralıyoruz. Şüphesiz “demokrasi” sorunu, diğer sorunları da kapsayan bir önem arz ediyor. Çünkü Türkiye’nin diğer dört temel problemini, demokrasi sorununu ortadan kaldırmaksızın çözebilmenizin bir yolu bulunmamaktadır. Günümüz Türkiyesi’nde, demokrasi karşıtı popülist bir yönetim egemen. Kendini “halkın gerçek temsilcisi” olarak sunan, karşıtlarını “milli irade düşmanı” olarak gösteren, asgari bir demokratik tartışma ortamına dahi tahammül edemeyen, kutuplaştırıcı ve eski uzlaşmazlıkları besleyen bir dili tercih eden, temel hak ve özgürlüklerin kullanım hakkını kendisi için tehdit gören bir yönetim anlayışı... Kendini denetletmemek için gerekli olan tüm hukuki değişimleri yapan, liyakati ve şeffaflığı ortadan kaldırmış, medyada teksesliliği savunan, tüm muhalif sesleri susturmayı hak gören, yargı bağımsızlığını yok etmiş, güçler ayrılığını ortadan kaldırmış, ülkenin tüm zenginliklerini / gelirini “Saray iktidarı” ve ona bağlı küçük bir zümreye peşkeş çeken “otoriter / tek adam” rejimi... Hal böyleyken mevcut iktidarın yarattığı “demokrasi sorunu” çözülmeden, diğer dört temel sorunun çözülebileceğini düşünmek yanlış olur. CHP olarak bu gerçekten hareketle, Türkiye’nin temel problemine, solun sahip olduğu “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” değerleriyle çözüm üretiyoruz. Hedef güçlü parlamenter demokrasi Biz, üreten ve hakça bölüşen bir Türkiye’yi, özgürlükler konusunda ödünsüzlüğü, kuvvetler ayrılığını, denetimi, örgütlenme hakkının önündeki tüm engellerin kaldırılmasını, liyakati, şeffaflığı, laikliği, eğitimde bilimselliği ve demokratik değerleri, komşularımızla barış içinde yaşamayı, kimsenin dini, inancı, etnik kimliği ve yaşam tarzı nedeniyle ötekileştirilmemesini savunuyoruz. Bizim seçmenimiz olsun olmasın, geçmişte karşılıklı olarak haklı / haksız kavgalarımız bulunsun bulunmasın herkes için ve yaşamın her alanında adaleti hâkim kılmak istiyoruz. Bu doğrultuda, yargı bağımsızlığını ve 12 Eylül 12 Mart yasal / düzenlemelerinden kurtarılmış (yani darbe hukukundan arınmış) güçlü bir parlamenter demokrasiyi hedefliyoruz. Bunlar bizim sol kimliğimizin olmazsa olmaz hedefleridir. Bu hedefleri gerçekleştirmek doğrultusunda, cesaretle ve ödünsüz bir şekilde, popülist tek adam rejimine karşı, “Tek çare demokrasidir” diyoruz. Popülist tek adam rejiminin bizi çekmek istediği “kutuplaştırıcı” siyaset ve bu siyasetin diline karşı, demokrasi parantezinde gerçekleştirdiğimiz toplumsal uzlaşıyı, toplumsal birlikteliği büyütmeye çalışıyoruz. “Hakkı, hukuku ve adaleti” yücelterek ilerliyoruz. Sosyal demokrat politikaların önemi Neo liberal politikalar, sadece refahın adaletli bir şekilde dağıtılmasını engelleyen bir tercih olarak nitelendirilemez. Neo liberal politikaların aynı zamanda popülist iktidarların önünü açtığını da unutmamalıyız. Sosyal devletin çökertilmesi, sosyal güvenlik politikalarının “kâr / zarar” bakış açısına mahkum edil mesi, gelir dağılımı eşitsizliği vb. faktörler, seçmen tercihlerini “toplumsal güveni sağlayacağı” yanılsamasıyla popülist liderlere yöneltti. Bu yanılsamadan kurtulmanın yolu da sosyal demokrat politikalardır, bunu da unutmuyoruz. Demokrasi şemsiyesi altında Genel çerçevesini çizdiğim bu bakış açısı doğrultusunda genel başkanı olduğum CHP’nin başarısı, kendi ilkelerinden ve değerlerinden ödün vermeksizin, toplumun büyük bir kesimini demokrasi şemsiyesinin altında buluşturmasıdır. 31 Mart yerel seçimlerinde elde edilen sonuç, bize bunu göstermiştir. 31 Mart yerel seçimleri, sanılanın aksine iktidara yönelik toplumsal karşıtlığın belli adaylar etrafında kümelenmesi nedeniyle ortaya çıkmış bir başarı değildir. Bunu söylersek hem kendimize hem de vatandaşlarımıza haksızlık etmiş oluruz. 31 Mart yerel seçimlerindeki başarı, düne kadar bir araya gelememiş farklı siyasal ve toplumsal kesimlerin “demokrasi” paydasındaki birlikteliğinin sonucudur. Diktatöre karşı sandıkta başarı Daha önce farklı platformlarda Karl Marx’ın “Dünyanın Bütün İşçileri Birleşin” çağrısına atıfla “Dünyanın Bütün Demokratları Birleşin” çağrısında bulunmuştum. Bu çağrının ilk meyvesini, dünyaya da örnek olacak şekilde Türkiye’de aldık. 31 Mart yerel seçimleri, geçmişimiz ve bugünümüz ne olursa olsun, hangi farklılıklarımız bulunuyor olursa olsun, Türkiye’nin demokratlarının büyük bir bölümünün katıldığı “Demokrasi Buluşması” sayesinde kazanılmış bir başarıdır. Başarıda herkesin tuzu vardır, haliyle hakkı vardır. Diktatör özellikleri taşıyan bir siyasi iktidarı sandıkta yenebilmiş olmak, sizin gibi düşünmeyenlerle kurduğunuz eşit ve önyargısız ilişkinin meyvesidir. “CHP’nin gösterdiği adaya oy verin / Millet İttifakı’nın adayına oy verin. Bu sayede popülist tek adam rejimini ve bu rejimin temsilcilerini sandıkta yenelim” diyerek yola çıkıyorsanız, bugüne kadar size oy vermemiş toplumsal ve siyasal kesimlerle ahlaki, meşru ve eşit bir ilişki kurmak zorundasınız. Yaptığımız budur. Elbette bu ilişkiyi, partimizin sahip olduğu sol kimliğini görünmez kılarak kurmadık, kurmuyoruz. Aksine çok daha şeffaf, çok daha açık bir ilişkiyle bu süreci sürdürdük, sürdürüyoruz. Adalet Yürüyüşü, zihinsel dönüşüm Örneğin, Adalet Yürüyüşü’ne Ankara’nın Çankaya ilçesinden başladım. İlk geceyi Yenimahalle ilçe sınırları içinde geçirdim. Yürüyüşün ikinci gününden 23. gününe kadar, CHP’li tek bir belediyenin sınırları içinden geçmedik. Bu durum bizim gibi düşünmeyenlerin de “adalet” talepleriyle buluşmamızı engellemedi. Önce Kartal ve nihayetinde Maltepe’ye vardığımızda ise bizi milyonlar karşılamıştı. Toplam 25 gün süren yürüyüşümüz bizi de bizimle yürüyenleri de, bizi izleyenleri de değiştirdi. Örgütümüzün, siyasi gelenek ve dünya görüşü ayrımı gözetmeksizin, “adalet” için herkesle birlikte olunabileceğinin zihinsel dönüşümü bu yürüyüş sayesinde olgunlaştı. Bizimle hiçbir zaman bir araya gelemeyeceklere, “herkes için adalet” istediğimizi en yalın halimizle göstermiş olduk. III GEZİ’DEN ADALET’E Sonuç olarak, “Adalet” Yürüyüşü’ne başladığımız Ankara ve finalini yaşadığımız İstanbul ile birlikte Bolu ve Kocaeli’nin merkez ilçesi İzmit’i bugün artık biz yönetiyoruz. Buradaki “Biz” vurgusu resmi olarak elbette CHP’yi temsil ediyor. Ancak benim için “Biz” vurgusu, bizim adaylarımıza oy vermemiş vatandaşlarımız da dahil, demokrasiye bağlılıklarını sandıkta göstermiş olan tüm seçmenlerimizi kapsıyor. Bu içten, samimi kapsayıcılık, “her ne şartta olursa olsun CHP’ye oy vermem” şeklinde özetlenebilecek politik bir yargının yıkılabilmiş olması nedeniyle de son derece anlamlıdır. Başta, dindar muhafazakâr seçmenlerimiz olmak üzere, ülkücü, milliyetçi, merkez sağ, sol / sosyalist, Türk, Kürt ve/veya kendisini bu nitelendirmelerden farklı ya da dışında tanımlayan herkesi “demokrasi” paydasında buluşturmamız, dünyada otoriter popülist partilere karşı kazanılmış en önemli seçim başarısı olması nedeniyle de büyük önem taşımaktadır. CHP’liler olarak inanç, köken ve yaşam tarzı ayrımı gözetmeksizin toplumun tüm kesimleriyle kucaklaşmanın mutluluğunu yaşıyoruz. “Demokrasi” paydasında gerçekleşen buluşma sayesinde asgari ücretlilere, emeklilere, taşeron işçilere, işsizlere, gençlere ve kadınlara, sosyal haklarını elde edemeyen meslek gruplarına, emeklilikte yaşa takılanlara, sigortasız çalıştırılanlara ve toplumun geniş yoksul katmanlarına ulaşabileceğimizi, ulaştığımızda ise baharın gelebileceğini gördük. Yüzüncü yıl hedefi Gezi Hareketi’nden anayasa referandumuna, adalet yürüyüşünden 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerine kadar pek çok önemli dönemeçte, Türkiye’ye dayatılan baskıcı popülist “tek adam rejimine” karşı güçlenen demokratik birlikteliği büyütmeyi ve zenginleştirmeyi başardık. Verilen demokrasi mücadelesinin ve samimi ittifak siyasetinin öneminin her geçen gün daha geniş kesimlerce anlaşıldığını ve desteklendiğini de görmekteyiz. Hiç şüphesiz önümüzdeki dönem, Cumhuriyetimizi demokrasi ile taçlandıracağımız bir dönem olacaktır. Biz bu yeni dönemde “demokrasi, ekonomi, eğitim, toplumsal barış ve dış politika” alanlarındaki sorunların “Millet İttifakı”nın iktidarında çözülebileceğinin altını çiziyoruz. “Millet İttifakı”, tek bir yurttaşımızı dahi dışarıda bırakmayan siyaset anlayışıyla çok yakın bir zaman içerisinde iktidar olacaktır. Demokratların birlikteliğinin iktidarında, tüm darbe kalıntılarının temizlendiği demokratik bir anayasayı yaşama geçireceğiz; Cumhuriyetimiz demokrasiyle taçlandırılmış olacak. Atatürk’ün kurucusu olduğu Türkiye Cumhuriyeti için yüzüncü yıl hedefimiz budur, sol budur! Not: Yazımı, koronavirüs salgını ülkemizi etkisi altına almaya başlamadan önce kaleme almıştım. Şüp hesiz bugünün en yakıcı gündemi bu salgın. İnanıyorum ki salgının etkisini bilimsel aklın yol göstericiliğinde ve güçlü toplumsal dayanışmamızla en aza indireceğiz. Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu’nun tüm kararlarına da koşulsuz hepimiz uymalıyız. Virüse yakalanan yurttaşlarımıza acil şifalar diliyor, salgına karşı özveriyle mücadele eden tüm sağlık çalışanlarına şükranlarımı sunuyorum.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle