17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 19 MART 2020 PERŞEMBE [email protected] EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: SERPİL ÜNAY olaylar ve görüşler Küresel salgının siyasal sosyolojisi Korona günlükleri DOÇ. DR. Armağan Öztürk Artvin Çoruh ÜNİVERSİTESİ Sosyoloji Bölümü Korona salgınının tıbbi boyutu uzmanlar tarafından yoğun bir şekilde tartışılıyor. Tıbbın yardımına muhtacız. Çünkü ortada sürekli olarak genişleyen bir salgın hastalık var. Ölü sayısı küresel ölçekte beş bini geçti. Korkuyoruz. Hem bu korkunun kendisi hem de devletlerin aldığı tedbirler nedeniyle pek çok toplumda çok radikal, siyasal, sosyolojik dönüşümler yaşanıyor. Korona sadece tıbbı ilgilendiren bir konu değil, tıpla birlikte siyaseti ve toplumu da konuşmak zorundayız. Öncelikle postmodernizmin yarattığı hafıza krizi hakkında bir şeyler söylemek gerek. Farkındasınız değil mi? Ne İdlib’deki şehitler ve Suriye meselesi ne de Edirne sınırında soğukta bekleyen mülteciler. Hiçbiri hatırlanmıyor artık. Herkes sadece koronayı konuşuyor. Peki, bu salgın bitince neyi konuşacağız? Her şeyin geçici olduğu bir dünyadayız. Hafıza hatırladıklarımızın değil unuttuklarımızın toplamı haline geldi. Bu durum hiç de normal değil. Çünkü nevroza yol açıyor, bizi kayıtsızlığa, nihilizme ve daha fazla içe kapanmaya itiyor. Korku filmi gibi Bir diğer sorun karantina uygulamasının modern toplumlardaki yalnızlaşma ve yalıtık yaşam eğilimleriyle örtüşen karakterinde gizli. Her geçen gün daha fazla sayıda toplum, kent, ev ve kişi karantina kapsamına alınıyor. Biliyorum, başka çaremiz yok. Bunu yaşamak için yapıyoruz. Ama insan Aristoteles’in dediği gibi siyasal ve toplumsal bir hayvan. Yani insan olmakla toplumsallık arasında yoğun bir ilişki var. Toplumsallığı yok eden her şey insanlığımızı da yok ediyor. Bu hatırlatmalar şöylesi bir kaygı bakımından önemli: Bir gün salgın etkisini yitirip karantinalar kalktığında her şey ve herkes gerçekten de eski haline dönebilecek mi? İnsanların toplumdan uzaklaştığı, kimseyle kolay kolay uzun süreli sosyal ilişki kurmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Karantina aslında belirsizlik, yalnızlık ve riskin egemen olduğu postmodern hayatın daha üst bir versiyonu. Dünya, kötü bir bilimkurgu Korku, tiranlığın en büyük silahıdır. Korku arttıkça özgürlükler daha kolay bir şekilde askıya alınır. Bir gün koronadan da kurtulacağız. Ama bunu yaparken elimizdeki demokrasiyi büsbütün yitirmemek gerekli. filminin setine dönmüş durumda. Maske takan ve sokağa çıkmayan yalnız insanlar normalleşti. Alternatif gerekli Korona salgını, yarattığı büyük çaresizlik dalgasıyla küresel politik düzenle ilgili kaygıları daha da artırdı. Koronanın şu anki koşullar bakımından iki tane açık politik sonucu var: Popülist bir çağ yaşanıyor. Pek çok ülkede otoriter sağ liderler sınırları kapatıp yabancı düşmanlığı yaparak kendi ulus devletlerini korumaya çalışıyor. Kapitalizmin merkez ülkeleri bile bu popülist dalgaya teslim oldu. İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrıldığı, ABD’nin vergileri yükseltip sınıra duvar ördüğü bir dünyada yaşıyoruz. Korona ise popülizmin alternatifi gibi sonuç doğurmakta. Çin’de çıkan bir hastalık İtalya’yı hayalet ülke haline getirebiliyor çünkü. Dünyanın küreselliği karşısında popülizmin içe kapanma siyaseti işlevsiz ve anlamsız. Tam bu noktada popülizme bir alternatif düşünmek gerek. Çünkü ulus devletlerin ölçeğiyle küresel sorunların ölçeği arasındaki dengesizlik hepimizi şiddete, fakirliğe ve korkuya mahkum etti. Terör, salgın hastalıklar, mültecilik ve iklim bunalımı. İçeriği gittikçe kalabalıklaşan bir sorunlar listesi var. Hiçbir devlet veya halk bu sorunlarla tek başına mücadele edemez artık. Emperyalizme fırsat vermemeliyiz. Küreselleş me büyük güçlerin dünyayı sömürmesinin aracı haline gelmemeli şüphesiz ki. Ama enternasyonalizme sırtımızı dönmek de gerçekçi bir seçenek değil. Her bir ülkenin eşit biçimde katılacağı ve küresel sorunlara küresel yanıtlar verecek yeni bir siyasi örgütlenmeye ihtiyacımız var. Ez cümle, bizi aslında korona değil, devletler ve halklar arasındaki yardımlaşma eksikliği öldürüyor. Demokrasiyi tamamen yitirmemeli Yazıyı bir uyarıyla bitirmek istiyorum: Korku tiranlığın en büyük silahıdır. Korku arttıkça özgürlükler daha kolay bir şekilde askıya alınır. Korkan insan teslim olur, kaderine rıza gösterir. Koronanın yarattığı bulaşıcı ölüm korkusu yurttaşların devletlerden gelen her önleme koşulsuzca itaat etmelerini kolaylaştıracaktır. Bu bağlamda son çeyrek asrın küresel bilançosu hiç de iç açıcı değil. Her büyük korku dalgası demokrasinin alanını biraz daha daralttı. Terör, mülteciler ve salgın hastalıklar bize olağanüstü hal uygulamaları olarak geri döndü. Salgın hastalık nedeniyle OHAL ilan eden ülkelerin sayısındaki artış yeni bir korku sarmalının kapımızı zorladığını gösteriyor. Bir gün koronadan da kurtulacağız. Ama bunu yaparken elimizdeki demokrasiyi büsbütün yitirmemek gerekli bütün yitirmemek gerekli. Türkiye artık uyanmalı SEMİH KALKANOĞLU ARAŞTIRMACI YAZAR Korona virüsü salgını için Türkiye’de “olması gereken tedbirler” ne yazık ki yeterince alınmıyor. Bu virüs “havadan” geçmiyor. Sadece insanların bünyelerinde bulunur ve sadece “yakın temas” durumunda karşıdaki sağlıklı kişiye bulaşır. Fransa’da, İtalya’da, Çin’de hükümetler hemen “sokağa çıkma yasağı” koydular. Çin’de salgının ilk çıktığı kent olan Wuhan’da hemen sokağa çıkma yasağı kondu. Ama İran’da salgının ilk çıktığı kent olan Kum kentinde bu uygulama yapılmadığından 20 gün içinde salgın tüm İran’a yayıldı. Türkiye’de ise salgının ilk çıktığı kent halka açıklanmadı ve o kent enterne edilmedi. “Yakın temas” da önlenmediği için Türkiye, bugün tüm kentlerinde salgının hızla yayıldığı bir ülke konumuna geldi. Doğru ve yanlış uygulamalar Çin’de salgının ilk çıktığı kent olan Wuhan’da 1000 yataklı 2 katlı yeni hastane 7 bin kişilik ekiple 10 günde tamamlandı ve şubat başında açıldı. Aynı kentte 1500 yataklı bir yeni hastane daha açıldı. Yoğun tedavide SARS ve MERS salgınlarındaki ilaçlar kullanılıyor, akciğerler işlevini yapamadığı için yoğun oksijen takviyesi yapılıyor. Türkiye’de ise “şehir hastaneleri” nedeniyle yüzden fazla devlet hastanesi tüm sistem ve ekipmanlarıyla kapatıldı. Salgın için öğrenci yurtları kullanılmaya başlandı. Oysa öğrenci yurtlarında, hastanelerde olan tüm gerekli tıbbi ekipman ve malze İtalya’da, Fransa’da, Çin’de TV kanallarında yoğun bir aydınlatma kampanyası yapılıyor. Türkiye’deki TV kanalları ise ülkede hiçbir şey yokmuş gibi dizi ve filmleri yayımlamaya devam ediyor. me yok. Türkiye’de İçişleri Bakanlığı’na bağ lı 550 bin polis gücü ve 350 bin jandarma gücü mevcut. Ayrıca TSK de 400 bin kişilik bir kadroya sahip. Halen Türkiye’de marketler ağzına kadar tüketici dolu. Bu sürdüğü takdirde, tüm bu tüketiciler “potansiyel” virüs taşıyıcısı olarak görülmeli. Okulların kapatılması, öğrencilerin yurtlardan çıkarılıp bu yurtların “sözde” karantina mahalleri olarak kullanılması “tümüyle” yanlış uygulamalardır. Katı önlemler şart Okulların kapanmasıyla tüm okullu aileler bunu bir tatil olarak gördüğünden çoğu, yaşadıkları kentleri, yaşadıkları konutları terk etti. Halbuki insanların en güvenilir yaşam alanları, halihazırda yaşadıkları konutlardır. Bu salgını önlemenin tek bir yolu var: en az on beş günlük katı bir sokağa çıkma yasağı uygulanmalı. Bu uygulama halen başlatılmadığı takdirde mart sonuna kadar vaka sayısı binlere, ölüm sayısı yüzlere ulaşacaktır. Bu katı tedbirlerin alınmadığı süreç devam ederse ve insanlar arası “yakın temas” önlenmezse nisan ayı sonuna kadar salgındaki vaka sayısı daha da yükseklecek sayıya, ölüm sayısı binlere ulaşacaktır. “Sokağa çıkma yasağı” on beş gün sonunda istenen, beklenen sonuca ulaşmadığı takdirde bir on beş gün daha katı uygulama devam ettirilme li. Azami 30 gün sonunda Türkiye bu salgınla mücadeleyi aynen Çin gibi kazanacaktır. Türkiye’ye yazık ediyorlar Bugün için Türkiye halkının yarısı henüz bu salgının nasıl bir salgın olduğunu anlamadı, takdir edemiyor. Halen sokaklar, AVM’ler dolu. Halbuki “Sokağa Çıkma Yasağı” mart başında uygulamaya alınmalıydı. Alınsaydı, mart sonunda Türkiye de bu salgını “başarıyla” sonlandırmış olacaktı. Türkiye’yi yönetenler halen nasıl bir yıkıcı felaketle karşı karşıya olduğumuzu anlamış değiller. Dolayısıyla Türk halkı da halen uyutulmaya devam ediyor. İtalya’da, Fransa’da, Çin’de TV kanallarında yoğun bir aydınlatma kampanyası yapılıyor. Türkiye, TV kanalları ise ülkede hiçbir şey yokmuş gibi dizi ve filmleri yayımlamaya devam ediyor. Türkiye’ye çok yazık ediyorlar. Halbuki bu salgını (isteselerdi ve biraz düşünselerdi) Türkiye’ye hiç sokmamak dahi mümkündü. Bu adımlar en geç ocak ayı başında atılabilseydi, salgın Türkiye’ye hiç gelmeyecekti. Ama yapmadılar. Türkiye’yi yönetenler, tüm ülke vatandaşları, İtalya’da yaşanan süreci dikkatle takip etmeli, yazdığı gerçekleri dikkatle okumalı ve aynı süreci Türkiye’de yaşamamalılar. Ülke çapındaki tüm tedbirler en az mayıs sonuna kadar aynı kararlılıkla sürdürülmelidir. Covid19’la savaş particilikle değil, bilimle olur “Tek Kişi Yönetimi”, kabine ve Sivil Toplum Kuruluşlarıyla birlikte toplantı yapıyor... Toplantının dikkati çeken iki özelliği var: 1) Cumhurbaşkanlığı Yerleşkesi olan ve halkın KaçAk Saray dediği Beştepe’de değil, eski Cumhurbaşkanlığı Yerleşkesi Çankaya’da. 2) Toplantıya STK’ler çağrılıp ama en önemli iki örgüt, Türk Tabipleri Birliği ile Türk Eczacılar Birliği çağrılmamış. HHH Bu yazı yazıldığında, toplantı bitmemişti... Bu nedenle yazıyı toplantıdan ne kararlar çıktığını bilmeden yazıyorum. Salı günkü yazımda “3 T 1 E” başlığı altında alınması gereken altı önlemi belirtmiştim. HHH Özel önlemler: 1) Temizlik: Elleri yıkamak. 2) Tecrit: Sosyal ilişkilerde tecrit. 3) Test: Hastalık belirtisi gösteren herkesi derhal test etmek. 4) Eşgüdüm: Bütün sağlık hizmetlerini ve kurumlarını COVID19 için il bazında koordine etmek amacıyla eşgüdüm merkezleri kurmak. İki genel ilke: 1) Şeffaflık. 2) Uzmanlarla işbirliği. HHH Dünyada olup bitenlere baktığımızda COVID19 ile mücadelede iki farklı yöntemin konuşulduğunu, özellikle “test” konusunun büyük önem taşıdığını ve en tartışmalı alanlardan birini oluşturduğunu görüyoruz: Bir görüş, salgının (pandeminin) önlenmesinin hastalığın yaygınlaşmasının engellenmesine ya da yayılımının yavaşlatılmasına bağlı olduğunu belirtiyor. Bir başka görüş ise salgının önlenmesinin, insanların bu virüse karşı bağışıklık kazanması ile olanaklı olduğunu ve ancak nüfusun önemli bir kesiminin virüsle tanışmasından sonra bu aşamaya gelinebileceğini söylüyor. Birinci görüşe göre olanaklı olduğu ölçüde çok tecrit, müdahale ve tedavi gerekli. İkinci görüşe göre ise sadece ölüm riski olanların teşhis ve tedavisi yeterli. Güney Kore deneyimi, en düşük yaygınlık ve ölüm oranlarını, çok yaygın test ve tedavi yapılmış olmasına bağlıyor. Buna karşılık, ABD ve İngiliz resmi organları, herkesin test yaptırmaya koşmasının doğru olmadığını, bunun sağlık hizmetlerini bloke edeceğini belirtiyor. HHH Bence en doğru strateji, olanaklı olduğu ölçüde yaygın teşhis ve tedavidir. CEHALET, İNANÇLAR VE HAİN VİRÜSLER PROF. DR . Coşkun Özdemir İnsanlık tarihi boyunca milyonlarca insan cehaletin beslediği inançlar yüzünden öldü, öldürüldü. Dünyanın en güçlü ülkesi Amerika’da cehalet örneklerine çok rastladım. Dünyamızda en yaygın en etkili olan güçler, cehalet ve inançlardır. 1516’ıncı yüzyıllara kadar insanlık tam bir cehalet içinde yaşamıştır. 913 yüzyıllarda “din var, inançlar var ama akıl, mantık ve felsefe de var” diyen, antik Yunan eserlerini Arapçaya çeviren İslam filozofları yaşamıştır İbni Sina İbni Rüşt, İbni Haldun, Farabi daha birçoğu. Ama ne acıdır ki onlardan İslam dünyası değil Avrupa düşünürleri yararlandı. Reform ve Rönesansın doğuşunda antik Yunan eserlerini Arapçaya çevirip okuyan bu filozoflar etkili olmuştur. Reform ve Rönesansı aydınlanma izledi. Hâlâ uzaktayız Aydınlanma aklın ve bilimin dogmalara üstünlük kazanması ve insanlığın kurtuluş manifestosudur. Ama İslam dünyası başta olmak üzere insanlığın büyük bölümü hâlâ aydınlanmadan uzaktır. Emperyalizm bundan büyük yarar sağlıyor. Türkiye’ye aydınlanma Atatürk’le geldi. Matbaayı yurda 270 yıl sonra getiren, resmi, heykeli günah sayan Osmanlı’dan aldığımız miras maalesef cehalettir. Osmanlı’ya duyulan büyük özlem de öyle. Cumhuriyet devrimlerine karşı çıkanlar ilk fırsatta çağdaş eğitime saldırdılar. İktidara gelen muhafazakâr politikacılar aydınlanmadan değil cehalet ve inançlardan yana oldular. Oy alabilmek de bu tercihi gerektiriyordu. Bunları görmezden gelip refah, kalkınma hikayeleri uydurmak bağışlanmaz aymazlıklardır. Yurtseverliğin gereği Bugün minnacık bir virüs dünyayı altüst ediyor. Yurdumuzda bir Sağlık Bakanı’nın akılcı ve iyi niyetli çabalarına tanık oluyoruz ama cehalet yine sahnede. Alınan önemlere aldırmayanlar, camileri duaların koruyacağına ve hastalıklar ve salgınlar için etkili dualar olduğunu savunanlar var. Bu akıldışı hurafe ve inançların nelere mal olduğunu ülkenin yönetiminde rol oynayanlar artık görmeli. İnşallah bu hain virüsü çok kayıp vermeden atlatırız ama cehalet virüsü daha yaygın ve daha tehlikeli. Onunla çok tutarlı çok kapsamlı bir mücadele yaşamsal bir önem taşıyor. Ülkesini, halkını sevenlerin her şeyden gittikçe yaygınlaşan ve bu güzelim ülkeye çok pahalıya mal olan bu cehalet ve sahte inançlar virüsü ile mücadele etmesi bir yurtseverlik gereğidir. Açıkça akıldan, bilimden, aydınlanmadan uzak bir toplum huzura, demokrasiye sosyal hukuk devletine sahip olamaz. Bu mücadele büyük öncelik taşıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle