19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 17 MART 2020 SALI [email protected] TASARIM: EMİNE BİLGET OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Gazeteciler niçin Tarihinöğrettiğibir gerçek vardır: İktidarlar şiddetin dozunu en çok yıkılıp giderlerken TUTUKLANIYOR? artırırlar. Tıpkı en koyu karanlığın aydınlığa en yakın zaman olduğu gibi... AV. DR. BAŞAR YALTI Gazetecilere yönelik olarak sürdürülen operasyonlar bu kez, yirmiye yakın gazetecinin gözaltına alınması ve çoğunun tutuklanmasıyla sonuçlandı. Türkiye’de yargının bağımsız ve tarafsız olmadığı, siyasal iktidar tarafından yönlendirildiği yönündeki ciddi bulgular karşısında gazetecilerin tutuklanması, yargının “kuvvetli suç şüphesi”yle görevini yaptığı ya da iktidar sözcülerinin dediği gibi, “onlar gazeteci oldukları için tutuklanmadılar” söylemiyle açıklanamaz. Öyleyse gazeteciler niçin gözaltına alınıyor ve tutuklanıyor? Sorunun yanıtı büyük ölçüde, tutuklanan gazetecilerin kimliklerinde saklı. Araştırmacı gazetecilik yapan tutkulu (tutuklu değil) gazetecilerin, “Tek Adam” yönetiminin tepkisini çeken çalışmaları arasında yaygın yolsuzluk olaylarını ortaya çıkartmaları önemli yer tutuyor. Ancak gazetecilere yönelik operasyonu tetikleyen asıl nedenin, toplumdan gizlenen bilgi ve olayların kamuoyu önüne taşınması, iktidarın servis ettiği perdeli haberlerin arkasındaki gerçeklerin ortaya serilmesi olduğu anlaşılıyor. “Tek Adam” yönetimi; içeride kutuplaşma, dışarıda yalnızlaşma, Suriye’deki hamlelerin boşa çıkması, verilen şehitler, göçmen sorunu, Libya müdahalesi, FETÖ borsası, yolsuzluk dosyası, hukukun sonlanması gibi “itibar” sarsıcı olumsuzlukların duyulmasını ve tartışılmasını istemiyor. Halkın gerçekleri öğrenmesi anayasal bir hak. Ama toplum üzerindeki gücünü ve denetimini yitiren “Tek Barış Terkoğlu Barış Pehlivan Adam” yönetimi için sorgulayan akıl ve kişiler tehlikeli. Çünkü sığındıkları son kale, milliyetçilik surları gerçeklere direnemiyor, çatırdıyor. Bu ise iktidarı daha saldırgan yapıyor. Sonuç olarak iktidar, FETÖ döneminde olduğu gibi yargı sopasına sarılıyor. ‘İktidar’ın özü değişmedi Düşünür Louis Althusser’a göre siyasal iktidarlar ‘devletin ideolojik aygıtlarını (basın, polis, okul, aile, camikilise, mahkemeler...) kullanarak kendi ideolojilerini topluma kabul ettirmeye, topluma inandırmaya çalışırlar. Bu aslında bir tür “toplumsal rıza” üretimidir. Devletin ideolojik aygıtları toplumsal hayatın her alanında bulunduğundan, bunlar eliyle, yurttaşlar ve toplum, iktidar ideolojisinin özneleri olarak kolayca biçimlendirilir. Yani iktidar, üzerinde hüküm süreceği “uysal” öznesini kendisi üretir. Aydınlanma devrim, bireyin devlet karşısındaki konumunu özgürlükler yönünde değiştirip aklı öne çıkartınca, siyasi iktidar olgusu da değişime uğradı. Moderniteyle birlikte feodal yapı ve dinin etkisi azalmaya başladı. Foucault, “Çobanları Tanrı olunca, insanlar siyasi bir anayasaya ihtiyaç duymuyorlardı” demişti. Aydınlanma devrimiyle ortaya çıkan yeni siyasal iktidar modeli, yurttaşı özneleştirirken aynı zamanda özgürleştirerek haklarını güvenceye alan anayasal bir düzene sıçratmıştı. Ama iktidar olgusunun özü değişmedi. Yurttaşın siyasal iktidarla arasındaki ilişki, bu kez ideolojilerin, yani iktidar hedeflerinin benimsetilmesi yöntemi seçilerek yeniden kurgulandı. Yanıltıcı propaganda Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), 2002 yılında, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik krizden de yararlanarak, Avrupa Birliği’ne katılma sürecini hızlandıracağı, demokrasinin önünü açacağı, hukukun üstünlüğünü sağlayacağı, temel hak ve özgürlükleri genişleteceği yönünde yanıltıcı bir propaganda sayesinde iktidara geldiğinde; arkasına dinci muhafazakârların dışında liberal “aydınların”, sermayenin ve “Batı”nın desteğini almıştı. Ancak kısa bir süre sonra sözde özgürlükçü AKP gitti, yerine tek sesli, siyasal İslamcı, otoriter karakterli bir AKP iktidarı geldi. 2017 referandumu ile de “Tek Adam” yönetimi anayasallaştı. Yeni AKP destekçileri olarak da dinci muhafazakârlar, iktidardan beslenenler ve “yetmez ama evetçiler” kaldı. Yama dikiş tutmuyor Hayallerin de bir sonu vardır. Türkiye bugün mevcut iktidarın düşlerinin sonuna geldiği bir sürece girmiş görünüyor. İktidarın beslendiği bütün olgular etkisini yitirmiş durumda. Din sömürüsü artık etkili olmuyor. Camiler boş. Yoksulluk yardımları kimseye yetmiyor. Milliyetçiliğin karın doyurmadığı, “Çılgın Projeler”in parlak cazibesinin ağır ekonomik bedellerle ödendiğini herkes görüyor. Medyayı silah, gazeteciyi tetikçi olarak kullanmak yöntemi sonuç vermiyor. İktidar gündem yaratamıyor, yarattığı gündemlerin ise ömrü uzun olmuyor, çoğu ters tepiyor. FETÖ “öcüsünün” inandırıcılığı kalmadı. İktidar, neye el atsa artık başarısız oluyor. Kısacası yama dikişi tutmuyor. İşte böyle bir ortamda gazetecilerin suyu bulandırması, yolsuzlukları ortaya çıkarması, gerçeklerin söylendiği gibi olmadığını kamuoyuna göstermeleri kabul edilemez bir suç ve vatan hainliği olarak gösteriliyor. Tehdit devreye giriyor. Cezaevi yolları, gazetecilerin kaderi oluyor. Tarihin öğrettiği bir gerçek vardır: İktidarlar şiddetin dozunu en çok yıkılıp giderlerken artırırlar. Tıpkı en koyu karanlığın aydınlığa en yakın zaman olduğu gibi... Covid19’la savaşta “3 T 1 E” : Temizlik, tecrit, test ve eşgüdüm! “Çabuk ve kolay karar alınıyor” diye övdükleri, “ekonomiyi uçuracak, terörü şıp diye bitirecek” diye pazarladıkları tek kişiye dayalı “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” genel olarak iç ve dış bütün politikalarda duvara toslamanın yanında ilk krizde de yetersiz kaldı: Ne okullar zamanında kapatılabildi, ne dış seyahatler (ve elbette Umre) zamanında sınırlanabildi, ne Cuma Namazı zamanında engellenebildi, ne tecritler için gerekli önlemler alınabildi, ne de belki de en önemlisi, hastaneler Koronavirüsle mücadele için hazırlanabildi. HHH Çin deneyiminden ve Avrupa’dan öğrenilen bilgilere dayalı olarak uzmanların önerileri COVİD19 ile mücadelede dört önlemi vurguluyor: 1) Temizlik: Her yer değiştirmede, zorunlu olarak dışarı çıkıldığında, her eve dönüşte, aynı yerde iki saate bir, elleri en az yirmi saniye sabunla yıkamak, sabun ve su olmayan yerlerde dezenfektan sprey veya jeller kullanmak. 2) Sosyal ilişkilerde tecrit: Mümkünse evden çıkmamak, zorunlu olarak evden çıkıldığında, olanaklı ise toplu taşıma araçlarını kullanmamak, işyerlerinde veya alışverişlerde insanlarla araya 12 metre mesafe koymak. 3) Hastalık belirtisi gösteren herkesi derhal test etmek: Testler için yaygın ve kolay erişilebilir noktalar oluşturmak, pozitif sonuç verenleri hemen tecrit etmek ve tedaviye başlamak. 4) Bütün sağlık hizmetlerini ve kurumlarını COVİD19 için il bazında koordine etmek için eşgüdüm merkezleri kurmak: Bu salgın tek bir merkezden, Ankara’dan yönetilemeyecek kadar hızlı, yaygın ve etkindir. Bu nedenle büyük kentler başta olmak kaydıyla, il veya bölge düzeyinde bütün sağlık kurumları ve hizmetleri ile eşgüdüm sağlayacak merkezler kurmak! HHH Doğrudan COVİD19’a yönelik bu 4 özel önleme ek olarak iki genel ilkeyi de anımsatmak istiyorum: 1) ŞEFFAFLIK. 2) UZMANLARLA İŞBİRLİĞİ. HHH 1) Değerli okurlarım, bu iktidarın her olumsuz olayda ve krizde başvurduğu yasaklama ve sansürleme, bu krizde krizin etkilerini ve sonuçlarını çok daha vahim hale getirecektir. Çünkü bu kriz, hem duyulması engellenebilecek nitelikte değildir, hem de duyulması sansürlendiğinde halkın kendini koruma tedbirleri alması önlenmiş olacaktır. Oysa bu salgının önlenmesinde halkın eğitilmesi, belli yasakların duyurulması, belli toplumsal tutum ve davranışların önerilmesi gerekmektedir. 2) Ayrıca, tek bir kişinin yetenekleri de (ne kadar bilgili olursa olsun), iktidarın yetersiz kadroları da, bu salgınla savaşta yeterli değildir. Bugüne kadar önlemlerin alınmasındaki gecikmeler, eksiklikler, bu yetersizliği açıkça ortaya koymuştur. Derhal, Türk Tabipleri Birliği ve göğüs hastalıkları, bulaşıcı hastalıklar, acil servis ve yoğun bakım gibi, tıbbın ilgili alanlarındaki STK’lerle yakın işbirliğine girişilmelidir. HHH Sevgili okurlarım, hepinizin sağlığınızı ve haysiyetinizi yitirmeden bu salgını atlatmanızı diliyorum. Demokrasi, bilim ve gerçek1 AV. TURAN KARAKAŞ Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Televizyonlara, gazetelere, akademisyenlerin yazdıklarına, söylediklerine bir bakalım. Demokrasi konusunda bir TIR dolusu söz ettiler. Çoğu boş sözler. Onların söylemlerine, bizim yorumlarımıza bakılınca demokrasinin ne olduğunu ne biz ne de sözde aydınlarımızın anlayabildi. Demokrasi aslında bilinir de halka söylenmez. Çünkü işbirlikçi sermayemiz, feodal kalıntılarımız olan toprak beylerimiz, tarikatlarımız, cemaatlerimiz ve her türden dincilerimiz de var güçleri ile bunu engeller. Bunlar işbirlikçi sermaye ile birlikte ülkemizin kanını emen güçlerdir. Ülkemizin üzerine kara bulut gibi çökmüşlerdir. Her şeye rağmen illa ki gerçek demokrasi dersek ve demokrasi yolunda da biraz yol alsak iş büyür. Başımıza her türlü bela getirmeye çalışırlar. Demokrasi aslında Türkiye’de olduğu gibi dünyada da bilinmez ya da bilinmezlikten gelinir. Demokrasi konusunda kapitalizm insanların kafasını karıştırmış, bildiklerini bilmez hale getirmiştir. Kapitalizm demokrasiyi önce iğrenç bir yalana sonra da emperyalizmin kanlı silahına dönüştürmüştür. Demokrasi onlar için çok büyük tehlikedir. Çünkü onların demokrasi şamataları alçakça yalan ve tuzaklarla doludur. Onlar, bu yalan ve tuzakların anlaşılmasından, halkın uyanmasından ve halkın sınıfsal haklarına sahip çıkmasından korkuyorlar. Sözüm ona aydınlarımız ve yol göstericilerimiz demokrasi diye kükrüyor ekranlarda. Bu ekran kabadayıları ikişer ikişer oturuyorlar. İkisi sağcı oluyor, ikisi solcu oluyor. Karşılıklı bağrışıyorlar. Deprem oluyor, bu tipler ekranda. Savaş diyorsun yi Demokrasi konusunda kapitalizm insanların kafasını karıştırmış, bildiklerini bilmez hale getirmiştir. Kapitalizm demokrasiyi önce iğrenç bir yalana sonra da emperyalizmin kanlı silahına dönüştürmüştür. ne orada dizilmişler. Muzaffer komutan edasında konuşuyorlar. Bu sahte münevverler demokrasiden söz etmezler. Çünkü demokrasiyi bilmiyorlar. İşbirlikçi sermaye ve feodal kalıntıların kendilerine verdiği görevleri yapıyorlar. Bu egemen sınıfların temsilcilerinin aferinlerini kazanmak ve egemen sınıfların temsilcilerine bağlı siyasal güçlerin içi para dolu zarflarını ceplerine koymak onlara yetiyor. Emperyalizmin yalanları Toplumlar sınıflardan oluşmuştur. Tarihsel süreçte bugün gelinen noktaya kadar köleci toplumda emekçilerin adı kölelerdir. Kölelik adı altında ve kölelik konumunda sömürülmüşlerdir. Feodal toplumda da yarıcılar benzer aldatmacalarla sömürülmüşlerdir. Kapitalizm döneminde ise sömürü yöntemleri çoğalmış ve emperyalizm aşamasına gelinmiştir. Bu dönemde demokrasi, emperyalizmin yalanına dönüşmüştür. Bugün demokrasi söylemleri emperyalizm yalanlarından ibarettir. Demokrasi yalanı aslında sadece emperyalizmin demokrasi yalanından ibaret değildir. Köleci toplumun demokrasi yalanı vardır. Feodal toplumun demokrasi yalanı vardır. Kapitalist toplumun demokrasi yalanı vardır. Tarih boyunca egemen sınıf, emekçi sınıfını hak, hukuk, adalet, demokrasi söylemleri ile ya da demokrasi kapsamındaki sözlerle kandırmıştır. En çok da dinle ve Allah’la kandırmışlardır. Dincilik, hakim sınıfların toplumları aldatma ve uyuşturma görevi görmüştür. Hâkim sınıflar kandırmakla kalmamış adeta uyuşturmuştur, soymuş tur, sömürmüştür. Oysa demokrasiden söz edebilmek için katılım ve örgütlenme süreçlerinin işlemesi gerekir. Yani yurttaşların örgütlenme özgürlüğü olmalıdır. Özellikle emek örgütlenmelerinin önü açık olmalıdır. Katılım kanalları kapalı ise o toplumda gerçek demokrasiden söz etmek mümkün değildir. Gerçek demokrasi kapitalizm için büyük tehlikedir. Sahte demokrasi bugüne kadar kapitalizmin güvencesi olmuştur. Sahte demokrasi, halkın hatta pek çok sözde aydının gerçeğe inancını kaybetmesinden beslenmiştir. Kapitalizm bu uğurda nice köşe olmuş köşe yazarları yaratmıştır. Nice akademisyenin, nice sanatçının ve nice tv’cinin beynini kiralamıştır. Bu tiplere para, makam, lüks konut ve sonsuz Amerikan vizesi gibi çıkarlar sağlanmıştır. Karşılığında da şu görevler verilmiştir: 1 Halkın kafasını karıştırın. Bildiğini bilmez hale getirin. Halk bilgisiz ve cahil kalsın. Kültürü magazinleştirin. Kalitesiz ve seviyesiz TV programları yapın. 2 Eğitim, ekonomi, siyaset, din hatta bilim kapitalizmin çıkarlarına göre işlesin. Ülkemizdeki kapitalistler ve işbirlikçilerini en itibarlı kişiler olarak gösterin. 3 “Demokrasiyi halk bilmez. Bilimi hiç bilmez. Gerçeği Allah bilir. Halk hiçbir şey bilmez” düşünce yapısını ince ince ve sinsice yaygınlaştırın. Toplumun kendine güvenini sarsın. Toplumu yozlaştırın. 4 Emek, emekçi ve sınıf kavram larını unutturun. Bu konuda emekçi halkın bilinçlenmesine fırsat vermeyin. Yoksa feodal ve işbirlikçi sınıf olarak mahvoluruz. 5 Sınıf bilincini unutturduğunuz gibi gelişmesini de önleyin. Sınıf bilincinin gelişmesini önlerseniz bunun arkası da gelecektir. Bunun için şu işleri yapın; l Dinciliği geliştirin. Şeyh, derviş, mürit, mürşit gibi din sömürücülerine kutsal bir vasıf tanıyın. Cemaat ve tarikatları destekleyin. Onların Atatürk ve ilkelerine karşı gerçekleştirdikleri saldırılara bilimsel kılıflar uydurun. l Etnikçiliği destekleyin. Çünkü sınıfsal bilinci en çok etnikçi ve dinci takım unutturur. l Mandacılığı teşvik edin. Bunun için neoliberal politikaları destekleyin. Kapitalizmin uydurduğu neoliberal demokrasiyi yaygınlaştırın. Bağımsızlık ilkesinin unutulmasını sağlayın. Modasının geçtiğine inandırın. Hangi demokrasi? Hâkim sınıflar ve onların işbirlikçisi olduğu uluslararası emperyalizm Türkiye’de şunu istiyor: Başörtülülerle başörtmezler arasında şiddetli kavgalar olsun. Dinci temelde toplum bölünsün. Dinci partiler güçlensin. Bunun için tarikat ve cemaatler güçlensin. Hacı, hoca, ihale mafyası ve benzerleri artsın. Sınıf bilinci, sınıfsal dayanışma unutulsun. Yoksullar ve işsizler köleleşsin, egemen sınıflar efendileşsin. Hak arama olmasın. Hatta daha ileri gidilerek hak kavramı unutulsun. Çeşitli etnik gruplar arasında çatışmalar olsun. Sınıf bilinci, sınıfsal dayanışma, sınıfsal hak arama ve bu amaçlı örgütlenmeler etkisiz kılınsın. İşsizler, yoksullar, etnik kavgacılar birbirine girsin. Zenginlere ihale dağıtacak partiler güçlensin. Bazı keskin Atatürkçülerimiz baş örtüsüne kahramanca saldırıyor. Bir çuval sakalları, tombul vücutları ile tarikat ve cemaat önderleri de aslında hem başörtülülere hem de Atatürk’e saldırıyorlar. Bir başka ifade ile dinciler arasında da çok güçlü bir sınıflaşma süreci gelişmektedir. Bunlar kendi aralarında dinciler ve dindarlar olarak ikiye ayrılmışlardır. Egemen sınıfın istediği oluyor Dinciler Allah’la aldatan dini ticaret ve siyasette kullanan egemen ve emperyalist işbirlikçisi bir sınıftır. Emperyalizmin Türkiye uzantılarıdır. Emeği ile geçinen emekçi başörtülü bacılarımızla aynı toplumsal sınıftayız. Aynı sınıfa bir başka ifade ile emekçi sınıfa mensup olan başörtülü bacılarımız dindar insanlardır. Onların ekmek paralarını sınıfsal haklarını savunmak devrimci bir görev ve sorumluluktur. Onları ayırıp hedef haline getirenler, kendine Atatürkçü, yok devrimci, yok sosyalist dese de bunlar boş söylemlerdir. Biçimsel Atatürkçülüktür. Bunları savunanların Atatürk’le hiçbir ilgileri yoktur. Türkiye ve dünya emperyalistleri, egemen sınıflar Türkiye’ye karşı dost kılığına bürünerek şu tavsiyede bulunuyorlar: Suriye’ye saldır. Öldürebildiğin kadar öldür. Eeee senin askerlerinden de ölenler olacak. Ama onlar şehit. Şehitler ölmez. PKK ve PYD’nin bir de Amerikan üslerinin üstüne bir çakıl taşı bile atma. Tamam mı? Libya’ya yanaş. Sonra orada da savaş. Bir gün ABD ile beraber ol, bir gün Rusya ile... Gerçek bir demokrasi olsa bunların hiçbiri olamaz. Çözüm gerçek demokraside. Öyleyse gerçek demokrasi ne demektir? Demokratik hukuk devleti demektir. İyi de hukuk devleti ne demektir? DEVAM EDECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle