18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 16 ŞUBAT 2020 PAZAR TASARIM: İLKNUR FİLİZ PAZAR YAZILARI Sokağın cinsiyetini değiştirmek Kadınlar sokaklara! Yok yok... Şiddete karşı eylem için ya da kadınerkek eşitsizliğine karşı protesto yürüyüşü için değil... Sokak adlarındaki hata erkil erkek egemenliğine son verilmesinden, sokakların cinsiyet değiştirmesinden bahsediyoruz. Belçika’da bile sokak adlarının yüzde 85’i erkek adlarından oluşuyor. Nazi işbirlikçilerinin isimlerini bile daha yakın zamana kadar sokak ve meydan adı olarak kullanmaktan çekinmeyen Belçika, kadınına aynı anlayışı göstermedi. Allah’tan şimdi Nazi işbirlikçilerinin isimleri teker teker sokak adlarından temizleniyor. Ünlü politikacı da olsan, şair ya da edebiyatçı da olsan, Nazi işbirlikçisiysen adını taşıyan sokaktan geçmek istemem. Bu kadar! Gelelim asıl konumuza. Flaman devlet radyosu ve televizyonu yapımcısı, sunucusu Sofie Lemaire (Radio 1, Canvas) “#meervrouwopstraat / sokaklarda daha fazla kadın” kampanyası başlattı. “Elinin hamuruyla” sokaklarımızı renk lendiriyor, şenlendiriyor. Üs cole Van Goethem sokak adı telik interaktif bir şekilde olarak karşımıza çıkabilir. yapıyor bunu. İsteyen isim Gent’te Louisa d’Havé adı bir önerebiliyor. Ünlü bir siya köprüye verildi. setçi, edebiyatçı, sporcu ya da bilim insanı. Kimi uy ERDİNÇ UTKU Sofie Lemaire, kampanyasını Canvas televizyon prog gun görürseniz! Brüksel, An ramına dönüştürüyor. Prog vers, Gent, Mechelen, Hasselt, Brugge, ram birkaç sokak adı ile iş biter sanırken Leuven ve Oostende gibi büyük Flaman bakış açısında ciddi bir değişimine öncü kentlerinde başlayan kampanya şimdi lük ediyor. Programla birlikte sayı ve ko kasabalara köylere kadar indi. nuya ilgi daha da artar. Gent kadın adı konusunda bayrağı Valon bölgesinde de durum pek fark önde taşıyor. Brüksel ve Anvers de fe lı değil. 5 bin 137 sokak erkek adı taşır na gitmiyor. Ancak çoğu yerde Sofie’nin ken sadece 577 sokakta kadın adı var. dileği kâğıt üzerinde kalıyor. Ama So Valon bölgesinin başkenti Namur, erkek fie yılmıyor. Radyoda, televizyonda fır adlarının hâkimiyetinin çok bariz hisse sat bulduğu her yerde karşımıza çıkıp dildiği sokak adlarının cinsiyetlerini de konuya dikkat çekiyor, duyarlılık yara ğiştirmeye önem veren kentlerden. tıyor. Brüksel’de Andrée De Jongh, Suzanne Tassier, Gabrielle Defrennestra ‘Kültür çocuk bakıcısı...’ at, Eliane Vogel Polsky, Chantal Aker Belçika gibi eşitlikçi görünen toplumlar man ve Isala Van Diest isimleri Sofie da bile ev işleri ve çocuk bakımının önem sayesinde sokaklara verildi. Anvers’te li bir kısmı kadınların omuzlarında. Kadın Mathilde Schroyens, Ann Salens , Ni ların kültür sanattan yararlanması da ço ğu zaman “çocuğu bırakacak birini bulamadık” gerekçesiyle baltalanıyor. Çocuklu annebabasınız ve kültürel bir etkinliğe mi katılacaksınız, hemen bir “kültür çocuk bakıcısı” ayarlıyorsunuz kendinize. Siz konserinizi ya da diyelim tiyatro gösterisini izlerken çocuğunuz da kültür çocuk bakıcısıyla kültürel aktiviteler yapıyor. Beveren yerleşim birimindeki Ter Vesten Kültür Merkezi, “kültür çocuk bakıcısı” konseptiyle çocukların da kültür ve sanata duyarlılığını artırmak istiyor. Merkez, Beveren kütüphanesi ve Aile Birliği ile işbirliği içinde özel bir kültürel sırt çantası hazırladı. Çantada kitaplar, filmler ve müzik bulunuyor. Siz tiyatro oyununu izlerken, kültür çocuk bakıcısı da çocuğunuza kitap okuyor örneğin. Dünyamıza kadın eli değiyor, daha sevimli ve neşeli hale geliyor. Hata erkil erkek kafalı kadınlardan bahsetmiyorum tabii ki! [email protected] Dedelerinin esir olduğu ülkede kebapçı oldular Sizlerle Emin Gökçe ve Ahmet Genç’i tanıştırmak isterim... İki Osmanlı askeri İngilizlere karşı FARUK ESKİOĞLU I. Dünya Savaşı’nda farklı yerlerde savaşırlar ve esir düşerler. Bu kez esir olarak İngiltere’de çalıştırılırlar. Yarım asır sonra da iki askerin oğulları, torunları ve yeğenleri İngiltere’ye ekmek peşinde çalışmaya gelirler. Emin Gökçe’den başlayayım anlatmaya... Emin Gökçe, Osmanlı İmparatorluğu askeri olarak I. Dünya Savaşı’nda savaşırken İngilizlere esir düşer. İngiltere’de esir kamplarındayken Hyde Park ağaçlandırılması ve metro inşaatlarında çalıştırılan Gökçe, savaş sonrası diğer esirlerle birlikte gemiyle İzmir’e gönderilir. Emin Gökçe’nin yeğenleri Ahmet, Tahir ve Osman Gökçe, 1969’da “permitli” olarak Londra’ya gelirler. Emin Gökçe’nin torunları Elyas 1985’te, Yasin 1987’de, Yılmaz ve İhsan 1992’de, İlyas Gökçe de 2004’te İngiltere’ye yerleşir. Emekli öğretmen İlyas Gökçe, ailesinin genellikle kebap işi yaptığını belirterek “İngiltere genelinde 50’ye yakın Gökçe soyadlı aile var. Çoğumuz Londra dışında yaşam kurdu” diyor. Memleket özlemi... İlyas Gökçe ölmeden önce ses kaydını aldığını belirttiği dedesini şöyle anlatıyor: “1890’da Gümüşhane Ünlüpınar’da doğmuş, 1915’te asker olarak Yemen’e gitmiş, 19161923 arasında İngiltere’de esir olarak tutulmuş. Dedem esirken İngilizceyi öğrenmiş. İngiltere’den izne gelen akrabalarımızla İngilizce konuşurdu. Savaş bittiğinde esirlere İngiltere’de kalma ya da ülkelerine gönderilme tercihi sunmuşlar fakat dedem ‘Memlekete gitmek istiyorum’ demiş. Bunun üzerine yine zorlu bir gemi yolculuğuyla İzmir’e gönderilmiş. Böylece 7 yıl esirlik dönemi bitmiş. İzmir’den Gümüşhane Ünlüpınar’a yarı yaya, yarı hayvan sırtında bir haftada ulaşmış. 24 Temmuz 1977’de de Erzincan’da yaşamını yitirdi ve kendi köyünde defnedildi.” “Dedem, 1970’lerde Londra’ya işçi olarak gelen Gökçe soyadlı yeğenlerine Hyde Park’ta gölün çevresinde diktiği çam ağaçlarını sormuş ve gidip görmelerini istemiş” diyen büyük torun Gökçe, “Onlar da ağaçları ziyaret edip dedeme hepsinin tuttuğunu ve kocaman olduklarını aktardılar. 2004’te Londra’ya geldiğimde ilk işim Hyde Park’a dedemin ağaçlarını görmeye gitmek oldu” diye devam ediyor. Ahmet Genç ise 1915’te I. Dünya Savaşı’nda o günkü Osmanlı sınırları içinde olan Suriye’de İngilizlere karşı savaşırken esir düşer. Londra’da işçi olarak yaşayan oğlu Kasım’ın anlattığına göre; diğer Osmanlı esirleriyle birlikte Londra’ya getirilen Ahmet Genç esir kampında 18.5 ay kalır. Geceleri esirleri geçici olarak kör eden ilaç verilir. Esirler geceleri birbirlerine tutunarak tuvalet gibi zorunlu ihtiyaçlarını giderirler. Gündüzleri ise Londra’daki Manor House metrosu gibi altyapı çalışmalarında zorla çalıştırılır. Ahmet Genç esirlikten kurtulduktan sonra Kurtuluş Savaşı’na da katılır, Yunan askerlerin kovalandığı İzmir’e giren bölük arasında yer alır. Genç 1983’te 98 yaşındayken köyünde yaşamını yitirir. Kahraman Maraş Elbistan Küçük Yapalak doğumlu olan Ahmet Genç’in oğlu Kasım ile kendi adını taşıyan torunu Ahmet, 1990’da Londra’ya gelirler. Ahmet Genç’in kardeşinin çocukları Sami, Hasan, Nezahat ve Hanzey Genç de 1989 göçünde Londra’ya yerleşenler arasındadır. Sami Genç “Memleket doğduğun değil, doyduğun yerdir” diyerek ailenin Londra’da tekstil, restoran sektöründe çalıştığı ve ticaret yaptığını söylüyor. Hyde Park’a yolum altı ayda bir düşse de hergün Manor House metrosunun önünden geçerken Emin Gökçe ve Ahmet Genç’i yâd ediyorum. Bu iki yiğit Osmanlı as kerinin ayrıntılı öyküsünü Ocak’ta Londra’da piyasaya çıkan “Londra’da Bizim’Kiler” kitabıma da almıştım. Unutulmalarına gönlüm razı olmazdı hani. [email protected] Meksika’yı ayağa kaldıran cinayet Meksika’nın başkenti Mexico City’de önceki gün bir araya gelen yüzlerce gösterici, kadın cinayetlerine karşı protesto düzenledi. Başkentte, Ingrid Escamilla adlı 25 yaşındaki bir kadının birlikte yaşadığı kişi tarafından öldürülmesi ve cesedinin gö rüntülerinin sansürlenmeden bir gazetede yayımlanması büyük tepki çekmişti. Eylemciler, Devlet Başkanlığı Sarayı’na kırmızı boyalarla “kadın katili devlet” yazdı. Ardından “Sorumlu gazetecilik istiyoruz” sloganı ile fotoğrafı yayımlayan La Prensa gazetesinin bina sına yürüyen gruplar, burada da eylem yaptı. Göstericilerle polis arasında arbede yaşandı. Escamilla’nın cesedinin fotoğraflarının internette dolaşmasına tepki gösteren pek çok Meksikalı, sosyal medyada #IngridEscamilla etiketiyle doğa ve manzara fotoğrafları paylaşmıştı. Meksika’da resmi verilere göre her gün 10 kadın öldürülüyor. Koreli kadın adalet istiyor Kore’nin efsanevi kralı Sejong’un müzesine girmek için metro is miş Milletler’in 1996’daki İn tasyonundan çıkınca Gwanghwamun Kapısı Meydanı’nda yolun karşısında kalabalık bir grup dikkatimizi çekiyor. Orta yaşın üstündeki bir Güney Kore (Seul) san Hakları Raporu’na göre, GÜLSEREN 19321945 yılla TOZKOPARAN JORDAN rı arasında 200 grup ellerinde pankartlar, merdiven bin kadın Japon lere oturmuş ve ara ara yalnızca ken askeriyesi tarafından zorla alıkonula di duydukları bir sesle bağrıyorlar. O rak seks kölesi olarak çalıştırıldı. Gü meydanın sıkça eylemlerin gerçekleş ney Koreli Kim Bokdong, kırk yıl sonra tiği bir alan olduğunu sonradan öğre 1992’de kendisinin de yaşadığı dehşe niyoruz. Hakhukukadalet diye bağır ti ilk kez kamuoyunu paylaşan isim ol dıkları da belli ancak ne konuda anla du, diğer mağdurlar için bu cesaret ve mıyoruz haliyle, öğrenmek boynumu rici bir adımdı. zun borcu! Eylemin liderlerinden biri Seul hü Dinmeyen acı... kümetini protesto ettiklerini söy 14 yaşında evinden fabrika lüyor. Gerekçe ise Güney Kore’nin da çalışacak diye götürülen Kim’in Japonya’dan aldığı tazminatı halka hikâyesini dinlemek yürek ister. Çin’e yansıtmaması. “O tazminat hepimizin, ilk götürülmesini ve kurtuluşun inti biz eziyet çektik, halk tazminatlardan har etmek olduğunu, onu da başa bir şey görmedi, hükümet hesap ver ramadıklarını sessizliğini bozduğun meli” diye anlatıyor tepkilerini. Tazmi da anlatır, bir daha da susmaz. Haya nata konu olan dava ise yıllardır sü tını ve seks köleliğini anlatan “Benim ren Japonya’nın ülkeyi işgal ettiği dö adım Kim Bokdon” adındaki belgesel nemde Koreli kadınlara yönelik istis film geçen yıl gösterime girdi. Tah marlar, seks kölesi yapılmaları. min edileceği gibi konu ile ilgili tek Hatırlanacağı üzere Japonya Kore’yi film değil. Evine döndükten sonra an 1910 yılında istila edip II. Dünya nesinin bütün ısrarına rağmen kesin Savaşı’na kadar tam 35 yıl Kore’de likle evlenmeyeceğini söyleyerek sır hüküm sürdü. Bu süreçte haliyle bir rını açıklamış, ana yüreği bu acıya da çok Koreli mağdur oldu. Kendi dilleri yanamayıp kalp krizi geçirmiştir. Kim, bile yasaklandı. Ancak sonradan anla Busan’da açtığı balık lokantasında ça şıldığına göre en mağdur yine kadın lışarak hayatını sürdürmüş, kendisi lardı. II. Dünya Savaşı sonrasında or istediği halde okuyamadığı için varı taya çıkan acı gerçek, Japon askerle nı yoğunu genç kızların eğitimine har rine “hizmet” için Japonya’nın hüküm camıştır. sürdüğü Asya ülkelerinde birçok ge Kim Bokdong yaşamını yitirdiğinde, nelev açılması ve Koreli kadınların, cenazesi ebedi istirahatine çekilmeden çocuk yaştakiler dahil oralarda zorla önce Seul’deki Japon Büyükelçiliği’nin alıkonulmasıydı. Endonezya’da da bu önünden “Japonya özür dilemeli” slo tür genelevler açtıkları sonradan or ganları atılarak son kez geçirilmiştir. taya çıktı. Çünkü Kim, Japonya’dan bu özürü duy Güney Kore basınına yansıyan ha mayı talep etmiş, bunun için mücadele berlere göre, birçok genç kızkadın nereye gittiklerini bilmeden, fabrika da, orada burada çalışacak diye ev lerinden koparılıp yıllarca zorla alı konuldu, seks kölesi yapıldı. Bu ko nu, SeulTokyo arasında yıllardır sü regelen bir yılan hikâyesine dönüş tü. Japonya’nın uzun süre olanları inkâr etmesi, “kadınların zorla çalış tırıldığına dair kanıt yok” iddiası iki ülke arasındaki ilişkileri iyice gerdi. Sonunda Japonya, 1993’te “as kerleri için genelevler açıldığını ve kayıtlarına göre, günde 70 askere 1 Güney Kore’de mağdur kadınlar için sık sık kadın düştüğünü” itiraf etti. Birleş eylem düzenleniyor. etmiş ama Tokyo hükümeti o hayattayken mağdurlardan özür dilememiştir. İki komşu ülke arasında uzun süren müzakereler sonucunda 2015’de “konunun nihai ve geri döndürülemez bir çözüme” ulaştığına dair bir anlaşma imzalandı. Anlaşmaya göre, Japonya Başbakanı Abe resmi bir özür yayınlayarak 1 milyar yen (800 milyon ABD Doları) bağışlamayı kabul etmiştir. Bu para ile mağdur kadınları destekleyecek bir vakıf kurulması öngörülmüş. Bundan kısa bir süre sonra 2016’da hayatta olan 29 seks kölesi kadın ve ölenlerden 12 tanesinin yakınları Anayasa Mahkemesi’ne başvurarak “Anlaşma koşulları konusunda mağdurlarla istişare edilmediğini, bu anlaşma ile resmi tazminatlardan vazgeçildiğini, bu nedenle ilerde Japonya’nın tazminat sorumluluğu kalmayacağını, bir nevi bu suçlardan ucuz kurtulmuş olacağını belirterek anlaşmanın gözden geçirilmesini istemiş. Eylemcilerin de bize anlattığı gibi, Kim Bokdon neredeyse hayata veda edene kadar başta olmak üzere mağdurlar ve yakınları 1992 yılından beri her çarşamba Seul’de Japonya Büyükelçiliği önünde toplanarak protesto yapıyor. Hatta Japon Buyükelçiliği kapısının önüne 2011 yılında seks kölesi bir kadın heykeli de yerleştirilmiş. Bu heykel 2015 anlaşmasında bile gündeme gelmiş. Japonya bu heykelin kaldırılmasını talep etmiş ama yetkililer halkın tepkisini göz önüne alarak kaldırmamış. Eylem yapan mağdur ve yakınlarının anlaşmaya itirazlarının sonuçlanması için 4 yıl beklemeleri gerekmiş. Nihayet tam da biz oradayken Anayasa Mahkemesi kararını açıklıyor ve “Hak ihlali söz konusu değildir, 2015 Anlaşması çok net değil, bu bir siyasi anlaşma o yüzden mahkemenin söz hakkı yoktur” diyor. Bizim karşılaştığımız grup da bu kararı ve hükümetin yaptığı anlaşmayı protesto ediyor. Hiçbir tazminatın onaramayacağı bu mağduriyette eylemcilerin haklarını almalarını yürekten dileyerek Kore alfabesinin yaratıcısı Kral Sejong’un müzesine girip Hangeul alfabesini nasıl yarattığını ve Kore için neler yaptığını öğreniyoruz.... [email protected] ‘Ne! Çavdar ekmeğini Türklerden mi öğrenmişiz?’ Danimarka’ya gitmiş olanlar, orada yaşamış olanlar veya Danimarkalı tanıdıkları olanlar; çavdar ekmeğinin, bisiklet kültürünün, rüzgâr türbinlerinin ülke kültürünün ne kadar ayrılmaz bir parçası olduğunu bilirler. Aynı şekilde İsveç’i yakından tanıyanların da İsveçlilerin “kötbullar” adını verdikleri köfteleriyle ne kadar gurur duyduklarını iyi bildikleri gibi. Çavdar ekmeği, bisikleti ulaşım aracı olarak kullanma geleneği, İsveç köfteleri İskandinav ülkeleriyle özdeşleşmiş kültürel kerterizlerdir. Bunlar İskandinav halklarını birbirine bağlayan değerlerdir. İsveç, Norveç ve Danimarka hızla küreselleşen dünyada düşük nüfusları nedeniyle özellikle kültürel alanda yok olma korkusu yaşarlar. Bu yüzden de mutfaklarına, dillerine, bazı so SADİ TEKELİOĞLU runlara ürettikleri kendince çözüm yöntemlerine sıkı sıkıya sarılırlar. Uzun yıllar Danimarka dışında kalanların ülkeye adım atar atmaz ilk olarak çavdar ekmeğini yemek istediklerine defalarca şahit olmuş, gülümseyerek onlar ekmeği yerken mutluluklarını izlemiştim. Hafta içinde İsveç, Norveç ve Danimarka’nın ortak havayolu şirketi SAS (Scandinavian Airline System), sosyal medyada yayımladığı bir kampanya filmi ile yukarıda saydığımız tüm kültürel unsurları adam akıllı sarstı ve bunların hiçbirinin İskandinav kültürü ile bağının olmadığını öne sürdü. SAS’a göre, çavdar ekmeği ve İsveç köftesinin kökeni Türkiye, bisiklet kültürünün çıktığı yer Almanya, rüzgâr enerjisini kullanma yöntemi de İran kaynaklıydı. ‘En önemli nitelik dünyaya açılmak’ Demokrasi Yunanistan, lohusa izni İsviçre, Norveç icadı olarak bilinen kâğıt ataçları Amerikan icadıydı. SAS’a göre, İskandinavya’ya özgü en önemli değer veya nitelik; dünyaya açılmak, uzak diyarları gezip görmek, o diyar insanlarını ve yaşam şartlarını merak etmek ve orada gördüklerini alıp İskandinavya’ya getirmekti. Şirketin bu iddiada bulunmasının ticari bir amacı vardı. Onlara göre, bu İskandinavya kültürel değerleri yıllar boyunca dünyayı gezmeye çıkan İskandinavların yabancı diyarlarda gördüklerini fanatik yaklaşımla karşılamayıp benimsemeleri sonucu Kuzey Avrupa’ya gelmiş ve buranın kültürünün parçası olmuşlardı. Yani havayolu şirketi Danimarkalıların uçağa binip dünyayı görmelerini istiyordu. Ancak ne olduysa reklam sosyal medyaya düşünce oldu. Çok kısa sürede YouTube’da 550 bin kişi tarafından izlenen kampanya filmi, SAS’ın sosyal medya gönderilerine yapılan ortalama yorumların 22 katı yoruma maruz kaldı. Yorumlarda ise kampanyanın İskandinav halkını çok kızdırdığı görülebiliyordu. Tepkiler üzerine şirket filmi yayından kaldırmak zorunda kaldı. Sert eleştirilerle birlikte şirkete destek çıkanlar da yok değil. “Bırakın göbeğini kaşıyan İskandinavlar yanlış anladıkları ulusal bilinçlerini yaşamaya devam etsinler. Geri adım atmayın, haklısınız,” diyen yorumlar da göze çarpıyordu sosyal medyada. Arada bir dünyanın çeşitli ülkeleri sahip oldukları değerleri sahiplenmek isteyen başka ülkelerle tartışma yaşarlar. Örneğin Türkiye’de de gölge oyunumuz HacivatKaragöz’e Yunanistan’ın sahip çıkmaya çalışması, baklava ve kokoreçin de Yunan mutfağının bir parçası olduğu iddiaları ile uğraşmak zorunda kaldı ülkemiz. Aynı şekilde, bildiğimiz beyaz peynire Avrupa’da bilinen adıyla feta peyniri denmesinin şartı olarak Yunanistan kökenli olduğu şartını gıda genelgelerine ekletmek istedi Yunanistan. Bunlar iki veya daha fazla ülke arasında yaşanan tartışmalar olduğu için normal ve doğal gelebiliyor tabii kulağa, ancak ilk kez bir ülkenin kendi içinden, sahip olunan kültürel değerlerin başka ülkelerden aşırma olduğu iddiası dile getirilince Danimarkalılar kültürel frene basıverdiler. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bunu yapmalarının ardında ise minicik ülke olmaları ve daha da minik nüfuslarıyla dünya coğrafyasından silinme düşüncesinin yaratığı korku yatmakta. Otuz iki yıldır yaşadığım Danimarka’da, dürüstçe söyleyeyim, Danimarka çavdar ekmeğinin (siyah ekmek) Türkiye kökenli olduğunu hiç duymadım ve Türkiye’de de benzerini görmedim. İsveç köftesinin Türkiye’den gittiği düşüncesi daha akla yakın geliyor...Şimdi bir Türk havayolu şirketi veya başka bir firma çıksa kırk yıl hatırı olan bir fincan kahvenin, ince uzun kadehlere doldurduğumuz rakının, revaninin, gözlemenin, bazlamanın, döner kebabın, işkembe çorbasının başka bir ülke kökenli olduğunu söylese acaba biz nasıl tavır alırız?.. [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle